11 Mart 2013 Pazartesi

Hasta mı oldun, hasta mı baktın?

Bugünkü yazımda lösemi hastası çocukların annelerinden bahsedeceğim size biraz.
Hani yüzlerinde maskeleri, saçları-kaşları-kirpikleri dökülmüş, yaşadıkları acının izleri gözlerine sinmiş ama yine de masum masum bakan o çocukların.
Onlar eğer yakınımızda değillerse bize çok uzaktadırlar değil mi?
Yaşadıkları sıkıntılarını tahmin edebiliyor olsak da içinde olmadığımız sürece onları yeterince anlayamıyoruzdur.
Hastanede tedavi oluyorlardır ya, dahasını düşünmeyiz.
Ya da düşünmek istemeyiz.
Aslında biliriz ki o çocuklar hastanelerde tedavi oluyorken aileleri de onlarla birlikte zorlu bir süreç yaşıyordur.
Artan maddi yükümlülükler babayı, çocuğun yanında bulunma mecburiyeti ve arzusu anneyi, bu ortamda kendisine yeterince zaman ayrılmaması ise evdeki diğer çocuğu epey yoruyordur.
****
Yorulan bu ailelere bir nefeslik dahi olsa can vermeye gayret eden LÖSEV panelini izledim Cumartesi sabahı.
LÖSEV, LÖSEV Bursa İl Koordinatörü Füsun Emecan Özcan ile birlikte Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa ve Konya’da yüzlerce anne için Kadınlar Günü etkinliği düzenlemiş.
Bursa'da gerçekleşen ve iki gün süren bu etkinliğe Marmara Bölgesi’nden katılan 50 kadına, 50 de Bursalı kadın eşlik etmiş.
Bu etkinlik dahilinde yapılan panele katılan Bursa Barosu Çocuk Hakları Komisyonu ve Kadın Hukuku Komisyonu’ndan Avukat Nevin Canbaz, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Bursa Şubesi Başkanı Gülnur Üçel, Uludağ Üni. Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Banu Elmastaş Dikeç ve girişimcilik yönü ile pek çok ödül alan iş kadını Nurcan Özdemir konuşmalarında “Kadının toplumdaki önemini ve değerini” vurguladılar.
Moderatörlüğünü Limon Tanıtım Genel Müdürü Gönül Uman Yiğit’in yaptığı paneldeki sunumları dinleyen kadınlar ile konuşmacılar arasında yaşanan diyaloglarda öne çıkan en önemli konu, eşlerinin kendilerini yeterince anlamadıkları ve yalnız bıraktıkları üzerineydi.
Ve bir de kendilerine iş alanı sağlanması...
****
Görülüyordu ki hastalık karşısında yalnız kalan kadın zayıfladıkça aile daha bir parçalanıyordu.
Anne zayıfladıkça çocuk eriyordu.
Annesinin bakışından da, dokunuşundan da annesinin gücünü ya da güçsüzlüğünü hissediyordu çocuk.
Hasta olmayan diğer çocukta tırnak yeme hastalığından okul problemine kadar uzanan tepkiler baş gösteriyordu.
O da ilgi istiyordu.
O da sevilmek istiyordu.
Lakin annesi hep diğerinin yanındaydı.
Bu arada karı koca ilişkisi de rafa kalkmış, evlilik de erimeye başlamıştı.
Oysa şimdi daha bir kenetlenme zamanı değil miydi?
Erkekten daha dirençli olmasına rağmen kadın da insandı.
Yavrusu için herkesten çok çırpınıyordu.
Destek bulamadığında ise çözülüp dağılıyordu.
Anlaşılmalıydı ki ne hastalık bir suçtu, ne de anne suçluydu.
Bu doğal ve ağır seyir el birliğiyle atlatılmalıydı.
Ve eğer ki çocuk-doktor ve anne-baba ilişkisi güçlüyse çocuklar psikolojik olarak  daha dayanıklı oluyorlardı.
Hem bu durumlarda Sağlık Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın  ortak bir çalışma içinde olması gerekmiyor muydu?
Lösemi tedavisiyle paralel olarak hem hastaya hem de yakınlarına psikolojik destek sağlanması gerekmiyor muydu?
Hangi yolu izleyeceğini bilemeyen ebeveynlerin psikologlara yönlendirilmesi, psikoterapinin de tedaviye dahil edilmesi ve bu sayede aile bütünlüğünün muhafaza edilmesi gerekmiyor muydu?
Evde bakılan hastalar için verilen maddi destekler kadar, hasta sahiplerini bilinçlendirmek ve psikolojik destek vermek de önemsenmeliydi.
Ki hasta bakan kişi, baktığı hastadan daha hasta olmasın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder