28 Şubat 2015 Cumartesi

Hocalı’ya Giden Yol’a taş döşeyenler…

Azerbaycan Kültür Derneği Bursa Şubesi tarafından Hocalı katliamının 23. yıldönümünde, Hocalı’ya Giden Yol‘u anlamak üzerine bir panel düzenlendi.
Ördekli Kültür Merkezi’nde düzenlenen panele Gazeteci-Yazar Ali Eşref Uzundere, Prof. Dr. Selçuk Kırlı ve Türkiye Yörük Türkmen Dernekleri Genel Sekreteri Fahrettin Beşli panelist olarak katıldılar.
Etkinlikte MHP İstanbul Milletvekili Atilla Kaya, Ak Parti Bursa milletvekili aday adayı Kurban Güneş, milletvekili aday adayları Selçuk Türkoğlu ve Hasan Toktaş da izleyiciler arasındaydı.
Azerbaycan Kültür Derneği Bursa Şubesi Başkanı Handan Askeran Ton’un açılış konuşmasının ardından panelistler Fahrettin Beşli’nin moderatörlüğünde sunumlarını yaptılar.
Fahrettin Beşli sözü panelistlere vermeden önce: “Biz insanları öldürüp kuyulara atıp üzerine gömecek insanlar değiliz. Olsaydık dünyada Ermeni kalmazdı. Böyle mi olmalıyız? Hayır.” diyerek barışcıl tavrını gösterdi.
Sözü alan Eşref Uzundere, Hocalı katliamını tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren fotoğraflardan oluşturduğu sunumunu verdiği bilgilerle zenginleştirerek anlattı. İnanılmaz derecede vahşet içeren fotoğraf kareleri barkovizyondan geçerken izleyicilerin halet-i ruhiyesi de değişiyordu.
Hangi insanlığa sığardı bu işkenceler derseniz, “Hangi insanlık?” derim…
****
Sözü alan Prof. Dr. Selçuk Kırlı, Hocalı’ya Giden Yol’u anlattı belgeleriyle.
Kırlı, bu tarz anma günlerinin düzenlenmesinin önemine değinirken, geçmişe üzülmek kadar geleceği de planlamamız gerekliliğinin üzerinde durdu.
Ermeniler’in, yaptıkları mezalimi açıklamak için mağduru oynadıklarını ve bunu da yerelden çıkartıp uluslararası platforma taşıdıklarını söyledi.
1830’lu yıllarda Yunanistan, ardından Bulgaristan’ın ve Sırbistan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri, 1856 yılında hristiyan azınlıklara yönelik çıkan Islahat Fermanı, 93 harbinin ardından 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve özellikle de 16. maddesi, yine 1878’de Berlin Konferansı’nda imzalanan antlaşma ve özellikle de 61. maddesi Ermeniler’in de böyle bir girişimde bulunmalarına önayak olmuş.
'Ermeni Meselesi’nin altında yatan düşünce yapısı Hay Dat Dotrini’dir diyor Selçuk Kırlı.
Buna göre; tarihi Ermeni topraklarının geri alınması ve Birleşik/Büyük Ermenistan ulusal devletinin kurulması, dünya yüzüne dağılmış Ermeniler’in söz konusu topraklara dönmesi ve sosyal devletin kurulması hedefleniyor.

“Tarihi Ermeni toprakları mı?” dediniz, değil mi?
Evet, onlar öyle bir denizden denize, yani Hazar’dan Karadeniz’e ve hatta Akdeniz’e uzanan, Anadolu’yu da içine alan bir Ermeni devleti kurmuşlar kendilerince. Oysa tarihte Ermenistan yok. Bütün bunlar Ermenilerin hayalatı ve efsanesi diyor Kırlı Hoca.
Sınır çizmişler de, sınır çizmekle olmuyor elbet, sınırın içini dolduracak halk da lazım. En çok da bir efsane lazım.
Mıgırtıç Herimyan’ın efsanesini ve İsmail Gaspıralı’nın buna verdiği cevabı ve Ermeniler’e destek verenleri anlatıyor Selçuk Kırlı.
İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya, hepsi kendi çıkarları için destek verdiler diyor. Batı ve Doğu Türklüğü arasında tampon bölge oluşturmak ve güçsüzleştirmekti esas amaç diyor.
“Uluslararası ilişkilerin bir tek patronu vardır. O da bir numaralı şeytan olan paradır” diye ekliyor.
O dönemde Ermeni okumuşları Avrupalı gibi yaşıyorlardı ve Ermeni Gregoryan kilisesi de çok etkiliydi. Kürtler ise değil ve Kürtler herkesi doğrayabilir mantığıyla oluşturulan sarmaldan hala çıkabilmiş değiliz.

Mesele neden bitmez?
Oluşum için önce toprak, sonra insan, sonra yaratılış efsanesi, sonra da başarı lazım demiştik.
Bunların üzerine eklenen mağduriyet, ötekileştirme ve şeytanlaştırma ile birlikte okların hepsi Türk milletini gösteriyor.
O yüzden; Biz onların varoluş efsanesiyiz, biz olmazsak onlar yok. Bizim varlığımız ile var oluyorlar diyor Selçuk Kırlı.
“Tarihi yazmayı bilmiyoruz, okumayı da bilmiyoruz, en azından ders çıkartmasını bilelim” diyor.
Anlattıklarında bahsettiği Kompani ile bugünkü Kobani’nin aynı yer olduğunu öğreniyoruz.
****
Sunumun ardından MHP İstanbul Milletvekili Atilla Kaya mikrofonu alarak birlik ve beraberlik çağrısında bulundu.
Dün akşamüzeri düzenlenen bu etkinliğe Bursa Türk Ocakları, Türkiye Kamu-Sen İl Temsilciliği, Kars-Ardahan-Iğdır Dernekler Federasyonu, RUDEF, Bursa Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği ve Bursa Ahıskalılar Derneği de destek verdi.
****
Ermeniler ve Dersim üzerine yazdığım yazıyı okumak için tıklayınız:
Savaşlar ve zulümler yaşanırken biz ne yapıyoruz. Sordum. Okumak için 
tıklayınız:

27 Şubat 2015 Cuma

Kim daha mal?

Mal beyanı isteyen mi daha MAL, ciddi ciddi veren mi daha MAL anlamadım...
Birileri gece yatmış, sabah kalkmış, rüyasında fikri gelmiş olmalı ki bizden de mal beyanı istemiş.
Hay Allah, hangi birisini söylesem şimdi... 
Evdeki antikadan evcil hayvana kadar soruyorlar.
Keşke eve gelip görseler ve kendileri tespit etseler. 
Evin kendisi antika, Pati'yi de cümle alem biliyor zaten....
Kimlik numaramızdan avuç içi izimize kadar arkamız izlerle doluyken, bir TIK'la yedi ceddimiz ortaya dökülüyorken, MOBESELER marifetiyle sokakta ayağımızı bile yan basamazken, gel sen tek tek neyin var neyin yok şu formu el ile doldurarak söyle.
Borcun harcın nedir söyle.
Alacaklın kimdir söyle.
Kolundaki boynundaki altının toplamı kaç eder söyle.

Ne bilelim efendim, evde kuyumcu kantarı mı var iki tane küpeyi koyup tartalım?
Siz bizi kendiniz sandınız zaar. Kutu kutu paralar, külçe külçe altınlar....
Peee......

Biz de sizden istesek bir mal beyanı diyorum...
"MAL biziz, yetmez mi?" mi diyeceksiniz?
Vallahi doğru, ama malı da götürdünüz. Umarız biz de en kısa zamanda malları götürürüz.
Daha ne diyim.... 

Şimdiiiii bir soru da ben size sorayım, ne yapacaksınız bu kayıtları bakayım?
Hangi arşivlerde tutacaksınız?
Acil durumda "ilk el konulacaklar" listesine mi alacaksınız bizi?
Yoksa "bundan bir cacık olmazlar" listesine mi? 
O mal beyanı formu kağıtçığına çok şey yazmak isterdim aslında.
Şöyle bir içimi dökmek efil efil....
Sonra da ver elini Kütahya Yarı Açık...
****
Ben servetimi, benim için en değerlileri yazsam, oradakilerden hangisi bunu anlayabilir ki...
En iyisini Can Baba yapmış. Tam bizim anladığımız gibi yazmış anlatmış.

Buyrun size mal beyanı, hem de en zengininden.
1-Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen.
2-Gökyüzünde bi bulut.
3-Bitlis'te beş minare.
4-Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili. 
5-Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı.
6-Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü.
7-Palandökende bir palan, iki döken.
8-Kastamonu'da üç kasto.
9-Üç fay hattı.
10-Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma.
11-Dünyada mekan.
12-Ahirette iman.
13-Denizde kum.
14-Uzayda yer çekimsizlik.
15-Bi çuval gazoz kapağı.
16-Bi kibrit kutusu sigara izmariti.
17-On sekiz saç biti.
18-Biri İngilizce 6 adet küfür.
19-Yirmi tane boş naylon poşet.
20-Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht.
21-Bi sürü saç sakal, kil, tüy, yün.
22-Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank.
23-Bi ayakkabı çekeceği.
24-İki büyük taş kütlesi.
25-Bir adet ağaç gölgesi.
26-Üç kuş kanadı sesi.
27-Bi sürü kedi köpek.
28-Bi Marmara denizi.
29-Camına yaşlanıp seyredilen iki piliç çevirmeci.
30-Her aksam karıştırılan dört çöp bidonu.
31-Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili.
32-Nakit 15 kuruş.
33-Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bi ömür.

26 Şubat 2015 Perşembe

Sporunuzu Cadillac’ta yapmak istemez misiniz?


Spor yapan bedenlerin diriliği ve esnekliği herkesi cezbetse de herkes spor yapmıyor malum. Yapamıyor demiyorum, çünkü istense yapılabilineceğini biliyorum.

"Ben çok hareketliyim ama....." diye başlıyoruz ya sporsuzluğumuzu alalamak için, işte "ama"dan önceki söylenen her sözün solda sıfır olmuş olduğunu bir kez daha kanıtlamış oluyoruz bu deyişimizle.
Hımbıl hımbıl oturmaktansa hareketli olmak elbette ki daha iyidir. Lakin o spor değildir.

Spor yapmak için illa ki spor oyunlarına dahil olmak da gerekmez. Top oynamak gerekmez, yer minderinde parendeler atıp amuda kalkmak gerekmez, koşarken rekor kırmak gerekmez.
80'li yıllarda Türk filmlerinde dahi kendisine yer bulmuş olan, garip kıyafetlerle ve çılgın müziklerle kan ter içinde kalınarak yapılan aerobik tarzı atraksiyonlar yapmak gerekmez.
Düzenli ve tempolu yapılan bir yürüme ile şartlar elveriyorsa bütün sporların anası olan yüzme kendi başına yapılabilecek sporların en kolayı...
Eğer ki spor daha ciddi anlamda yapılacak ise bir salona gitmek ve bir bilen eşliğinde çalışmak gerekiyor. Ki hangi hareketi yaparsa bedeninde neler olacağını bilsin insan, vücudundaki değişimleri gün be gün izlesin. Sonra da bunu bir yaşama biçimi haline getirsin
Yoksa "Yaz başlarken bir-iki ay hoplayıp zıplayalım, kan ter içinde kalalım, ite kaka birkaç kilo verelim, sonrası Allah kerim" mantığı değil spor...

Bu kadar spor dedikten sonra biz en iyisi sözü bir bilene bırakalım ve AG Fit&GYM Pilates Salonu ortaklarından, Beden Eğitimi Öğretmeni, eskrim ve yüzme antrenörü ve pilates eğitmeni olan Ayşe Aktan'a verelim.
O anlatsın bize pilatesin inceliklerini, yapılan sporun her hücremize kadar nasıl bizi yenilediğini.

Ayşe Aktan kimdir, seni tanıyalım önce...
Bursa Atatürk Lisesi'nden mezuniyetimin ardından Manisa Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nda eğitim gördüm. Diplomamı aldıktan sonra çeşitli kurumlarda Beden Eğitimi Öğretmenliği yaptım, halen de yapmaktayım.
Lise yıllarımda eskrim yaptım. Eskrim ile Milli Takım sporcusu oldum. Üniversitede step aeorobiğe merak sardım. Uzun yıllardır step aerobik yapıyordum. Okuldaki uzmanlığımı yüzme branşında yaptım.
Lise yıllarından beri yakın arkadaşım olan Gülay Durak ile birlikte açtık bu salonu.

Pilatesi anlatır mısın bize?
Pilates; ortopedi, kronik ağrı ve birçok rehabilitasyon alanında kullanılamaya başlanmış. Bizim ülkemizde yaygınlaşması yeni.
Pilatesin temelinde ciddi bir koordinasyon ve konsantrasyon, denge var. Diğer salon sporlarına göre daha sakin. Nefes nefese kalınmayan, çok ağır aletlerin altına girmenize gerek bırakmayan bir yöntem. Hem spor yapıp hem dinleniyorsunuz pilates ile. Hem beden çalışıyor hem zihin çalışıyor. Dinlendiriyor. Bu da insan üzerinde tatlı bir yorgunluk yaratıyor.

Pilates'in kaynağı nedir?
Jozef Pilates bu işin babası ve kendisi de fiziksel sorunları olan bir insan. Pilates 1900'lerde daha çok fizik tedavi amaçlı çıkmaya başladı. Bel fıtığı olanlar, sırt ağrılarından şikayet edenler, ortopedik sorunu olanlar tedavi amacıyla kullanıyorlar.

Pilates boyu uzatır mı?
Evet, uzatır. Çünkü öncelikle doğru durmayı öğretiyor. Omurlar arasındaki mesafeyi doğru duruşa getirerek bedeni dikleştiriyor. Çalışan kas grupların da kuvvetlenince, kaslar bedenimizin askısı olduğu için duruşu dikleştiriyor. Vücut sıkılaştıkça ortaya daha fit görüntü çıkıyor. Daha dinç ve daha enerjik görüntüyle kişinin kendisine olan güveni de artıyor.

Pilatesle kilo verilir mi?
Evet verilir. Çünkü pilateste yapılan çalışmalar kişinin kas kütlesini geliştirir. Kas oranı ne kadar fazla olursa yağ yakım hızı da o kadar yüksek olur.

Pilatesi yapanlar bunun ruhuna giriyorlar mu?
Pilateste en önemli temel nefes. Doğru nefes prensibi ile çalışmak gerekiyor. Hem solunum, hem hareket doğru yapılacak. Bu da ciddi şekilde konsantrasyon gerektiriyor.

Vücutlarını hissediyorlar mı? Kendimden örnek verecek olursam; spor yaparken yalnızlığı tercih ederim, vücudumun her zerresi ile bütünleşirim. Böylece de yaptığımın ancak o zaman işe yaradığını hissederim.
Çok doğru bir tespit. Bunu da en fazla pilateste hisseder insan. Vücuduna hangi kasın çalıştığının farkındalığı yüksek olur.
Yaptığı hareket esnasında o an vücudunun neresinde olduğunu bilir. Hem de tanır vücudunu.
Pilates yaparken bedeninin her noktasının farkına varır kişi.

Çalışmalarınız nasıl oluyor?
Bütün çalışmalarımız bir eğitmen eşliğinde birebir oluyor. Reformer özellikle hocayla oluyor.
Bu yöntemle çalışanlar "Şimdiye kadar ben hiç spor yapmamışım" ya da "Eğer bu bir egzersiz ise ben şimdiye kadar ne yaptım" algısıyla yüzleşiyorlar.
Ortopedik rahatsızlıklarda yüzmenin dışında doktorlar tarafından da önerilen bir yöntem Re-Former...

Pilateste 'merkez' neresidir?
Pilateste merkez karın bölgesidir. Karın bölgesini aktive ediyoruz. Sadece nefes alıp vererek bile üyeyi yoruyoruz. Derin nefes alma verme tekniği ile karın kasları doğru kullanarak çalıştığı ve karnı aktive ettiği için bütün vücuttaki egzersiz daha kuvvetli hissediliyor. Hareketler yanlış nefes tekniğiyle yapıldığında ne kadar çok tekrar yapılırsa yapılsın çok da işe yaramıyor.

Üye size geldiğinde ilk karşılamada neler yapıyorsunuz?
Gelen üyeye önce vücut analizi yaparız. Ayaktan tepe noktasına kadar oluşmuş olan duruş bozukluklarını tespit ederiz. Yanlış duruş, yanlış yapılmış spor etkisi var mı bakarız. Omurgasında skolyoz var mı bakarız. Uzun süre araba kullanan, masa başı çalışanlarda duruş bozuklukları vardır. Yanlış dura dura kas grupları da yanlış çalışıyor. Kaslar kısa ve gergin hale gelebiliyor. Biz gelenlerin neye ihtiyacı var onu tesbit ediyoruz.
Kısa ve gergin kası uzatmak, uzun ve kuvveti az olan kası güçlendirmek gerekiyor. Ona göre programlar uyguluyoruz.

Duruş tespiti nasıl yapılıyor?
Atlet, tayt ve çıplak ayak olmalı kişide. Vücudunu hissedebilmemiz lazım.
Çıplak ayakla yürütüyoruz. Nasıl bastığına bakıyoruz. Dizleri, omuzları, beli, boynu, hepsi tek tek anatomik olarak elden geçiyor.
İlk geldikleri hallerinin fotoğrafları çekiliyor, tüm ölçüleri belgeleniyor. 10 saatin sonunda da karşılaştırma yapılıyor.

Spor nelere iyi gelir?
Spor yapınca öncelikle seratonin salgılanır. Bu bir de güneş ışığı ve çikolatada var. Seratonin size kendinizi iyi hissettirir. Depresyon kelimesiyle olan bağınızı keser. Kan dolaşımın hızlanması ile en uç noktalardaki damarlar dahi kanla sulanır, dokular ve organlar daha fazla beslenir, bu da yanında sağlıklılığı getirir.

Aletler nelerdir?
İnsanlar aletli çalışmanın önemini anladılar artık.
Joseph Pilates bu işin babası ve kendisi de fiziksel sorunları olan bir insan. Pilates 1900'lerde daha çok fizik tedavi amaçlı çıkmaya başladı. Bel fıtığı olanlar, sırt ağrılarından şikayet edenler, ortopedik sorunu olanlar tedavi amacıyla kullanıyorlar.
Grup Pilatesinde pilates topu, pilates lastiği ve trx kullanılıyor.
Reformer Pilates'te, Tower Reformer ve Cadillac kullanılmakta.

"Reformer Pilates", "Grup Mat Pilates", "Cadillac, trx, ag", "Personal Training"
Cadillac ve reformer aslında kardeşler. Fakat üzerinde yapılan egzersizleri farklı.

Grup derslerini nerede yapıyorsunuz?
Grup dersleri için salonumuz var. Yine öğretmen eşliğinde ve irili ufaklı toplarla çalışıyoruz.
Butik bir spor salonuyuz ve bizimle çalışmak isteyen kişiler sporun bilincine varmış kişiler.

Sevgili Ayşe ile kahve eşliğinde yaptığımız bu sohbetin sonunda bir kırk yılı daha garantiledik.
Veda etmeden önce ise, sohbetimiz esnasında salonda da bizden başka kimse olmaması sebebiyle mecburen kendi fotoğrafımızı kendimiz çektik.
Fonda çalan müziğinden aydınlatmasına kadar huzurlu, mutfağından banyosuna ve soyunma odasına kadar kadın titizliğindeki bu ortamda öğrencileriyle spor dolu günler dileyerek ayrıldık birbirimizden...

24 Şubat 2015 Salı

'Özge ile 80 dakika'ya dünyayı sığdırdık

Yazının başlığına bakıp da "Koskoca dünya seksen dakikaya sığar mı?" demeyin. Sığar elbet.
İçinde yaşadığımız hız çağında "80 günde devr-i alem"in yerini "80 dakikada devr-i alem"in almış olması pek de şaşırılacak bir durum değil açıkçası.
Yeter ki siz dünyada şöyle bir tur atmak isteyin, onun da var bir çaresi.

Geçen yıl bugün izlediğim bir etkinliği paylaşacağım bugün sizlerle.
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, Kültür ve Sanat Etkinlikleri kapsamında ve 21 Şubat Dünya Rehberler Günü dolayısıyla, profesyonel rehber Özge Ersu'yu Seyrantepe'deki Merkez Salonu'nda konuk etmişti.
Gidip bizzat yerinde izlediğim "80ksen Dakikada Dünya Turu" konferansında, konuklarını dünyanın bir ucundan diğer ucuna farklı bakış açılarıyla uçuran Özge Ersu'yu ve verdiği konferanstan izlenimlerimi anlattım ben de dilim döndüğünce.
Bu yazıda onun konuları nasıl işlediğini hayalinizde canlandırabilir ve kendisini daha iyi tanıyabilirsiniz.
Seksen dakikanın tümünü anlatmaktan haz alacak olsam da, korkmayınız, anlatmadım elbet. Hem yazının sonu gelmek bilmezdi, hem de okumak izlemeye benzemezdi.

"Özge Ersu kimdir?"
Hani insan pek çok şey söylemek ister, cümlelerin tümü birden sıraya girmeksizin gelir çıkışa doluşur, siz de anlatmaya hangi cümleyle başlayacağınızı bilemezsiniz de susar kalırsınız ya; işte anlatılacak yönü çok olan insanları anlatmak tam da böyle...
En önemsediği unvanı olan rehberliğinden mi başlasam acaba?
Ki otuz yılını verdiği, sayısız kere ödüllendirildiği büyük aşkı...
Özel insanlara güzel müzikler yaptığı radyoculuğundan mı ya da?
Ki ince eleyip sık dokuduğu, birbirinden seçkin eserleri bir tema bütünlüğü içinde sunduğu, 'Lateradio'su...
Gezdiği ülkelerin bilinenlerini değil, bilinmeyenlerini anlattığı radyo belgeselciliğinden mi?
Ki, ruhumuzu kanatlandırıp, diyar diyar dolaştırdıktan sonra getirip yerine bıraktığı, 'Laterna'ları...
Programlarının sunum kapaklarını, yani afişlerini hazırladığı tasarımcılığından mı?
Ki hepsi birbirinden yaratıcı, hepsi birbirinden hayranlık uyandırıcı...
Kendine ait ersu.net sitesinde kaleme, pardon klavyeye aldığı anılarından mı?
Ki pek çoğu gözlerden yaş gelene dek gülme garantili, kimisi de gözlerden dökülen yaşlara engel olmaya çalışılırken gülümsemeli...
Ah Reşat Amca...
Ne çok sevdik biz seni...
Bir çeşit Wikipedia ya da Google denebilecek bir bilgi birikimine, hem okurken hem de yazarken sahip olduğu düzgün Türkçe'ye, kelimelere hükmederek kendisine has farklı bir anlatım geliştirmesine, bir dil yetmez, e hadi iki olsun, üç de yetmez dört tane, 'ver Allahım ver' tadında bir dil zenginliğine sahipliği de cabası...
Kendisine göre en iyi konuştuğu (yabancı) dil ise; "Tatlı Dil".
Bunu da ben değil, hem kendisini tanıyanlar, hem turizm sektöründeki gezilerine katılanlar, hem de belgesel ve radyo yapımlarında dinleyenler söylüyor.
Projeleri, konferansları, dinletileri, söyleşileri, kendi tabiriyle 'olmak istemiş de olamamış-wannabe', benim tabirimle 'olmuş olmuş' müzisyenliği bir yana, kendisiyle özdeşleşip onu markalaştıran BEŞ parmaklı çekimleri, o çekimleri dillendirişi ve çekilenle ilgili tam bilgi verişleri, giysileri ve her daim merak uyandıran yüzükleri bir yana...
1965 Samsun doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi'nde İngiliz Dili Edebiyatı okumuş, "okumuş ve adam olmuş" bir çocuk Özge Ersu...
Gördünüz, yazının başında dediğim kadar varmış değil mi?
Yazıyı ortaladık ama henüz daha giriş bölümünden çıkamadık. 
En iyisi ben giriş bölümünü burada keseyim, ötesini de siz araştırıp öğreniin. Hatta yazının okunması bittikten sonra, size kolaylık olsun diye yukarıda maviye boyadığım sözcükleri tıklayıverin...

Konferans başlıyor
Konferansın yapılacağı Cumartesi sabahı Mudanya'dan Yenikapı'ya deniz yoluyla, Yenikapı'dan da konferansın yapılacağı Seyrantepe'deki Turing Genel Merkezi'ne metro ile bir çırpıda ulaşıverdim. 
Önce bahçedeki Yeşil Sera'da ağırlandık, ardından salona alındık.
Aralık 2013'den itibaren 15.000'i aşan zengin kitap koleksiyonu ile konferansa ev sahipliği yapan Turing Merkez Kütüphanesi biz konuklarını bekliyordu.
Özge Bey biz gelmeden salona gelmiş ve gelen giden var mı diye kolaçan etmiş olmalıydı ki, kendisinden aşırdığım bu fotoğrafta boş olan salonu gösteriyor ve her zamanki gülümseten yaklaşımıyla "salonda yer yer boşluklar dikkati çekiyor" diyordu.
Biz gelince yer yer olan boşluklar tamamen doldu ve program, Turing'e bağlı kurumun bursiyerlerinden, doktora öğrencisi olan Eray Akçay'dan kısa bir saz dinletisiyle açıldı.
Ardından Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bülent Katkak sahneye Özge Ersu'yu davet etti. Kısa bir hasbihâlin ardından sahneyi teslim alan Ersu anlatmaya başladı.
Bu arada araya küçük bir parantez açalım.
17 Şubat 2014 tarihinde Özge Ersu aynı konferans ile Uludağ Üniversitesi'ne gelmiş, izlemeyi çok arzu etmeme ve geleceğimi bildirmeme rağmen aniden gelişen başka bir programla bu arzum sekteye uğramış, konferansa katılamamıştım. O yüzdendir tası tarağı toplayıp sabah sabah yollara düşüp İstanbullarda konferans izlemeye gidişim.
Eee, hayatın tekrarı yoksa da konferansın tekrarı var. Kaçırmamak lâzım...
"Sadede gel de, Özge Ersu size dünyayı nasıl dolaştırdı anlat hadi" derseniz;
Söz konusu ülkelerin etimolojisinden, mimarisinden, sosyal yaşamından, tarihinden, coğrafyasından ve ilginç öykülerinden örneklemelerle su gibi aktı gitti 40x2=80ksen dakika...
İki bin yıl öncesinin Roma'sına gittik, askere tuz parasından girdik, pek çok dilde maaş anlamına gelen salary'den çıktık mesela.
Dünya üzerindeki iki-üç kapalı köprüden biri olan, (birisi de Bursa'daki Irgandı Köprüsü), Hitler'in tek yıkmadığı köprü olarak tarihe geçen ve Floransa'da bulunan Ponte Vecchio köprüsünden girdik, oradan Bancarotta adını buldurup bugünün bankacılığından çıktık. 
Afrika'da en çok insan öldüren sıralamasındaki birinci belliydi lakin ikinci sıraya insanoğlu olarak kendimizin yerleşmiş olmasına şaşırdık mı şaşırmadık mı anlamadık.
Aldığımız bu ikincilikle ters düşse de, Siena'daki on mahalledeki tarihi at yarışında en kötü derecenin onunculuk değil, ikincilik olduğuna hayretle kafa salladık. 
Matadorların niçin arenaya çıkmadan önce gelip bir heykelin önünde selam durdukları hakkında bir yorum yapamadık. Heykelin kime ait olduğunu öğrenince matador ve boğa ile heykel arasındaki bağlantıyı anladık.
İtalya'da 1700'lerde bataklık etrafında yaşayan insanların neden daha fazla öldüğünü araştıran Fransisco Torti'nin bataklıktan yükselen dumanlı havaya verdiği isimden başlayarak, kötü hava-mal aira'dan malarya'ya ulaştık.
Afrika'nın vahşi yaşamının hala devam ettiğini, ama gece ve gündüz safarilerine açık olan bölgelerin başlı başına bir tehlike olduğunu, buralarda gece dışarıda savunmasız kaldığımız takdirde yaşama şansımızın ne civarlarda olduğunu, gece en büyük tehlikenin hangi hayvandan geldiğini öğrenip, ileride bir gün lâzım olur diye tüm öğrendiklerimizi cebimize attık.
Maasai Maralara ulaştığımızda ise, onların hayatının tam filmlik sahnelerle dolu olduğunu gördük. 
Öncelikle turistlerin beklediklerinden, yani The Original ve The Organic yerlilerden biraz farklı çıkıyorlardı bu yerliler.
Özge Ersu'nun anlattığı, bilmediğimiz yönleri ile onların yaşamları da ilginçti bize göre, ölümleri de...
Hattâ aslında belki de doğru olan onlarınki idi.

Kızılderililer, günümüzde daha az kullanılan isimleri ile Eskimolar, Afrikalılar, Asyalılar, Araplar, Japonlar, bildiğimiz Amerikalılar, bilmediğimiz Latin Amerikalılar...
Dünya yüzünde kim var kim yoksa resm-i geçit yaptılar önümüzden ilk kırk dakika boyunca. Çokça şaşırdık, bolca kahkaha attık.
İkinci bölüm olan ikinci kırk dakikada ise huyları, alışkanlıkları, beden dilleri, konuşma dilleri, benzerlikleri, farklılıkları, adetleri derken dünya insanlarının 'Dünya Halleri'ni gösterdi hepimize Özge Ersu.
Bazen aynayı bize çevirdi, bazen de bizi başka ülkeler ile mukayese ettirdi. 
Konuşmasının başında uyardığı gibi, kendisinden klasik bir dünya turu bekleyenleri beklentilerinin dışına taşıdı. Kendisini ilk kez dinleyenler bu duruma şaşırdı ama Ersu'nun farklılığına alışık olanlar için her şey olağan ve tam tadındaydı.
Burada tamamını özellikle anlatmadığım bu keyifli konferansın içeriğinde daha pek çok konu mevcut elbet.
İnsanlara farklılıklar sunarak farkındalık yaratmak isteyen her kurum, hayatın ince tellerine dokunan Ersu ile bir yerlerde buluşmalı derim ben...
Çoluk çocuk, yaşlı genç herkesin ilgisini çekecek, her insana hem hayat hem de dünya adına pek çok şey öğretecek, meraklıları daha da meraklandıracak, dinleyenlerin önünde farklı pencereler açacak ve katılımcılara anlatılanlardan haz aldıracak bu sunumlar emek, merak, bilgi ve birikim işi.
Bir iş olması gerektiği gibi profesyonelce ve layıkıyla yapıldığında izlenmeye de doyulmuyor, yazılıp anlatılmaya da...
İşte Özge Ersu ile 80ksen Dakikada Dünya Turu da bunun en güzel örneği…
Özge Ersu, Müzikal Belgesel Yapımcısı, Belgesel Müzikal Radyo Lateradio Yapımcı ve Sunucusu, Turizm ve Müzik Yazarı
21 Şubat 2015 C.E.Y.
****

Bu konferansın bir sene sonrasında bugün, sürpriz projelerin öncüsü Özge Ersu tarafında yeni gelişmeler olduğunun haberini vermek isterim sizlere.
Ersu bu kez, bir turizmcinin "kişisel birikim ve içeriğini sunduğu" en kapsamlı ve dolu dolu bir uygulama ile çıkacak karşımıza. 
Yazılım geliştiricisi Alpaslan Bak'ın imzasını taşıyan, öncelikle iOS ve Android platformlarında sunulacak olan bu uygulamada yazıda sözünü ettiğim her ne varsa hepsine bir tık ile ulaşabilecek, hattâ uygulamadan ayrılmak istemeyecek, yeni içerik bildirimlerini dört gözle bekleyeceksiniz.
Demedi demeyin. Benden söylemesi... ;)
****
(Özge Ersu'nun dünyayı Periscope üzerinden nasıl gezdirdiğini okumak isterseniz; "Periscope'un Özgeriscope'u" yazısını tıklayınız

23 Şubat 2015 Pazartesi

Başkan Türkyılmaz Myrlea’ya aşık

Bu sabah Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz'ın bir basın açıklaması vardı.
Türkyılmaz; Başkan Yardımcıları Mustafa Ay, Metin Bağcı, Metin Şen ve Sevinç Şenşekerci'nin de hazır bulunduğu toplantıyı kaçak olduğu iddia edilen Başkanlık Makamı'nda yaptı.

Yaptığı açıklamaların konularından biri de makamının bulunduğu bu katla ilgili sosyal medyada olsun, yazılı basında olsun dolaşan dedikodulardı.
Geçtiğimiz aylarda yaptığı basın toplantısıyla ilgili "Mudanya kendine geliyor, darısı memleketin başına" demiştim.
Bugün gördüğüm o ki, Mudanya memleketi de kendine getirmeye kararlı...

Başkanlık Makamı kaçak mı?
Mudanya Belediye binasının son 1,5 katının kaçak olduğu yönündeki eleştirilere "Son 1,5 katı biz eklemedik, kullanılmaz durumdaki bu alanı tadilattan geçirerek, Mudanyalılar'a yakışır, beyaz ve temiz koltuklarla düzenledik" cevabını veriyor Türkyılmaz.
Toplantının yapıldığı bu binanın ruhsatı 1976 yılında belediye binası olarak alınmış. Binanın inşaatı 4,5 + bodrum kat ile 5,5 kat olarak devam etmiş.. Şikayetler üzerine inşaat durdurulmuş, teftişlerden geçmiş, yargılanmış, yasal süreç işlemiş. O dönemler Belediye Başkanı Ali Nadir Demirtaş imiş..
Önceki süreçlerde görev yapan başkanlar döneminde de devam etmiş.
5.5 kat olduğu herkes tarafından bilinen bina Tabiat Kültür Vakfını Koruma Kurumu İmar Planında Belediye Hizmet Binası olarak yerini almış.
Bu konuyla ilgili yapılan şikâyetler ve dedikodular üzerine Eski Bayındırlık, yeni Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'ndan dökümanlar istemiş Başkan Türkyılmaz. Rapor ve belgelerin 1991 yılında zaman aşımından imha edildiğini söylemişler kendilerine.

Onlar da yönetim olarak gerekli girişim ve itirazları yapmışlar.
Binaya 2007 yılında güçlendirme yapılmış. Asansör de bina yapılırken bu son kata kadar çılar halde yapılmış. Üç katlı olup da kaçak kat çıkıldığı söylentilerindeki gibi 3. katta kalıp sonradan 5 buçukuncu bu kata çıkmamış.
"Bu girişimlerde art niyet var" diyor Başkan Türkyılmaz. Yargının asil ve dürüst yaklaşımla gereken yanıtı alacaklarına olan inanıcı ise tam.
Böyle konularla zaman ve enerji kaybettikleri için ise üzgün.
"Çıkacak kararın sonunda bizi gereksiz yere meşgul edenler umuyorum üzülecektir" diyor...

Ya kiracılar?
Belediye mülklerindeki kiracılar ile ilgili de söyleyecekleri vardı Başkan'ın.
"Var olan mülkler ile ilgili tespit çalışmaları yapıldı. Bir iş yerinin kirası işgaliye bedelinin altında olamaz. Asıl sıkıntı, geçmiş dönemden geliyor. Eğer geçmiş dönem bu güncellemeler günümüze göre yapılmış olsaydı, bugün yapılan artışlar çok afaki görünmezdi. Bu yaptığımız düzenlemeler, günün rayiç bedelleridir. Bu mülkler 80 bin kişinin malıdır. Mudanya ve Mudanyalı'nın hakkını kimseye yedirmeyeceğiz. Bugünkü güncel bilgilere göre 155 kiracımızdan 63'ü sözleşme imzaladı. Kaymakamlığa tahliye yazısı yazılan ve hakkında yürütmeyi durdurma kararı çıkan kiracı sayısı 21 adet. Sözleşme süresi devam eden kiracı sayısı 16 adet, ecrimisil uygulanan kiracı sayısı 8 adet, tahliye edilen kiracı sayısı 21 adet, sözleşme aşamasında olan kiracı sayısı 3 adet ve tahliye amacıyla avukata verilen kiracı sayısı ise 23 adettir" deyip rakamlar ortaya koyuyor...
Kendi öz eleştirisini de yapıyor. "Ufak tefek hatalarımız olmuş mudur dersek, çok da önemsenecek hatalarımız olmadı" diyor.
"Rayiç bedeller tespit edildi. Yasaların verdiği işgaliye bedelleri doğrultusunda kira bedelleri belirlendi. Eskiye alışmış olan bazıları, kısacası 1 lira dahi zam yapsak itiraz edecek olan bazıları itiraz ettiler.
Devam eden kiracılar var, tahliye edilenler var. Bu uygulamalarla ilgili süreç devam edecektir.
Türk Ticaret Kanunu'nun 347. maddesine göre kira sözleşmesi 10 yılı aşkın geçen kiracılara sözleşmelerinin bitiminden 3 ay öncesinde gerekli yazılar yazılarak süre sonunda tahliyeleri istendi.
Daha sonra buu yerler tekrar ihaleye çıkartılarak Mudanya menfaatleri doğrultusunda kiraya verilecek." derken, eskiden kendisiyle can ciğer kuzu sarması olup da, şimdi işlerine gelmediği için sırt çevirenler olduğunu da eklemeden geçmiyor.
Başkan Türkyılmaz seçilmesinin ardından siyaseti bir kenara bırakıp çıkmış hizmet yoluna.
Bu yolda -küsülmeyi de göze alarak- engel tanımıyor...

Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
Bugünün bir diğer açıklaması ise İskele Meydanı'ndaki eski Tekel Binası'nı kapsayan 3 bin 723 metrekarelik alanın Çok Amaçlı Kültür Merkezi olarak planlanması, lakin son anda Bursa Valiliği'nden gelen yazıyla tahsisin Mudanya Belediyesi'nden alınarak Hazine'ye devredilmesi üzerine idi.
Türkyılmaz, "Çok Amaçlı Kültür Merkezi'mizin proje dahil, binanın iç ve dışı dahil, her türlü hazırlıkları yapılmıştı. O alanda yapacağımız uygulama projemizi bir kuruş para vermeden değerli hocalarımızın destekleriyle bitirdik. Belediye İş Merkezi'nin oradan Mütareke Meydanı'na kadar Atatürk'ümüz ve İsmet Paşa'mızın da yer aldığı bir proje hazırladık. Jeolojik etütlerimiz yapıldı. Seçimlerden önce söz verip çok önemsediğimiz Cumhuriyet Meydanı projemizin ilk ayağı olarak Tekel Parkı'nın temizliğini yaptık. Bize verilen altı aylık sürede bitmesi imkânsız olan inşaat için süre uzatımı istedik. Bu arada kiracı olan BURBAK'a Temmuz ayında tahliyelerini istediğimiz bir yazı gönderdik fakat BURBAK sürekli oyalama çıkardı. Süre uzatımı talebi yazımıza da 28 Ocak'a kadar cevap verilmedi. 29 Ocak'ta (sürenin bitimine 3 gün kala) temel atacaktık, ancak 28 Ocak'ta her şeyin elimizden alınıp İçişleri Bakanlığı'na devredildiğinin yazısı geldi" dedi.
Kendilerine tahsis edilen ve yapılması planlanan belediye hizmet binası ve kültür merkezinin eninde sonunda yapılacağını sözlerine ekledi.
Hukukçular ve danışmanlar tarafından itiraz dilekçeleri hazırlanıp ilgili yerlere gönderilmiş. Yerin yeniden belediyeye devrini bekliyorlar.
Mudanya'ya çivi çakılmasını engelleyenler, tahsisin belediyeden alınıp Hazine'ye devredilmesine pek bir mutlu olmuşlar.
Lakin Başkan kararlı; "Eğer orayı alamazsak, başka yer bularak o projeyi yine gerçekleştireceğiz" diyor elindeki projeyi gösterirken.

Ve bir yandan da gelişmeleri anlatıyor;
7 Ocak'ta Vali ziyarete geldiğinde bu proje kendisine gösterilmiş ve proje Vali'nin de beğenisini almış.
O günden 2 hafta sonra 21 Ocak'ta Mudanya Kaymakamlığı bir müracaatta bulunmuş, belediyeye ait olan tahsisin kaldırılması için (5,5 aydır belediyenin yazıısna cevap vermeyen kurumdan) 28 Ocak'ta cevap gelmiş, 1 gün içinde de karar alınmış ve Başkan Türkyılmaz'a karar elden ulaştırılmış.
Keşke devlet her zaman böyle ışık hızında çalışsa değil mi?
****
Biz Mudanya'nın menfaati haricinde hiçbir menfaat gözetmeden zevkle iş yaptık diyor Başkan.
Barışın ve kardeşliğin başkenti, Cumhuriyetin biçimlendiği Mudanya'ya zevkle hizmet ediyoruz. Zevk ve inançla çalışmaktan bizi kimse alıkoyamayacak.Her zamanki gibi kendisine her türlü sorunun sorulabileceğini söylüyor Başkan Türkyılmaz.
Soruluyor da. Tek tek hepsini yanıtlıyor.

Konuşmasının sonunda makamının bulunduğu katın öyküsünü anlatıyor kısaca.
Burası Öğretmenler Lokali imiş eskiden. Kendileri göreve geldiklerinde boşmuş, pislik içinde ve mezbelelik imiş.
Belediyenin tek bir çatı altına toplanması adına, Başkanlık Katı olarak düzenlenmiş kendisine. Bu çalışma esnasında tek bir şey istemiş Başkan.
"Eğer yukarı çıkacaksam mobilyayı değiştirin. Çünkü o mobilyalar kirliydi. Anlayan anlasın" diyor.
"Tertemiz bir Başkan, tertemiz bir yönetim olarak, tertemiz bir Mudanya, tertemiz bir ülke, tertemiz bir medya özlemiyle bembeyaz yaptık" diyor.
"Mudanyanın rengi mavidir, mavi umut ve özgürlüktür" deyip maviye boyanmış duvarları gösteriyor bir yandan da...
****
Başkan Türkyılmaz Myrleasına, yani Mudanyasına aşık bir Mudanyalı. Tüm inancı ve heyecanıyla anlatıyor projelerini. Anlatırken gözleri parlıyor. Yapacaklarının bitmiş hali canlanıyor olmalı gözlerinde.
Mudanya'ya sağlam bir imza atıp, geleceğe yüklü bir miras bırakma arzusuyla dolu.

Başkan'ın makamının kapısı "hâlâ" yok...
Geçmiş dönemlerin borçlarını ödemişliğin ve yaptıklarını kendi öz kaynaklarıyla yapmış olmanın güveniyle konuşuyor dobra dobra.
"Verilmeyecek hesabım yok" diyor.

Mudanya'nın içindeki trafikten, Bursa'dan 15 dakikada gelmemize rağmen Mudanya'nın içini yarım saatte geçemediğimizden yakınıyorum. Başkan'dan alternatif yol istiyorum.
"Mudanya, otobüslerden ve trafikten kurtulsun, şehre girmek istemeyenler girmek zorunda kalmasınlar" diyorum.
Şehrin içinden geçen ve arkalardan dolaşan az bilinen yolu bilsem de, bilmeyenler için tabelalar konulsun, herkes öğrensin diyorum.

Başkan, hava muhalefetinden iptal olan İDO ve BUDO'nun yarattığı trafiksizliğin sükûnetine dikkat çekiyor. Malum; yoğunluğun bir kaynağı hafta sonu günübirlikçileriyse de diğer önemli bir kaynağı feribotçular...
İDO ve BUDO'nun kendilerine olan negatif etkisinden etkilenen Mudanya'nın, denizinin ve sahillerinin eski haline dönmesini istiyor. Bunun için de hepimizin keyfimizden biraz feragat etmemiz gerektiğini söylüyor.

Zeytin Dalı ve Uğur Böceği projelerinin ihalelerinin yapıldığını anlatıyor.
Mudanya'nın en değerli mülkü, en ciddi gelir kaynağı olan Yat Limanı'nın kurtarılmasına dikkat çekiyor.
Mudanya'da, Kumyaka'da (Siği), Trilye'de ve Dereköy'deki Rumlar'dan kalma tarihî binaların ve Cumhuriyet Dönemi binalarının ayağa kaldırılacağını hayal edin diyor.
Başkan'ın tüm anlattıklarını yazarsam Mudanya'da nüfus patlaması olur diye hepsini yazmıyorum, birazını da 1 ay sonra yapılacak olan geniş kapsamlı toplantının sonrasına saklıyorum.
****
Mübadele sırasında kaçan Rumlar'ın ardından Trilye'de sekiz piyano çıktığı söylentileri düşüyor aklıma.
Siği'deki ayakta kalmaya çalışan kilise, görmediğim ama hep duyduğum hastahane ve okul binası canlanıyor gözümde.
Tepelere kurulan büyük havuzlarla yapılan sulamacılık canlanıyor. Koyda sıra sıra dizilmiş büyük balıkçı kayıklarının olduğu fotoğraf canlanıyor.
Her karışından medeniyet fışkıran körfez eski haline geri dönsün istiyorum.
Eski kültür sanat ve modern şehircilik izleriyle dolu günler o zamanlarda mevcut idiyse, bu zamanlarda daha artarak çoğalmalı diyorum.

Bu yolda emin adımlarla ilerleyen ve sıfır işsizlik-sıfır yoksulluğu hedef almış Başkan'a yol açıklığı diliyorum...