26 Şubat 2017 Pazar

Biri bana anlatsın!

"Kız Kulesi'ne yürüyüş mesafesinde" demek ne demek mesela? 
Ya da "Bu kez Çanakkale geçilecek!" demek ne demek? 
Ya da "Bozkurt işareti Binali Bey'in eline yakışmış" demek ne demek? 
Ya da "Sen kimsin müsteşar?" demek ne demek?
Şu dört cümlede bile pert oldunuz değil mi?

* Vallahi de billahi de kulaklarımla duydum. Bilmemnebağkonakları reklamında "Boğaz'a ve Kız Kulesi'ne yürüyüş mesafesinde" dedi reklamda. Reklamın iyisi kötüsü olmaz tabi. Hâttâ burada bunu yazıyorsam reklam başarıya ulaşmış bile sayılabilir. Ama Allah aşkına söyleyin, "Kız Kulesi'ne yürüyüş mesafesinde" demek ne demek?
Bu cümleyi ilk duyduğumda, oraya da mı köprülü otoyol yaptınız yoksa dedim. Yoksa sahili Kız Kulesi'ne kadar doldurdunuz mu dedim. Yoksa Kız Kulesi'nin boynuna kement attınız da cânım kuleyi kıyıya mı çektiniz dedim. Ya ben o konaklardan bir konakçık alsam ve Kız Kulesi'ne yürüyerek gidemesem bunun hesabını sizden sormam mı mı dedim. 
Yetmedi bir de Google Earth'ü açıp ondan yol tarifi istedim. Önerilen rotalara baktım. Evet, Google'ın mesafe ve zaman hesap edicisi Sayın Sanal Beyin, Altunizade'den Üsküdar Kız Kulesi'ne yürüyerek 24 dakikada gidebilirsiniz diyor. 
A-ha, suçluyu buldum. 
Reklamı hazırlayan arkadaş sanal beynin kurbanı olmuş bir güzel. 
O zaman önce o yürüsün Kız Kulesi'ne önden! 
Arkadan da bu reklamı konakçıklarına münasip bulan her kim ise o ve şürekası uygun adım marş!
Neyse...

* Başbakan Binali Yıldırım'ın Çanakkale Boğazı'na köprü yapacaklarının ilanını yaparken haykırdığı "Bu kez Çanakkale geçilecek!" cümlesi için ise 'talihsiz bir cümle olmuş' diyeceğim. 
Önünü ardını bilmeden can simidine sarılır gibi sarıldıkları yüce ecdada ayıp olmuş.
Çanakkale'den İngilizleri geçirmemek için gözlerini kırpmadan ölüme koşan Osmanlı ordusuna çok ama çok ayıp olmuş. Havada birbiriyle çarpışacak kadar çok atılan mermiler arasında siperden fırlayıp taarruza kalkan askerlere, mekanizması bozulan topun 215 kiloluk mermisini sırtına alarak namluya süren Seyit Onbaşı'ya, arkalarında gözü yaşlı kızlar bırakarak cepheye koşan "onbeşliler"e, vatan savunması için Çanakkale'ye koşan ve içlerinden hiçbiri sağ kalmayan tıbbıyelilere, ölmeden mezara konan evlatlara, şehit evladının cenazesini bile bulamayan ana babalara, emrindeki askerlere ölmeyi emreden ve sadece bu emirle bile vatan aşkının büyüklük derecesine hayran kaldığımız, Çanakkale'yi geçilmez kılan büyük komutan Mustafa Kemal'e ayıp olmuş...
Siz 3 dakikada ve 15 Euro+KDV ile geçireceksniz Çanakkale'yi, onlar ise canlarıyla geçirmediler.
İşte böyle önünü ardını düşünmeden "söz cambazlığı" yapmaya çalışmak devlet büyüklerine hiç yakışmıyor. 
İzansızca edilen bir laf bumerang misali dönüp dolaşıp sahibinin boğazına yapışıyor.
Neyse...

* AK Parti Grup toplantısında konuşan Başbakan Binali Yıldırım'ın, MHP'lilerin isteğiyle bozkurt işareti yapması üzerine, MHP Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Bozkurt işareti Binali Bey'in eline yakışmış" demesi, Binali Yıldırım'ın da MHP'lilere "Siz de bizim işaretimizi yapın" demesi de bir başka alem. Bu işve dolu cilveleşmelere bakarak "Birlik beraberlik ne kadar güzel bir şey ya Rabbim" diyerek hisleneceğim ve göz pınarlarıma dolan yaşları sileceğim lakin, ah bir de daha birkaç ay önce birbirlerine söyledikleri sözleri hatırlamasam ve referandumu geçene kadar birbirlerine şirinlik yapıp, geçince de birbirlerinin gözlerini oyacak olmalarına inanmasam.
Yanılıyorumdur inşallah!
Neyse...

* Yazının kapanışını Nihat Doğan'ın ekranlardan delirmişcesine haykırdığı "Sen kimsin müsteşar!"cümlesine bırakalım. 
Geçtiğimiz günlerde Nihat Doğan bir programda FETÖ soruşturmasında yargılanan infaz koruma memurlarının adliyeye şık kıyafetlerle çıkarılmasını eleştirerek, gardiyanlar için "alçak gardiyanlar" ifadesini kullanmıştı. Ardından Adalet Bakanı Müsteşarı Kenan İpek Twitter'dan epey sert bir tepki göstermişti kendisine. Kenan İpek'in bu tepkisinin üzerine ekranlarda coşan Nihat Doğan ise, "Sen kimsin müsteşar!" ile başlayan birbirinden âlâ(!) cümleler ile Kenan İpek'e etmediği hakaret bırakmamıştı. 
Ayakları suya erince ise geri vitese taktı çaresiz, hâttâ diğer vitesleri araçtan tümden söktü attı ve "Özür dilerim"leri sıraladı boy boy sosyal medyada ve basında...
Konuşan Türkiye olmak, halk olmak, milletvekilinin maaşını verdiği vergilerle ödüyor olmak kimseye böyle hadsizlik hakkını vermiyordu işte.
Önce tanı, sonra konuş. 
Ne demişti Uğur Mumcu: "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz"...
****
Şimdi ekranlardan konuşarak sürekli sürçü lisan eden canlı türlerine baktığımızda görünen şudur ki, bunlar (Cem Yılmaz tabiriyle) "Beyni yok fikri var" canlılar...
Hoş mu göreceğiz artık onceğizleri, yoksa hadlerini mi bildireceğiz bilemedim.
Neyse,
Mümkünse,
Lütfen,
Biri bana bunu da anlatsın...

25 Şubat 2017 Cumartesi

Yurt var, yurt var...

Tarih Aralık 1977...
Karacabey Lisesi Kız Basketbol Takımı olarak, Marmara Bölgesi Liselerarası Basketbol Turnuvası için Edirne'deyiz.
Edirne'ye vardığımızda turnuva boyunca kalacağımız mekân olarak bir kız öğrenci yurduna yerleştirileceğimizi öğreniyoruz. Önce heyecanlanıyoruz.
Hepimiz ailelerimizle yaşıyoruz ve daha önce hiçbirimiz bir yurtta kalmamışız. Filmlerde gördüğümüz kadarıyla biliyoruz yurtları ve bir yurtta yaşamanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyoruz. 
Yurda gelince büyük bir bahçe içindeki beton binaları görüyoruz. Binaya giriyoruz. Her biri salon büyüklüğündeki yüksek tavanlı odalar, her odada sıra sıra ranzalar, zemin desen taş, yemekhane desen uzak, üstelik tabaklar porselen değil, masalar desen örtüsüz, yurdun tamamı yeterince sıcak değil, hatta yerlerde ne bir halı, ne de odalarda bir divan olmamasından olsa gerek, buz gibi...
Hayallerimiz sarsılıyor biraz.
80 öncesi dönemlerde olduğumuz için sokaklarda yürüyüşler de var üstelik. Geceleri sloganlar atarak yurdun etrafında da dönmeye başlıyor yürüyüşçüler. Korkuyoruz...
Yurt görevlisinden yardım istiyoruz. Önlem olarak bizi üst kat odalara yerleştiriyorlar sadece.
Takım arkadaşlarımızdan başka kimsemiz yok o anlarda, çünkü bizi Edirne'ye getiren öğretmenlerimiz erkek oldukları için bizimle birlikte değil de öğretmenevinde kalıyorlar.
Turnuva bitip de evlerimize döndüğümüzde yurtta kalmak üzerine kurduğumuz pembe hayallerimiz gördüğümüz gerçekler karşısında yenilgiye uğramış halde sessiz sedasız zihnimizin gerilerine bir yerlere çekiliyor...
****
O günlerin üzerinden geçen 40 yılın ardından bugün yine bir yurttayım. 
Bağışçıların bağışlarıyla iki sene önce açılmış olan üç katlı, 40 odalı ve 99 öğrenci kapasiteli Kızılay Bursa Şubesi Yüksek Öğrenim Kız Öğrenci Yurdu burası. 
Yurt müdiresi Kıvanç Varol'un davetiyle gittiğim toplantıda, yurtta barınan kız öğrencilerle ve yurdun yapımına katkı sağlayan bağışçılarla birlikte yemekhanede kahvaltı eşliğinde sohbetler ettik.
Bir yurdun soğukluğundan uzak, temiz, aydınlık ve şık bir salon olmasıydı göze ilk çarpan. Benim anılarımdaki yemekhane ile uzaktan yakından alakası yoktu kısacası.
Kahvaltı esnasında öğrenciler ve bağışçılar kendilerini tanıttılar karşılıklı. 
Bağışçıların hepsi gönüllü, yürekli ve eğitime, en çok da kız çocuklarının eğitimine sevdalı kadınlardı. Çünkü onlar biliyorlar ki "Kadın gülerse, toplum güler"...
Bu amaçla canla başla çalışarak, kermesler düzenleyerek, Kızılay'ı anlatıp bağışçılar bularak, adeta ilmek ilmek dokuyarak var etmişler bu yurdu.
Çay bardağından çay süzgecine, havlusundan sabununa, tuvalet kağıdından tuvalet aynasına, perdesinden çarşafına ve yastık kılıfına, internetinden spor salonuna, okunacak kitabından okuma salonuna kadar her ihtiyaç gözetilmiş yurtta.
Yeşim Tekstil 400 adet nevresim takımı bağışlamış kuruma mesela. Odalardaki buzdolapları ve yemek salonundaki sandalyeler Füruzan Altuğ tarafından temin edilmiş. Yurdun yapımında Kızılay'a en büyük destek Feyha Duraner'den gelmiş.
Toplantının bitiminde yurdu şöyle bir gezdik ve içinde ranzalı yatağı olmayan, geniş, ferah, sakin, huzurlu, sıcak, modern, ihtiyaca hitap edebilecek donanımda olduğunu gördük. Yurdun şehrin tam ortasında, yani Altıparmak'ta, yani toplu taşıma araçlarına iki adam mesafede olması, üstelik Muradiye gibi Bursa'nın tarih kokan bir semtinin yamacına yaslanmış olması da yurtta barınan öğrenciler için ayrı bir avantajdı. 

Barınmak yeterli mi?
Öğrencilere fiziki ihtiyaçların sağlanmasının haricinde çeşitli eğitimler de verebilmek için Halk Eğitim Merkezi'ne gitmiş Kıvanç Hanım ve olumlu cevaplar alarak kurslar düzenlemiş yurtta. İstenen verim şimdilik alınmadıysa da Kıvanç Hanım'ın eğitim bilinci ve deneyimleri ile öğrencilere değer katıp, farkındalık yaratmak adına geliştirdiği projeleriyle öğrencilerin peşini bırakmayacağı gün gibi ortada. 
Önemli bir ayrıntı; öğrenciler ve yönetim iletişimde günceli yakalamış. İlişkiler teknoloji sayesinde daha yakınlaşmış.
Yurtta barınan kızların hepsi Türkiye'nin farklı şehirlerinden gelmiş. Giresun'dan da öğrenci var yurtta, Sivas'tan da, Malatya'dan da. Hukuk fakültesinde okuyan da var aralarında, meslek yüksek okulunda okuyan da... 
Kahvaltının sonunda dersi olan öğrenciler bir bir okullarına giderken, Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencilerinden Didem Kaya ve Şevval Ceylan geliyor masamıza. İkisi de pırıl pırıl gençler. Yurda konuklar gelecek diye özenle giyinmiş ve öyle inmişler salona. Kendilerinden büyüklerle bir arada bulunmanın kendilerine sağlayacağı kazanımların farkında olarak dinliyorlar sohbeti. Öğrenmeye açıklar. 
Birkaç yıl sonrasını hayal ediyorum onlara bakarken, okulları bitmiş ve yurdun bir bölgesinde mesleklerini icra ederken görüyorum ikisini de. Göğsüm kabarıyor...
"Bir gün de Gemlik'e bekleriz sizi" diyorlar, seve seve gideceğime söz veriyorum...

Diploma yeterli mi?
Barınma ihtiyacının karşılanması ve ailelerin kızlarını okutabilmek adına onların barınma ihtiyaçlarını karşılaması geleceğe atılan imzanın 'olmazsa olmaz' bir tarafı. 
Bu imzanın diğer tarafında ise yurtta barınan kızlar var. 
Sadece okula gidip gelmekle kalmayın derim ben onlara. Bursa'yı tanıyın, insanları tanıyın, tarihi koklayın, çevrenizdeki imkânlardan, hele de sizin için bir şeyler yapmaya çabalayan insanlardan sonuna kadar faydalanın ve kendinize her anlamda yatırım yapın.
Katılacağınız etkinlikler ile entelektüel birikiminiz artsın bir yandan, bir yandan da başka bir dil daha koyun cebinize. Yurt yönetiminin projelerinden biri olan 'kendi alanında başarıyı yakalamış kadınlarla sohbet' toplantılarını kaçırmayın ve onlardan kendinize dersler çıkartın. Diplomanız kâğıt parçası olarak kalmasın hayatınızda. Ona değer katın. 
Unutmayın ki size kapılar açmak bizim vazifemiz ise de, açılan kapılardan içeriye girmek ve içeride kalmak sizin maharetiniz.
Hepinizin yolu aydınlık ve açık olsun...
****
Kızılay Bursa Şubesi Yüksek Öğrenim Kız Öğrenci Yurdu'nda gerçekleştirdiğimiz mini videomuzu izlemek için tıklayınız: 

21 Şubat 2017 Salı

Ağzınıza biber!

Akit TV'de sabah programı yapan Ahmet Keser, 10 Şubat 2017 günü yaptığı programda Yılmaz Özdil, Uğur Dündar ve Müjdat Gezen için 3 dakika boyunca "konuştu".

O konuşmanın 13 Şubat 2017 tarihli Akit'te yer alan haber metni tam olarak şöyle: 
Akit TV sunucusu Ahmet Keser, geçtiğimiz günlerde Sultan Abdülhamid'in torunu Nihan Osmanoğlu'na karşı edepsiz ve ahlaksız ifadeler kullanan 'Bidon Kafa' Yılmaz Özdil ve 'Pezevenk' Müjdat Gezen'i rezil kepaze etti. Keser'in sözleri sonrası Akit TV'yi arayan yüzlerce izleyici verilen cevap nedeniyle tebriklerini iletti.
Halk TV’de Uğur Dündar’ın programına çıkan ‘Bidon kafa’ Yılmaz Özdil ve programa telefonla bağlanan tiyatrocu bozuntusu ‘Pezevenk’ Müjdat Gezen, Sultan 2. Abdülhamid'in torunu Nilhan Osmanoğlu hakkında ahlaksız ifadeler kullanmıştır.

SOYTARI YILMAZ ÖZDİL VE MÜJDAT GEZEN'DEN AHLAK DIŞI İFADELER
‘Bidon kafa’  Yılmaz Özdil, programa telefonla bağlanan 'Pezevenk’ Müjdat Gezen'e; "Bir tane sultan var bugün Sultan Abdülhamid'in torunu. Onun aslında bir dükkanı varmış ben bugün öğrendim. Sana oradan bir saltanat fesi alıp Uğur'la (Uğur Dündar) ziyarete geleceğiz. " demişti. 
Bu sözlere cevap veren Müjdat Gezen, “Bekliyorum. Ayrıca Yılmaz ben kadını beğendim yahu” demişti. Ahlaksızlığa devam eden soytarılardan Yılmaz Özdil, “Ada'yı veresin mi geldi abi?” sözlerine ‘Pezevenk’ Müjdat Gezen: “Ada'yı değil ama neyse sonra konuşuruz.” karşılığını vermişti. 
****
Eh Yılmaz Özdil, demeyecektin bunu Müjdat Gezen'e. Ey Müjdat Gezen, sen de söylemediğin ama ihsas ettiğin bir söz ile hakikaten de ayıp etmişsin kadın kişiye. Ağzına acı biber! 

Ya haber metninde kişilere yakıştırılan en ayıp sıfatlara ve onları söyleyenlere ve dahi tebrik edenlere hangi biberi sürelim?

Müjdat Gezen'in ettiği ayıbı bir kez daha ayıplayalım ve gelin şimdi yayının videosuna bakalım.

Sunucu arkadaş yaptığı konuşmasında kullandığı sözcükler ile sadece hedef aldığı kişilerin ve annelerinin üzerine kusmakla kalmıyor, sanatsal yorumlarda da bulunuyordu bolca. 
Konuşmasında sanatla ilgili 'iki fırça darbesi, sanat eleştirmeni aristokratlar' gibi tanımlamalar yaparken, "Biz anlamıyoruz arkadaş" itirafını da yapıştırıyordu sözlerinin bir yerine.
"Canım, sen anlamıyorsun diye o sanat sanat değil midir şimdi?" diye sormak istiyor insan o zaman. "Senin anlayabilmen midir sanatın ölçüsü?"
Haydi münazara başlasın o zaman:
"Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir, yoksa sanat Ahmet Keser için midir?"

Kerhaneden tut da peçeteciliğe kadar pek çok kişinin bilmediği sözleri de biliyordu el kadar kerata. 
Müjdat Gezen'in porno film furyasına kapılmamasını, kendisine  en basit rolün bile verilmemesi olarak yorumluyordu. 
Ağız dilinden daha fazla lafı beden dili söylüyordu yayın boyu ki, beden dilinin söyledikleri ağız dilinin söylediklerinden beterdi. 

Hani boğa saldırmadan önce ön ayaklarından birisi ile toprağı eşeler, ya da koç tos vurmadan önce bir kaç adım geriye gider ya, arkadaş da aynı; söyleyeceği sözlerin etkisini daha da güçlendirmek için iki üç adım geriye gidip biraz durarak ve biraz da susarak yapıyordu şovunu
Coştukça coşmasına bakarsak, "Devam et, iyi gidiyorsun, vur, kır, saldır, arkandayız, bravo, alkış!" deniyor olmalıydı kulağına.

"Müjdat Gezen denen p..nk, çıkmış bir hanımefendiye, bir anneye neler söylüyor" derken ağzından çıkanı kulağı duymuyordu mesela ve kaş yaparken göz çıkartıyordu.

Dua edin de bu yayını hanımefendiler ve anneler izlememiş sayın Keser. 
İnanın izleselerdi sürüverirlerdi dilinize biberi bir güzel!

Yaptığı ayıp konuşmaları kınayarak, kendisine "Ayıp olmuyor mu biraz?" diye soranlara da, "Siz hakkınızı helâl edin de, bunun hesabını Cenab-ı Allah'a ben veririm" diyerek cevaplıyordu Keser. (Ya helâl etmezler ise?)
Peki ya Müjdat Gezen'in hesabını Allah kesmiyor muydu da, Sayın Keser kendisini Cenab-ı Allah'ın yerine koyarak Gezen'in hesabını bu dünyada kesiyordu.

Ahmet Keser ettiği her kelam ile Müjdat Gezen'in sanat adı altında 'biraz bacak aç, biraz çatal aç' diyerek el kadar çocuklara adeta ahlâksızlık öğrettiğini haykırıyordu. 

Bu gazı alan namusuna düşkün vatandaş da 10 gün düşündükten sonra memleketin namusunu kurtarmak üzere eline bidonu kapıp soluğu Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin kapısında alıyordu. 

Neyse ki Türkiye'nin ilk ve tek parasız özel okulunu yakma girişimi hüsranla sonuçlanıyordu.
Ve çok şükür ki memleketin namusu bu kez kıyısından da olsa kurtul(m)uyordu!

15 Şubat 2017 Çarşamba

Kuyudan ders çıktı

Onu ilk gördüğümde "Ah kerata ah, nasıl düştün o kuyuya bakayım sen?" dedim. 
Sonra da ekledim: "Hangi sorumsuz bıraktı şimdi bu kuyuyu böyle apaçık!.."

Beykoz'un Dereseki Köyü'ndeki çapı 30 cm, derinliği de 70 metre olan sondaj kuyusuna düşen ve 10 gündür kurtarılmayı bekleyen yavru köpekten bahsediyorum.
Kuyunun dibinde kendine minik bir odacık yaparak masum masum oturan yavru köpeğin çıkartılana kadar sağ kalmasını ama şişmanlamamasını sağlamak ve bir an önce düştüğü yerden çıkartmak için günlerdir el birliği, güç birliği yapıldı.

İtfaiye, TTK, İBB, AFAD, veterinerler ve hayvanseverlerden oluşan yaklaşık 50 kişilik bir grup gece gündüz demeden devam eden çalışmaları sonuç verdi ve adını kuyudan alan Kuyu kuçusu bu sabah 05:00 sularında nihayet kurtarıldı. 

İstanbul itfaiye ekipleri tarafından olay yerinde geliştirilen ve gece görüş kamerası, PVC boru, kılavuz ipi, boğma ipi ve pnömatik hava ile çalışan koldan bir aparat yapıldı. Bu tasarım ile kuyuya inen kol, yukarıdaki ekiplerin kolu joystick ile kumanda etmesiyle köpeği bulunduğu yerden çekti aldı.
Hayvanın kuyudan çıkartılmasıyla kuyu başında bekleşenlerin koparttığı heyecanlı kıyameti tahmin edersiniz. O kıyamet köpeği gerisin geriye kaçıracak diye korkmadım değil bir an. Neyse ki Kuyucuk korktuysa da kaçmadı ve ekiplerin güvenli kollarında hemen bakıma alındı.

Sosyal medya üzerinden canlı yayınlanan kurtarma çalışmalarına insanlar duaları ile destek verdi. 
Kurtarma çalışmalarını yapan ekibin köpeğin kurtarılmasına odaklanmış ruh hali yaratıcılığı tetikledi. 
Ve sonundan bilim, yani teknolojik yaratıcılık ile de yavru köpek kurtarıldı
Bir can için kuyu başında olsun, ekranlar başında olsun insanların birbirine kilitlenmesine gıcık olan çatlak sesler de vardı tek tük. Sokaklardaki rögar kapaklarını çalıp kaçan insancıklardı onlar belki, kim bilir.
İnsanlığın ve bilimin galip geldiği bu kurtarma çalışmaları esnasında onların insanlığı da bu kadardı işte ve onlar kendi insansızlıkları ile birlikte yok oldular... 
****
Bu çalışmalar esnasında Kuyu bize o kadar çok şey öğretti ki;
Öncelikle sorumsuzca açık bırakılan (ki daha önce de kaç cana mal oldu bu sorumsuzluk) kuyuların can alabileceği, 
Türk insanının en belirgin özelliği olan kriz anlarında birbirine olan bağlılığı
Kurtarma çalışmalarının sadece dua ile yapılmadığı,
Teknolojiyi kullanan bilim insanlarına ne kadar çok ihtiyaç olunduğu,
Bilimi kullanan akılların içinde sevginin ve inancın olması gerektiği,
Yapılabilecek ne varsa inançla yapılması ve davadan kolay vazgeçilmemesi gerektiği, 
İnançlı ama bilgisiz insanların kriz anlarında naçar kalabileceği,
Bilgili ama inançsız insanların ruhsuz robotlara dönüşebileceği,
Kurtarma çalışmalarını izleyenlerin biraz daha sakin olup, işi bilenlerin rahat çalışmalarına zemin sağlamalarını ve her kafadan çıkan ayrı ses olmamak, yani "volüm" yapmamak gerektiği,
Dışarıya çıkartılan ürkmüş hayvanın ruh hali düşünülmeksizin sevinç çığlıkları atmanın insanoğlunun biraz da kendi bencilliği olduğu...

Şimdilik bu film Mutlu Son ile nihayetlendi, 
Umarız ve dileriz ki böyle bir başka filme gerek kalmaz, kalsa da bu yaşananlar herkese ders olur.
****
Kurtarma çalışmaları başarı ile sonuçlandı ama biz esas sebeplere bakalım:
Fen işlerinde çalışan belediye ekipleri, şirketlerde çalışan ekipler, işinizin başından ayrılırken dönüp arkanızı bir bakın lütfen.
Her şeyin iki adım ötesini düşünün ve oluşabilecek ihtimalleri hesap edin.
Her insanın ya da her hayvanın en az sizinki kadar kıymetli bir can olduğunu unutmayın.
Ardınızda bıraktığınız dağınıklık ile bir canlının canını almaya hakkınız olmadığının farkında varın.
Siz yöneticiler de ekiplerinizi bu yönde eğitin ve keskin talimatlar ile gönderin işlerinin başına. 
Vicdanlarını tetikleyin.
Gidip gelip denetleyin.

Arkanızda bıraktığınız kapana gün gelir ya siz, ya da en sevdiğiniz can yakalanır,
O günü beklemeyin...

Siz de hayvan sevenlerden misiniz? / 14 Ekim 2010
Hayvan kes(eme)me bayramı! / 30 Eylül 2014
Hayvana zulmeden zalimdir / 25 Şubat 2016
Harambe'ı neden vurdunuz? / 8 Haziran 2016
Kuyudan ders çıktı / 15 Şubat 2017
Zulmün adı ET olmuş! / 6 Eylül 2018
Kokuşizm! / 21 Aralık 2018 
Tavşan Kaç! / 13 Ağustos 2019
Aman avcı, vurma beni! / 5 Şubat 2019
Siz Niye Oturuyorsunuz? / 27 Ekim 2019
Had Safhada Vahşet Dönemi / 25 Kasım 2022

14 Şubat 2017 Salı

Kadın varsa umut var

Bilirsiniz; bir işin içinde kadın varsa o işin rengi de bir başka oluyor, lezzeti de. 
Daha nazik dokunuşlar, daha duyarlı davranışlar, daha heyecanlı bakışlarla donanıyor her şey. 
O minik dokunuşlar ile oluşan ortamdan, o işe kadın eli, hâttâ anne eli değmiş olduğunu anlıyor insan.
Evine titizlendiği kadar titizleniyor yaşadığı her mekâna kadın, çocuklarının üzerine titrer gibi titriyor gördüğü her evlada, ailesine verdiği değer kadar değer veriyor tüm çevresine.
Adeta tüm çocuklar onun, tüm kadınlar kendisi, tüm aileler ona ait.
Kadın biliyor ki zorluklarla yaşayan ailelerin fertleri ile hiç olmadık bir yerde kesişecek. Gün gelecek görmezden geldiği hayatlar ile hiç ummadığı bir biçimde yüzleşecek. 
Mağdur bir kadın ve mağduriyet içinde büyümüş çocuklar ile kim bilir hangi şartlarda karşı karşıya kaldığında, işte o gün dengeler değişip şartlar eşitlenecek.
Hep görmezden gelinmiş ve kaybedecek bir şeyi olmamış bir insanın elinde kaba güçten başka bir şey olmadığını düşünürsek, işte o karşılaşmada karşısına sadece "kaba güç" dikilecek...
Kadın bunu bilir ve bu riski azaltmak için çabalar hep.
Konu komşuyu gözetir, çoluk çocuğu gözetir, annelik içgüdüsü ile çevresindeki hayvanları gözetir, gözetir ki kimseden zarar gelmesin ailesine.
****
Tek tek verilen bu mücadeleler kadınların hep birlikte hareket etmeye başlamasıyla daha da güçleniyor elbet. Sosyal kurumlar gittikçe çoğalıp, büyüyüp ve daha fazla insana kucak açıp, daha fazla mağdura çare olur hale ulaşıyor.

Dün Gönlüferah Otel'de katıldığım bir tanıtımda söz konusu yine böyle bir birliktelik idi.
Nar Medya bünyesinden yayınlanan Kadın Aktüel Dergisi tarafından "Kadın ve Umut" temalı bir sergi düzenleniyordu ve bu sergiden elde edilecek gelir, doğru bir adres olarak Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği'ne aktarılacaktı. 

Serginin detaylarına gelirsek;
27 Şubat 2017 - 6 Mart 2017 tarihleri arasında Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) yerleşkesinde düzenlenecek olan sergide, Bursa Güzel Sanatlar Birliği Derneği'nden ve haricîlerle birlikte toplam 50'den fazla kadın sanatçı cam, seramik, heykel ve resim sanatından ürettikleri ve bu projeye hibe ettikleri eserlerini sergileyecekler. 
Ayrıca 5 kadın konuk sanatçı da etkinliğe söyleşileri ile destek verecek. 
Konuklardan Sanatçı Esra Çubuk "Sanatta Kadın ve Umut", Okutman Evrim Sırmalı "Kadın ve Sanat", Yazar Gonca Elmas "Gelecekteki Erkeği Eğitmek", Dr. İlay Yılmazlar "Umut Çocuğumuzundur", Prof.Dr. Nazan Erkmen "Atatürk, Kadın ve Sanat" ve Psk. Belgin Altop "Kadın ve Umut" üzerine sohbet edecek.
Sergi; 27 Şubat günü saat 16:00'da başlayacak sohbetlerin devamında saat 18:00'de ziyarete açılacak ve 6 Mart'a dek ziyaret edilebilecek.

Tanıtım etkinliğinin sonunda Nar Medya ve Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği arasında bir protokol imzalandı ve bu güç birliği yapılan akid ile perçinlendi.
Bu güzel projeyi sizlere duyurarak projeye katkı koymak benden, satışa çıkarılacak eserler arasından gönlünüze yatanı satın alarak katkı koymak sizden...
Bursa Güzel Sanatlar Birliği Derneği Başkanı Ayfer Demircioğlu'nun dediği gibi: 
"Eser hibe etmek bir şey değil, yeter ki satılsın ve yeter ki bu çabalar yerine ulaşsın!"
****
Demem o ki;
Doğanın doğurganı, doğanın anası, doğanın sevdalısı kadın asla pes etmiyor.
Kadının, hele de kadın ve sanatın olduğu her yerde umut hâlâ devam ediyor...

12 Şubat 2017 Pazar

Memleket benim değil mi!..

Hani siz, "Benim 16 Nisan'a çıkacağımın garantisi var mı?" demişsiniz ya, işte biz de tam onu söylüyoruz efendim. Bu kadar üzerinize alınmayın, inanın ki mesele siz değilsiniz. 
Sizi başkan olarak görmek istemeyip de babamızın oğlunu başkanlığa oturtacak değiliz. 
"O olursa evet derdim ama bu olursa hayır diyeceğim" meselesi değil bu. 
Kimsenin kişilerle işi yok. Derdimiz zorumuz dayatılan "dayatma".
Daha önceki dayatmaların sonucuna bakacak olursak haksız da değiliz hani...


"PKK hayır diyor, Kandil hayır diyor, ülkeyi bölüp parçalamak isteyenler hayır diyor, bayrağımıza karşı çıkanlar hayır diyor, muhalefet de onlarla birlikte hayır diyor" demişsiniz bir de, işte burada biraz farklı düşünüyoruz.
Öncelikle PKK'nın ve Kandil'in evet ya da hayır dediğini henüz bilmiyoruz.
Ancak hayır diyenlerin isteyecekleri en son şeyin vatan hainleri ile aynı safta anılmak olduğunu gayet iyi biliyoruz. 

Bir de gayet makul olarak "Millet ne derse o olacak, Allah ne derse o olacak!" demişsiniz.
O zaman soralım: 
Ya millet hayır derse ne olacak?
Ya Allah hayır diyenlerin yanında olursa ne olacak?
O zaman milletin kararı ve Allah'ın hikmeti geçerli olacak mı, olmayacak mı?
Yoksa evet çıkana kadar çalışılacak da çalışılacak ve o sandıktan ille de evet mi çıkartılacak?
Yoksa 
"hayır" diyerek kendini ifşa edenler bu vesile ile mi tek tek avlanacak?

Madem hayır ile bir derdiniz var, öyleyse hiç yapmayın efendim bu referandumu. 
Hepimizi evet demiş varsayın siz.
Ne siz bizi üzün, ne biz sizi üzelim, böylece de konu kapansın...

Olmaz tabi değil mi?
Çünkü kanun var, kural var, nizam var.
En çok olması gereken kavram olarak da insan haklarına saygı var.
Evet diyene de, hayır diyene de aynı derecede var üstelik.

Evet üzerinde ısrar ederken millete yeni düzenlemeyi güzelce anlatın bence siz sadece. İnsanları bu yeni düzenlemelerin toplumun hayrına olacağına ikna etmeye çalışın ama bunu yaparken halka doğruyu dosdoğru anlatın ve lütfen kimseye çamur atmayın. 
Hele de kendini ifade etmek için sizinle aynı haklara sahip insanların konuşmalarını engellemek gibi ucuz numaralara hiç kalkışmayın.

Hayır çıkacağından korkarak 'Hayır'ı anlatanların sesini kısmak adına yapılan her girişim ile 'Hayır'ın sesinin bir puan daha, bir puan daha yükseldiğini görmüyor olamazsınız.
Olabilirler misiniz yoksa?
Neyse, ben işinize karışmayayım...
****
Şu dünyada sayamayacağımız kadar çok insan yaşamış, bir o kadar devlet kurulmuş, bir o kadar hükümdar gelmiş geçmiş; ki şimdi pek çoğu tarih sayfalarında birer karakter olmaktan öte değil. Bir çoğunun ise adı dahi bilinmiyor.

O zamandan bu zamana da, "Memleket benim değil mi, döverim de severim de" diyenler sayesinde ülkelerin, dolayısıyla da dünyanın burnu b..tan kurtulmamış...

6 Şubat 2017 Pazartesi

"Şaka yapmıyorum, korkuyorum!"

12 Eylül öncesini hatırlayın. Özellikle de 70'li yılların sonlarını. 
Hani kurtarılmış mahalleler, birbirini gözünü kırpmadan öldüren gençlik, her duvarda bir slogan, birbiriyle kanlı bıçaklı ülkücüler ile devrimciler, yani azgın gurtlar ile gızıl goministler, yani sağcılar ile solcular. 
Bu toz duman içerisinde gencecik eriyip giden onca can ve bu acıya dayanamayıp onlarla birlikte eriyerek ızdıraptan katılan, büzüşen aileler...
Ardından memleketin üzerinden geçen tank, kurulan mahkemeler ve haklı haksız demeden darmadağın edilen bir nesil. Daha doğrusu, memleketin ayağına takılan büyük bir çelme...
O günleri atlatıp bugünlere ulaşanlar daha sonra kendi üzerlerinden oynanan oyunları fark edince, o sağcıydı bu solcuydu demeden girdiler kol kola. Mahalle arkadaşları çocukluk günlerinde olduğu gibi attılar ellerini birbirlerinin omuzlarına. Ki daha birkaç yıl öncesine kadar silah gösteriyorlardı birbirlerine...
Anladılar kendilerini bu hale getiren kumpası. Lakin pek çoğu için artık 'çok geç'ti...
****
Akademik hayatı birinciliklerle bezeli, 27 Mayıs 60 darbesinin fikri ve fiili planlayıcılarından, o günlerin ardından yaşanan problemler dahilinde Tokyo'ya yollanan, dönüşünün ardından siyasi hayata katılıp TBMM'de dört yıl aktif görev alan ve Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın babası olan Muzaffer Özdağ'ı anmak için başlatılan Türk Strateji Günleri'nin 15.'sindeydim ben de. 
Bursa'nın Nilüfer ilçesinde, Plaza 16 Etkinlik ve Yaşam Merkezi'nde düzenlenen etkinliğe katılım bir hayli yüksekti. 
Salonu dolduran heyecanlı topluluk MHP tabanıydı. Toplantıda ağırlıklı olarak 'başkanlık sistemi' ve 'anayasa' konuşulacaktı. 
CHP'nin bu konudaki duruşu tepeden tırnağa belliydi
Lakin MHP'nin tepesi ile tırnağı arasında bir uyumsuzluk ve kopukluk var idi.

Prof. Dr. Ümit Özdağ
Ümit Özdağ'ı televizyon programlarından izliyordum. Aynı dönemlerden geçmiştik. Üç aşağı beş yukarı akrandık.
En son 20 Ekim 2016 tarihinde MHP Genel Merkezi tarafından parti tüzüğünün bazı maddelerini ihlal ettiği gerekçesi ile ve kesin ihraç talebiyle Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilen Özdağ, 15 Kasım 2016 tarihinde partiden ihraç edilmişti. Daha önceki ihraçlara da bakıldığında, MHP Başkanlığı için aday oluşu bakımından Özdağ epey bir sakıncalı olmalıydı.
Salona giriş yapan Ümit Özdağ yerine oturduktan sonra babası Muzaffer Özdağ ile ilgili kısa bir video izlendi.
Sonrasında kürsüye gelerek mikrofon başına geçen Özdağ, "İçeriden ve dışarıdan kuşatılan Türkiye ve anayasa değişikliği ile ilgili görüşlerimi paylaşmak üzere aranızdayım" diyerek başladı sözlerine.
"Türkiye'nin en büyük gücü Milli Birliğidir" diyerek devam etti ve ekledi: 
"Bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey de bu birliktir"...

Ülkenin içinde bulunduğu durumu ve bu duruma gelişteki yolculuğu anlattı kısaca. Bugün geldiğimiz noktada 14 yıllık iktidarın yine aynı iktidarı (bir başkasından bahseder gibi) millete şikâyet etmesine ve içinde geçtiğimiz zor günlerde "sistem değişikliği" diretmesine hepimiz şaşırıyorduk. 
****
Yazının burasında, bu yolculuğu Türkiye'nin kalbinde bizzat yaşayan birisi olarak Ümit Özdağ'a bırakmak isterim sözü. Bakalım o neler diyor. 
Bundan sonraki bölüm tamamen Ümit Özdağ'ın sözleridir:

Evet mi Hayır mı?
Ülkemizin parlamenter demokrasi ile mi yoksa tek adam rejimi ile mi yönetileceğinin kararını vereceğimiz bir referandumla karşı karşıyayız. Bu referandumda HAYIR diyecekler de EVET diyecekler de TÜRK milletinin evlatlarıdır. Referandum bu milleti bölmemelidir. Evet diyenler nasıl meşru bir siyaseti savunuyorlarsa hayır diyenler de en az evet diyenler kadar meşru bir siyaseti savunuyorlar. Hayır diyenleri terör örgütleriyle yan yana koymak (en azından) bir gaflettir. Bekir Bozdağ'dan bu konuda açıklama ve özür bekliyoruz. Ki siz Adalet Bakanlığı'nın büyük bölümünde 15 Temmuz'u yaşatan FETÖ terör örgütünün elebaşısını defaatle övdünüz. Binlerce terörist hakim ve savcıyı Adalet Bakanlığı'na siz aldınız.

"Türkiye kuşatma altında"
Türkiye'nin kötü yönetilmesinden güç alan iç ve dış odaklar Türkiye'yi kuşatıyorlar. Ege Denizi'nde 2004 ile 2008 arasında 18 adamız Yunan ordusu tarafından işgal edildi. Yunanistan'a bu konuda ses çıkartılmadı. 15 Temmuz kalkışmasında Yunanistan'a kaçan 8 FETÖ üyesi subay geri verilmeyince Genel Kurmay'dan Ege'ye çıkması istendi. Referandum yaklaşırken Kardak adası konusu tekrar gündeme geldi. Türkiye'nin içinde bulunduğu sıkıntının farkında olan Yunanistan, Türkiye'yi Ege'den dışlamak için Kardak kayalıkları konusunu kullanmaya çalışıyor. 

"Psikolojik direnme hattı"
KKTC ile Rum kesimi arasında bir seneden beri yaşanan huzursuzluklarda Kıbrıs'a sanki Ugandaymış gibi davranılıyor. Adada Rum kesimine pek çok tavizler veriliyor. Son şart olarak da Türkiye'nin garantörlüğünün bitip Türk ordusunun geri dönmesi öne sürülüyor.
Kıbrıs bizim "psikolojik direnme hattımız"dır. Ki psikolojik direnme hattı her şeyden önemlidir. Mesela; Waterloo savaşında Fransız ordusu ne zaman teslim olmuştur bilir misiniz? Napolyon'un muhafız alayı mağlubiyeti kabul ettiğinde. Çünkü onların psikolojik direnme hattı Napolyon'un muhafız alayıydı.
Kırılan Kıbrıs hattı Türkiye'nin başka hatlarda da geri çekilmesine neden olabilir.


"Suriye politikası yanlışı"
Suriye politikasında Esad'ın düşmanlarına verilen her destek Esad'ı zayıflatırken Türkiye'nin düşmanlarını güçlendirdi. IŞİD ve PKK sınırımızda iki devletçik kurdular. Böylece kitle imhalı terör Türkiye'ye taşındı.
Türk askeri PKK'nın Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurmasını engellemek için Cerablus ve Azez arasına girdi. PKK'yı durdurup IŞİD'i güneye itmeye başladı. ABD ise şu anda PKK ve PYD ile müttefik olarak Suriye politikası izliyor.

Suriye'den Türkiye'ye tam 4 milyon insan sığındı. Zamanında Ahmet Davutoğlu kırmızı çizgi olarak "100 bin mülteci" demişti oysa.
"Türkiye bu yükü kaldıramaz"
Cumhurbaşkanı geçen sene sadece devlet kaynaklarından (sosyal maliyet ve ticaretin uğradığı sekte hariç) 12 buçuk milyar dolar harcandığı açıklandı. (Hariçlerle birlikte 50 milyarlara tırmanan bir harcama var.) Türkiye, ABD ve Japonya'dan sonra en fazla insani yardım yapan ülke konumunda. ABD ve Japonya için 12 buçuk milyar dolar küçük bir para, lakin Türkiye'nin bu parayı harcayacak gücü yok. 400 milyar dolar dış borcu olan bir Türkiye için bu kaldırılabilecek bir yük değil.

"Patlamaya hazır bomba, Suriyeliler"
Suriyeliler Türkiye'nin geleceğinde patlayacak demografik bir bomba olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Bir an önce Suriyelilere geri dönecekleri vatanı inşa edebilecek bir dış politika izlenmeli.

"HDP henüz 'hayır' demedi"
Zamanında PKK açılımı adı altında yapılan müzakereleri her tarafta açıkladılar. Dolmabahçe'de Apo'nun mektubunu okudular. Yeni Türkiye'nin anayasasını Öcalan ile birlikte yazdılar. Şimdi ise "PKK HAYIR diyor, siz de HAYIR diyorsunuz" diyerek hayır diyenleri terör örgütü ile aynı kefeye koyuyorlar. 
Üstelik HDP henüz hayır demiyor. HDP ile Ak Parti hâlâ pazarlıktalar. Nihai karar pazarlığın sonucuna göre şekillenecek.
7 Haziran seçimi öncesi "Ya konfedarasyon ya da başkanlığına hayır deriz" demişlerdi onlar. O günden beri de insanlarımızın kanı akıyor. Kıbrıs'ta verdiğimiz şehitten daha fazlasını Sur'da ve Nusaybin'de verdik. 600 şehit vererek Kıbrıs'ta bir Türk devleti kurmuştuk oysa. Şimdi kendi topraklarımızı terör örgütünün elinden almak için Kıbrıs'ta verdiğimiz şehitten daha fazlasını veriyoruz.  

"Çöküyoruz"
Türkiye'de güvenlik, istihbarat, dış işleri, bürokrasi hep çökmüş durumda. Memleket ekonomik kriz içinde. Finans dünyası çökme sinyalleri vermeye başladı.
Türk ordusu Eskişehir-Kütahya muharebelerinden bu yana en sıkıntılı günlerini yaşıyor. Ordunun albay ile teğmen arasındaki 39 bin 500 subayının yüzde 80'inin FETÖ'cü olduğu açıklandı. Geçen 14 yıl içerisinde bu yolun nasıl açıldığını hepimiz biliyoruz. 
Bir savaş uçağının iki tane savaş pilotu olmak zorunda. Bugün bu oran 0.50. Yani elimizde 600 uçak varsa 300 tanesinin pilotu yok. Savaş çıksa 300 uçak havalanamaz. 180 FETÖ'cü pilot itirafçı oldukları için affedilmişler. Altına bomba yüklü savaş uçağı verdiğiniz bu 180 pilota nasıl güveneceksiniz? Bu pilotlardan 8 tanesi her gün gidip polise imza veriyor, sonra da El Bab'a uçuyor.
Dışişleri Bakanlığı her 3 diplomattan 1 tanesini FETÖ'cü olduğu için atmak zorunda kaldı.
Genelkurmay Başkanı'nın özel kaleminde çalışan kadın yarbay dahi FETÖ'cü çıktı. 
Bu badireler ekonomik krizle daha da beter hale gelir. Siz ise her şeyi bir kenara bırakıp "BAŞKANLIK" diyorsunuz.
Televizyonlarda ya da Ak Parti il binalarında yapılacak her toplantıya katılır konuşurum, kimsenin karşısında çıkmaktan korkmam.

"Başkanlığı destekliyorlar"
Kendisine ne söylendiyse, Reza Sarraf yargılanmasının 11 ay ertelenmesini istedi. Yani Ekim 2017'ye kadar. 
Avrupa Konseyi ve Parlamenterler Meclisi Türkiye'deki durumun acil olarak görüşülmesi teklifini reddetti ve görüşmeleri 2017 yazına erteledi. 'ABD ve AB başkanlığa karşı' diyorlar da, yanlış. 
Hem ABD, hem AB diyor ki; "Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde bir kişiyi kontrol altına almak bütün ülkeyi kontrol altına almak demek." O yüzden başkanlık rejimini destekliyorlar.

"Biz sizi UYARDIK!"
Biz sizi "Adalar" konusunda uyardık, Suriye konusunda uyardık, FETÖ konusunda uyardık, Ergenekon ve Balyoz konusunda uyardık, IŞİD konusunda uyardık, BİZ BİLİRİZ dediniz. 15 Temmuz sonrasında da ÖZÜR DİLERİZ diyorsunuz. Şimdi de Türkiye'yi başkanlık macerasında sürüklüyorsunuz. Bu maceranın sonunda ÖZÜR DİLERİZ bile diyemeyebilirsiniz. Durum bu kadar vahim! Bir bilinmezliğe sürükleniyoruz.

"Parlamenter rejimden Başkanlığa"
Dünyada parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçmiş üç ülke var. Zimbabve, Gana ve Malavi. Bu ülkeler ile Türkiye arasında sayılamayacak kadar çok fark var. En önemli fark; bu ülkeler bağımsız olduktan sonra parlamentolarını kurmuşlar, oysa bizim bir Türkiye Büyük Millet Meclisimiz var ki İstiklâl Harbini yapmış. Bizim bir Türkiye Büyük Millet Meclisimiz var ki Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş. 

"TBMM T.C.'nin taşıyıcı kolonudur" 
Ve şimdi bu taşıyıcı kolonu yıkıyorlar. Şaka yapmıyorum arkadaşlar. Korkuyorum... Cidden korkuyorum... Bu kolon yıkılırsa arkasından ne geleceği belli değil.

"İç savaş senaryoları"
İç savaş konusu içeride ve dışarıda konuşulmaya başladı. Bir yandan Türkiye'nin Suriye ve Irak gibi bölünmeye sürüklenmek istendiğini söyleyerek, bir yandan da ülkeyi siyasal olarak aynı sistemlere dönüştürmeye çalışıyorlar. Şu anda sistemi dönüştürmeye çalışmak, Türkiye'yi iç savaşa sürüklemek isteyenlere fırsat verecek. Bir tarafta başkanlığa karşı olanlar, bir tarafta başkanlığı destekleyenler olarak ülke ikiye bölünmüş durumda. Bu bir milli güvenlik sorunu haline dönüştü. Yanlılar ve karşıtlar birbirine nefretle bakar oldu. Bir grubun arkasında 15 Temmuz deneyimi var, diğerinin arkasında Gezi deneyimi var. Yarın bu kitleler kolaylıkla sokağa itilebilir. İşte o zaman yabancı servislere ve terör örgütlerine gün doğar. Onlar da bunu bekliyorlar. 

"Bölünme senaryoları"
İlk kez hayat tarzı ve etnisite zemininde bölünme senaryoları uzak bir senaryo olmaktan çıkıp yakın bir gelecek için konuşulmaya başlandı. Bu kadar ağır bir tehdit altında olan bir ülke sistem değiştiremez, değiştirmemelidir.
15 Temmuz'da her şeyi bir kenara bırakarak memleket için sokağa çıkanları dahi küstürdünüz
Bu coğrafyada sizi desteklemeyenleri yok sayarak bu devleti ayakta tutamazsınız

"Bu coğrafya zor bir coğrafya"
Bu coğrafyada sadece Türk devleti bin sene yaşamıştır. Bu devleti yaşatabilmek için bu devletin her ferdini saygıdeğer olarak kabul etmek zorundasınız. Ayrıştırmalardan hiç kimse için hayırlı bir sonuç çıkmaz.
Biz diyoruz ki: Bu ülke referanduma huzur içinde gitsin. 

"Kontrol edilebilir KAOS"
İktidar, referandum öncesinde "kontrol edilebilir kaos" istiyor. Yeni bir Gezi için dua ediyor. Muhalefetin bir bölümünün sokağa çıkıp şiddetin tetiklenmesini istiyorlar. Kaostan korkanların iktidar etrafında birleşeceğini düşünüyorlar. Muhalefeti tahrik ediyorlar. Hayır diyenler göz altına alınıyor.  
Sivil polisler yaptıkları ziyaretler ile "hayır" denmemesi üzerine çalışıyorlar. Polis arkadaşlar, suç işlemeyin. Hiçbir iktidar size evet için ya da hayır için çalış emri veremez. Verirse, yerine getirmeyin.
Valilik özel kalemleri, telefonla arkadaşlarımızı tehdit etmeyin.
Biz kendimizi vatandaşa "meşru hukuk yolları içinde" anlatacağız. Hiç kimse bu kaos tuzağına düşmemelidir. 
Başkanlığa karşı muhalefet; bilgiyle, akıl ile, özveri ile, yüz yüze ve sabırla yapılmalıdır. 
"Biz Türk Milleti olarak neleri aşmadık ki?"

Peki biz neden karşıyız?
1. Başkanlık Türkiye'nin bölünmesinin önünü açacak.
2. Başkanlık tek adam rejimidir ve tek adamı kontrol altına alan ülkeyi de kontrol altına alır.
3. Başkanlık Türkiye'yi kolayca savaşa sokabilir.
4. Başkanlık ülkeyi bir ekonomik çöküşe sürükleyecek.
5. Başkanlık bürokratik vesayeti arttıracak.
6. Başkanlık sistemi Türk devletlerinin tarihine aykırıdır.

HAYIR çıkınca ne olacak?
1. Hayır çıkacak...
2. Erken genel seçim duracak.
3. Ekonominin tansiyonu düşecek.
4. Muhalefet ile iktidar arasında ve dolayısıyla sokaktaki tansiyon da düşecek.
5. Bürokrasi başkanlık sürecinden kurtulacak.
6. Demokrasi istikrara kavuşacak.
7. Devletin FETÖ'ye yönelik tasfiye çalışmaları daha da güçlenecek.
Ve Türkiye olması gerektiği gibi, 2019'da seçime gidecek.
****
Ümit Özdağ konuşmasını "Şimdi hep birlikte gidip bu hayırlı günler için çalışalım" diyerek nihayetlendirdi...

Özdağ'ın konuşmasının ardından salonda izleyiciler arasında bulunan Emekli Tuğamiral Türker ErtürkÜmit Özdağ'ın konuşmasına bire bir katıldığını belirterek ve kendi asker deneyimlerinden eklentiler yaparak kısa ve ateşli bir konuşma yaptı.
Salondaki izleyiciler arasında bulunan CHP Bursa Milletvekili Op. Dr. Ceyhun İrgil de yaptığı kısa konuşmada Ümit Özdağ'ın konuşmasının altına imzasını attığı belirtti ve ekledi: 
"Bu anayasa, adeta mağduru tecavüzcüsüyle evlendirme yasası."

Yazının başında 80 öncesi birbirine düşman olanların bugün vatan için kol kola girdiğini söylemiştim.
Bugünkü tablo da böyle bir birliği gösteriyordu işte. 
Çünkü "Mevzubahis vatan ise, gerisi teferruat" idi...

Bugün delice bir hızla ayrışanların bu tabloya bakarak ibret almalarını ve tarihi iyi okumalarını salık veririm...