Bizim memlekette işler hep korkarak ya da korkutarak yürüyor.
60'larda “Bu kış komünizm gelecek!”.
90'larda “İrtica geliyor!”.
2 binler “PKK!”.
Şimdilerde “FETÖ!”, “Beka meselesi!”, “PKK!”, “HDP!”, “Kürtler!”, “Sandık”, “YSK”, “Çaldılar!” ve dahası.
Ömrümüz hep korkutulmakla ve korkmakla geçiyor kısacası. Neyin ne olduğunu bilmediğimiz vak’alarda binlerce can yitip gidiyor. Hepsinin acısı içimize çöküyor. Gün geliyor o acılar “haber” bile olmuyor.
‘Ya bir gün korkutamazsam!’ diye sorgulamıyor korku salıcı. Korkuttukça korkutası geliyor hatta. Korkunun dozunu arttırdıkça daha da korkunçlaşıyor.
‘En çok korkutanın en çok korkan, yani kendisi’ olduğunu fark etmiyor. Kendisiyle yüzleşmiyor. Korkularının esiri olmaktan kurtulamıyor.
Edinimlerini kaybetmekten korkuyor haliyle. Kaybetmemek için de daha fazla korkutuyor.
Korkutan kişi bilmiyor ki korkuyla düzen sağlanmaz.
Ve korkutan kişi bilmiyor ki, haksızlığa uğrayan insanlar bir yerden sonra artık “hiç” korkmaz.
(30 Nisan 2018 tarihli yazımdan birkaç cümleyi alıntıladığım yazımın tamamını buradan okuyabilirsiniz.)
FONTAMARA
Toplumcu Gerçekçilik akımına yönelik yazdığı romanlarında Mussolini İtalyasını, özellikle güneyli fakir köylülerin hayatını anlatan Ignazio Silone, Fontamara kitabındaki bu pasajda korkunun ne kadar korkutucu olabileceği bakın nasıl anlatmış:
“Peki ama neden korkuyorlar?”
“Neden olduğunu kimse bilmiyor. Sadece korkudan. Bir milleti bir kere korku sararsa artık bunun izahı yoktur. Bu hastalık herkese geliyor, insanı tepeden tırnağa sarıyor. Bunun için, yalnız rejim düşmanları korkmuyorlar; ötekiler, şu faşist dedikleri adamlar çok daha fazla korkuyorlar. Onlar da bu işin böyle sürüp gidemeyeceğini biliyorlar, hem söylüyorlar, ama bundan korkuyorlar. Ne diye düşmanlarını öldürüyorlar? Korkudan. Ne diye boyuna polisler milislerin sayısını artırıyor? Korkudan. Ne diye binlerce, on binlerce günahsız insanı küreğe mahkûm ediyorlar? Korkudan. Cinayetleri arttıkça korkuları da artıyor. Korkuları arttıkça cinayetleri artıyor.”
“Peki, Papa bunlara ne diyor?”
“Papa da korkuyor. Papa yeni hükümetten iki milyar liret aldı, otomobiller tedarik etti, bir radyo istasyonu kurdurdu, hiçbir zaman seyahat etmediği halde, kendine mahsus bir tren istasyonu yaptırdı, daha başka lüks işlere kalkıştı; şimdi bunlar onu korkutmaya başlıyor. Roma’daki kiliselere, manastırlara bir yazı göndermiş, daha fazla fukara çorbası dağıtılmasını istiyor. Bu, korku çorbasıdır. “Fate-bene-fratelli” müessesesi son zamanlarda her perşembe günü çorbaya birer parça domuz yağı pastırması atıyor. Bu da korku yağıdır. Ama iki milyarı unutturmak için çok çorbalar, çok yağlar lazım!”
Şimdilerde okuduğum bu kitabı bir öğretmene hediye ettiği için Köy Enstitüleri’nin efsane ismi İsmail Hakkı Tonguç hakkında ceza istemiyle soruşturma açılmış.
Neyse ki o kış komünizm gelmemiş.
Ben kitabı henüz yeni okudum ama emin olun bu kış da komünizm gelmez.
Korkmayın, rahat olun…
2 Haziran 2019 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder