23 Mart 2022 Çarşamba

Kuyrukları Bitirdik!

Gemi Kuyruğu
"Çanakkale Boğazı'nı gemi ile geçecekler kuyruk olmasın diye köprü yaptık. Gemi ile günde 10 bin araç geçiyormuş, biz köprüyü yapan firmaya günlük 45 bin araç garantisi verdik, hediyesini de (şimdilik) 200 liracık yaptık. Köprüyü yapana da dedik ki, 'Günlük temiz 9 milyar cebinde!'."
"'Peki ya 45 bin kişi değil de 10 bin kişi geçerse, günlük 7 milyar zarar mı edeceğim?' diye sordu, 'o kadarcık milyarcık sana feda olsun, biz arkandayız!' dedik."

* Eee, ne de olsa ağanın eli tutulmaz.
Ancak feda edilen para ağanın kendi parası değil, halkın parası, onu n'edeceğiz bilmem.
"Yurdum insanı yemez yedirir, giymez giydirir, geçmese de, gitmese de, yemese de, içmese de üzerine yazılan borcu seve seve öder, hatta çok zaman ödediğinden haberi bile olmaz, zaten her şeyi bilmesine de gerek yok" dediler ihtimal. 
Pek de haksız değiller aslında. 
Seve seve neler ödemiyoruz ki!

Hükümsüzdür
Bu arada, sayın Cumhurbaşkanımız geçiş ücreti için 200 liracık demekte çok haklı bence.
200 liralık yakıt alıyorsun, ibre yerinden zor kalkıp diğer kademeye zor geçiyor. Birkaç kilometre sonra da kalktığı yere geri dönüyor.
200 lira ile markete gidiyorsun, bir kasadaki hesaba bir de elindeki poşete bakıyorsun, birbirine uymuyor.
200 liraya koskoca bir kıtadan koskoca bir kıtaya geçiyorsun, bir de aklın verdiği parada kalıyor!
Aslında 200 liranın hükmü kalmadığını anlıyor ama kabul edemiyorsun...

Et Kuyruğu
Et ve Süt Kurumu da kurum önünde kuyrukta bekleyenleri görmüş ve kırmızı ette satış fiyatına yüzde 48 oranında zam yaparak 'kırmızı ette yaşanan kuyrukları azaltmayı' hedeflemiş. 
Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü Osman Uzun, “Bizim fiyatlar çok düşüktü, piyasanın yüzde 66 daha altında bir fiyatımız vardı. Bu nedenle çok uzun kuyruklar oluşuyordu. Bu nedenle biz fiyatı arttırdık. Ama yine de piyasaya göre yüzde 15 daha düşük bir fiyat var. Karkas etin fiyatı 80 lira olmuş bizim 56 liradan kıyma satmamız zaten mümkün değildi.”

* Evet, oradaki kuyruk sorunu da çözüldü. Artık Et ve Süt Kurumu kapısında da kuyruk olmayacak. Çünkü kimse artık et alamayacak. Et için hayvan besleyen üretici kaldıysa onlar da ellerindeki hayvanları doğaya salacak. Buna en çok kesim için sıra bekleyen hayvanlar ile hayvan hakları savunucuları sevinecek.
Ya canımız et çekerse ne olacak?
Olta, misina, ok, yay, ağ, mızrak, bıçak, sapan, evde ne varsa kapıp doğaya koşacağız.
Tabii, hayvanın barınacağı orman, otlayacağı mera, sulanacağı temiz su kaynağı, yüzeceği zehirsiz dere müsilajsız deniz kaldıysa ne ala...

Akaryakıt Kuyruğu
Benzin mazot kuyruğu mevzusunu daha önce çözmüştük aslında. İki günde bir gelen zamlar dolayısıyla insanlar evlerine dönerken eksilen yakıtları kadar yakıtı uysal uysal alıp bu soruna da çözüm buldular neyse ki. Artık kuyruğa girme, itişme kakışma, birbiriyle dalaşma yok. Pek çok kişi zaten aracını yerinden kıpırdatmıyor. Haliyle onlar akaryakıt istasyonuna hiç uğramıyor. Trafik desen, o da eskisine nazaran rahat.
Lakin, Osmangazi Köprüsü de, Yavuz Sultan Selim Köprüsü de, Çanakkale Köprüsü de, yeni otoyollar da hep geçiş garantili, ancak etrafta akaryakıta yapılan zamlardan sonra geçecek araç parmakla sayılacak kadar az.
Garantili geçişler ile akaryakıt zammı kafa kafaya çarpıştı kısacası.
"Kasko var mıydı sizin?"

Kuyruk Varsa...
Eskiden Ruslar bir yerde uzun kuyruklu bir sıra varsa o sıranın daha ne sırası olduğunu bilmeden sıraya girer ve "Uzun kuyruk varsa kaliteli bir şey vardır" prensibiyle düşünürlermiş.
Açlık ve yokluk günleri insanları kuyruklarla yaşamaya alıştırıyor demek...

Dipteyiz ama Korkmayın
Neyse ki biz o günlerde değiliz. Bakın Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati: "Türk Lirası dipte, daha gideceği bir yer yok, vatandaş rahat olsun!" dedi. 
Ohh, derin bir nefes aldım. Ne tatlı bir ülkede yaşıyoruz değil mi? 
Gidecek yer varmış gibi bir de o kuyrukta beklemeyelim o zaman. 
Ama ama ama burası neden bu kadar karanlık, neden nefes alamıyorum, imdat, kurtarın, boğuluyorum!

Et Yok, Tahıl Yok
Son 10 yılda Türkiye 10 milyar dolardan fazla para ödeyip et ithal etmiş. (Gemilerle, pislik içinde ve sağlıksız koşullarda getirilen büyükbaşları unutmadınız değil mi?) Bizim hayvancılığımıza ne oldu peki? Nedendir bu zamlar, bu kuyruklar? 
* CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, 2021 Kasım-Aralık aylarında Türkiye'den  Katar’a satılan küçükbaş hayvan sayısının 2.5 milyonu bulduğunu ileri sürdü ve "Katar ve İran gibi ülkeler Ramazan ayı öncesinde et arzını Türkiye’den ithal ettikleri canlı hayvanlarla güvence altına aldılar. Bizde ise et sıkıntısı olduğu için Et ve Süt Kurumu, 'Ramazan ayı öncesinde ete %48 zam' yaptı" dedi.

Ya tarım ülkesi olan Türkiye'ye ne oldu? Nedendir bu ayçiçeği yağı kuyruklarındaki kapışmalar? Nedendir ekmeğin delice pahalılaşması?
* Tarımda en fazla ithalat yaptığımız Rusya ile Ukrayna arasına kara kedi girince böyle oldu maalesef.
Kara kedi nerde?
Ağaca çıktı!
Ağaç nerde? 
Balta kesti!
Balta nerde? 
Suya düştü!
Su nerde?
İnek içti!
İnek nerde?
Dağa kaçtı!
Dağ nerde?
Yandı bitti kül oldu gitti!

Yer Bitti
Bizde de yer bitti; Levent Kırca'nın zamcıklarını ve Ak Parti tarafından yıllardır dile dolanan kuyrukların 2022 versiyonunu anlatırken Samsunlu iki kardeşin bir bankanın açığından faydalanarak ceplerine indirdikleri 1 milyar dolardan fazla paraya, bankanın bu büyük tersliği anında fark edemeyişine, Gezek kardeşlerin tesadüf eseri yakalanışlarına; Bursa Osmangazi Mithatpaşa Ortaokulu Müdürü Haydar Akın'ın okuldaki kız öğrencilerle erkek öğrencilerin ayrı sıralara oturtulması için öğretmenlere yazı gönderişine; Fransa’nın Cannes kentinde GYODER uluslararası yatırım toplantısında konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin yatırımcılara seslenerek, "En sevmediğim şey bürokrasidir arkamızda Cumhurbaşkanı var, alaşağı ederiz” deyişine sıra gelmedi. 

Bu itiş kakışları bir yana bırakalım ve yazıyı Ukrayna'da beklemediği bir direniş ile karşılaşan Rusya ile nihayetlendirelim. 
Putin bu işe kalkışırken "Üç güne Pechersk Manastırı'nda ayin yaparız!" dedi mi demedi bilmem ama bir ayı geçkin süredir Ukrayna'ya diz çöktüremediğine bakarsak, zamanında Zelensky'yi pek de kale almadığı ortada.
Şimdi de, ''Varoluşsal bir tehdit görürsek nükleer silaha başvururuz'' diyerek "yokoluşsal" bir tehdit savuruyor.
Ak Parti'nin kuyrukları biz bitirdik elhamdüllillah diyeceği gibi, Putin de dünyayı da biz bitirdik elhamdüllillah diyecek ihtimal...
İki oda bir salon dünyada birileri yok olurken diğerleri var olmaya devam edebilecek diye düşünüyor olmalı.
İlginç...

23 Mart 2022 / C.E.Y. 

18 Mart 2022 Cuma

Anlat Atam, Sen Anlat!

2001 yılında aramızdan ayrılan Fikret Kızılok, Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi kaleminden anlattığı ve kitaplaştırılan anılarını, 1998 yılında “Bir Devrimcinin Güncesi” adıyla albümleştirir. Söz-Müzik-Sözlük ve Araştırma Fikret Kızılok'a aittir. Albüm, Mustafa Kemâl Atatürk’ün Selanik’teki çocukluğundan başlar, askeri liseye nasıl yazıldığını, okuldaki günlerinde oluşan dünya görüşünü, askeri ataşeliğini, Çanakkale Savaşı'nı, Samsun'a çıkışını, Kurtuluş Savaşını, savaşın ardından devrimleri planlayışını anlatışını stüdyoda kaydeder. 
Spotify'da "Mustafa Kemâl, Devrimcinin Güncesi" adıyla dinleyebileceğiniz albüm, Orhan Şallıel tarafından Senfonik Orkestrasyon ile yeniden düzenlenir ve 10 Kasım 2017 tarihinde, Adana'da, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası ve Gençlik Korosu eşliğinde sahnelenir. Fikret Kızılok'un yerine Atatürk'ü bu kez Barbaros seslendirir. Eser hem anlatıcılık hem de yorumculuk gerektirmektedir. Barbaros hem anlatıcılığı ve hem de Yunanca ve Fransızca söylediği şarkılar ile yorumculuğunu izleyiciye sunar, büyük beğeni alır.

Bir Devrimcinin Güncesi Bursa'da
"Bir Devrimcinin Güncesi" bu gece, 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 107. yıl dönümünde Bursa Nilüfer Fethiye Kültür Merkezi'nde, Nilüfer Oda Orkestrası ve Nilüfer Çoksesli Koro eşliğinde sahnelendi. 
Barbaros'un sesinden Mustafa Kemâl, "Baba Ocağı" dedi, "Beyaz Entari", "Anacığım", "Karmakarışık", "Cennetin Anahtarları", "İstanbul", "Yine Yakalandık", "İhtilal ama Nasıl?", "La vie est bréve", "Ve Savaştık", "Emperyalistler", "Artık Hazır Ol!", "Tek Yolumuz Devrim", "Yola Çıkarken" ve "Hesap Vakti" dedi.
Dediklerinin içinde neler mi vardı?
Selanik gecelerinin aklında kalan kocaman yıldızları, ezanla karışan kilise çanları, komşu çocukları; okula ilk gönderilişi, anlayamadığı dilden okuması, diz çöküp yazarken acıyan dizleri, babasının onu daha aydınlık bir okula nakledişi, artık acımayan dizleri; Langaza'ya dayısının yanına göç edişleri, Kaymak Hafız'dan yediği ilk tokat, çocuksu sorularına cevap veremeyecek derecede cahil, aciz, koskoca bir adamdan dayak yemenin ağırına gidişi, askeri ortaokula girişi; matematik öğretmeni, Kemâl oluşu, Manastır Askeri Lise'ye girişi, etrafında neler olup bittiğini merak edişi, tatil günlerinde istasyona gidip askerleri seyredişi, bir liman gazinosunda arkadaşlarıyla bir şeyler içip dünyayı keşfedişi; cennetin anahtarını satan papazla muska satan yobazın aynı olduğunu fark edişi, öğrenme aşkı ile hayallerinin peşine düşüşü; zamanla, binlerce gerçeğin değil, tek bir gerçeğin olduğunu anlamaya başlayışı, "Osmanlı İmparatorluğu Müslüman olmayanların cennetin bütün nimetlerinden yararlandığı, Müslümanların ise cehennem azabı çektiği bir yer" deyişi; ihtilal ile kıvranışı, her şeyi yerli yerine oturtmaya çalışışı, sürgüne yollanışı; 1. Dünya Savaşı'nın ayak sesleri ile memleketin yok olma yoluna girişine ayak direyişi, İstanbul'dan uzak kalsın diyerek Gelibolu'ya gönderilişi; ve devasa ordularını Çanakkale'ye dayamış emperyalist güçlere yenilmeyişi, emrindeki askerlere ölmeyi emredişi; Osmanlı Devleti'nin parçalanarak doğudan batıdan başka ülke yönetimlerine girişi, Anadolu'ya geçişi; gençliğinin Mustafa'sının, Kemal'le anlaşışı, Samsun'a çıkışı; yola çıkarken apoletlerini kopartıp halktan biri, boynunda idam fermanı olan bir ihtilalci oluşu, devrimler üzerine sabahlara kadar çalışışı; emperyalizmi kahretmeye gelişi, genç yaşlarında toprağa düşen Yeni Zelandalı, Avusturalyalı, Anzak, Yunan askerleri için "yanı başımızdaki mezarlarda içleri rahat" deyişi, Meclis'i açışı ve padişaha karşı gelen oğlu için korkan anası gibi pek çok anı hep bu dizelerdeydi.

"Hesap Vakti"nin son dizeleri ile dünden bugüne seslenişinden, öngörü, uyarı ve bilgelik fışkırıyordu.
"Korku korkudan kaçıp, doğudan doğdu güneş
İlk defa karanlık korktu
İhaneti ateşle yakıp, aydınlattık
İnsanlar bilinçlendikçe kişiliklerini ister
Milletler de öyledir
Kabiliyetlerini keşfetmek, zengin olmak isterler
Bu zenginlik başkalarının açlığı pahasına olursa
İşte o zaman iş değişir
Eninde sonunda hesabı sorulur
Din adına, ideoloji adına başka milletleri boyunduruk altına almak
İşte biz buna emperyalizm deriz
Gerçek bir devrimcinin amacı
Egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusta olmasını sağlamaktır
Tam bağımsızlık dünya milletleriyle kardeş olmak demektir
Irk esasına dayanan düşünce unsurları
İnsanlık ailesine üvey evlat yetiştirmek demektir
Bilinçlenen bir toplum demokrasiden korkmaz
Halkını cahil bırakan insanlar eninde sonunda kahrolurlar
Fakirliği paylaşmakla, zenginliği paylaşmak ayrı ayrı şeylerdir
Sosyal devlet emeğin ve geniş halk kitlelerinin refahı demektir
Bunun kaideleri bellidir
Ne üç beş kişi parası ile dünyayı değiştirebilmelidir
Ne de devlet zalim olmalıdır
İnsan zekâsı ve kültürü soyut ve somut kavramlarıyla bir bütündür
Sanata, bilime ve söylediğin türküye
Ekmek kadar acıkıyorsan ne mutlu sana
Barış zekâ ürünüdür
Savaş aklı olmayanlara aittir
Eğer uğruna savaşacak bir şeyin varsa
O olsa olsa özgürlüğündür, bağımsızlığındır
Zaman akacak ve gidecektir
Hiçbir şeyi tabulaştırma
Dogmalara karşı koy
Büyük devrimlere gereğin kalmayacak kadar devrimci kal yeter
Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme, yoksa
Sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım"

Barbaros'un solistliği, Nilüfer Oda Orkestrası ve Nilüfer Çoksesli Koro'nun eşliği ve Orhan Şallıel'in şefliğinde gerçekleşen geceye katılım yüksekti. Gecenin sonunda Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, Nilüfer Oda Orkestrası Şefi Deniz Tan ve Nilüfer Çoksesli Koro Şefi Zeynep Göknur Yıldız da sahneye gelince "Dağ Başını Duman Almış" bir kez daha hep birlikte söylendi. Tüm sanatçılar ayakta alkışlandı.
****
Barbaros Atatürk'ün Güncesi'ni okurken onunla Manastır'da, onunla Çanakkale'de, onunla Samsun'daydım ben de. Biliyordum ki, Vahideddin ile Almanya'ya yaptığı tren yolculuğu, yolculuktan umutlu dönüp, döndükten sonra yine eski haline bürünen Vahideddin'den ümidini kesişi, İstanbul'dan çıkmak için verdiği mücadele, Şişli'deki ev, her şey ama her şey genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ayak sesleriydi. Savaş sonrası yapacaklarını savaş alanında planlaması, savaşı kaybetmeyeceğine olan inancıydı. 
Barbaros anlattıkça, 
"Anlat Atam sen anlat, biz seni yeterince anlatamadık, sen kendini bir kez daha, bir kez daha anlat..." dedim.

Ki Atatürk Nutuk'ta 1919'dan 1927'ye kadar olan tüm olayları anlatmıştı aslında. 
Biliyorsunuz Nutuk, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı dönemini birinci ağızdan aktardığı, Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir eserdir. Atatürk, Nutuk ile geçmişi anlatıp aynı zamanda gelecekte olabilecek tehlikelerin önceden sezilebilmesi için alınacak derslerden bahseder.
Nutuk'u okumak, anlamak, anlatmak ve karış karış şehit kanıyla sulanan bu yurdu korumak ve ileriye taşımak lazımdır.

Teşekkür 
Ölmeden mezara konan şehitleriyle, havada çarpışan mermileriyle, arkada gözü yaşlı kızlar bırakan on beşlileriyle, o sene mezun veremeyen tıbbiyesiyle, Marmara'nın altını üstüne getirerek Çanakkale'ye ikmal sağlayan denizcileriyle, yedi düvelin çullandığı bir savaştı Çanakkale. 
Çanakkale Zaferi'nin 107. yıl dönümünde, böyle anlamlı bir geceye ev sahipliği yapan Nilüfer Belediyesi'ne, geceye eşlik eden Nilüfer Oda Orkestrası ve Nilüfer Çoksesli Koro'ya, 
Ve elbette ki orkestrayı yönetirken o günleri adeta yaşayan Orhan Şallıel ile eserleri seslendiren Barbaros'a sonsuz teşekkürler...
En büyük teşekkür ise, 
Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Şehitlerine eserinde "Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın" sözleriyle seslendiği şehid oğlu şehidlere, vatanın kadınına erkeğine, bu vatan için savaşan her bir ferde…

18 Mart 2022 / C.E.Y. 

Çanakkale Zaferi Üzerine:
Savaşın öteki yüzü / 11 Mart 2015
Ben ikna olmadım! / 26 Nisan 2016
Anlat Atam, Sen Anlat! / 18 Mart 2022

9 Mart 2022 Çarşamba

Feneri Dostluk ile Söndürmek

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne herkes kendi dilince katkı sağlamak, dikkat çekmek istiyor. Ressam resmiyle, yazar yazısıyla, müzisyen müziğiyle gösteriyor desteğini. Çalıştaylar, seminerler, sempozyumlar, konserler art arda geliyor. 
Bursa Dostluk-Gezek Derneği de gezek gecelerinden birini Dünya Kadınlar Günü'ne özel düzenledi. Amaçları, Kadınlar Günü'nde Türk Müziğine gönül vermiş, emek vermiş kadınları anmaktı. 7 Mart akşamı BAOB küçük salonda gerçekleşen geceye Bursa'daki koroların koro şefleri başta olmak üzere benimle birlikte pek çok konuk davet edilmişti. 
Bursa'da gezek kültürü olduğunu bilirdim ama daha önce evlerde yapılan bir gezeğe hiç katılmamıştım. 2017 yılında, yine Dünya Kadınlar Günü'nde Bursa Nilüfer Kadın Korosu tarafından verilen konserin teması Gezek idi. Ve ben ilk gezek deneyimimi o gece yaşamıştım. Ki gezek grupları aslında sadece erkek üyelerden oluşuyordu.
Büyük şehir koşullarında gezek için evlerde toplanmak zor olsa da, Bursa Dostluk-Gezek Derneği bu ufak ayrıntıyı Nilüfer Karaman Dernekler Yerleşkesi'ndeki salonlar ile çözmüş. Eğer bu geceki gibi özel bir program olacaksa, BAOB salonunda buluşuyorlar.
Her gezeğin, sanki gerçekten evde yapılıyormuşçasına, bir ev sahibi var.
Bursa Dostluk-Gezek Derneği'nin Kadınlar Günü'ne özel düzenlediği bu gecenin ev sahibi de Elif Neslihan Hanoğlu idi.
Fuaye alanına yiyecek içecek standı kurulmuş, masalar donatılmıştı.
Salona girip yerime oturduğumda sunucu kürsüsünün önünde flamaların asılı olduğu sehpada yanan bir fener gözüme ilişti. Hemen grup üyelerinden İhsan Bölük'ü yakalayarak sordum, "Fener nedir?" dedim. "Gezek toplantıları, her hafta bir üyenin evinde yapılırdı. Toplantının yapılacağı evin kapısına renkli bir fener asılırdı. Fener asma, gezek üyelerinin toplanılacak evi kolayca bulmalarını sağlama amacına yöneliktir ve o evde gezek yapıldığını gösteren eski dönemlerden kalma bir alışkanlıktır." dedi. 
Gördüğümüz üzere, Bursa Dostluk-Gezek Derneği 600 küsur yıldır yanan feneri söndürmemek için feneri her salı akşamı yakmaya devam ediyor.
İzleyici koltuklarına çevrilmiş mikrofonları görünce, dernek üyelerinden Samiye Berkmen'e "Biz de mi söyleyeceğiz?" dedim. "Evet," dedi, "adet böyle". Diğer konserler gibi sahnede koristler olmayacaktı. Herkes oturduğu yerden katılacaktı. 
İşte en güzeli de buydu. Birlik olmak, kaynaşmak, hep birlikte söylemekti. 
Gezek, dernek üyelerinden Sebahat Mutlu'nun sunumlarıyla başladı, Bursa Dostluk-Gezek Musiki Derneği Başkanı Ömer Lapacı'nın hoş geldiniz konuşması ile devam etti. Lapacı, Gezek Kültürü'nün UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesi'nde Geleneksel Sohbet Toplantıları adı altında Ulusal Envanterde kayıt altına alındığının altını çizdi.
Konuklara, bizler niçin gezekçiyiz biliyor musunuz diye sordu. Sorduğu sorunun cevabını kendisi verdi.
 Bursa Dostluk-Gezek Musiki Derneği Başkanı Ömer Lapacı
Dostluk için mi? Hayır'
Kültürümüze sahip çıkmak için mi? Hayır!
Türk Sanat Müziği dinlemek ve icra etmek için mi? Hayır!
İnsanlara hizmet etmek için mi? Hayır!
Ülkemize sahip çıkmak için mi? Hayır!
Geziler yapmak için mi? Hayır!
Evet, bunların hepsine tek tek, Hayır!
Bizler, bütün bunların hepsinin bir arada olduğuna inandığımız için gezekçi olduk. Bunların hepsini birlikte yaşadığımız için de gezeğimize sahip çıkıyoruz. 

Medyada Gezek
Gazete Duvar'dan Pelin Akdemir'in Bursa Dostluk-Gezek Musiki Derneği Başkanı Ömer Lapacı ve üyelerle yaptığı özel haberde Lapacı, “Biz bir kültür grubuyuz. Bursa’ya has, 650 senelik bir kültürü inşa ediyoruz, rast, hicaz, nihavend gibi her hafta değişik fasıllar icra ediyoruz. Gezekler'de sınırlı sayıda katılımcı oluyor. Gezek'te spor, siyaset gibi tartışma konuları konuşulmaz. Arkadaşlıklar onun için devam eder. Biri siyasi parti överse derhal çıkartılır. Gezeklerin uzun süre devam etmesinin tek gayesi arkadaşlık, samimiyettir. Gezek gecelerinde içki ve sigara içilmez. Yalan söylenmez. Gezek'e üye olmak isteyen kişinin Gezek üyelerinden bir üye tarafından önerilmesi gerekiyor. Altı ay süresince aday üye olarak toplantılara katıldıktan sonra katılımının uygun olduğu düşünülen kişi, yelek giydirme merasimiyle asil üye olarak topluluğa kabul ediliyor.” demiş. 
Dernek üyelerinin bir örnek giydikleri koyu mavi yeleklerinin anlamı, mavinin doğada gökyüzünün ve okyanusların rengi olması imiş ve Türk Sanat Müziğine olan sevdalarının, tabiata olan saygılarının, ufuklarının genişliğinin göstergesi olarak seçilmiş.
Kravat ve yeleklerin sol göğüs cebindeki mendilin yeşil olmasının sebebi de; güven, huzur, umut, uyum, denge, yenilik simgesi ve Yeşil Bursa demekmiş.
İçlerine giydikleri beyaz gömlekler ise saflığı, temiz ruhu, bağımsızlığı, tarafsızlığı, eşitliği, birliği, güvenilirliği, karanlıktan arınmayı temsil ediyormuş.  
Gezek üyeleri sosyal medya sayfalarına "Burada yalnızca Türk Sanat Müziği icra edilir, tanıtılır." yazmışlar. Müziğin dışında bir şeyin konuşulmadığı gezeğin sloganı "Saz başlar, söz susar!" imiş. 
O gece, Bursa Dostluk Gezek Derneği'nin hazırladığı, gezekler, korolar, şefler ve sazendelerin tanıtıldığı ‘Bursa’da Musiki Kültürü’ kitabı da okuyucu ile buluştu.
(Kitap, Bursa’da Özhan Marketler’de satışa sunulmuş.)
"Söz sussun, saz başlasın"
Şimdi artık söz sustu, sazlar çalmaya, hanendeler söylemeye başladı. 
İlk eser Gezek şarkısı:
“Dostlar yine beraberiz, gezek akşamındayız. Meşk-i sefa ederiz, gezek akşamındayız. Ne dert kalır ne de hüzün, gezek akşamındayız.”
Ardından Türk Sanat Müziği'nin klasikleşmiş eserleri geldi. Gezek üyeleri ve konuklar hep birlikte söylediler şarkılarını. Konuklar arasında Bursa'nın koro şefleri, "Yarına Şans Ver Kulübü üyeleri" ve özel konuklar vardı. 
İlk bölümün ardından ikinci bölüm İhsan Bölük'ün yönetiminde, dernek üyelerinden Mustafa Güleç'in eşi Hatice Güleç'e ait yağlıboya bir tablonun açık artırması ile başladı.
Büyük çekişme sonrası tablo, gecenin ev sahipliğini yapan Hanoğlu ailesine, bağış bedeli de Güç-Kat Derneği'ne gitti…

İkinci bölümde solistler birer birer soloya çıktılar.
Elif Hanoğlu'nun "Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine" eserini seslendirişinin ardından Sebahat Bulut, Zeynep Madenci'nin "Ben Kadınım" şiirini seslendirdi.
Ardından Ercan Paslıoğlu, gecenin konuk solistlerinden Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği Korosu'ndan Özlem Azılıoğlu, Esra İnhanlı, Samiye Berkmen, Saadet Yazıcı, Mustafa Palabıyık, Bahattin Başaran, gecenin sürpriz konuklarından Nihan Uslu, Fatma Aydın, İzzet Sancar ve son olarak da yine gecenin konuk solistlerinden Kültür Bakanlığı Klasik Türk Müziği Korosu'ndan Arzu Temel mikrofon başına geldiler. Kadınlar Günü dolayısıyla kadın solistlerin seçtiği eserler kadın bestekârların eserleri, erkek solistlerin seçtiği eserler de kadın temalıydı.
Sazendelerin arasında bulunan keman ve kemençe sanatçıları, Bursa Büyükşehir Belediyesi Orkestra Şube Müdürlüğü Türk Sanat Müziği Bölümü sazendeleri Serap Aksan ve Esra Gürkan da bu geceye özel olarak katılmışlardı.
Bursa Dostluk Gezeği gecesi, söz ve müziği Mediha Şen Sancakoğlu'na ait olan Türk Kadını Marşı ile nihayetlendi.
Ben de yazımı bütün kadınların sahneye gelerek söyledikleri o marşın sözleri ile nihayetlendirmek isterim.

TÜRK KADINI MARŞI

Atatürk'ün sayesinde,
Özgürlüğün adımıyım.
Türk anası payesinde,
Aydın bir Türk kadınıyım.

İster yetmiş olsun yaşım,
İlerici ve çağdaşım,
Yoksa haram olur aşım,
Aydın bir Türk kadınıyım.

Mukaddestir mücadelem,
Yurt ağlarken nasıl gülem?
Son bulsun ıstırap, elem,
Aydın bir Türk kadınıyım.

Allah'ımın izni ile,
Hayatımı versem bile,
Cahil diye düşmem dile,
Aydın bir Türk kadınıyım.

Şükür ben de Müslüman'ım,
Tanrı’ya tamdır imanım.
Türkiye’me kurban canım,
Aydın bir Türk kadınıyım.

Meş'aleyiz sönemeyiz,
Başka rejim denemeyiz,
Hilafete dönemeyiz,
Aydın bir Türk kadınıyım..

Sizi bilmem ama biz o gece feneri dostluk ve müzik ile söndürdük.
Dilerim herkes kendi gününü bitirirken kendi fenerini huzur ve mutlulukla söndürür...

9 Mart 2022 / C.E.Y. 

* Gecenin fotoğraf ve videolarından oluşan albüm için tıklayınız

"Steteskopunu da al git!"

Tarihe kayıt düşmek için söylüyorum;
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hakları için mücadele eden, görevlerini yaparken şiddete uğrayan hatta öldürülen, güvensiz ve onursuz bir ortamda çalışmak istemedikleri ve devlet büyükleri de arkalarında durup güvenliklerini sağlamadığı için ülkeden ayrılan doktorlara/sağlıkçılara "Gidiyorlarsa gitsinler!" dedi. 
"Biz de üniversiteyi bitiren yeni doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, yola bunlarla devam ederiz!" dedi. (Yeterliler mi dersiniz?)
"Yurt dışından ülkeye dönmek isteyenleri davet eder, onları da istihdam ederiz!" dedi. (Gelirler mi dersiniz?)
"Buralar boş kalmaz, merak etmeyin!" dedi. (Yerleri dolar mı dersiniz?)
"Doktorluk gibi aziz bir mesleği sadece paraya bina ettiniz!" dedi. (Hangi para doktorluk için yeterli dersiniz?)
(O bunları söylerken Sağlık Bakanlığı, 65-72 yaş arasında olup daha önce bakanlık veya bağlı kuruluşlarında çalışmış olan doktorların yeniden istihdamına yönelik yerleştirme işlemleri için başvuru ilanı yayınladı.)
Sayın Cumhurbaşkanımız bu cümleleri Prompter'dan okurken, okuduğunun ne manaya geldiğini anlıyordur herhalde değil mi diye düşündüm. Yarın bir gün ben masumum, dış güçler yazmışlar, Prompter'ı hacklemişler, aldatıldım, Rabbim affetsin demesin de...

Gerçi bu "kovalama" onun eski huyudur. Derdini anlatmaya çalışan çiftçiye "Ananı da al git!" demişliği vardı, doktorlara da adeta "Stetoskopunu da al git!" dedi.
Doktorları tamahkârlıkla, tembellikle, insanlığa sığmamalarıyla suçladı. 

Son dönemlerde neden sağlıkta şiddet arttı derseniz, işte "bu dil", "bu anlayış" derim.
Sesini duyurmak için sokağa çıkan kadını koruyacağına sopalayan, haklarını isteyen sağlıkçılara haklarını vermek için çalışacağına "Gidersen git, çok da fifi!" diyen bir anlayışın eseri hepsi.
Nedense, okumuş insanların okumamışları ezdiği algısı yerleşmiş beynine. 
Akademisyenler ropdöşambrlı ,diplomatlar monşer.  
Sanki okuyanlar bir eli yağda bir eli balda okudular. Sanki o (artık giyen de yok ama) ropdöşambrlı hayata kolay ulaştılar. 
Hele de doktorluk gibi ucu bucağı olmayan bir mesleği, masa başına geçip, emekliliğine kadar o masa başında çalışıp, köhneyip, bir an önce emekli olup maaşa geçmeyi bekleyen bir meslek sanmak akla zarar.
Doktorluk öyle herkesin harcı bir iş değil. 
Üniversite sınavında tıp fakültesine girecek puanı almaktan tut, altı yıllık fakülteyi lisans derecesi ile bitirmeye, pratisyen hekim olarak mezun olduktan sonra devlete hizmet yükümlülüklerini tamamlayıp diploma almaktan tut uzmanlık için TUS sınavını kazanmaya, sonrasında da tıptaki gelişmeleri takip etmeye, kendini sürekli güncel tutmaya kadar sonsuza kadar süren, ucu açık bir meslek bu.
Konusu da "insan bedeni"...

Kalp doktoru De Bakey’in klasikleşmiş, şehir efsanesine dönüşmüş bir diyaloğu vardır.
De Bakey'in, arabasını götürdüğü tamirci;
“İkimiz aynı işleri yapıyoruz. Şimdi sorunu bulacağım, kapakları ve kabloları değiştireceğim, gerekirse motoru yenileyeceğim. Siz milyon kazanırken ben sürünüyorum.” der.
De Bakey:
“Tüm bunları motor çalışırken yapmayı denesene..” diye cevaplar tamirciyi.

Bedeni yarmış, kalbi ya da ciğeri eline almış, damarlar arasında (bomba uzmanlarının mavi kabloyu mu yoksa kırmızı kabloyu mu keseceğini bildiği gibi) dolanıp hangisini kesip hangisini tamir edeceğinin kararını vermiş, ameliyat sonrasında her şeyi eski haline getirmiş birilerinden bahsediyoruz. 
Hastanın kalp atışından, nefes alışından, göz bebeğinin büyüklüğü ya da küçüklüğünden, hastanın ciğerinden gelen sesinden teşhis koyabilen, tıbbi raporları okuyabilen ve doğru değerlendirebilen birilerinden bahsediyoruz.
Yatan hastaların tüm bakımını yapabilen, gecesi gündüzü olmayan, bir sağlık kurumunun en kılcal damarlarına kadar görevli birilerinden bahsediyoruz.
Covid salgını boyunca evlerinden, ailelerinden, çocuklarından, sosyal hayatlarından uzak kalmış, üzerlerine yüklenen iş gücü ile ezildikçe ezilmiş, yorgunluktan eriyip bitmiş birilerinden bahsediyoruz.

Onların görevi bu, bunun için eğitim aldılar. Yaptıkları işten yüksünmüyorlar.
Ancak; yukarıda saydığımız sadece birkaç maddeye karşı, hasta yakınlarının saldırabildiği, darp edebildiği, silah çekebildiği, bıçakla yarayabildiği, öldürebildiği birilerinden bahsediyoruz. Üstelik bunca özveriye rağmen kendilerine vaat edilen haklar da görmezden geliniyor. 
Şimdi sen diyorsun ki dertleri zorları para.
"Mesele para değil, anlamıyorsun!"
Onurlu ve güvenli yaşamayı, bin bir zorlukla gelinen noktada (zaten kendisi yeterince stresli olan) mesleğini sağlıkla ve huzurla ifa edebilmeyi, devletin ve ailelerinin kendilerine yaptığı yatırımın karşılığını verebilmeyi istemek ne zaman suç oldu?

Eskiden aristokratlara mahsustu eğitim ve sanat gibi işler. Atatürk sayesinde tüm o haklar halka da sağlandı. Anadolu'nun bağrından kopup gelen idealist insanlar inşa etti ülkeyi.
Hatta öyle bir inşa ettiler ki, yıkmak için ne yaptılarsa yıkamadılar.
Şimdi de "gitsinler de meydan bize kalsın" diye bakıyorlar.
Galiba son kalanları da böylece temizleyelim diyorlar.

Ekilecek topraklar bina ile, koskoca şehir hastaneleri yetersiz doktorlar ile dolunca sistem işleyecek zannediyorsunuz da, işlemez.
Anasını alıp giden çiftçi ekip dikemeyince açlık gelir. Steteskopunu alıp giden doktor hasta bakamayınca insanlar sokaklarda ölür.
Elindeki değerlere sahip çıkamayıp elinden kaçırmakla, dışarıdan gelen güçle değirmen döndürmeye çalışmakla olmaz.
Bak ısınmandan beslenmene her konuda dışarıya mahkumsun zaten. 
Bu gidişle sağlıkta da mahkum olacaksın.
Benim keyfim yerimde, yediğim önümde yemediğim arkamda, sarayım ışıl ışıl aydınlık ve sımsıcak, doktorlar emrime amade diyorsanız;
Siz oralara kendi şahsi refahınız için çıkmışsınız demek ki.
Acıyan Allah bize acısın o zaman...

9 Mart 2022 / CE.Y. 

8 Mart 2022 Salı

Modern Dönemde Kadın Olmak

Yıldırım Belediyesi ve Bursa Teknik Üniversitesi (BTÜ)'nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamında ortaklaşa düzenlediği “Modern Dönemde Kadın Sorunları ve Çözüm Öneriler” başlıklı çalıştaydaydım dün. Yıldırım Belediyesi Sosyal Destek Hizmetleri Müdürü Filiz Çilingir'in davetiyle katıldığım çalıştay, Yıldırım Belediyesi'nde katıldığım ilk programdı. 
Salonda epey kalabalık bir kadın topluluğu vardı. Masalara iz bırakan Türk kadınlarının isimleri verilmişti.
Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz’ın ve BTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Bedeloğlu'nun yaptığı açılış konuşmalarının ardından düzenlenen panelde konuşmacılar birer sunum yaptılar.
 Panelistler
Paneli Uzman Psikolog Cihat Kaya yönetti. Konu başlıkları; Doç. Dr. İpek Beyza Altıparmak ‘Çalışma Hayatında Kadın’, Doç. Dr. Melda Medine Sunay ‘Kadın Olmak ve Çoklu Dezavantajlılık’, Dr. Öğretim Üyesi Selda Adiloğlu ‘Göç ve Kadın’ ve Uzman Psikolog Cihat Kaya ‘Kız Çocuklarının Kendilik Gelişimlerinde Baba Faktörü’ olarak izleyicilere aktarıldı.
Dersi olduğu için açılışa katılamadığını söyleyen Rektör Prof. Dr. Arif Karademir kısa bir konuşma yaparak salondan ayrıldı.
Panelin ardından masalardaki kurum, dernek ve kooperatif temsilcileri, bürokratlar, öğrenciler, akademisyenler ve medya mensupları, küme çalışması yapar gibi, "Kadın ve ..." başlıkları altında beyin fırtınası yapıp, sorunları ve çözümleri tartışarak notlar aldılar.
Çalıştayda medyayı temsil eden gazetecilerden Huriye Gül Kolaylı 

Masamızın moderatörü Sosyolog Şüheda Çakal idi
O notlar daha sonra akademik kurula teslim edildi ve günün sonunda ortaya bir metin çıktı. Çıkan bildirinin "şimdilik" kısa halini okuyan Doç. Dr. Melda Medine Sunay, daha sonra tüm metinlerin bir rapor olarak hazırlanacağını söyledi. 
 Doç. Dr. Melda Medine Sunay
‘Çalışma Hayatında Kadın’, ‘Kadın Olmak ve Çoklu Dezavantajlılık, ‘Göç ve Kadın’, ‘Kız Çocuklarının Kendilik Gelişimlerinde Baba Faktörü’ başlıklarına bakınca eminim ki sizin de içinizden pek çok cümle geçmiştir. Hele de siz bir kadın kişiyseniz kafanızı ah ah diye sallamışsınızdır. Merak etmeyin, panelistler de üç aşağı beş yukarı sizin içinizden geçenleri akademik bir dille ve istatistiki verilerle dile getirdiler.
Başlıkları kısa kısa özetlemek isterim:
* Ya annesi, ya kendisi ya da kızı ya da gelini çalışan kadınlar çalışan kadın olmanın zorluklarını iyi bilirler. Ev, iş, eş ve çocuk arasında koşa koşa yaşayan kadınlar nefes nefese kalıyorlar. Ununu eleyip ipe sermiş büyükanneler bakıma muhtaç torunlar ile al baştan çocuk yetiştiriyorlar. 
* Engelli kadın olmak ayrı bir hikâye. Aileler engelli kızlarını bir başka engelli adama hizmet edecek kaygısıyla evlendirmiyorlar. Erkek tarafına bakarsak; engelli bir kadın benim oğluma bakamaz diyerek engelli bir kadını gelin olarak istemiyorlar. Engelli erkeğin bir şekilde geliri varsa, sağlıklı ama muhtaç bir kadınla aşıyor engeli. Geliri olan kadın (engelli ya da sağlıklı) sevgi ve şefkat peşine düşüp de her karşısına çıkandan sevgi dilenirse çok zaman yanılıyor. Sevgi depoları dolu, kendine güvenen, kendi hayatını idame ettirebilecek kadar eğitilebilmiş olanlar biraz daha şanslılar.
Burada da engelli bireyin ailesinin eğitimli olması öne çıkıyor. 
Korumak adına toplumdan uzak tutulan engelliler, anne babanın gidişinin ardından sefil olup, yapayalnız yaşlanıp, bir başlarına ölüyorlar. 
* Göç ve savaş deseniz, anne ve çocuk derim. Evi darmadağın olmuş, evlatlarını güvenli bir ortamda tutamayan, karnını bile doyuramayan, kendi öz bakımını yapamayan, kadın olmanın zorlukları ile bir başına kalmış, ayrıca düşman askerleri tarafından "potansiyel cinsel obje" olarak değerlendirilme ve evlatlarının canı ile tehdit edilme riski ile karşı karşıya kaldığınızı düşünün bir. Filmlerde izlediğiniz sahneleri anımsayın. Onların hepsi gerçekti. Birinci Dünya Savaşı sırasında genç bireyler olarak oradan oraya savrulan büyüklerinizin anlattıklarını hatırlayın.
* Kız çocuklarının ilk aşkları olan babaları ile olan sağlıklı/sağlıksız ilişkilerinin geleceğe nasıl bir damga vurduğunu görüyoruz. Anne-baba ağzı birliği edemiyor, kendilerinin ebeveyn, çocuğun ise evlat olduğunu çocuğa hissettiremiyor, kavramları birbirine karıştırıyorlarsa işler gittikçe çıkmaza giriyor. Çocuk taraf tutmak zorunda kalırsa elbette ki daha çok taviz veren tarafı seçiyor. Kendi kişisel eksiklikleri için çocuğu kendi tarafında tutmaya çalışıp karşı tarafa düşmanlaştıran bir baba, kızına en büyük kötülüğü yapıyor.
Kadın Çalıştayı'ndaki Masa Arkadaşlarımız ve Katılım Belgelerimiz
Çalıştayın konu başlıklarına şöyle bir bakınca içimden şöyle bir cümle geçti:
"Siz hepiniz ben tek!"

Kadın ve Aile
Kadın ve Göç
Kadın ve Şiddet
Kadın ve Engellilik
Kadın ve Emek
Kadın ve Sosyal Hayat
Kadın ve Eğitim
Kadın ve Kırsal/Kentsel Yaşam

Kadın ve (namus-yuva-aile-annelik-çalışma hayatı-ev bakımı dahil olmak üzere) her şey, her şey...
Hani Zülfü Livaneli "Sevdalım Hayat" kitabını yazmayı bitirip de sıra önsözü yazmaya gelince, kendi hayatına şöyle bir bakıp, "Vay ben neler yaşamışım!" diye şaşırır ya, biz kadınlar da içinde debelendiğimiz gerçeklikle yüzleşince aynı öyle şaşkınlığa uğruyoruz.
O yüzden kadının karnından sıpa sırtından sopa eksik olmasın ki boş vakit bulup düşünmesin diyormuş eski adamlar. Düşünmeye ve sorgulamaya fırsat bulunca düzen bozuluyor elbet. Adamın keyfi kaçıyor. Konfor alanı daralıyor. 
Ancak dünya o günlerdeki dünya değil. Artık o anlamda bir konfor alanı yok. Birlikte çalışıp, birlikte yaşamak, hayatı her alanda paylaşma konforu var.
Kadınlar bu yeni dünyaya çok kolay uyum sağladılar ve hayata dört elle sarıldılar. Lakin sıkıntının büyüğü erkeklerde. Ve en çok da ne köy ne kasaba ne de şehir olamayan metropollerde yaşayan ailelerde.
Hem kadın çalışsın para kazansın hem de bana kul köle olsun, sesini çıkartmasın, İtilmiş-Kakılmış gibi yaşayalım diyen erkekler kadına şiddet ve kadın cinayetleri istatistiklerine ellerinden gelen katkıyı sağlıyorlar.
Hayatı birlikte yaşayalım, acıyı da tatlıyı da paylaşalım, birbirimize sarılalım, düşman değil dost olalım diyen erkekler ise hem aile olmanın, hem baba olmanın ve hem de eş olmanın konforunu yaşıyorlar. Bu adil düzende geçim yükü sadece erkeklerin sırtında değil, çocuk ve ev işleri de sadece kadının sırtında değil. Kim elinden ne geliyorsa onu yapıyor, kalan zamanda da birlikte vakit geçiriyor. 
Diğer türlüsünün kadın için kölelik, erkek için de sırtına semer vurulmuş dolap beygirliğinden öte geçmediğini artık pek çok kişi biliyor.
Bir çocuk hangi düzeni görerek büyürse gördüklerinin normal olduğunu düşünerek o yolda davranışlar geliştiriyor.
En iyi öğrenme aracı "göz" derler ya hani, parmak sallayarak olmuyor işte. Yaşayarak, yaşatarak oluyor. 
Kadınlar değişen dünyanın düzenine uyum sağladı, sıkıntı erkeklerde demiştik, belki de o yüzden bütün aksaklıkları kadınlar konuşuyor. Hoş, kadınlar "Şiddet-Cinayet-İstanbul Sözleşmesi-Taciz-Tecavüz-Haklar" diyerek seslerini yükselttikçe sırtlarına yine sopa iniyor.
Durumun vahametinin farkına varan ve bu gidişin adeta kadın soykırımına varacağını gören kurumlar ise yıllardır bu gidişata bir dur demenin yollarını arıyor.
Kadın cinayetlerindeki rakamlar her geçen yıl bir önceki yılı aratır hale geldi. Gencecik kızlar, hamile kadınlar, evlat sahibi gencecik anneler bir delilik haline kurban gidiyorlar. Ana babalarının, çocuklarının, arkadaşlarının yanında ya da bir tenhada acımasızca öldürülüyorlar.
Öldürenler ya "çok sevdiğini" söyleyen aşıklar ya "benden nasıl ayrılmak istersin" diyen kocalar ya "beni nasıl reddedersin" diyen egosu tavan yapmış psikopatlar.
Çoğu da iyi halden indirim alıp cezadan "yırtıyor".
Rastgele öldüren de yok değil. Eline samuray kılıcını alıp sokağa çıkan bir adam tarafından genç bir kadının paramparça doğrandığı vak'a hafızalarımızda henüz çok taze.
Bergen 
Bugünlerde filmi ile gündeme gelen Bergen olayının faili olan adam dışarıda serbest gezdiği yetmiyormuş gibi, şiddete hâlâ devam ediyor. Henüz yirmili yaşlarındaki genç kadının yüzüne bir kova kezzap döktüren, ameliyatlar sonrası hayata dönen kadına olan hırsını yenemeyip henüz daha 30 yaşındaki kadını kurşunlayarak öldüren bu adam, Bergen filminin Adana Kozan'daki gösterimini engelletebiliyor.
Film çekildiği günlerde medya Bergen'in katili olan Halis Serbest'e mikrofon uzatıyor, o da "Namusum için yaptım!" diyor.
Konu kapandıysa dağılabiliriz o zaman...
İstanbul Sözleşmesi Yaşatır 
Kadın ve Medya
Gazetelerde yer alan haberlerin veriliş şeklini de 'kadına şiddet'e örnek verebiliriz. Eril ve zehirli bir dil kullanan medya kadını kendi kafasına göre yargılayıp, direğin ucunda sallandırıveriyor. Daha geçtiğimiz günlerde bir muhabirin, Bursa'da boşandığı ya da boşanmak üzere olduğu kocası tarafından kurşun yağmuruna tutularak öldürülen öğretmen kadın için attığı başlık akıllara durgunluk verici raddedeydi. O muhabiri kaynak alan pek çok haber sitesi, aynı dili ve aynı başlığı kullanmakta bir sakınca görmediler. 
Trafik kazasına karışan araçların sürücülerini "erkek sürücü" olarak nitelendirilmeyip, "kadın sürücü" olarak üzerine basa basa söylenir mesela. Herhangi bir haberde kadının sarışın olduğunun, açık-saçık giyindiğinin altı çizilir. Böylece topluma alttan alta mesaj verilir, toplum yönlendirilir.
Canan Güleç, Huriye Gül Kolaylı, Filiz Çilingir, Serra Safiye Çavuşoğlu, Canan Ekinci Yılmaz  

Kadına Şiddet Haberlerinde Medyanın Sorumluluğu
Hatırlarsınız, İstanbul Rumeli Üniversitesi tarafından, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”ne istinaden, 25-26 Kasım 2021 tarihlerinde düzenlenen "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Sempozyumu"nda kadına şiddetin eğitim boyutu, hukuk boyutu, psikoloji boyutu ve medya boyutu akademisyenler tarafından enine boyuna konuşulmuş, ikinci gün konuşmacılarından birisi de ben olmuştum. 
O gün, yazan bir kişi olarak "Kadına Şiddet Haberlerinde Medyanın Sorumluluğu" başlıklı bir sunum yaptım ve medyanın eril diline dikkat çektim.
Yaklaşık yarım saatlik sunumda biz kadınlar birbirimizi dinledik, birbirimizi anladık, birbirimize hak verdik. Aramızda olan birkaç erkek öğretim üyesine varlıkları için teşekkür ettik.
****
Umuyorum ki kimse kendi evlatları ya da öğrencileri arasında kız-erkek ayrımı yapmıyordur.
Umuyorum ki bu çalışmalar sadece bir güne istinaden, sıra savmak için, "Yaptık Oldu!" mantığıyla değil, içselleştirerek yapılıyordur. 
Umuyorum ki çalıştay bildirileri dikkate alınıyordur.
Umuyorum ki büyüklerimiz bizim sesimize kulak veriyordur.
Yoksa, ne fayda!

8 Mart 2022 / C.E.Y. 

* Günün fotoğraf ve videolarından oluşan albüm için tıklayınız: