Sanatın birleştirici gücünün önemine dikkat çekerim ya hep;
Geçtiğimiz hafta tam da bu amaca hizmet eden iki sanat etkinliğini izleme fırsatını buldum.
Birisi Çekirge Rotary Kulübü ve Nilüfer Belediyesi tarafından 2013 yılı Haziran ayına kadar bitirilmesi planlanan Spastik Engelliler Rehabilitasyon Merkezi (SERMER) Projesi'ne yarar sağlamak içindi.
Bu amaca aracı olan sanat grubu da Bursa'da bulunan tüm Rotary Kulüpleri ve Nilüfer Belediyesi ortaklığı ile 2012 Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilen Antakya Medeniyetler Korosu.
Diğeri de Lions Alzheimer Sosyal Hizmet Evi yapımına yarar sağlamak içindi.
Bu amaca aracı olan sanatçı da Bursa Lions Kulüpleri ve Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla Bursa'ya gelen ve aynı zamanda UNESCO büyükelçisi olan Zülfü Livaneli.
Bu iki etkinliğe ev sahipliği yapan AKKM, donanımı ve mimarisi ile biz Bursalıların yüzünü bir kez daha ağartıyordu.
Bir şehrin yansıması sanata ve sanatçıya verdiği değer ile ölçülmeliyse eğer, Bursa'nın yansıması göz kamaştırıyor olmalıydı...
****
Antakya'da üç semavi din ve altı medeniyete ait insanların bir çatı altında toplanması ile ortaya çıkan Antakya Medeniyetler Korosu'nda ev hanımından cami imamına, serbest meslek erbabından kilise papazına kadar her kesimden insan vardı.
Başkanları Yılmaz Özfırat yönetiminde salonu dolduranları diyardan diyara uçurdular.
Hangi dilde söylemediler ki şarkılarını.
Arapça, Yunanca, İtalyanca, Türkçe, Kürtçe, Azerice, İbranice, İngilizce, Latince, Ermenice...
Ağlama garantili parçaları dahi vardı.
Bursa'ya özel söyledikleri parçayla Bursalı gönülleri fethettiler:
"Uçun kuşlar uçun Bursa'ya doğru..."
Arapçası söylenen kıvrak parçayla tempo iyice yükselmişti:
"Böyle gelmiş böyle, Böyle geçer dünya..."
Sarı Gelin türküsü üç dilde söylenirken hüzün dalgalandı salonda.
Allah'ın isimlerinden oluşan Esma Hüsna bir başkaydı.
Koronun izleyiciye hediye ettiği ilahi Allah-ü Allah yüreklerden taşıyordu.
Hele de arada imamın elini kulağına atıp da yanık sesiyle çektiği Ya Rasulallah...
Karizmatik sesi ile parçalar arasında fıkralar anlatıp, bu yolculuktaki amaçlarını ve anılarını paylaşan Özfırat geceyi gittikçe daha samimi hale getiriyordu.
Son parçaya gelindiğinde ise protokolde kim varsa koronun arasına karışmış, hep bir ağızdan Memleketim söyleniyordu.
****
Hayatını sanata ve dolayısıyla barış ve kardeşliğe adamış Livaneli'nin konseri de aynı lezzetteydi.
Bütün şarkıların içi yaşanmışlıklarla doluydu.
Her mısranın ardında bir yürek, her notada bir elem vardı.
Yiğidim Aslanım derken Uğur Mumcu geçiyordu barkovizyondan, Karlı Kayın Ormanı derken Nazım Hikmet.
Mübadelede vatanından ayrı düşenler için Memleket Kokulu Yarim geliyordu, Abidin Dino için Kan Çiçekleri.
Sezen tarafından Allah'ın emri ile Ajda'ya istenen şarkısı bir bakıma Livaneli'nin hayat hikayesiydi: Ah Benim Sevdalı Başım.
Taraftara marş olan, muhalefetteyken sevilip iktidardayken unutulan: Böyledir Bizim Sevdamız.
Nefesim Nefesine derken bütün izleyici tek nefes olmuştu.
Ey Özgürlük diye haykırırken nahif bir isyan vardı yükselen seslerde.
Söylenen her şarkıyla anılar canlanıyor, gençlik günleri ve en çok da bir dönemin tarihi geçiyordu zihinlerden...
****
Bir arada yaşayabilmemiz ve farklılıklarımızı zenginliğe çevirebilmemiz içindi hep bu şarkılar.
Onlar biliyorlardı ki din ya da milliyet hanesinde her ne yazarsa yazsın herkesin canı aynı yanıyordu.
Kahkahalar aynı çınlıyordu, gözyaşları aynı akıyordu.
Doğumların sevinci de aynıydı, ölümlerin acısı da.
Yaratan kulları arasında ayrım yapmamıştı aslında.
Bazı kullar imtiyazlı olduklarını düşünüp kibrin esiri oluyorlardı da; imtiyazın sevgi dolu bir yürek olduğunu bir türlü anlamıyorlardı.
Belki de Nazım'ın dediği gibiydi her şey.
"İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
Daha uzun ömürlü kendilerinden."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder