28 Haziran 2011 Salı

Katil kadınlar

Her gün üç-beş insanın öldürüldüğünü okuyoruz gazetelerde.
Basına yansımayan daha ne cinayetler var kim bilir.
Genelde katiller, saldırganlar hep erkek taifesi. Ya birbirlerini katlediyorlar ya da yanlarındaki kadınları. Güçlü ve baskın olan erkek ‘sevdiği!!’ kadının en doğal hakkı olan ‘yaşama hakkı’nı elinden almayı kendisine bir hak saymış.
Kadın öldüren erkekler kadar bir de erkeklerini öldüren kadınlar var. Kocalarını ya da sevgililerini gözlerini kırpmadan öldürebilenler...
Kimse onlarla pek ilgilenmiyor. Kadınların öldürülmesi vak’aları daha çok haber yapılıyor. Hele de habere 'namus cinayeti' yaftası yapıştırıldı mı kadın bir kez de gazete sayfalarında öldürülüyor.
Neden erkek bu kadar kolay öldürür diye soruyor insan. Ya maddi sıkıntılar sonucu çıldırma noktasına gelmiştir ya da yanındaki kadını kaybetmiş olmayı hazmedememiştir. Öyle mi?
Yoksa bütün bunlar öldürmek için birer bahane mi?
Esas neden kişilik bozukluğu mu? Hazımsızlık, duyarsızlık, sevgisizlik, ve merhametsizlik mi?
Erkek, bir insanı öldürürken olacakların önünü ardını pek düşünmüyor. Ne hapiste yatacağı günleri, ne şartların zorluğunu, ne de arkasında bıraktıklarını.
Trafikte yol vermeyen sürücüyü de öldürebiliyor, istediği şarkıyı söylemeyen sanatçıyı da. Çıkartıyor belinden tabancasını ve oracıkta saydırıveriyor. Pişman olmadığı gibi arkasında kaç ‘leş’ bıraktığıyla övünebiliyor bile...
‘Ya benimsin ya kara toprağın’ sözünü arabalarının arkasına yazan bir memlekette yaşıyorsak daha fazlasını beklemek de bizim hayalperestliğimiz olsa gerek...
Erkek çocuklar doğduklarından itibaren tabancalarla-kılıçlarla oynarlar. Karga yavrularını, kedi ya da köpek eniklerini yalaklara daldırıp çıkartarak zavallıcıkları hiç acımadan boğarlar.
****
Kız çocuklarsa o sırada bebekleriyle evcilik oynuyorlardır.
Anaçlık kadınların doğasında vardır. Öldürmeye değil doğurmaya ve yaşatmaya programlanmışlardır.
O yüzdendir ki kadın öldürürse öyle öfkeye kapılarak öldürmez. Yudum yudum dolarak gelir o raddeye. Planlar, programlar ve uygular.
Cinayet işlemiş dahi olsa, eğer ki psikolojik bir hastalığı yoksa, kadın cani değildir.
O cinayetlerin ardındaki hikâyeleri ise kimse dinlemez.
Kocasına itaat etmemesi, kendisine ekmek getirenin canına kastetmiş olması en büyük suçtur.
Yediği dayaklardan bunalıp da kocasını şikayet etmek için gittiği emniyette dahi ‘Hanım hanım, kocandır döver de sever de!’ denir.
Korunmaz, kollanmaz. Şiddet gördüğü için kocasını dava ettiğinde, davaya bakan mahkeme heyeti kadına manidar gözlerle bakar.
Başkaldıran bir asidir o. Doğru düzgün bir kadın olmuş olsa zaten kocası onu niye dövsündür, değil mi? Kesin hak etmiştir...
Kadın dediğin kan kusup kızılcık şerbeti içtim demelidir. Boyun eğmelidir. Ses çıkartmamalıdır.
Kocalarını öldüren kadınlar için ‘Niçin öldürüyor, boşansın gitsin der’ bazıları da.
İşkembeden atmak denir ya hani, işte öyle atarlar kendi tuzlarının kuruluğunda.
Onların dediği gibi medenîce boşanabilir mi sanki o kadınlar?
Görmüyor musunuz boşanmak istedi diye paramparça edilen kadınları?
Sadece ayrılmak istemiş olması dahi öldürülmesi için yeterli bir suç.
Ayrılıp baba evine dönse sanıyor musunuz ki durum orada daha iyi olacak. Bu kez de babası, ağabeyleri ve ailedeki diğer erkekler göz açtırmayacaklar kadına. Bir yandan da etraftaki erkekler musallat olacaklar.
Sığınma evlerine gitse, o da nereye kadar. Orada da bulup infaz etmiyorlar mı zaten.
Kadın bütün bunları ölçe-biçe-tarta karar verir. Verir ki; ya ölecek, ya da öldürecek...
Bir kadın; öldürmekten zerre kadar korkmaz hale gelmişse, yuvasından ve evlatlarından ayrılmayı göze almışsa varın siz hesap edin ne kadar büyük bir cenderede sıkıştığını.
Unutmayın ki kaybedecek bir şeyi olmayanlar her zaman en tehlikeli kişilerdir.
Hapiste yaşamak korkutmaz onu artık. Zaten yaşadığı hayat da bir çeşit hapishane değil midir? Üstelik de her an her türlü işkenceye tabi tutulduğu bir hapishane.
En azından gerçek hapishanede sağdır. Arada sırada da olsa sevdiklerini görebiliyordur. Yaptığından belki pişmandır belki değildir ama her iki şekilde de bu hayatı hak etmediği gün gibi ortadadır.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinin son sahnesini hatırlayın. Ali Kaptan’ı vuran kişi kendi öz annesiydi. Demek insan bazen o kadar çaresiz kalabiliyor ki, gözünden sakındığı evladına dahi kurşun sıkabiliyor.
Birinin hayatta kalabilmesi için son çare bir diğerinin ölümü olmamalı.
Keşke ailelerine sürekli zarar veren hasta ruhlu bu insanlar tedavi edilebilseler. Keşke toplumda zararsız yaşamayı öğrenebilseler.
Bir suç işlediklerinin ertesi günü sorumsuzca salınıvermeseler. Devreye psikologlar, psikiyatrlar girse. Devlet vatandaşına sahip çıksa.
İnsanların çaresizliğine çare olunsa. Yasalar çıkartılsa, yaptırımlar uygulansa. Fizikî ya da ruhî şiddet uygulayıp çevresindekilerin hayatlarını cehenneme çevirenlere ağır cezalar verilse.
Ve bu cinayetler artık bitse.
Ne yazık ki medenice yaşamayı da, medenice ayrılmayı da beceremeyen bir toplumuz.
Ben’ce;
Ne kadınların hepsi birer melek, ne de erkeklerin hepsi birer şeytan;
Bütün mesele insan olabilmektedir, insan!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder