Nihayet sessizlik...
Tamam mı, bitti mi, rahatladık mı? Hadi artık dağılalım o zaman. Siz de toplayın bayraklarınızı, boşaltın bürolarınızı, seçildiyseniz de seçilmediyseniz de geçin işinizin başına.
Yılbaşı çekilişindeki büyük ikramiyenin kendisine çıkmayışının ardından beğenmediği işine çaresiz dönmek gibi bir şey bu da. Hani bilet alındıktan çekiliş tarihine kadar bin bir hayal kurulur ya. Evler alınır, arabalar alınır, işler değiştirilir, tatillere gidilir, hâttâ belki de o tatillerden geriye hiç dönülmez. Sonsuz bir zenginlik, sonsuz bir mutluluk vaat eder o minicik kâğıt parçası insana.
Umuttur, heyecandır, plandır, programdır…
Sonra çekiliş yapılır. Nasılsa birilerine çıkacaktır o ikramiye. Çekiliş öncesi ‘Ya bana çıkarsa!' diye hayallenilen durum, çekiliş sonrası ‘Ya bana çıkmadıysa!' ya dönüşür. ‘Ya çıkmadıysa!' diyerek numaraların kontrolü biraz daha uzatılır, tatlı tatlı kurulan o hayaller bir çırpıda yıkılsın istenmez.
Tabii el mahkûm sonuç nihayet öğrenilir. Çok zaman amorti bile yoktur. Dolayısıyla istense de istenmese de her şey kaldığı yerden devam eder.
Biletine ikramiye isabet edenin hayatıysa artık asla eskisi gibi olmayacaktır.
Sonuç itibariyle kazanan da kazanmayan da hepsi kendi yoluna gider…
Seçimlerdeyse gerçek kazanan her zaman halk olmalıdır aslında. Sonuçta bu yarış halka en iyi hizmeti vermek adına değil midir zaten...
Kazanan parti mensupları kazandıklarına sevinirler, doğaldır. Bir yarışa girmişlerdir, ipi göğüsleyenin sevinç yaşaması kaçınılmazdır. Bu sevincin abartılısı insanın aklına farklı farklı şeyler de getirmiyor değil hani. ‘Niye bu kadar çok seviniyorsunuz?' diye düşünmeden edemez insan. Bu kadar hizmet aşkıyla yanıp tutuşuyordunuz da biz mi bilmiyorduk? Yoksa o makama ulaşmanın kendinize sağlayacağı faydalar mıdır sizi bu kadar sevindiren?
Bu arada kaybedenler neye üzülürler? Tercih edilmediklerine mi, istenmediklerine mi? Yoksa bu üzüntüleri karşı tarafa yenilmiş olmalarının hırsı mıdır?
Kazanan tarafın taraftarlarında bir ukâlalık, bir tepeden bakışlılık peydahlanması kaybeden tarafın taraftarlarının canını epeyce sıkar.
Kazanan onlar olsa onlar da aynısını yapacaklardı belki ya, belki de o yüzden o psiklojiyi çok iyi bilirler. Çocukça bir davranış mı diyorsunuz buna? Yapılmaz mı diyorsunuz? Maçların ardından taraftarların birbirlerine ettiklerine bir bakıverin o zaman. Pek de farklı sayılmaz…
İşin tantanasının ötesinde; kaybeden tarafta olanların korkup sindiklerini, hâttâ bu korkuyla zaman zaman taraf değiştirdiklerini ya da söylemlerini yumuşattıklarını da görürüz. Kaybeden taraftakiler bir bakıma zincirin zayıf halkalarından da kurtulmuş olurlar böylece. Kazandıkları kadar ‘var' olacak olanlar demek ki hiçbir zaman gerçekten ‘var' değillermiş.
Korku egemen toplumlarda iktidar olmak her zaman şaibelidir. Kazanılan zafer gerçek bir zafer değildir. Böyle kazanılmış bir yarışta birinci olmak muteber değildir
Tabii ki o şartlarda yarışanlar bunu önemseyecek anlayışta olsalar ne o korkutmalara, ne de o dolambaçlı yollara girerlerdi zaten diyorsanız, siz de haklısınız.
Yok hakkıyla kazanmışlardır diyorsanız, o zaman artık sokaklarda ya da televizyonlarda ağlaşıp ‘Yardım edin Memedali Beğğğyy!' demeyi de bırakırsınız.
Aklı selim insan zaten neyi neden istediğini de, neyi neden istemediğini de gayet iyi biliyor.
Tavrını açıkça sergiliyor. Hem acizlenip, hem şikâyetlenip, hem de gidi inanmadıklarına yaltaklanıp el-etek öpmüyor. El-pençe divan durmuyor.
Onursuz bir kazanan olmaktansa onurlu bir kaybeden olmayı tercih ediyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder