27 Mart 2023 Pazartesi

“Geleceğin En Güzel Yanı Bilinmezliği"

Üçüncü kitabım olan "Yaşasın Dönüşüyoruz" kitabımda bütünsel bir değişim/dönüşümü anlatan yazılar var. Her mecrada hız kazanan dijitalleşmenin olumlu ya da olumsuz yanlarını, dijital dönüşümün yanında ekonomik, iklimsel, kentsel, siyasal, toplumsal ve bireysel olarak da nasıl değişip dönüştüğümüzü yaklaşık altmış yıldır dünya yüzünde yaşayan sıradan bir vatandaş olarak anlattım bu kitapta. 
“Değişim, Dönüşüm, Dijitalleşme ve Sosyal Medya” üzerine yıllardır yazmış olduğum yazılardan oluşan ve aylardır üzerinde çalıştığım “Yaşasın Dönüşüyoruz!” isimli kitabım, 10 Mart 2023 günü baskıya girdi, 22 Mart 2023 günü Dorlion Yayınları imzası ile raflardaki yerini aldı.
İlk bölümü serbest yazılardan oluşan kitabın ikinci bölümü; katıldığım sempozyum, panel, konferans, söyleşi gibi etkinlikleri anlattığım yazılardan oluşuyor. Anlaşıldığı üzere bu akademik bir kitap değil. Ben de akademik boyutlu kitap yazacak bir akademisyen değilim.

Üçüncü kitabım dünyanın dijitalleşme sürecini anlattığım bir kitap olsun istemiştim. Tam da istediğim gibi; çevirmeli telefondan kaydırmalı telefona, çalı süpürgesinden temizlik robotuna, radyo ve sinemadan televizyonlara ve internet platformlarına geçişimizi, geçiş evresinde yaşadıklarımızı anlattığım bir kitap oldu.

Mark Zuckerberg, 2004 yılında sosyal paylaşım sitesi Meta'yı (Eski adıyla Facebook) kurunca, ardından diğer sosyal paylaşım mecraları gelince, hele bir de bu uygulamalar elimizdeki akıllı telefonlarda kullanılır olunca şirazemiz iyice kaydı. 
İnternet ile daha önceden tanışanlar sosyal medyayı daha "dozunda" kullanırken, diğerleri sosyal medyanın tozunu attı. Bu da ortaya komik ve abes görüntüler çıkardı. Çağ "Dijital Teşhir Çağı"na dönmüştü ve biz "Gör Beni" dünyasında yaşar olmuştuk.

‘Yavaş Yavaş’tan ‘Hızlı Hızlı’ya
* Bugünden beş bin yıl kadar önce (MÖ 3000'ler) yazı bulunur ve dünya tarihi başlar. Modern matbaanın icadı ise yazının bulunuşundan binlerce yıl sonra (4440 yıl), Johannes Gutenberg tarafından 1440’lı yıllarda gerçekleşir. Aslında matbaa tarihte ilk olarak Çin’de kullanılmaya başlamış. İlk bulunan baskı tekniği ahşap kalıplara harflerin kazınması şeklinde imiş. Kesin olmamakla birlikte, bu tekniğin MS 1. veya 2. yüzyılda kullanılmaya başladığı düşünülüyor. Ayrı harflerle baskı tekniği ise MS 11. yüzyılda yine Çin’de bulunmuş. Bulan kişi Bi Sheng isimli Çinli bir mucit. Matbaa Çin’den Japonya ve Kore gibi birçok ülkeye yayılmış.
* Tekerleğin icadı da bugünden beş bin yıl öncesine tarihleniyor. Tekerleğin bugün bildiğimiz arabaya dönüşmesi binlerce yılı buluyor. İngiliz mühendis Thomas Savery 1698 yılında "ilk ticari olarak satılan buhar makinesini" yapıyor. Bu icadı geliştiren ve sanayide kullanılmasını sağlayan James Watt’ın 1765 yılında buhar motorunu yapması Sanayi Devrimi’nin başlangıcı olarak kabul ediliyor. İlk buharlı araba Fransız mühendis Nicolas Joseph Cugnot tarafından1769 yılında deneniyor. Otomotiv endüstrisi İkinci Dünya Savaşı'ndan (1939-1945) sonra  en etkili endüstri kollarından bir oluyor.
* Alexander Graham Bell ve Charles Sumner Tainter tarafından geliştiren ve 15 Şubat 1880 tarihinde ilk başarılı denemeyi yapan  radyofon isimli aygıta biz bugün "telefon" diyoruz. Bu buluştan yaklaşık 100 yıl sonra hayatımıza cep telefonları girdi. Gerçek anlamda dünyanın ilk cep telefonu Motorola 1983 yılında piyasaya çıktı. Klasik cep telefonu ile bilgisayar dünyasının bir ürünü olan PDA’lerin özelliklerinin birleştirildiği ilk cihaz tarihte ilk akıllı telefon olarak bilinen IBM’in Simon telefonu oldu. IBM tarafından piyasaya sürülen bu telefon, kısmen cep telefonu, kısmen mini bilgisayar, kısmen çağrı cihazı, kısmen faks makinasıydı. Tarihin ilk akıllı telefonunda aynı zamanda hesap makinesi, takvim, fihrist gibi uygulamaları da bulunuyordu. 1993 yılında piyasaya sürülen dünyanın ilk dokunmatik ekranlı telefonunun, günümüzdeki bütün akıllı telefonların atası olduğunu da söyleyebiliriz. Gelişmeler devam etti. Elektronik  posta yollayabilen akıllı telefon serisi BlackBerry ilk olarak 1999 yılında piyasaya sürüldü. 2007 yılı akıllı telefon tarihinde milat olarak nitelendirilen bir yenilik ile tanıştı. Apple, Steve Jobs öncülüğünde tarihinde ilk iPhone modelini piyasaya sürdü. 2008 yılına gelindiğinde bu kez Tayvanlı HTC, ilk android işletim sistemli HTC Dream adındaki akıllı telefonu piyasaya sürdü. 
****
Gördüğümüz üzere önceleri buluşlar arasında binlerce yıl varken, aralar gittikçe kısaldı. Ben bu kitabı hazırlarken ChatGPT konuşuluyordu ve kitabın sonundaki bölümde bu gelişmelere de yer verdim. Kitap baskıya gittiğinde ChatGPT4 çıkmıştı. Gelişmeler artık aylık-yıllık değil, anlıktı. Dijitalleşme ile zaman hızlanmış, bir güne beş gün sığar olmuştu. Bu hız çağına ayak uydurmakta elbette ki hepimiz zorlandık. 

Daha dün telefon "bağlatıyor" ve saatlerce bağlanmasını bekliyorduk, bugün aradığımız kişi on saniye içinde telefonu açmazsa geriliyoruz. Daha dün GırGır süpürgeyi çok büyük teknolojik bir alet zannediyorduk, bugün evlerin içinde fırıl fırıl dönen robot süpürgeler var. Radyoyla ve televizyonla tanışıklığımız çok uzak değil. Daha dün bilgisayar dediğimiz "şey" izlediğimiz uzay dizilerindeydi, bugün cebimizde. Daha dün akşam olsa da haberleri dinlesek diyorduk, bugün her şeyden an be an haberdarız. İnternet ilk çıktığında "Mork Orson'ı arıyor!" gibi sesler çıkartıyordu, şimdi ağları tanıyıp kendi kendine sessizce bağlanıyor.
****
Kitabın ikinci bölümünde katıldığım sempozyumlarda izlediklerimi ve öğrendiklerimi anlattığım yazılarım var.
Bursa'da düzenlenen PERYÖN zirveleri, BİSİAD, BUSİAD, BHİD, TÜRKONFED, TÜGİAD, BUİGDER, KALBİR, (Ankara'da) BTK gibi STK'ların düzenlediği ve dijitalleşmeyi konu alan sempozyumları kaçırmam. Siber savaşlar, siber yasaklar, siber suçlar, siber dünyanın hukuk boyutu, dijitalleşen dünyaya uyum sağlamaya çalışan kurumlar, kuruluşlar, iş dünyası, siyaset, medya... Hepsi bir arayışın peşindeydi.
Ya insan, insan bu dönüşümün neresindeydi?
Sempozyumlarda Serdar Kuzuloğlu, Yüce Zerey, Salim Kadıbeşegil, Kozan Demircan, Özcan Yazıcı, Cankat Taşkın, Dağhan Uzgur, Birol Güven, Aydın Engin, Sinan Canan, Serkan Karaismailoğlu, Ateş İlyas Başsoy, Türker Şahin, Tal Garih, Mert Fırat, Nevzat Aydın gibi birbirinden kıymetli isimleri dinledim ve dinlediklerim daha çok kişiye ulaşsın diyerek hepsini uzun uzun kaleme aldım.

Dijital dünya uçsuz bucaksız bir dünya. Dünya, universal anlayışın yanına eklenen metaversal anlayış ile başka bir boyuta geçti. Gelecek, bilinmezliğin korkutuculuğunu taşıdığı kadar, bu bilinmezliği ile çok cazip. 
Ne kadar dijitalleşsek de geçmişi öğrenmek için yazılı metinlere başvuruyoruz. Geleceği öğrenmek için ise hâlâ kahve fallarına ve yıldızlara bakıyoruz. 
Bu kitabı okuyanlardan pek çoğunun görmeyeceği zamanlarda kim bilir daha neler olacak. Hatta şu an dahi bilmediğimiz kim bilir daha neler var…

Dijitale doğmayan ama kendini dijitalleşmenin ortasında bulan bir yazar olarak ben de içinden geçtiğimiz dönüşümü her boyutuyla anlatmak ve ardımda hem dijital hem analog bir iz bırakmak, yani sürdürülebilir olmak istedim. 
Okuduğunuz yazıların her biri dijital ortamda yazıldı ve yayımlandı. Elinize alacağınız kitap ise kâğıttan ve mürekkepten ibaret. Bakalım hangisi daha kalıcı olacak… Bakalım hangisi benim yaşamadığım zamanlara ulaşacak…
Kitabın sonunda değişim/dönüşüm iyi olmuş mu olmamış mı, oluyor mu olmayacak mı onun kararını siz vereceksiniz.

Değişim/Dönüşüm sonsuz bir yolculuk.
Yolculuk devam edecek, yenilikler birbiri ardına dizilecek.
En büyük merakım ise olmadığım zamanlarda nelerin yaşanacağı olacak.
O yüzden (eskiden her 100 senede bir derdim ama dijital çağ o kadar hızla ilerliyor ki) her 10 senede bir dünyaya bir günlüğüne gelip neler değişmiş görmek isterim.
Ben dileğimi evrene yolladım, gerisi Evren’e kalmış…
İsteyenin bir yüzü… :) 


23 Mart 2023 Perşembe

Mutabık mıyız Bursa?

 Sanayi, Tarım ve Turizm ile “GELİŞSİN” Bursa
Bursa Sanayici ve İş İnsanları Derneği Başkanı Buğra Küçükkayalar'ın, BUSİAD'ın "Kent Vizyonu Projesi"ni anlattığı kahvaltılı toplantı, Ramazan'dan bir gün önce, arife sabahı Podyum Davet'te yapıldı. Toplantıya Bursa basınının tanıdık simaları katıldı.
Küçükkayalar önce İzmir’de yapılan Türkiye İktisat Kongresi’nden izlenimlerini anlattı. Konuşmasına başlarken barkovizyona yansıyan çevre kirliliği fotoğraflarının ardından Keles ve Uluabat gölünden görüntüleri göstererek, ‘Böyle güzel bir Bursa istediklerini’ söyledi.
Bizim arzumuz da farklı değildi...

"Hoşgeldiniz" konuşmasında, göreve geldiklerinden bu yana Bursa'nın "Sanayi, Tarım ve Turizm" konularına eş değer önem verilmesi gerektiğini vurguladıklarını ve bu konu üzerine çalışma yaptıklarını söyleyen Küçükkayalar, 2022'nin Haziran ayından itibaren toplanan verilere dayanarak yapılan çalışmalar sonucunda, "Sanayi, Tarım ve Turizm" söyleminin mümkün olduğunu gördüklerini belirtti. "Nasıl bir Bursa istiyoruz?"dan, "Nasıl bir Türkiye istiyoruz?"a ve "Nasıl bir dünya istiyoruz?"a uzanan konuşmasını "Başka Bursa Yok, Başka Marmara Yok, Başka Türkiye Yok, Başka Dünya Yok" sözleriyle nihayetlendirdi.

Genelde sanayici ve iş insanları daha fazla üretmeye bakar ve üretirken neleri tükettiğini pek umursamaz. Lakin 45 yıllık BUSİAD, adının açılımına yaraşır bir şekilde sanayiden önce Bursa'yı hedefleyerek çıkmış yola. Bursa'nın devamlılığının yatırımların ve hayatın devamlılığı olduğunu fark etmiş ve bunu fark ettirmek üzerine çaba harcıyor.
Malum, insan yoksa, hayat yoksa, kim neyi kime üretecek, kim neyi nasıl kullanacak?

BUSİAD bu kapsamda, "Sanayi, Tarım ve Turizm ile Gelişen Bursa" başlıklı bir rapor hazırlamış ve "gelişim"i "Dijital, Yeşil ve Toplumsal Dönüşüm" ile sağlamayı hedeflemiş.
Malum, "büyümek" ayrı, "gelişmek" ayrı. Eğer ki gelişmeden büyürseniz, o apayrı...
"Dut Yaprağı, İpekböceği Kozası ve Dişli"

BUSİAD logosu "Dut yaprağı, ipekböceği kozası ve dişli"den oluşuyor. Bu sembol sürdürülebilirliği ve gelişmeyi anlatıyor. İpeğin merkezi Bursa'da eskisi kadar dut ağacı ve eskisi kadar ipek böceği yetiştiriciliği var mı bilmem ama bol bol dişli olduğu kesin.
 
HEM'ler Şehri Bursa
Bursa hem dağ, hem deniz, hem sağlık, hem tarih, hem inanç turizmine sahip. Bursa Ovası ise tarım için verimli topraklarıyla ve gıda ambarı olmasıyla meşhur. Bu verimli ve canlı topraklar, deprem bölgesinde olmanın nimetlerini taşıdığı gibi risklerini de taşıyor.
Dağ: Kayakçıların, dağcıların, doğa sporcularının ve aktivistlerin gözbebeği olan Uludağ, iklimdeki değişiklikler ile zaman zaman "taşıma kar"a muhtaç kalıyor. Ziyaretçilerin dikkatsizliği, özensizliği ve kaçak yapılaşma bir yana, Uludağ Alan Başkanlığı (vatandaşların 'alan başkanlığı talan başkanlığı olacak' tepkilerine rağmen), Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanarak resmen kuruldu. Bu kararla milli park sınırları içinde tek yetkili olan Tarım ve Orman Bakanlığı ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü’nün yetkileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ve Uludağ Alan Başkanlığı’na devredildi. Böylece daha çok korunmaya ihtiyacı olan Uludağ, daha rahat "kullanılır" hale getirildi.
Deniz: Bir iç deniz olan Marmara Denizi, etrafını çevreleyen sanayi tesislerinin, yerleşim yerlerinin ve deniz ulaşım araçlarının atıkları sebebiyle gönül rahatlığıyla girilemez durumda. Balıkçılık eskisi kadar verimli mi bilmem. "Yazlık ev" yapılaşması adeta her koyu doldurdu. Sahil bantları betona boğuldu. Deniz, "girilmekten" ziyade "bakılır" bir "şey" oldu. 
Sağlık: Şifalı kaplıca sularıyla ünlü Bursa, termal turizmde liderliği Afyon'a kaptıran Bursa, Evliya Çelebi'nin "Velhasıl Bursa sudan ibarettir" dediği Bursa, BUSİAD Gıda ve Tarım Uzmanlık Grubu tarafından organize edilen “Bursa’da Suyu Konuşuyoruz: Su Varsa Hayat Var’ panelinden çıkan sonuca göre, an itibarıyla 98 günlük suyu kalan Bursa. O zaman şöyle soralım; kendine içecek su bulamayan Bursa nasıl olacak da Sağlık Turizmi'ne yetecek su bulacak?
Tarih: Allah'ı var, Bursa yöneticileri oldum olası Osmanlı eserlerine diğerlerine nazaran daha fazla özen gösterirler. Osmanlı Devleti'nin ilk başkenti olma özelliğini ortaya çıkartan çalışmalar ile tarihi mekânları güncel kullanıma açarlar. Sanki Osmanlı öncesinde buralarda kimse yaşamıyordu. Oysa arkeolojik bilgilere göre Bursa ve civarındaki ilk yerleşimler Kalkolitik Dönemde (MÖ 5500-3500) ve onu izleyen İlk Tunç Çağında (MÖ 3000-2500) kurulmuş. (Alper Can'ın "Antik Çağ Kaynaklarında Bursa" isimli çalışmasını okumanızı isterim.) Aktopraklıkhöyük Arkeopark Açık Hava Müzesi Avrupa’nın en büyük tarih öncesi parkı unvanına sahip. Günümüzden 8 bin 500 yıl önce döneme ait canlandırılmaların yer aldığı Arkeopark, Akçalar Aktopraklık mevkiinde yer alıyor ve 2004 yılından itibaren tarih ile bugünü buluşturuyor. 
Peki ya bunu, özellikle de Bursa'da, kimler biliyor? 
İnanç: Din turizminde İznik öne çıkıyor. Hristiyanlığın 325. yılında toplanan İznik Konsili, hristiyanlar için kutsal bir anlam taşıyor. Hristiyanlık kutsal kitabı İncil'in yüzlercesi toplatılarak Matta, Markos, Luka, Yuhanna isimleri ile dört taneye düşürüldüğü ve diğerlerinin yakıldığı I. Konsil'in (İznik Konsili) yapıldığı söylenen, Aziz Neophytos adına yapılan ve İznik Gölü’nün sularına İS 740 yılındaki depremle gömüldüğü tahmin edilen bazilika, İznik Gölü'nde yaşanan su çekilmesi nedeniyle, 2014'te keşfedilmiş, şimdilerde daha bir görünür hale gelmiş. Bazilika, Bursa UNESCO Derneği tarafından yapılan çalışmalar ile UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'nde 39. sırada bulunuyor. İznik Ayasofya'nın bir kısmı 6 Kasım 2011 tarihinde camiye döndürülmüş, sadece namaz kılınmadığı saatlerde müze olarak hizmet verebiliyor. 
Osmanlı döneminde yapılmış olan, Ulucami başta olmak üzere, camiler, külliyeler ve türbeler din turizmi kapsamında ziyaret edilebilir mekânlar. Bursa'ya gelen müslüman din kardeşlerimizi ise genelde AVM'leri tavaf ederken ya da İnkaya Çınarı'nda nargile tüttürürken görüyoruz. 
Tarım: Sanayileşme ve binalaşma orman alanlarına dokunarak değil, tarım alanlarına dokunarak yapıldığı için bir yıl önce önünden geçerken seyrine doyamadığınız ayçiçek tarlalarının yerinde boy boy binalar yükseliyor. Ekilebilcek toprak hem gittikçe azalıyor, hem verimi zayıflıyor. Ne ekersen beş milsini verecek olan Bursa ovası, toprağıyla, suyuyla, havasıyla can çekişiyor. Kıtlık geldiği zaman boy boy binaları kemirmek istemiyorsak ya bir an önce tarım arazisi katliamına son vereceğiz ya da topraksız tarıma geçeceğiz.
Deprem: Her şeyin ötesinde 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremi bize gösterdi ki bir deprem anında sadece evler değil, sanayi tesisleri de yıkılabilir. Ekmeksiz, sütsüz, elektriksiz, susuz, sabunsuz, iletişimsiz kalınabilir. Üstelik Bursa deprem bölgesinin göbeğinde bir şehir. 

YEŞİL-DİJİTAL-TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM
Birkaç başlık altında anlatmaya çalıştığım bu gidişatı vatandaşın da gördüğü ama sadece konuştuğu, biz eli kalem tutanların elinden ise farkındalık yaratmaktan başka bir şeyin gelmediği bugünlerde, BUSİAD'ın elini taşın altına koymuş olması takdire şayan. 
BUSİAD'ın Bursa Mutabakatı oluşturulmasına önayak olmak için hazırladığı rapordan alıntıları Başkanı Buğra Küçükkayalar'dan dinleyelim:
"Yeni bir bakış geliştirmenin şart olduğunu görüyoruz. Küresel ısınmanın yıkıcı etkilerinin daha da azaltılması için Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda (Tam adı AB Yeşil Mutabakatı olan bu anlaşma, Avrupa’nın 2030 yılına kadar karbon salınımlarını %55 oranında azaltma ve 2050 yılına kadar dünyanın ilk karbon-nötr kıtası olma hedefini pekiştiren bir stratejiler bütünü. Bu plandaki ana başlıklar kirliliğin ortadan kaldırılması, sürdürülebilir sanayi ve üretim, biyoçeşitliliğin korunması, sürdürülebilir ulaşım, temiz enerji ve doğa dostu inşaat olarak listeleniyor. Yeşil Mutabakat çerçevesinde her ülke kendi içinde 2050 yılına kadar iklim değişikliğiyle mücadele için yapabileceklerine dair bir eylem planı oluşturuyor. Doğal kaynaklarının bilinçsiz tüketiminin önüne geçmek ve iklim krizini bir nebze olsun hafifletmek için oluşturulan bu eylem planında Türkiye’nin de imzası bulunuyor.) yapıldığı gibi kentimiz adına sorumluluk alıp, tüm Bursalıların paydaş olduğu bir Bursa Mutabakatı'nın oluşturulmasına ön ayak olmak istiyoruz. Ancak yaşanabilir bir kent için gerekli ölçüler temelinde bir Bursa Mutabakatı oluşturabilirsek, geleceğe daha olumlu bakacağımıza da inancımız tam.
Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesi Bursa’da kuruldu. İlk kazmanın ardından 62 yıl geçmiş. Yani büyük bir deneyimimiz var. Hatırlayın, Bursa Organize Sanayi Bölgesi’nin adı düne kadar Pilot Sanayi idi. Yani sanayinin örnek ve öncüsü... Şimdi de Türkiye’ye pilot olabiliriz. Sanayi, tarım ve turizmi bir arada yürüterek, yoğunlukları artırmadan yaşanabilir bir kent nasıl olurun pilot uygulamasını birlikte yapabiliriz. Bunu da yeni teknolojileri benimseyerek, katma değeri yüksek teknolojiler kullanarak DİJİTAL DÖNÜŞÜM'ü başararak. Yenilenebilir enerji ve döngüsel ekonomi bilincini geliştirerek, Avrupa Yeşil Mutabakatı'na uyumlu, sürdürülebilir çalışmalar yaparak YEŞİL DÖNÜŞÜM'ü hayata geçirerek. Merkezinde insanın olduğu bir anlayışla, eğitim, iş ve sosyal yaşamda fırsat eşitliğini sağlayarak, özgür düşünce, girişimcilik ve toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı politikalar uygulayarak, kültür, sanat, spor ve sosyal sorumluluk projelerini çalışma hayatı ile bütünleştirerek TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM'ü sağlayarak gerçekleştirilebiliriz."

Tarım: Bursa’da tarım ve orman alanlarına dokunulmadan ek sanayi ve ticaret alanlarına sahip olunabileceği görülmektedir. Fakat öncelikle 9.440 ha olarak açıklanan sanayi ve imalat alanı verileri daha ayrıntılı çalışma ile kesinleştirilmelidir. Sonrasında Bursa’ya tüm ilçeleri ile birlikte bütünsel olarak bakılarak, düzenlenecek şehir içindeki sanayi ve ticaret alanları ile birlikte yaşam, eğitim, sosyal ve kültürel alanlar ile ulaşım da dikkate alınarak yeni sanayi, imalat ve lojistik alanları oluşturulabilir. Tekil sanayi yapılarının bulunduğu yerlerde eğer çevresi sanayi yapılaşmasına uygun değilse hiçbir şekilde sanayi bölgesi yaratılmamalı, zaman içerisinde o yapıların da uygun sanayi alanlarına taşınması teşvik edilmelidir. Tarım alanlarına dokunuyorsa ıslah sanayi bölgeleri oluşturulmamalıdır. Nilüfer’de yeni organize sanayi yapılaşmasına gidilmemeli, şehrin içerisindeki düzensiz sanayi yapıları ya yerinde ıslah edilmeli ya da belirlenecek yerlere taşınmalı, bu bölgeler kent estetiği sağlanacak şekilde yeniden imar edilmelidir. Mevcut organize sanayi bölgelerindeki %29’luk kullanılmamış sanayi parselinin kullanılması sağlanmalıdır. Türkiye’nin meskûn mahal ve sanayi alanı (%20,87) Almanya’nın sahip olduğundan (%14,46) üçte bir daha fazladır. Benzer koşullar sağlandığında Almanya’ya göre daha fazla üretim olanağına sahip olabiliriz. Ülkemizin diğer şehirlerinin de en az Bursa’mız kadar gelişmesini sağlayacak politikalar geliştirilip uygulamaya konulmalıdır. Bursalı sanayici ve iş insanlarımız yatırımlarını yaparken tarım ve orman alanlarının korunmasına özen göstermeli, ülkemizdeki diğer uygun şehirlere yatırımlarını kaydırma konusunda politikalar oluşturmalıdır. 
Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu (5403 sayılı ve 19.07.2005 tarihli) Orman Kanunu (6831 sayılı ve 31.08.1956 tarihli) gibi etkin kılınmalıdır. Orman alanlarına dokunulmadığı gibi tarım alanlarına da kesinlikle dokunulmamalıdır. Çünkü hem Bursa’mızda hem de ülkemizde yeteri kadar sanayi ve konut yapılaşma alanı mevcuttur. Çevre korunmalı ve su kaynakları doğru yönetilmelidir. Tarım özendirilmeli, çiftçilik mesleğine itibar yeniden kazandırılmalıdır. Tarımın sanayi olarak görülme anlayışı geliştirilerek iş insanlarının tarıma yönelmesi, büyük ölçeklerde, yetkin iş gücüyle ve teknolojiyi kullanarak üretim yapmaları sağlanmalıdır. Tarımsal üretimde genç girişimcilerin yetişmesi desteklenmelidir. Üretimden kullanıcıya kadar uzanan süreçte kooperatifçilik yapılanması Bursa ve ülke çapında oluşturulmalı ve desteklenmelidir. Tarım alanı olup da tarımsal amaçla kullanılmayan Bursa’mızdaki %6,79’luk alan tarım amaçlı kullanılabilir hale getirilmelidir. Türkiye’nin, 2030 AB Yeşil Mutabakatı ve “2053 karbon nötr” hedefi doğrultusunda tarımda sürdürülebilirliği sağlayabilmesi için hem Bursa’mızda hem de ülkemizde organik tarım uygulamaları desteklenmeli ve organik üretimin artırılması için etkin çalışmalar yapılmalıdır."

Tarih-Turizm: "Osmanlı tarihi ve kültürü daha geniş bir bakış açısıyla ve çağdaş tanıtım yöntemlerle kültür turizmi ağırlıklı sunulmalıdır. Termal turizm “Yeşil Bursa” nitelemesi korunarak kamu özel sektör iş birliği ile geliştirilmelidir. İnanç turizmine yönelik tarihsel sürece ilişkin yenileme çalışmaları tamamlanmalı ve bu konuya ilişkin kültür turizmi politikaları belirlenerek hayata geçirilmelidir. Sektörel yelpazesi en geniş şehir olan Bursa’mız konu bazlı tematik festivaller şehri yapılmalıdır. Uludağ'ımız yılın her mevsimi yararlanılabilecek bir alan haline getirilmelidir. Turizm Platformu, Bursa Turizm Alan Başkanlığına evrilmeli, tüzel kişilik kimliği kazandırılarak kamu ve özel sektörce birlikte yönetilmelidir. Büyük bir kent müzesi yapılmalıdır. Bursa’mızın 'sanayi, tarım ve turizm' olarak belirlediğimiz üç önemli temel ilgi alanının, birbirlerinin alanlarına dokunmadan, birbirlerine sorun yaratmadan ve birbirlerine destek olarak gelişmesini sağlamak olanaklıdır."
Deprem: Küçükkayalar, 2017 verilerine göre, Marmara depremi öncesi yapılmış, dolayısıyla yeni deprem yönetmeliğine uygun olmayan sanayi tesisi sayısının 596 olduğunu söyledi ve "Bu sanayi yapıları yeniden gözden geçirilmeli ve Sanayi Dönüşümü planlanmalıdır" dedi.

Grafiklerle İstatistikler
Buğra Küçükkayalar, BUSİAD tarafından hazırlanan rapordan veriler paylaştı. Barkovizyona yansıyan istatistiklerde Bursa'nın diğer illerle ve Türkiye'nin diğer ülkelerle olan kıyaslamalarını gördük. Arazi kullanımı, GSYH (Gayrisafi Yurt İçi Hasıla) ve elektrik üretimi/tüketimi, sanayi ve imalat alanları, sanayi bölgeleri, tarım alanları, ihracat kalemleri dağılımı grafikler halinde karşımızdaydı. Epey detaylı hazırlanan bu çalışma Bursa'nın gelişmesine ışık tutacak, diğer illere de kaynak olacak, böylece Türkiye istikrarlı ve dengeli gelişebilecektir.

Önce Yüzleşme, Sonra Gelişme
Dengesiz ve düzensiz "gelişmenin" gelişme olmadığı ve üstelik her anlamda hanemize "zarar" yazdığı ile yüzleştik değil mi?
Dere kenarına yapılan ve ilk yağmurda sele teslim olan evler, kurtulmuş göl çanağına yapılan ve ilk yağmurda suya gark olan havaalanı, fay kırığı üzerine yapılan ve ilk sarsıntıda yerle bir olan binalar, yatağı değiştirilen dereler, arıtma yapmaksızın derelere salınan kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan atmosfere yayılan zehirli gazlar ve tüm bu işlerin başında eğitimsiz ve liyakatsız insanlar...
Dünya artık bu gidişata dur deme derdinde. Biz de Bursa olarak, Türkiye olarak "gelişmemiş ülke insanı" kafasından çıkıp, yıllardır patinaj çektiğimiz "gelişmekte olan ülke" kısmını hızla atlayıp, "gelişmiş ülkeler" arasına girmeliyiz.

G20
19 ülke ve Avrupa Birliği’nden oluşan hükümetlerarası bir forum olan G20 (Group of Twenty)'deki yerimize bakalım. IMF verilerine göre Türkiye 1980’de 97 milyar dolarlık GSYH büyüklüğüyle 21. sırada yer alıyordu. 1990'larda yaşanan ekonomik krizler sonucunda Türkiye 1995’te 24. sıraya kadar gerilese de 2000 yılındaki sırası yine 21’di. 5 yıllık süreçlere bakıldığında 2005 ve 2010 yıllarında Türkiye 17. sırada bulunurken, 2015 yılında bir basamak yükselerek 16. sıraya çıkmıştı. 2020 yılında 20. sıraya gerileyen Türkiye, 2021’de 21. sırada yer aldı. IMF bu verilerin yanında ülke ekonomileri için GSYH tahminlerini de veri setine ekliyor. IMF tahminlerine göre ekonomik büyüklük açısından Türkiye 2023'e kadar 20. sıradaki yerini korurken 2024'te 19., 2025'ten sonra da 18. sıraya yerleşecek. (Kaynak: Doğrulukpayı.com)
****
Basın toplantısı sonunda Buğra Küçükkayalar, 'Bursa 2040 Çevre Düzeni Planı’nın da bütün paydaşların görüş, öneri ve olurları ile hayata geçirilip uyulması gerektiğini söyledi. 
Bir an önce toplanılmalı, konuşulmalı, uzlaşılmalı ve bir an önce mutabık kalınmalıydı…

Bizim de arzumuz budur.
Sanayi, Tarım ve Turizm ile “GELİŞMELİ” Bursa.
Mutabık mıyız Bursa?

24 Mart 2023 / C.E.Y.

16 Mart 2023 Perşembe

Bence de Takdir-i İlahi!

Kızmayın. 
Öyle!
İlah böyle takdir etti. 
Baktı ki bu gidişat gidişat değil, baktı ki kimse doğanın sesine kulak vermiyor, kanunlarına uymuyor, baktı ki akılsız akıl saygısızlık üzerine saygısızlık yapıp kendisinin canına okuyor, ben sizi güzel bir "takdir" edeyim de görün dedi.
Bu takdir karne yanına iliştirilen "takdir belgesi" takdiri değildi. Gerçek bir "takdir"di. 
İlah öyle bir silkelendi ki sormayın. Üzerinde ne var ne yoksa attı. Baktı sarsıntıdan kurtulanlar yine kendi kanunlarına uymaksızın oraya buraya çadırlara yerleştiriyor, bu böyle olmaz deyip, rüzgâr yağmur şimşek fırtına ile anlaşma yaptı, toplanan yağmur suları dağları tepeleri aştı, sel oldu, yoluna kim çıkarsa önüne katıp yuttu, boğdu.
Kendisine danışılmadan, masaya çağrılmadan, kanunlarına başvurulmadan, hesapsız kitapsız yapılan yoldu, geçitti, meydandı, hiçbirisine acımadı. 
Kızmıştı bir kere.
Durdurulamazdı.
Eyy benim sana verdiğim aklı kullanmayan, kibre kapılan, kerameti kendinden menkul sanan, kendini benden üstün gören kafasız, sen kime kafa tutuyorsun dedi.
Ne acı ki bu işte zerre günahı olmayanlar da doğanın gazabından kurtulamadı. Doğa bir kere "takdir" etmeye başlamıştı. Önüne geçilemezdi...
Bu işte günahı olanlar ise ortada yoktu. Her zaman olduğu gibi yine suç vardı ama suçlu yoktu.
Deprem nasıl asrın depremi olmayıp asrın felaketine dönüştüyse, sel de asrın seli değildi ancak o da bir felakete dönüştü...

Deprem Yıktı, Sel Boğdu
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremin ardından henüz yaralar olabildiğine açıkken ve ığıl ığıl kanarken, Şanlıurfa ve Adıyaman'da büyük bir sel yaşandı. Bugün itibarıyla selde 14'ü Şanlıurfa'da, 2'si Adıyaman'da olmak üzere 16 kişi öldü. Kayıplar ise aranmaya devam ediyor.
(Medyada selin yarattığı felaketin pek çok fotoğrafını görmüşsünüzdür. Ben yazımın içinde sel öncesi fotoğrafları paylaşmak istedim.)

Selde ölenlere de "rahmet" dileyecek miyiz?
Gazeteci Murat Ağırel Halk TV'ye yaptığı açıklamalarda selin geleceğinin öngörüldüğünü ancak önlem alınmadığını söyledi.
İki yıl önce Cavşak, Karakoyun ve Akpınar dereleri taşacak diye söylenmiş. Bu dereler islah edilsin denmiş. (Valilik ve AFAD bu konuda rapor hazırlamış. Şanlıurfa Valiliği, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü, İl Afet Risk Azaltma Planı - İRAP 2021'in 118'ci sayfasından itibaren Şanlıurfa'daki taşkın risklerini okuyabilirsiniz.) Şanlıurfa Belediyesi ihaleye çıkmış. 2022 yılında belediyeye Japonya'dan "3 milyon 500 bin Japon Yeni" kredi almış. Bu arada, bu paranın bir kısmı (600 bin TL'si) Afganistan'daki Taliban'a gönderilmiş. Lakin dereler islah edilmemiş. 
Abide Kavşağı / Kaynak: https://www.sanliurfa.bel.tr/galeri/49/abide
Abide Kavşağı'nın altından geçen alt geçit 2012 yılında, dere yatağına yapılmış. (Dönemin Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba, belediyenin Ulaştırma Bakanlığı'na verdiği projenin onaylanmadığını, Karayolları'nın kendi ihalesini yaptığını belirtmiş.) Alt geçidin üzerindeki meydan ve yollar ise dört beş ay önce yapılmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da katılımıyla epey gösterişli törenlerle açılmış. Bu arada projeye karşı çıkan STK'lar ve gazetecilerin uyarı niteliğindeki çalışmaları sebebiyle kendilerine davalar açılmış. 
Söylenen o ki atık su motorları bakımsızlıktan çalışır halde olmadığından, biriken su tahliye edilememiş ve böyle bir felaket yaşanmış. Depremden kurtulup konteynıra sığınan insanlar bu kez de konteynırla birlikte sele kapılıp sürüklenmiş.
Abide Kavşağı / Kaynak https://www.sanliurfa.bel.tr/galeri/49/abide
Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Zeynel Abidin Beyazgül, belediyenin sellerle ilgili yaptığı çalışmaları anlattığı konuşmasıda tüm ekiplerle sele anında müdahele ettiklerini söylerken, konuşmasını "Yağmurun berekete, rahmete dönüşmesini Allah bize nasip etsin. Şanlıurfa böyle yağış almamıştı. İnşallah bu rahmet ekinlerimiz için faydalı olur.’’ sözleriyle tamamlamış.
Peki Sayın Başkanım, selde ölenlere de "rahmet" dileyecek miyiz?
22 Eylül 2018 - Balıklıgöl
Üstte tertemiz halini gördüğünüz Balıklıgöl dahi selden nasibini almış, balıklar çamur içinde kalmış. 

Çözüm Önerileri - 2013 / Felaket - 2023
2013 yılında Mehmet Yaşar Sepetçioğlu tarafınan yapılan "ŞANLIURFA İLİ TAŞKIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ" başlıklı çalışmanın Öz'ünde şöyle yazıyor:
"Taşkınlar, doğal afetler içerisinde depremle birlikte en büyük hasara sebep olan doğal afettir. Gerek can kaybı gerekse mal kaybı bakımından önemli zararlara yol açan taşkınlara karşı önlem alınması zorunludur. Fakat, taşkınlar beklenmeyen yerlerde ve zamanlarda görüldüğü için bu zararlardan korunma zorlaşmaktadır. Mevcut veriler iyi değerlendirilip, taşkın koruma faaliyetleri bu değerlendirmeler ışığında yapıldığında hasarın etkisi daha az hissedilebilmektedir. Şanlıurfa ili şehir merkezi ve ilçelerinde zaman zaman taşkın ve seller görülmekle birlikte son yıllarda sayısı ve etkisi hızla artmaktadır. GAP ile birlikte hızla artan nüfus ve bu nüfusun ihtiyaçları için yerleşim yeri ihtiyacı, bölgenin arazi şekli, topografyası, toprak yapısı, bitki örtüsü zararın etkisini arttırmaktadır. Kıymetli tarım arazilerine sahip bölgede bundan dolayı zararın boyutu ve etkisinin sadece bölgeyi ilgilendirmeyip, ülke için önemli bir soruna sebep olacağı aşik` dır. Bu çalışmada; Şanlıurfa ili taşkın sorunları, daha önce yaşanan taşkın olayları ve değerlendirmeler ışığında irdelenmiş ve çözüm önerileri sunulmuştur."

"İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin, ya nice okumaktır" der Yunus Emre...

İlah kimi takdir ediyor?
Görüldüğü üzere bilim insanları, Sivil Toplum Kuruluşları ve gazeteciler olacakları yıllardır haykırmış haykırmış haykırmış. İlgililer konuyla ilgilenmiş, bilgililer kurumları bilgilendirmiş. 
Ya yetkililer ne yapmış? İlgilileri ve bilgilileri "Onlar ne anlar!" kafasıyla ortadan yok etmiş.
O yüzden "İlah" şimdi o "yetkililer"i "takdir" ediyor ve hepsinin hanesine eksi puan yazıyor.
Halk için çalışması gereken ama gereğini yerine getiremeyen her kurum birer birer sınıfta kalıyor.
Akil insanların yıllardır yapamadığını "Doğa" yapıyor. Ancak bunun bedelini masum insanlar canlarıyla, mallarıyla ödüyor.
Kendini "din"in bekçisi yapan kafa, Allah'a inanmanın Allah'ın kanunlarına karşı gelmemek olduğunu bir türlü anlamıyor.

16 Mart 2023 / C.E.Y.

Bir Tavsiye:
Yeniçağ Gazetesi Yazarı Mehmet Faraç’ın, Urfa’da suyun ve su baskınlarının tarihini anlattığı Bizans, Urfa ve felaket!!! başlıklı yazısını okumanızı isterim.
Mehmet Faraç yazısını "525–567 arasında yaşayan Bizans İmparatoru Jüstinyen mezarından kalkarak bir tepeden şehre baksaydı, 'Biz 1500 yıl önce bile sizden çok ilerideymişiz ey gafiller' demez miydi acaba?.." cümlesiyle nihayetlendirmiş.
Ah keşke, kalksalar da bir baksalar, bir görseler…
Gelseler de ülkeyi o cânım medeniyetlerin gerisine düşürenleri bir güzel kılıçtan geçirseler…

11 Mart 2023 Cumartesi

Üç Oldu, Güzel Oldu...

Evet.
Kitaplar üç oldu güzel oldu.
"Değişim, Dönüşüm, Dijitalleşme ve Sosyal Medya" üzerine yıllardır yazmış olduğum yazılardan oluşan ve aylardır üzerinde çalıştığım "Yaşasın Dönüşüyoruz!" isimli kitabım, 10 Mart 2023 günü baskıya gitti.
İlk bölümü serbest yazılardan oluşan kitabın ikinci bölümü; katıldığım sempozyum, panel, konferans, söyleşi gibi etkinlikleri anlattığım yazılardan oluşuyor.

Anlaşıldığı üzere bu akademik bir kitap değil. 
Ben de akademik boyutlu kitap yazacak bir akademisyen değilim.
Üçüncü kitabım dünyanın dijitalleşme sürecini sıradan bir vatandaş olarak anlattığım bir kitap olsun istedim.
Tam da istediğim gibi; çevirmeli telefondan kaydırmalı telefona, çalı süpürgesinden temizlik robotuna, radyo ve sinemadan televizyonlara ve internet platformlarına geçişimizi, geçiş evresinde yaşadıklarımızı anlattığım bir kitap oldu.

Kitapta değişim ve dönüşüm sadece dijitalleşme olarak değil, kentsel, ekonomik, sosyal, teknolojik, iklimsel gibi pek çok başlık altında, yani çok boyutlu anlatılıyor.

Kitabın sonunda değişim/dönüşüm iyi olmuş mu olmamış mı, oluyor mu olmayacak mı onun kararını siz vereceksiniz.

Değişim/Dönüşüm sonsuz bir yolculuk
Bu yolculuğun kendi çocukluğum ile başlayıp bugünlere gelen yaklaşık 60 yıllık süresinden kesitler okuyacaksınız kitapta. 
Yolculuk devam edecek, yenilikler birbiri ardına dizilecek.
En büyük merakım ise olmadığım zamanlarda yaşananlar olacak.
O yüzden (eskiden her 100 senede bir derdim ama dijital çağ o kadar hızla ilerliyor ki) her 10 senede bir dünyaya bir günlüğüne gelip neler değişmiş görmek isterim.
Ben dileğimi evrene yolladım, gerisi Evren'e kalmış...
İsteyenin bir yüzü... 

11 Mart 2023 / C.E.Y. 

8 Mart 2023 Çarşamba

Yöresine Değer Katan, Ülkesine Değer Katar

Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Bursa Şubesi'nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü anma etkinlikleri kapsamında düzenlediği "Yöresine Değer Katan Önder Kadın Ödül Töreni", Bursa Akademik Odalar Yerleşkesi, Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Şube Konferans Salonu'nda gerçekleşti.
Forum şeklinde gerçekleşen etkinliğin moderatörlüğünü bursadabugün.com Genel Yayın Yönetmeni Aysın Komitgan yaptı.
Foruma konuşmacı olarak Eker Süt Ürünleri Genel Müdür Yardımcısı Nevra Eker, Yazar İlknur Güntürkün Kalıpçı ve Kirazlıyayla kadınları katıldı. Forumun sonunda TÜKD Bursa Şubesi Başkanı Aylin Sabancı tarafından kendilerine teşekkür plaketi takdim edildi.
TÜKD Bursa Şubesi üyeleri ve etkinliğe katılan konuklar, forum katılımcılarından kadının var olma ve var etme mücadelesini dinledi.
Nevra Eker babası Altan Eker'in erken kaybı üzerine ağabeyi Ahmet Eker ile birlikte işlerin başına geçme öyküsünü, Atatürk araştırmacısı bir yazar olarak İlknur Kalıpçı Mustafa Kemâl Atatürk'ün kadına bakış açısını, Kirazlıyayla Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adına Muhterem Çakır köylerindeki bakır-çinko-kurşun zenginleştirme tesisi ve atık barajının yapımına karşı verdikleri mücadeleyi dile getirdi.

TÜKD, Kadın, Pozitif Ayrımcılık
TÜKD Bursa Şubesi Başkanı Aylin Sabancı yaptığı açılış konuşmasında, 19 Aralık 1949 tarihinde kurulan derneğin kuruluş amacının kız çocuklarının akademisyen olsun olmasın akademiyi bitirmeleri ve öğrenim seviyelerini yükseltmeleri olduğunu, erkekleri ayrıştırmadıklarını, ancak kadınlarımıza pozitif ayrımcılık yapmak zorunda olduklarını belirtti. Kız çocuklarının sadece okumasına değil, örgütlenmesine, istihdamda yer almasına, bilinçli bir tavır koymasına, sosyal politikalarda olsun, ülkenin yönetiminde olsun söz sahibi olmak için cesaret kazanmasına yardım etmeye çalıştıklarının altını çizdi. Bunun için okumuş-okumamış, evde çalışan-dışarıda çalışan olup olmadığına bakılmaksızın tohumlaştırmayı, hayal etmeyi, sevgiyi, şefkati ve cömertliği aşılayan kadınlar olmasının bile yeterli olduğunu söyledi. Konuklar arasında oturan Kirazlıyayla Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Nedim Kekeç'i tanıtmayı ihmal etmedi. Nedim Kekeç der ki, "Dernek bizimdir ama kadınlarımız cesurdur."...
Aylin Sabancı
Daha önce TÜKD Genel Merkezi tarafından beş ayrı dalda verilen "Yöresine Değer Katan Önder Kadın" ödülü, son senelerde yerelde de verilmeye başlamış. Bu ödülü Bursa'da ilk alan kişi Nilüfer Kadın Korosu Şefi Dr. Aysel Gürel imiş. İkinci sene bu ödül Prof. Dr. Ulviye Özer'e verilmiş. Bu sene bu ödülü üç kadına birden vermek istemişler. "Arzumuz, Yöresine Değer Katan Önder Kadın ödülüne adayım diyen kadınlar olması" diyor başkan Sabancı.

Eker, Yelken, Koşu, İstihdam
Eker kurumu süt ürünlerinin yanında, otizmli çocuklara istihdam sağlamasıyla ve spora yaptığı katkılarla gönüllere taht kurmuştur. Her yıl ekim ayında gerçekleşen Eker I Run Koşusu bir markadır. 2014 yılından bu yana "Sağlıklı yaşam için koş!" mottosuyla 7'den 70'e her yaştan katılımcıyla gerçekleşen koşu içinde, 42K, 15K, 5K, 2K, Paten yarışı, Özel Sporcular Koşusu ve Minik Adımlar Koşularını barındırıyor. Koşuya sporcu olarak katılmasam da gözlemci konuk olarak defalarca bu etkinliği izledim.
Eker bünyesinde koşunun yanında bir de yelken var. Olympos Regatta, Bursa'da yelkenciliği geliştirmek ve İstanbul ve Bursa yelkencilerini buluşturmak amacıyla gerçekleştirilen yarışlar, İstanbul-Tirilye hattında 3 gün boyunca sürüyor ve yarışmaya ortalama 35 yelkenli ile 300 yelkenci katılıyor. Birkaç kez bu yarışları da kâh karadan kâh tekneden izlediğim oldu.
Nevra Eker'in katıldığı ilk yelken yarışı, 2016 yılında yapılan Deniz Kızı Kadın Yelken Kupası olmuş. Bu etkinlik aynı zamanda şirket çalışanlarından oluşan Eker Efsane Ladies Team’i doğurmuş.
Eker, sosyal sorumluluk projelerinde otizmli bireyleri iş gücüne katıyor, Türkiye'nin en büyük yardım platformlarından biri olan Adım Adım ile iş birliği yapıyor, Birleşmiş Milletlerin küresel bir inisiyatifi olan Kadının Güçlenmesi Prensipleri'ne (WEPs) imza atarak, toplumsal cinsiyet bilincine olan duyarlılığını gösteriyor.
Nevra Eker
Nevra Eker forumda yaptığı konuşmada "Kurumları geleceğe taşıyan insandır. Biz öncelikle şirketimizde çalışan insanlara yatırım yapmaya önem verdik. Bursa markası olarak içinde yaşadığımız topluma, yani Bursa'ya değer katmamız gerektiğini biliyorduk. Eker I Run ile sağlıklı yaşama dikkat çektik. Kadın yelken takımımız ile önemli kupalar kazandık. Yaklaşık beş yıl önce başlattığımız proje sayesinde şu an fabrikamızda 12 otizmli genç çalışıyor. Kadınlar erkeklerden farklı özelliklere sahipler ve hiçbir erkeğin sağlayamayacağı farklılıkları ile değer yaratıyorlar. Çalışan bir kadın olarak kadın çalışanların sorunlarını biliyorum. Duyarlı ve esnek olmamız lazım. O yüzden kadın yöneticilerin daha fazla olması gerektiğini savunurum. Pandemide esnek çalışma ve uzaktan çalışmanın olabildiğini gördük. Bunun yaygınlaşması lazım." dedi.
Soru cevap kısmında "kreş" konusu sorulduğunda fabrika alanının yanında benzin istasyonu olduğu için kreş açamadıklarınıi ancak kreş yardımı yaptıklarını belirtti. Benim "depremzede istihdamı" konusunda sorduğum soruyu, öncelik tanıyoruz cevabını verdi. Otizmli bireylerin annelerinden oluşan koroyu çalıştıran Aysel Gürel'in "destek ve işbirliği" önerisini "memnuniyetle" sözleriyle cevapladı.

Kirazlıyayla, Maden, Çevre, Mücadele
Kirazlıyayla Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adına konuşan Muhterem Çakır'ın konuşmasında isyan, hak arama, mücadele, adaletsizlik, duyarsızlık, sahiplenilme, köyü ve doğayı koruma, hukuk, davalar, çevik kuvvet, jandarma, abluka sözcükleri birbirine geçti. Maden şirketine gidecek olan yüksek gerilim hattının köyün sokakları kazılarak köyün ortasından geçirildiğini, kazıların köylünün evine zarar verdiğini, yüzlerce ağacın kesildiğini, köyde 11 çeşme ile 2 göletin yok olduğunu, ekinlerini zamanında biçemediklerini, muhtarın şirket ile işbirliği içinde olduğunu, köylüyü dinlemediğini, kendi köylerinde rehin gibi yaşadıklarını, gözaltına alındıklarını, kendilerine terörist dendiğini, lakin her şeye rağmen birlik olup yılmadıklarını söyledi.
Muhterem Çakır
Zaman zaman duygu yükselmeleri yaşadığı konuşmasında "Hayvanlarımız samansız, biz somunsuz kaldık. Biz, Ata'mızdan bize kalan toprakları çocuklarımıza bırakmak istiyoruz." dedi. 

Mustafa Kemâl Atatürk, Kadın Hakları
Kendisini her dinleyişimde Atatürk'üme bir kez daha sarıldığım kişidir İlknur Güntürkün Kalıpçı. Aşağıda başlıklarını gördüğünüz altı yazı kaleme almışım onun anlattıkları ile. Daha çok anlamaya ve daha çok anlatmaya gayret etmişim.
Yine aynı heyecanla dinledim kendisini. Tüm yazıların bir özetiydi anlattıkları. Aklımın bir köşesine kaçmış olan bilgiler tazelendi, bildiklerime yeni bilgiler eklendi. 
İlknur Güntürkün Kalıpçı
Kurtuluş Savaşı sırasında, Cumhuriyet'in kuruluşunda ve sonrasında bizlere ilkleri yaşatan kadınları, Mustafa Kemâl'in kadın hakları konusunu cephede savaş halinde iken nasıl kafasına koyduğunu, o güne kadar hesapta bile olmayan kadınları nasıl saydırdığını ve hesaba kattırdığını, 1919 ile 1938 arasında dünyaya ilkleri hediye eden kadın sayısı (en fazla) 5 iken, ülkemizde 51 kadının dünya kadınlarına örnek olduğunu, çünkü Türk kadınının bir hazine olduğunu anlattı uzun uzun. Dünyadaki ilk topyekün savaş olan Kurtuluş Savaşı'nda Türk kadınının verdiği mücadeleyi, gösterdiği gayreti, içinde taşıdığı vatan aşkını, çaresizliğin ve terk edilmişliğin üstesinden Mustafa Kemâl'e olan inancıyla geldiğini ve bizim de onların reçetesini uygulamamız gerektiğini anlattı. Mehmetçikler ve Ana-dolu'lar kurtarmıştı vatanı. (Bu konuyu çocukluğumda Radyo Tiyatrosu'nda dinlemiştim. Çocuk halimle bu anlatıdan öyle etkilenmişim ki, sesi hâlâ kulağımda.) Anadolu, yurdu için canını vermiş Mehmetlerle, Mehmetleri cepheye gönderen, Mehmetlere mermi taşıyan, mühimmat taşıyan, ekmek taşıyan analarla doluydu. 
(Türk Kadınının Savaşı Başka başlıklı yazımı ayrıca okumanızı isterim. Ve "savaşların yaşayan ölüleri", yani savaş mağduru kadınları anlattığım Bitmeyen savaş yapmışlar başlıklı yazımı da.)
İlknur Hanım konuşmasının bir yerinde, "Kara Fatma emekli maaşını Kızılay'a bağışlamış" deyince akıllara bugünün Kızılay'ı düştü ve o günün Kızılay'ı ile bugünün Kızılay'ı karşılaştırılıverdi bir çırpıda. O kadar itibarlı, o kadar güvenilir bir kurum bu kadar mı irtifa kaybederdi? 
(Türk Kızılayı'nın Erzurumlu Fatma Seher Erden için Kulaksız Mezarlığı'nda yaptırdığı anıt mezar, 2 Temmuz 1955'te İstanbul Darülaceze'de vefat edişinden 59 yıl sonra, 14 Haziran 2014 tarihinde törenle açılmış. Törende konuşan  dönemin Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar, "Kara Fatma'nın bizim için sembolik bir önemi vardır. Çünkü daha o yıllarda Kızılay'a güveni temsil eder" demiş.)

Elimizde böyle bir hazine varken...
Dünya kadınlarına örnek olmuş 51 kadının filmi öyküleştirilerek tek tek film haline getirilmeli. Senaristler ve yapımcılar sağlam hikâyeler arayıp duruyorlar ya, önümüzde Netflix gibi pek çok film platformu varken ve elimizde de birbirinden kıynetli isimler varken en az 51 bölümlük bir "Zamansız Kadınlar" belgesel film dizisi çevrilmez mi hiç?
Platformlar tarihi dönem dizilerinden geçilmiyor. Tarihte rol oynamış kişiler enine boyuna anlatılıyor. Üstelik tarihe olan merak filmlerin izlenirliğini artırıyor. 

Yarın artık bugündür
Aylin Sabancı açılış konuşmasını şu sözlerle nihayetlendirmişti:
"Bazen aklımız geçmişte kalıyor, bazen de gelecek kaygısında. Bazen fazla duygusal, bazen de fazla çalışırken buluyoruz kendimizi. Biraz dengemizi kaybediyoruz. Dengemizi her kaybettiğimizde benim aklıma Samuel Johnson'ın 'Geleceğinizi satın alabileceğiniz tek şey, bugündür.' sözü geliyor. Bugün ne yapıyorsanız geleceğe bir koordinat veriyorsunuz ve o koordinattan bir rota açılıyor. Dilerim bugün, 8 Mart 2023'te Türkiye'de yeni bir kadın koordinatı yurdun her yanında açılır."
****
* 8 Mart 2023 tarihinde, biri deprem bölgesi Malatya'da olmak üzere 3 ilde 3 kadın cinayeti yaşandı.
* 8 Mart 2023 tarihinde, 21'incisi yapılmak istenen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü tüm engellemelere rağmen yapıldı. Kapatılan yollar ve konulan yasaklar kadınların toplanmasını önleyemedi. Saat 21:00'de okunan basın açıklamasının ardından eylem sona erdi. Ancak bu sırada alandan ayrılmak isteyen kadınlara biber gazı ile müdahale edildi. Alandan çıkışına izin verilmeyen çok sayıda kişi gözaltına alındı. Taksim'de bulunan isimlerden CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Cumhuriyet'ten Rabia Yılmaz'a yaptığı açıklamada "Seneye 8 Mart'ı tüm kadınlar meydanlarda coşkuyla kutlayabilecekler. Baskılarla kutladığımız son 8 Mart olacak. Kadınlardan korktukları için bu baskıları uyguluyorlar" dedi
(Kaynak: https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/kadinlar-yasagi-dinlemedi-binler-8-mart-feminist-yuruyusu-icin-taksimde-2059062)
****
Baskının da, kaba kuvvetin de kifayetsiz kalacağı zamanlar vardır hani. Hani kaybetmenin anlamının kalmadığı ama kazanmanın kurtuluş olduğu zamanlar. Hani anlaşılmayan, hani dinlenmeyen, hani susturulan zamanlar. Hani susturunca her şeyin hallolduğu zannedilen zamanlar. 
Biraz daha cesaret bulunsa, kadının esamesinin okunmayacağı zamanlar...
100 yıl geriye, Cumhuriyet'in kurulduğu zamanlara gidersek, anlayış olarak 50 yıl ileriye gideceğimiz zamanlar...
Umarım ve dilerim ki ülkemiz en kısa zamanda "fabrika ayarlarına" döner ve tüm "güncellemeleri" ardı ardına indirir. 
Görüldüğü üzere, sistem çalışmıyor, kilitlendi...

9 Mart 2023 / C.E.Y.

Kadın doğdum ben / 8 Mart 2015
Katil oldum ben... / 8 Mart 2016
Eşitlik Berekettir / 8 Mart 2017
Orada Duruverdi Zaman / 8 Mart 2019

Depremin Kadın Yüzü

Fotoğraf: Unops
Kahramanmaraş depreminde yıkılalı bir ayı geçti. 
Koskoca şehirler, altından dev bir anakonda geçmişçesine bir o yana bir bu yana yatmış, kimisi toptan çökmüş binalardan ibaret bir halde geliverdi. İnsanın yaşamadığı arazilerde yarıklar oluştu, ağaçlar ortadan yarılarak birkaç metre öteye gitti, dere yatakları yön değiştirdi.
Yüzlerce yıldır uyuyan dev göklerden inmedi, yerin derinliklerinden yeryüzüne çıktı. Dev'in varlığı biliniyordu, arada homurtuları duyuluyordu, lakin duymazdan geliniyordu.
Dev silkelendi, titredi, kükredi ve "Ben buradayım, unutmayın!" dedi.

6 Şubat günü sabaha karşı 04:16'da her şeyleri yerli yerindeydi. Saat 04:18'de ise her şey bir anda enkaza dönüşmüştü. Bu büyük sarsılmada kimi aileler yok olmuş, çok aile parçalanmış, kadın erkek yaşlı genç güzel çirkin demeden binlerce insan, daha doğrusu binlerce hayat enkaz altında kalmıştı.
Enkaz altında kalıp da kurtarılmayı bekleyen insanlar an be an sessizliğe gömüldü. Enkazdan sağ çıkanlar yapayalnız ve bomboş bir dünyaya adım attı. 
Bazı gecelerin sabahı olmuyordu. Ya da gece yatarken bıraktığı dünyaya uyanmıyordu insan. Gözlerini kapatma ve açma arasında, bir göz kırpımlık anda değişebiliyordu her şey.

2023'ün "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü"nde enkaz altında kalan, enkazdan çıkan, yakınlarının enkaz altından çıkmasını bekleyen, artık bir evi kalmasa da, cânım evi moloz yığınına dönüşmüş olsa da evinin önünden ayrılamayan kadınları yazmak istedim.
Depremde en çok kadınlar can verirmiş diye başlayayım söze. 
Çünkü biliyorum ki bir kadın kaçarken "üzerine bir şey almak"la vakit kaybeder. Ortalıkta gecelikle, daha doğrusu "ev hâli" ile dolanmak istemez. 
Biliyorum ki bir kadın kendi canını kurtarmak için ailesini ardında bırakıp kaçmaz,
Biliyorum ki bir kadın için evin ve ailenin değeri bir erkekten daha farklı.
Biliyorum ki ne yaparsan yap ama bir kadından çocuklarını alma.
Biliyorum ki bir kadının gücü dünyaları yerinden oynatır, ancak çaresizliği onu yakar kavurur.
Biliyorum ki bir kadın imkansızlıklar içinde dahi yuvayı yeni baştan var eder.
Ve biliyorum ki bir kadın için hijyen had safhada önemli.

Deprem bölgesinde insani ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir kadın düşünün. 
Acıkacak, susayacak, yiyecek, içecek ve sindirim sistemi vesilesiyle bunları çıkartacak. Çok zor...
Ayda bir döngüsü gelecek, hormonal değişimin ağrısını sızısını bir kenara bırakın, bacaklarının arasından gelen kanın uluorta akıp gitmesini önlemeye çalışacak, bir yandan kendini temiz tutmaya çalışacak, tuvalet temizliğinin en alt seviyeye inmesinden dolayı dışkısı cinsel organına bulaşacak ve enfeksiyon başlayacak.
Hamile bir kadının normal hayatta yaşadığı sıkıntılar ise bin’e katlanacak.
Kadın kendi bedeni ile uğraşırken doğurup dokuduğu çocuklarının cansız bedenlerinin çıkartılmasını bekleyecek.
Bir çadıra sığınmışlarsa acılarını bir kenara bırakıp çocuklarına aş kaynatacak. Karınlarını doyurup, üzerlerini giydirecek.
Kap kacak, ateş, ayakkabı, çorap, üst baş bulacak.
Oysa daha düne kadar dolapları eşyayla, mutfakları yiyecekle doluydu.
Ocakları tütüyor, yorganları ısıtıyordu.
Sabah olunca uyanıyor, çocuklarını okula yolcu edip, kendisi de işine koyuluyordu. 
Evi var mıydı? İşi var mıydı? Çocukların okulu var mıydı? Nerede okuyacaklardı? Nerede yaşayacaklardı? Bu hayatı yeni baştan nasıl kuracaklardı? 
Düşüncenin bini bir paraydı. Hangisini önce düşünmeli, nereden başlamalıydı?

Allah razı olsun, bir yakınının evine sığındı. 
Kendisinin olmayan bir hanede, belirsizlik içinde, bir başkasının hayatını yaşamak zorundaydı ama şükür ki başında bir çatı vardı, üşümüyordu. Bu şartlarda daha ne olsun...

Çocuk bu, gecenin bir vakti acıkıverdi. Kendi evinde olsa şimdiye çoktan önüne bir şeyler koyuvermişti keratanın. Ama şimdi...
Sus dedi, sus. Sabret. Sabah kahvaltıyı bekle.
Binlerce yıldır yemek yemiyormuş gibi kıyıldı içi. Açlık değildi bu. Yokluktu...

Bir başkasının bebeği belenmek isterdi. Bez lazımdı, süt lazımdı, mama lazımdı. Bebek bu, kusardı da. Değişimlik kıyafet lazımdı. Bebecik üşürdü, battaniye lazımdı.
Evinde dizi diziydi bezleri, ıslak mendilleri, biberonları, tulumları, battaniyeleri. Ama şimdi...
Binlerce yıldır karda kalmış gibi titredi içi. Üşümek değildi bu. Yokluktu...

Saçını boyamak, en azından kaşını bıyığını almak isterdi kadın. 
Millet can derdinde, sen ne konuşuyorsun demeyin. Süs değil bunlar. Bakım...
Can acısı ile, kalp yarası ile bakım yapmaya, aynaya bakmaya hali mi kaldı kadının. 
Binlerce yıllık gençliği bir gecede uçtu oldu gitti. Yaşlanmak değildi bu. Ölümdü...

Çocukları, torunları, geleceğe uzanan fidanları enkaz altında yitip gitmişti. Yeniden doğurmak, yeniden kök salmak için vakit geçti. Bir anlamsızlık ile kaplandı içi. "Neden ben?" dedi. "Ben neden hayattayım? Artık ne işe yararım? Canlarım gittikten sonra ben nasıl yaşarım? Beni neden almadın, beni neden bıraktın?" İsyan değildi bu. Boşluktu...

Anasız babasız kalan kız çocukları vardı. Ya koruyucu ailelere ya yakınlarına ya da devlet kurumlarına teslim edildiler. "Evinizde kalan kız çocuğuna nikâh düşer" demişti bir akılsız. Ne demekti şimdi bu? Ne ara buraya gelmişti işler? 
Daha dün geceye kadar ana babasının nazlısı, ailesinin göz bebeği, gözünün nuru, nar çiçeği kız çocuğu kimlerin eline teslim ediliyordu?
****
Kadın bir insan olarak bu yazımda depremin kadın yüzünü anlamaya ve anlatmaya çalıştım. O felaketi yaşamadım, yerinde gidip görmedim, ancak anlamak için şahit olmak gerekmiyordu.  Anlıyordum, çünkü kadındım. Çünkü insandım...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, kadın bu kez de deprem bölgesinde hayatta kalmak için emek veriyordu. Ve daha çok uzun süre verecekti. Çünkü bu yara çok uzun süre kanayacak, izler kolay kolay silinmeyecekti...

8 Mart 2023 / C.E.Y. 

Kapak fotoğrafı 25 Nisan 2015'te Nepal'i vuran 7,8 büyüklüğündeki depremden bir kare. Görüldüğü üzere kadın her yerde en büyük emekçi...
Fotoğraf kaynak: Unops 

1 Mart 2023 Çarşamba

“İnsanların Türküleri Daha Uzun Ömürlü Kendilerinden”

 Antakya Medeniyetler Korosu / 22 Şubat 2013 — BURSA AKKM
“Hatay’ın tanıtımına katkı sağlamak ve medeniyetler arasında bir köprü oluşturmak amacıyla üç semavi dine mensup kişilerin bir araya gelerek 2007 yılında kurduğu Antakya Medeniyetler Korosu’nun 7 sanatçısı (Mehmet Özdemir, Gizem Dönmez, Hakan Samsunlu, Pınar Aksoy, Fatma Çevik, Müge Mimaroğlu ve Ahmet Fehmi Ayaz) Kahramanmaraş merkezli depremlerde enkaz altında hayatını kaybetti.”
Anadolu Ajansı’ndan Efsun Erbalaban Yılmaz’ın haberine göre, 200 kişilik koronun geride kalan üyeleri depremzedelere kapılarını açan Türkiye’nin farklı illerine dağılmış. Nobel Barış Ödülü’ne 2012 yılında aday gösterilen ve Kültür Bakanlığı 2019–2020 Özel Ödülü alan koronun şefi Yılmaz Özfırat ve teknik koordinatörü Bedirhan Gök de İzmir’deki bir otele yerleştirilmiş.
Umarım ve dilerim ki, Özfırat ve Gök’ün Antakya Medeniyetler Korosu’nu yeniden bir araya getirme, Türkiye’nin medeniyetler zenginliğini yeniden dünyaya anlatma hedefleri yerini bulur ve kendilerini yeniden ve yeniden defalarca izler, depremde yitip giden koro üyelerini sevgi ve saygıyla yâd ederiz.
****
Antakya Medeniyetler Korosu’nu Bursa’da iki kez izleme fırsatı buldum. 2013 yılında ilk izlediğimde yazdığım “Köklerden Göklere, Göklerden Yüreklere” başlıklı yazımı paylaşmak isterim…

KÖKLERDEN GÖKLERE, GÖKLERDEN YÜREKLERE
Sanatın birleştirici gücünün önemine dikkat çekerim ya hep;
Geçtiğimiz hafta tam da bu amaca hizmet eden iki sanat etkinliğini izleme fırsatını buldum.
Birisi Çekirge Rotary Kulübü ve Nilüfer Belediyesi tarafından 2013 yılı Haziran ayına kadar bitirilmesi planlanan Spastik Engelliler Rehabilitasyon Merkezi (SERMER) Projesi’ne yarar sağlamak içindi. Bu amaca aracı olan sanat grubu da Bursa’da bulunan tüm Rotary Kulüpleri ve Nilüfer Belediyesi ortaklığı ile 2012 Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Antakya Medeniyetler Korosu.

Diğeri de Lions Alzheimer Sosyal Hizmet Evi yapımına yarar sağlamak içindi. Bu amaca aracı olan sanatçı da Bursa Lions Kulüpleri ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla Bursa’ya gelen ve aynı zamanda UNESCO büyükelçisi olan Zülfü Livaneli.
Bu iki etkinliğe ev sahipliği yapan Merinos AKKM, donanımı ve mimarisi ile biz Bursalıların yüzünü bir kez daha ağartıyordu.
Bir şehrin yansıması sanata ve sanatçıya verdiği değer ile ölçülmeliyse eğer, Bursa’nın yansıması göz kamaştırıyor olmalıydı…

Antakya Medeniyetler Korosu
Antakya’da üç semavi din ve altı medeniyete ait insanların bir çatı altında toplanması ile ortaya çıkan Antakya Medeniyetler Korosu’nda ev hanımından cami imamına, serbest meslek erbabından kilise papazına kadar her kesimden insan vardı. Başkanları Yılmaz Özfırat yönetiminde salonu dolduranları diyardan diyara uçurdular.
Hangi dilde söylemediler ki şarkılarını. Arapça, Yunanca, İtalyanca, Türkçe, Kürtçe, Azerice, İbranice, İngilizce, Latince, Ermenice…
Ağlama garantili parçaları dahi vardı.
Bursa’ya özel söyledikleri parçayla Bursalı gönülleri fethettiler:
“Uçun kuşlar uçun Bursa’ya doğru…”
Arapçası söylenen kıvrak parçayla tempo iyice yükselmişti:
“Böyle gelmiş böyle, Böyle geçer dünya…”
Sarı Gelin türküsü üç dilde söylenirken hüzün dalgalandı salonda.
Allah’ın isimlerinden oluşan Esma Hüsna bir başkaydı.
Koronun izleyiciye hediye ettiği ilahi Allah-ü Allah yüreklerden taşıyordu.
Hele de arada imamın elini kulağına atıp da yanık sesiyle çektiği Ya Rasulallah…
Karizmatik sesi ile parçalar arasında fıkralar anlatıp, bu yolculuktaki amaçlarını ve anılarını paylaşan Özfırat geceyi gittikçe daha samimi hale getiriyordu. Son parçaya gelindiğinde ise protokolde kim varsa koronun arasına karışmış, hep bir ağızdan Memleketim söyleniyordu.

Zülfü Livaneli
Hayatını sanata ve dolayısıyla barış ve kardeşliğe adamış Livaneli’nin konseri de aynı lezzetteydi. Bütün şarkıların içi yaşanmışlıklarla doluydu.
Her mısranın ardında bir yürek, her notada bir elem vardı.
Yiğidim Aslanım derken Uğur Mumcu geçiyordu barkovizyondan, Karlı Kayın Ormanı derken Nazım Hikmet.
Mübadelede vatanından ayrı düşenler için Memleket Kokulu Yarim geliyordu, Abidin Dino için Kan Çiçekleri.
Sezen tarafından Allah’ın emri ile Ajda’ya istenen şarkısı bir bakıma Livaneli’nin hayat hikayesiydi: Ah Benim Sevdalı Başım.
Taraftara marş olan, muhalefetteyken sevilip iktidardayken unutulan: Böyledir Bizim Sevdamız.
Nefesim Nefesine derken bütün izleyici tek nefes olmuştu.
Ey Özgürlük diye haykırırken nahif bir isyan vardı yükselen seslerde.
 Zülfü Livaneli / 1 Mart 2013 - BURSA AKKM
Söylenen her şarkıyla anılar canlanıyor, gençlik günleri ve en çok da bir dönemin tarihi geçiyordu zihinlerden…
****
Bir arada yaşayabilmemiz ve farklılıklarımızı zenginliğe çevirebilmemiz içindi hep bu şarkılar.
Onlar biliyorlardı ki din ya da milliyet hanesinde her ne yazarsa yazsın herkesin canı aynı yanıyordu.
Kahkahalar aynı çınlıyordu, gözyaşları aynı akıyordu.
Doğumların sevinci de aynıydı, ölümlerin acısı da.
Yaratan kulları arasında ayrım yapmamıştı aslında.
Bazı kullar imtiyazlı olduklarını düşünüp kibrin esiri oluyorlardı da; imtiyazın sevgi dolu bir yürek olduğunu bir türlü anlamıyorlardı.

Belki de Nazım’ın dediği gibiydi her şey.
“İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
Daha uzun ömürlü kendilerinden.”

3 Mart 2013 / C.E.Y.