26 Ocak 2023 Perşembe

Siz Kime Konuşuyorsunuz?

Nilüfer Kent Konseyi'nin 23. Olağan Genel Kurul Toplantısı Karaman Dernekler Yerleşkesi’nde yapıldı. Nilüfer Kent Konseyi Başkanı Neslihan Binbaş, Yürütme Kurulu Üyesi Levent Soydinç ve Gençlik Meclisi Eş Başkanı Tuba Can oybirliğiyle divana seçildi. Divan seçiminin ardından Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem açılış konuşması yaptı ve çalışmaları için Kent Konseyi'ne teşekkür etti. Neslihan Binbaş'ın Faaliyet Raporu sunumuyla devam eden Genel Kurul, iletişimci, yazar ve reklamcı Ateş İlyas Başsoy sohbetiyle nihayetlendi.
Nilüfer Kent Konseyi Başkanı Neslihan Binbaş, Yürütme Kurulu Üyesi Levent Soydinç, Gençlik Meclisi Eş Başkanı Tuba Can
Bizi biz yapanlar
İlyas Başsoy konuşmasına başlamak üzereyken sahne merdivenlerinde elinde bir buket çiçek ve bir zarf ile orta yaşın üzerinde bir bey belirdi. İlyas'a doğru yönelen bey ile göz göze gelen İlyas ilk şaşkınlığını üzerinden atınca bir anda karşısındaki adama sarıldı. Ben de o an (her zamanki gibi) fotoğraf çekiyordum. Bu anları kaçırmadım tabii ki. 
Kendisi Ateş İlyas Başsoy'un Bursa Sümer İlkokulu'ndan öğretmeni Mehmet Karabel imiş. Daha önceki bir toplantıda öğrencisini beklemiş ancak karşılaşamamış ve o gün İlyas'a bir mektup yazmış. İlyas Başsoy'un sosyal medya paylaşımında gördüğümüz üzere; zarf, o günün mektubunu taşıyormuş. İlyas duygularını "Onu en son geçen yüzyılda görmüştüm. Benim ben olmama en çok katkısı olan insanlardan biri. Öğretmeninize çiçek almışsınızdır mutlaka ama öğretmenden çiçek almak bambaşka bir onurmuş. Bursa Sümer İlkokulunun Yozgatlı ve TÖBDER’li devrimci öğretmeni, ne iyi olmuş denk gelmemiz." sözleriyle ifade etmiş.

Üçü bir arada
Sahneye davet edilirken Metin Ünkazanan, Tayfun Yılmaz ve Ateş İlyas Başsoy isimleriyle üç kişi olarak davet edilen Başsoy, bu üç ismin sırrını anlatarak başladı konuşmasına. Henüz yirmi yaşındayken yazdığı bir yazıyı (adını vermediği, epey bilinen) bir dergiye götürüşünü, yazının okunmuş gibi yapılarak ama okunmayarak reddedilişini, bu reddedilişin ardından aynı yazıyı eniştesi olan Metin Ünkazanan imzası atarak bu kez postayla yollayışını, ertesi hafta yazının kapaktan çıkışını, üstelik bir de "ÖDP Tartışmaları" kitabında Metin Ünkazanan imzasıyla yer alışını esprili bir dille anlattı. "Yirmili yaşlardaki çocuklarımıza güç verin, ellili yaşlara gelince insanlar biraz 'farklılaşıyor, tatsız bir şeye dönüşüyor' dedi.
Matematik kitabı yazdığında da babasının ismi ile yeğeninin ismini birleştirerek yazar adını Tayfun Yılmaz koyduğunu söyledi. 
(Ateş İlyas Başsoy'un yayımlanmış 11 kitabı var.)

Recep İvedik
Gürcistan’da karşılaştığı ailenin 5–6 yaşlarındaki oğullarının Recep İvedik’i baştan sona ezberlediklerini görünce o zamana kadar uzak durduğu filmi gizlice alarak gizlice izlemiş ve filmin günümüz Karagöz’ünü resmettiğini görmüş. Bunun üzerine BirGün gazetesinde “Recep İvedik’e Övgü” diye bir yazı yazmış. Şahan Gökbakar kendisine mesaj atmış ve ilk kez biri benim ne yapmak istediğimi gördü demiş. Her yeni Recep İvedik çıkışında Recep İvedik uzmanı denilerek televizyonlara çağrılır olmuş. İki uzmanlık adı oluşmuş. Biri Recep İvedik uzmanı, diğeri CHP Uzmanı. 

"Sen kime konuşuyorsun şu an?"
İlkokul arkadaşı Arzu'nun kendisine söylediği bu sözün hayatının şiarı yaptığından bahsetti. Henüz on iki yaşındayken heyecanlı heyecanlı Arzu'ya anlattıklarını aslında kime anlatıyordu? Aslında o, o an her şeyi kahvede oturan kendinden büyük ağabeylerine anlatıyordu. Anladı ki, "İletişimde en önemli şey kime konuştuğunu bilmek!". Biz muhalefet yaptığımız zaman kime muhalefet yapıyorduk? Bir eylem içine girdiğimizde kime konuşuyorduk? Bu en önemli soruydu. John Fowles'in Aristo kitabında yer alan "Yaptığın muhalefet muhalif olduğun şeyi güçlendiriyor mu, zayıflatıyor mu?" sorusu onun hayatında büyük yer tutuyordu. Bizlere de bu soruyu zihnimize kazımamızı önerdi. Selahattin Demirtaş geçenlerde "6'lı Masa kurulduğundan bu yana tek bir açıklama yapmasa oyu %60'tı." demişti. 6'lı Masa kötü bir şey değil, iyi bir şeydi. Koalisyon seçim sonrası değil, seçim öncesi kurulmuştu. Lakin oyu %1'in altında olan bir partinin söylediği herhangi bir şey iktidar medyasında başlık olabiliyordu. Başsoy'un öngörüsüne göre, kısa bir zaman sonra 6'lı Masa konuşulmayacak, Millet İttifakı konuşulacaktı. Tayyip Erdoğan 1 kişiydi, karşısında belirsizlik olduğunda güçleniyor, somut 1 kişi, yani belirlilik olduğunda çözülüyordu.

Yazının burasında sözü Ateş İlyas Başsoy'a bırakıyorum.

Z Kuşağı kimdir?
Z kuşağının gelip bizi kurtaracağı ümidi bizi yanlışlığa sürüklüyor. Z Kuşağı bir pazarlama terimi, sosyoloji terimi değil. Z kuşağının dijital dünyanın içine doğuş olması, otuz yıl önceki bir gençten farklı olduğunu göstermez. O anlamda biz de annelerimiz gibi yaşamıyoruz ancak annelerimiz gibiyiz.

"Mutluluk içimizde"
Son yirmi yıldır dünyada "hazcılık-mutluluk" propagandası yapılıyor. Bundan dört beş sene önce Coca Cola, Ülker ve Eti "mutluluk" kelimesi üzerinden rekabet ettiler. "Mutluluk" kelimesi için savaştılar. Hepimiz "mutluluk" için yaşar olduk. Mutluluk Aristo'dan beri felsefecilerin izlediği sorunlu bir konu. Mutluluk teriminde "aşkıncılık" dediğimiz bir şey var. Biz mutluluğu "kendimizce-kalıplarca" tarif ediyoruz. İçinde olmadığımız bir durumu uzaktan "var" sayıyoruz. Bu sorunlu terimi bize sosyal medya, medya, reklamlar, kısacası kapitalizm pompalıyor. Gençler sürekli "ben" diyerek, kendi mutluluklarını önemsiyorlar. Ama öyle olmuyor. Kimse mutlu değil. Herkes psikoloğa gidiyor. Sosyal medyaya bakarsanız herkes mutlu. Daha doğrusu herkes mutluluk pozu veriyor. Mutluluk manyaklığına kapıldık. Spinoza "Keder kelimesiyle barışın" der. "Mutluluk yoktur, sevinç vardır" der. Sevinç ve neşe görünürdür. İnsan sevinçliyse bunu görürsünüz. Ama mutluluğu varsayarsınız. 
(Burada yazarınız olarak ben de minik bir ekleme yapmak isterim. Okumaya ve anlatmaya doyamadığım Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabının 58. sayfasında Tanpınar, "Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder" der. Mutluluk için ise 82. ve 83. sayfalarda, "Üvey annem evimizde mesut olduğunu sanıyordu" ve "Sadece düşünceye ait, zan üzerine kurulmuş bu saadet hatırası o kadar kuvvetliydi ki, sonunda Abdüsselâm Bey bile hürmet etmeğe mecbur kaldı" cümleleriyle karşılaşırız.)

İnşallahla, Maşallahla
Hayata bütün olarak bakmaya, kendini hayatın içinde konumlandırmaya içkincilik deniyor. İçkinci bir insanın duruşunda temenni vardır. Dua, "inşallah" diyerek bunu bir başka varlığa havale eder. Türkiye'deki muhalefet tarzında git gide "dua ve beddua" kelimeleri yer bulmaya başladı. Hiçbir anlamı olmayan bu söylemlerden kurtulmamız gerektiğini kendilerine de söylüyorum. Dua ile muhalefet olmaz. Beddua ettiğimizde ya da ilahi adaleti beklediğimizde karşıda hiçbir şey değişmiyor. Beddua sadece edeni sakinleştiriyor. İlahi adalet beklentisi sadece fakirleri avutuyor.
CIA, Godfather-Baba filmindeki şu repliğin çıkartılmasını istemiş mesela. "Zenginliğinden utanma. Çünkü zenginlikten utanmak, fakirler hep fakir kalsın diye zenginlerin uydurduğu bir yalandır." ABD bu repliği çok tehlikeli bulmuş. 

Cumhurbaşkanı Seçimi
2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti, tarihindeki üçüncü cumhurbaşkanlığı seçimini yaşayacak.10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan cumhurbaşkanı seçiminde CHP ve MHP tarafından cumhurbaşkanlığı için çatı adayı olarak açıklanan (CHP'li seçmenin tüylerini diken diken eden) Ekmeledddin İhsanoğlu karşısında dahi (o dönemde gücü zirvede olan) Tayyip Erdoğan %51 aldı. Bu kadar olmayacak bir aday karşısında dahi seçimi zar zor kazandı. Üstelik CHP'nin %20'si oy vermeye gitmemişti. 
2018 seçiminde karşısına Muharrem İnce, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu'nu çıkarttılar. Erdoğan bu kez %52.5 ile kazandı. Şimdi yeniden bir seçime gidiyoruz.

İki Koz 
1- 2014'e kadar herkes üç kat zenginleşmişti. 2016'dan sonra ibre düşmeye başladı. 2001 kuruyla hesaplarsak, 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkan kişi başı milli gelir, şu an 5 bin 500 dolara indi. Hepimiz yarı yarıya fakirleştik. Hiçbir zaman böyle olmamıştı. 
2- İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Antalya CHP, MHP ve AK Parti'den belediye aldı. Birçok büyük ilçe CHP'ye geçti. Yeni kazanılan yerlerin varoşlarında AK Parti'nin oyu %40'lara inmiş, CHP, İYİ Parti ya da diğerlerinin oyu %60'lara çıkmış.
Mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hem merkezde hem de varoşlarda çok başarılı. Diğerleri ona keza. Ekmeleddin İhsanoğlu karşısında %51 alan Erdoğan'ın bu seçimi alması mucize olur. Bu seçimi Ak Parti'nin alması imkansız olmalı. Ama alabilir.
Türkiye'nin durumu muhalefetin bu kadar lehine ve iktidarın bu kadar aleyhineyken, işimizi inşallahla maşallaha bırakırsak, yerimizde oturursak Ak Parti seçimi yine kazanır.

Sevgi Dili
2019 yerel seçimlerinde sevgi dilini kullanarak İstanbul, İzmir, Adana, Ankara gibi büyük şehirleri iktidarın elinden aldık. Erdoğan'ı görmezden geldik. Onu yermedik. Onu seveni sevdik. Biz ortak bir dil oluşturduk. Hedeflediğimiz her yerde bu politika ile hedefimize ulaştık. Şehir hayatı terimleri yumuşattı. İnsanların kontrastlarını azalttı. Lakin bunlar belediye başkanlarının kişisel başarısı olarak algılandı. Dil bozuldu. Tekrar sevgi diline dönmemiz gerek. Beddua dilini alkışlayıp, sevgi dilinde esnerseniz yine kaybederiz. CHP seçmeni iyidir. Herhangi bir CHP seçmenini partiye genel başkan yapabilirsiniz. Başka hiçbir partide böyle bir potansiyel yok. Başka hiçbir partide de, dünyada da genel başkanına söz söyleme "demokrasisi" yok. Genel başkanınıza söz söylemeyin, söz söyletmeyin.

Ak Parti'nin görünenleri, görünmeyenleri
Dışarıda lüks araçlarla gezen Ak Partililere bakıp da hepsi öyle zannetmeyin. Onlar Türkiye'de %1 bile değil. Biz onları görüyoruz, çünkü diğerleri kapısının önündeki parka dahi çıkamıyor. Onları zaten hiç görmüyoruz. Ak Parti'nin kadın seçmeni çok güçlü. Bursa'nın diğer kesimlerine ulaşmamız lazım. İnsanlarla siyaset konuşmayın, Onlara hayatlarını sorun, konuşun, sohbet edin, gönül alın. 12 kent içerisinde bir tek Bursa'da büyükşehir CHP'li değil.
İlyas Başsoy'un konuşmasının ardından Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem kendisine teşekkür etti.
İlyas Bey de bu anları bir selfie ile ölümsüzleştirdi.
Ailece bir kare...
İlkokul öğretmeni Mehmet Karabel ile...
Ateş İlyas Başsoy konuşurken bazı kişiler onu dinlemek yerine salondan ayrılmayı tercih ettiler. Konuşmada siyasi parti isimleri geçince konuşmayı siyasi bir konuşma zannettiler. İlyas Başsoy'un anlattığı, insanca yaşamak üzerine siyaset üretilmesiydi. 
Her bireyin ülkenin şartlarından yararlanabildiği, çocukların yatağa aç girmediği, kadınların öldürülmediği, kendi seçmediği özellikler sebebiyle kimsenin ötekileştirilmediği, doğanın katledilmediği, hayvanların eziyet görmediği bir ülkede yaşamak istemek olmayacak bir hayal değildi. 
Bunu kim istemez?
Bunu kim yapabilecekse ülkeyi onun yönetmesi, yapabildiği kadar görevde kalması, yapamadığı zaman da görevi devretmesinden daha normal ne olabilir?
Bugün A kişisini desteklesiniz, bakarsınız iyi, desteklemeye devam edersiniz. Ama işler sarpa sararsa neden hâlâ destekleyesiniz?
Değil mi ama?

26 Ocak 2023 / C.E.Y.

Kiralık Sözcükler / 9 Ekim 2019 

25 Ocak 2023 Çarşamba

Milletin Cebinden Kimlerin Cebine?

Bursa'nın muhalif sesi, Kentin Özgür Habercisi BursaMuhalif Gazetesi, dokuz yıllık geçmişinin ardından, yeni yayın döneminde haftalık gazete olarak Bursa'ya merhaba dedi. Çiğdem Toker söyleşisi ve Toker'in yeni kitabı "Şehir Hastaneleri / Milletin Cebinden: Kamu - Özel İşbirliği" kitabı imza etkinliği ile başlayan buluşma, Nilüfer Sahnesi’nde, sivil toplum örgütleri, sendikalar, akademik odalar ve siyasi partilerden çok sayıda kişinin katılmasıyla gerçekleşti.
Açılış konuşmalarından önce BursaMuhalif Gazetesi'nin yayın hayatını ve anlayışını anlatan kısa bir film gösterildi. Filmde BursaMuhalif olarak insan, hayvan, çevre, hak, adalet, özgürlük, emek gibi pek çok konu üzerine verdikleri mücadelelerden kesitler yer alıyordu.

Gazetecilik Yapmanın Bedellerini Ödedik, Ödüyoruz
Gecenin açılış konuşmasını BursaMuhalif Gazetesi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Ozan Kaplanoğlu yaptı. Kaplanoğlu:
“Biz gazete olarak Bursa'da dokuz yıl boyunca kendimizi demokrasi, emek ve çevre mücadelesinin izleyicisi ve duyurucusu olarak değil, paydaşı olarak gördük. BursaMuhalif, kurulma amacından bir milim bile geri atmadan yoluna devam etmekte. Türkiye’de emekten, halktan, demokrasiden yana gazetecilik yapmanın bedellerini de ödedik, hep birlikte ödüyoruz. Dokuz yıl önce küçük bir el kamerası ile çıktığımız yolda şimdi elimize bir gazete alabiliyoruz. Canlı yayınlar yaptığımız, haber merkezimizin, rejimizin olduğu bir Web TV'miz var. Gazetecilik bizim için tek başına bir haberin, bir içeriğin halka ulaştırılması olmadığını, aynı zamanda bulunduğu kentin kültürüne katkıda bulunması gerektiğini düşünüyoruz. Geçtiğimiz günlerde Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde kaldığı dönemde izin alıp çıktığı Servinaz Otel ile ilgili bir belgesel çekmiştik. Sönmez ailesi oranın anı evi olarak kalacağına dair söz vermişti. Geçtiğimiz hafta bir haber aldık. Proje başlıyormuş ve orası anı evi olarak kalacakmış. Bu haber bizim için sevindirici oldu. Yetmedi, Uludağ’ın ‘Talan’ belgeselinin kurgusundayız. Biz gazeteciliği yalnızca haber, WebTV olarak kurgulamıyoruz. Dünya da böyle kurgulamıyor. Geleneksel gazeteciliğin can çekiştiği dönemde ayakta kalabilmenin tek yolu dünyaya ayak uydurmak. Biz de Bursa'da sadece haber değil, kent kültürüne katkı koymaya ve kentin mücadelelerinin insanlara daha farklı yollarla ulaşmasını sağlamaya çalışıyoruz. Dünya dijitale geçiyorken biz neden basılıya geçiyoruz derseniz, dünya özel içeriklerden oluşan basılı medyayı destekliyor. Basılı medyanın maddi maliyeti görülüyor, dijital medyanın maliyeti görülmüyor. Biz bu maliyeti basılı gazete ile karşılamak ve gücümüzü dışarıdan değil, okurlarımızdan almak istedik. Amacımız Bursa'da bir boşluğu doldurmak. Bursa'da basılı olarak alternatif bir gazeteye ihtiyaç var." diyerek, emekten ve demokrasiden yana gazeteciliği sürdüreceklerinin sözünü verdi.
Kaplanoğlu'nun ardından mikrofona "Milletin Cebinden" kitabının basıldığı Tekin Yayınevi sahibi ve Yayıncılar Birliği Başkanı Elif Akkaya gelerek okuyuculara teşekkür etti. Mudanya'dan Bursa'ya gelirken reklam panolarında gördüğü "Sizi Şehir Hastanesi'ne Ulaştırıyoruz" sloganına dikkat çekti. (* Ben burada küçük bir hatırlatma yapayım. Bursa Şehir Hastanesi 2019 yılında hizmete girdi, Ocak 2023'teyiz ve halen raylı sistem hastaneye ulaşabilmiş değil. Hastaneye gideceğiniz zaman kendinizi aktara aktara gitmek zorundasınız.)
Konuşmaların ardından, şimdilerde T24 gazetesinde yazan Gazeteci Yazar Çiğdem Toker, Prof. Dr. Kayıhan Pala kolaylaştırıcılığı ile "Milletin Cebinden" kitabı üzerine küçük bir söyleşi yaptı.

Kayıhan Pala - Şehir Hastaneleri
2020 yılında Kayıhan Pala derlemesiyle basılan "Şehir Hastaneleri, Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı" kitabına Eriş Bilaloğlu, Sedat Çal, Uğur Emek, Özgür Erbaş, Bayazıt İlhan, Ali İhsan Ökten, Sabri, Öncü, Kayıhan Pala, Mustafa Sönmez, Çiğdem Toker, Raşit Tükel, Ful Uğurhan, Cavit Işık Yavuz ve Halis Yerlikaya katkı sağlamış. Kitabı okumamıştım. Kitap üzerine şöyle bir yorum okudum: "Şehir hastaneleri projesiyle ilgili aklınıza gelebilecek her türlü sorunun cevabını bulabilirsiniz. Okuduktan sonra Türkiye'nin ve sağlık sektörünün geleceğine bakışınız değişecek." Bu bilgi ve birikim ile Kayıhan Pala, Çiğdem Toker'e ev sahipliği edecek en doğru isimdi.

Çiğdem Toker - Şehir Hastaneleri
Çiğdem Toker'in şehir hastanelerinin sağlık hizmetlerine, hastalara ve kamu finansmanına olan etkilerini incelediği kitabının yazılma aşamalarını Çiğdem Toker'in kendisinden dinledik. Konuya ziyadesiyle vakıf olan Kayıhan Pala'nın kitabın yazarı Çiğdem Toker ile yaptığı ve soru-cevap şeklinde gerçekleşen söyleşiyi sizlere de aktarmak isterim.
K.P.: Neden bu kitap?
Ç.T.:  Şehir hastaneleri hazine arazisi üzerine kuruluyor, devlet müteahhite arsayı veriyor, özel sektör inşaatı yapıyor, işletiyor, Sağlık Bakanlığı 25 yıl boyunca her sene bu işletmelere (döviz kuru ve enflasyon güncellemeleri ile) kira ödüyor. Ama hastaneye kamu hastanesi deniliyor. (Sağlık Bakanlığı binası da Ankara Bilkent Şehir Hastanesi içinde ve inşaat şirketinin kiracısı) Ben bunu öğrendiğimde bu konuyu iyi çalışmak gerektiğini anladım. Bu kitapta Şehir Hastaneleri üzerine Cumhuriyet ve Sözcü'de yayınlanmış yazılarım yer alıyor ama bu yazılar derlemesi bir kitap değil. Şehir Hastaneleri konusunda hiçbir bilgisi olmayan vatandaşların da okuyabilecekleri düzeyde kaleme alınmış bir kitap. Beni bu kitabı yazmaya iten; süresi sınırlı olan bir iktidarın 25 yıl süreli sözleşmeler yaparak, halka sormadan danışmadan, üstelik Sağlık Bakanlığı'nı kiracı kılarak, birkaç kuşağı borçlandıracak sözleşmeler uygulamasıydı.
K.P.: Kitabın adını nereden buldunuz, neden bu adı kullandınız?
Ç.T.: İktidar temsilcilerinin çok sık kullandığı bir söz var: "Milletin cebinden 5 kuruş çıkmayacak, devletin kasasından 1 kuruş çıkmayacak, (havaalanı, köprü, hastane gibi devasa yapıların açılışında) milletin cebinden 1 kuruş çıkmadan yapıldı!" Doğru ve gerçek olmayan bu cümlelerde özellikle "milletin cebinden" kısmını kullanmak istedik. Tüm bu harcamalar milletin cebinden çıkıyor ancak 25 yıllık uzun bir süreye yayıldığı için çok fazla haberimiz olmuyor. Bu paralar sadece bizlerin değil, çocuklarımızın ve torunlarımızın cebinden de çıkıyor. Bizi mali alanda büyük bir tehlike bekliyor.
K.P.: Mali alanda tehlike bekliyor dediniz. Açar mısınız?
Ç.T.: 2040'lı yıllarda yaşayıp yaşamayacağımız ya da nasıl bir dünyada yaşayacağımızı hayal edemiyoruz, bilmiyoruz. Bu yapıları yapan ve işleten şirketler ile finansörler ise 2043 yılında da kiraları ve gelirleri tahsil edeceklerini biliyorlar. Hazineyi 81.2 milyar dolarlık bir borç yükü bekliyor. 
K.P.: Ticari sır konusunu nasıl araştırdınız?
Ç.T.: 21/b usullü sözleşmeler eninde sonunda devlet kayıtlarına girmek zorunda. Sağlık Bakanlığı bunu kamuoyu ile paylaşmıyor ama Kamu İhaleleri Kurulu ile paylaşmak zorunda. Oralara gidiyorum. Kolay değil ama burada biraz inatçılık devreye giriyor. 
K.P.: Cumhurbaşkanı "Bu benim hayalimdi" dediği 34 şehir hastanesinden bahsediyordu. Fakat sonrasında bu sayı 18 ile sınırlı kaldı. Ne oldu da sınırlamak zorunda kaldılar?
Ç.T.: Bu hastaneler bitmeye ve hizmete açılmaya başladığında bütçeye bunlar için bir para ayırma ve ödeme yapma zamanı başladı. Ödemelerde güncellemeler olunca karşılaşılacak borcun ne kadar büyük olduğu anlaşıldı ve bu projenin çok da sürdürülebilir olmadığı fark edildi. 18 şehir hastanesinin sözleşmesi imzalanmıştı ve geri dönüşü hukuken mümkün değildi. Benim öngörüm bu.
K.P.: Sağlık Bakanlığı'nın 2023 bütçesinden örnek veriyorum; Bakanlığın bütçesinin %20'si 14 şehir hastanesine kira bedeli olarak ayrıldı. Sağlık Bakanı geri kalan %80'ini 944 devlet hastanesine, 8 bin aile sağlığı merkezine, 3 bin 200'ün üzerinde 112 Acil İstasyonu'na, bin kadar toplum sağlığı merkezi ve ilçe sağlık müdürlüğüne, Sağlık Bakanlığı'nda çalışan 750 binin üzerinde devlet memuru statüsünde çalışan sağlık emekçisine harcayacak. 14 hastane sağlık bakanlığının bütçesini rehin aldı. Devlet hastaneleri klasik yöntemle yapılacak ve açılacak sandık. Öyle olmadığını sizin yazılarınızdan öğrendik. 21/b sağlık alanında da karşımıza çıktı. Klasik yöntemle yapılacak dedikleri hastanelere 21/b'nin etkisi ne oldu?
Ç.T.: 21/b kısaca "davet yoluyla ihale" olarak tanımlanıyor. Eğer yangın, sel, deprem, heyelan ve benzeri gibi beklenmeyen bir durumla karşılaşılır da kamu yatırımı aksarsa onu çabucak bitirmek için daha kısa yoldan ihale vermek diyebiliriz. Devlet istediği müteahhiti çağırabiliyor. Bu bir su yoluna dönüştü. Kimin kazanacağının belli olduğu davetlerde ona göre fiyatlar oluşuyor. Ulaştırma projelerinde uygulanan bu yol artık hastanelerde de uygulanmaya başladı. Açık ihale olsa daha farklı oluşacak fiyatlar 21/b ile daha yüksek oluştu. 
(* 4734-21/b: Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen veya yapım tekniği açısından özellik arz eden veya yapı veya can ve mal güvenliğinin sağlanması açısından ivedilikle yapılması gerekliliği idarece belirlenen hallerde veyahut idare tarafından önceden öngörülemeyen olayların ortaya çıkması üzerine ihalenin ivedi olarak yapılmasının zorunlu olması. Kaynak: 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu - Mevzuat https://www.mevzuat.gov.tr)
K.P.: "Sizi Şehir Hastanesi'ne Ulaştırıyoruz" dediklerine göre hastane şehir dışında olmalı. Ben bu hastaneleri Şehir Dışında Hastaneler olarak isimlendirdim. Bursa Şehir Hastanesi'nin şehirle bağlantısı yok. Muradiye'deki Devlet Hastanesi ortadan kaldırıldı ve yeniden hayata geçirilmedi. Heykel civarında yaşayan insanların ulaşabileceği bir kamu hastanesi yok. Aynı şekilde Zübeyde Hanım Doğumevi, Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Çekirge'deki Çocuk Hastanesi kapatıldı. Şehir hastanesine ulaşım sağlayacak Bursaray ihalesi birkaç kez yapıldı. İlk ihalede meblağ 1 milyar TL civarındaydı, iptal edildi. En son ihalede tutar 2 milyar TL'ydi. Bursaray'ın Bursa Şehir Hastanesi'ne gitmek için harcanacak 2 milyar TL ile klasik yöntemle yapılacak devlet hastaneleri ne tutuyordu? Kitapta öğreniyoruz ki 900 yataklı klasik bir hastanenin bedeli 900 milyon TL. Bursaray'ı uzatmak için para harcamayıp üç tane 600 yataklı şehir hastanesini kentin ihtiyaç duyulan yerlerinde rahatlıkla yapabilirdik. Bunun yerine sırf ulaşım ihalesi için şu anda 1350 yataklı olan Bursa Şehir Hastanesi'ne para aktarıldı. Üstelik bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki, 600 yatağın üzerindeki hastaneler verimsizdir. ABD ve Avrupa'da çok büyük hastane bulamazsınız. Gazeteciler bu konulara (köprü, havaalanı gibi) çok ilgi göstermiyorlar. 
Ç.T.: Bu konularla ilgilenen gazeteciler oldu ancak beklediğimiz ve özlediğimiz sayıda ve ölçekte olmadı. Ekonomi gazeteciliği genç meslektaşlarımız arasında anlaması, kavraması zor diye düşünülerek korkutucu bulunuyor. Bir yandan da iktidarın otoritesi arttı, medya üzerindeki ifade özgürlüğü baskısı ağırlaştı. İktidar kendi medyasını inşa etti. Bu medya haber sakladı. 
K.P.: Şehir hastaneleri denen oluşum dünyaya İngiltere'den yayıldı. İngiltere'de 90'lı yıllarda uygulanmaya başlayan bu oluşum 2008'lerden sonra sağlık bakanlığı bütçesine çok yük getirmesi sebebiyle neredeyse gündemden kalktı. Kalktı ama modelin etkileri ana ihaleler alan şirket olan Carillion'un iflas etmesiyle halen tartışılıyor. İngiltere'de hem bu işten vazgeçildi. Önemli bir husus daha, Sağlık Bakanlığı ile şehir hastaneleri ihalesini alan inşaat firmaları arasında bir ihtilaf oluşursa bunun görüleceği mahkeme Londra Mahkemeleri. 
(26 Ekim 2013 tarihinde TTB, şehir hastanelerinin İngiliz sağlık sistemini çökerttiği ile ilgili bir bilgilendirme yazısı yayınlamış.)
Ç.T.: Londra Mahkemelerini yetkili kılan kanun değişikliği bir torba kanunun içine sıkıştırılmıştı. "Neden Londra Mahkemeleri yetkili?" konusu Meclis'teki komisyonda açık bir şekilde tartışıldı. Sağlık Bakanlığı'ndan üst düzey bir bürokrat şu ifadeyi kullandı: "Çünkü bu projelere finansman sağlayan kuruluşlar ilerde alacakları ile ilgili bir problem doğduğunda Türkiye'de yargıya, mahkemelere baskı yapılacağı endişesi taşıyorlar." Konuyla ilgili gazetecilerin yazdıkları geniş kitlelere ulaşamadı.
K.P.: 21/b kapsamında alınan bazı ihaleler alındıktan sonra çeşitli gerekçelerle iptal ediliyor. Yenilenen ihalelerde fiyat açısından "dört kat" fiyat farkı var. Emeklilere %30 oranında zam verilen bir ülkede, şehir hastaneleri müteahhitlerine %400 oranında kaynak aktarılmasının akla uygun bir açıklaması var mıdır? 
Ç.T.: Elbette ki yok. Bazı hastanelerin yapımı enflasyon artışından dolayı iptal edildi. İhale yenilendi ve maliyet 4'e katlandı. Üstelik açıklanan enflasyon rakamları gerçek rakamlar değildi. Denge ve denetim mekanizması tamamen çökmüş olduğu için her şey anlam kaybına uğradı. O yüzden, gerçeklik ötesi durumdan bir an önce çıkmamız gerekiyor. 
K.P.: Öncelikle, bu dönemde Çiğdem Toker'in bu kitabı yazması kadar, bu kitabı yayımlayacak yayıncı bulması da çok önemli. Bu yüzden Tekin Yayınevi'ne ve Elif Akkaya'ya teşekkür ediyoruz. Bundan sonra Türkiye bu ağır yükten kurtulmak için ne yapmalı, ne yapabilir?
Ç.T.: Öncelikle saydamlık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramların içinin dolacağı bir yönetime ihtiyacımız var. Özel şirketlerin çıkarlarını değil kamu çıkarlarını önceleyen ve bunu net bir şekilde ilan eden bir programa ihtiyacımız var. Şu anda, bütün kamu-özel işbirliği projeleri için 160 milyar dolarlık bir büyüklükten bahsediyoruz. Şehir hastaneleri bunun bir kısmı. Bunların bir envanteri ve izleme merkezi yok ortada. Riskler belli değil. "Tiksindirici Borç" diye bir kavram var. Tiksindirici Borç, süresi sınırlı bir iktidarın halkın onayını almadan  üç-dört nesli birden borç altına sokacak tasarruflardan oluşan borç demek. Bunu münasip bir dille muhataplarına anlatacak bir siyasi heyet lazım. Bunun uygulayıcısı Ak Parti olsa dahi, borçlu olan T.C. hazinesi. Burada siyaseti aşan bir devlet borçluluğu söz konusu. Bu açmazdan bunu tüm netliğiyle anlatarak çıkabiliriz ancak. Ben vatandaş olarak bulunduğum yerden böyle görüyorum. 
Bu verimli söyleşi Kayıhan Pala'nın Çiğdem Toker'e teşekkürü ve "Türkiye'de yalnızca değişimi yaratmamız gerekmeyecek. Güçlü bir irade ile Şehir Hastanelerini kamunun üzerinde yük olmaktan bir biçimde çıkartmak zorundayız." sözleri ile nihayetlendi. 
Çiğdem Toker - Canan Ekinci Yılmaz
Söyleşinin ardından Çiğdem Toker, fuaye alanında Milletin Cebinden kitabını imzaladı.
****
Çiğdem Toker söyleşinin bir yerinde, "Kimse bu konularla ilgilenmezken Kayıhan Hoca bu konuda ciddi birikim oluşmasına öncülük etti ve bizim önümüzü açtı" diyerek Prof. Dr. Kayıhan Pala'nın hakkını teslim etti.
Londra Mahkemeleri konusunda gördük ki, kamuya iş yapan şirketler dahi ülkenin hukuk sistemine güvenmiyor. 
Milletin cebinden toplanan vergiler cepten cebe aktarılıyor. 3'e mal edilebilecek projeler 13'e mal edilerek ve üstelik birkaç nesil borçlandırılarak gerçekleştiriliyor.
Kitaba şöyle bir göz attığımda, kitap başlıklar altında, kısa paragraflarla ve görsellerle, herkesin anlayabileceği bir dilde yazılmış. Mesele de zaten bu. Herkesin anlaması.
Bursa yereline bakacak olursak; stadyum yapıldı bir baktık, ah yolu yok. Hastane yaptık, bir baktık, ah yolu yok! Kırkyama yapar gibi ekleye ekleye yürüyor işler. Bu kadar büyük ölçekli projelerde en önemli detay olan "ulaşım" düşünülmez mi? 
İstanbul Havaalanı ona keza. İBB İYİ Parti Grup sözcüsü, Ulaşım ve Trafik Uzmanı Dr. Suat Sarı Twitter'da yaptığı paylaşımda şöyle demiş: "Ulaştırma Bakanlığı, bugün açılışı yapılacak olan Kağıthane - İstanbul Havalimanı Metrosu'nun; Mecidiyeköy - Mahmutbey metrosunun Kağıthane istasyonuna entegre olduğunu iddia ediyor. Ne kadar entegre olduğunu sizler için yerinde inceledim. O kadar entegre ki; nefesim kesildi…" 
Sarı'nın yayınladığı videoda görüyoruz ki M11 Kağıthane metrosundan çıkan yolcular ellerinde valizleri ile çoluk çocuk 10 dakika yürüyerek M7 Kağıthane İstasyonu'na ulaşıp, yollarına buradan devam ediyorlar. 
UUUU mu dediniz? Deyin bence. Yeşilköy Havaalanı'na gitmek öyle miydi ya. Metro ağına bir bağlanırdınız, kendinizi Yeşilköy'de bulurdunuz. 
Henüz test etmedim ancak, Bostancı-Dudullu hattının Bostancı Marmaray bağlantısının arasında da yine bir açık alanda yürüme mesafesi olduğunu duydum.
Bursa'da da durum farklı değil. Bursa Otobüs Terminali'ne gitmek isterseniz Osmangazi Metrosu'ndan aktarma yaparak, T2 hattı, yani "böcek" ile terminale ulaşıyorsunuz. Ancak Osmangazi Metrosundan çıktıktan sonra elinizde valizlerle epey bir yürümek zorundasınız. Çünkü "böcek", Kent Meydanı'nın Ankara istikametindeki diğer ucunda. Ve biraz da yavaş. Öyle ki, "Bursaspor'un efsane amigosu Ardiles bile tramvayı koşarak geçmeyi başardı"...
****
Çiğdem Toker, "Öncelikle saydamlık, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramların içinin dolacağı bir yönetime ihtiyacımız var." dediğinde aklıma, Nisan 2017'de Şirket İçi Suistimallerin Önlenmesine yönelik olarak Uluslararası Şeffaflık Derneği ve Ernst&Young (EY) Türkiye tarafından ortaklaşa düzenlenen Farkındalık Semineri'ne katılarak yazdığım yazım düştü. O gün seminerin ilk konuşmacısı olan Uluslararası Şeffaflık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Avukat E. Oya Özarslan'ı dinlemiş ve "Rüşvet Verme Hesap Ver" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazıyı okumak için tıklayınız.
Hesabı gizli olmayan hesap vermekten kaçmaz, şeffaf olur, açık olur. Hesap sorulduğu zaman kükremez, kendine olan güven ile her şeyi gözler önüne serer. Alnı açık, yüzü pak yoluna devam eder.
Ya tersi?

25 Ocak 2023 / C.E.Y.

21 Ocak 2023 Cumartesi

Kutlu Payaslı ile Rüya Gibi Geçen Yıllar

Devlet Sanatçısı Kutlu Payaslı ile rüya gibi geçen yılları konuştuk uzun uzun. Rüya gibi geçen bu sohbeti kısaltmaya gönlüm razı gelmediğinden iki bölüm halinde yayınlamaya karar verdim. Umarım iki bölümü de keyifle izlersiniz.
19 Ocak 2023 / C.E.Y.
Kutlu Payaslı ile Rüya Gibi Geçen Yıllar (1)

Kutlu Payaslı ile Rüya Gibi Geçen Yıllar (2)

Kutlu Payaslı (d. 27 Haziran 1936 Amasya), Türk Sanat Müziği sanatçısı ve şefi.
Amasya doğumlu Payaslı ilkokula Amasya Plevne İlkokulu'nda başlar, daha sonra babasının görevi dolayısıyla gittikleri Urfa'da, üç ay kadar Cumhuriyet İlkokulu'nda devam eder. Ortaokul hayatını Amasya'da tamamlayan Payaslı, Amasya'da lise olmadığı için  Haydarpaşa Lisesi'ne gider. Liseyi burada bitirir. 1955 yılında açılan sınavla Ankara Radyosu'na girer. 1963'te koro şefliğine atanır, sayısız konser yönetir 1977-1989 yılları arasında TRT Ankara Merkez Repertuvar Kurulu üyeliği yapar. 1979'da İzmir'e yerleşir ve Ege Üniversitesi'nde sekiz yıl süreyle öğretim görevliliği yapar. 1968'de Ürdün Kralı Hüseyin tarafından verilen Liyakat Madalyası, 1971'de İstanbul Ekspres Gazetesi'nin verdiği "Yılın Erkek Şarkıcısı" ödülünü alır. 1998 yılında T.C. Kültür Bakanlığı'nca kendisine Devlet Sanatçısı unvanı verilir.

Murat Kuter tarafından kalem alınan ve Kutlu Payaslı'nın hayatını anlatan "Sanata Adanmış Bir Ömür" kitabını dijital olarak bu adresten okuyabilirsiniz. https://www.kuterpr.com/3d-flip-book/kutlu-payasli/

"Sanata Adanmış Bir Ömür" 
Türk Sanat Müziği sanatçısı. 27 Haziran 1936, Amasya doğumlu. Gerçek soyadı Payaslıoğlu olan Kutlu Payaslı, İstiklal Savaşı gazisi ve Ziraat Bankası memuru Yümni Bey ve Adalet Hanımın dört erkek çocuğundan üçüncüsüdür. İlk ve orta öğrenimini doğum yerde Amaysa Plevne İlkokulu ve Amasya Ortaokulunda tamamladı. Daha sonra İstanbul Haydarpaşa Lisesinden mezun oldu. 1955 yılında açılan sınavla İstanbul Belediyesi Türk Müziği Konservatuvarı’na girdi. Aynı yıl 5 Kasım’da Ankara Radyosunun açmış olduğu stajyerlik sınavını da kazanması üzerine Ankara Radyosunda çalışma kararı aldı. Askerlik görevini yedek subay olarak tamamladıktan sonra 1961 yılında Ankara Radyosu prodüktörlerinden Tuncay Gümüşoluk’la evlendi ve bu evlilikten bir kız, bir erkek çocuğu oldu.
İlk bestesini “Bu Şarkı Senindir Dinle Sevgili” adıyla 1957’de yapan sanatçı, ilk solo performansını Ankara Radyosunda 3 Şubat 1958’de gerçekleştirdi. Sanatçı 1963 yılında koro şefliğine başladıktan sonraki dönemlerde Anadolu’nun çoğu illerinde ve yurt dışında şef ve solist olarak konserler verdi. 1971 yılında İstanbul Ekspres gazetesi okurları tarafından “Yılın Erkek Sanatçısı” ödülüne layık görüldü. 1977 yılında Milliyet gazetesinin düzenlediği yarışmada “Gönül İsterdi ki Böyle Bitmesin” ve 1997’de “Sen Nisansın Daha Ben Sarı Eylül” adlı şarkılarıyla bestecilik ödülünü kazandı. Ayrıca 1971’de Amman’da yönettiği TRT korosundaki başarışı nedeniyle Kral Naibi Hasan tarafından “Kevkeb-Sani Onur Madalyası” verildi.
1997 yılından sonra iki yıl TRT merkez repertuar, 1995-1997 arasında ise Merkez Denetleme Kurulu üyeliği görevlerini yürüttü. 1979 yılının sonlarında İzmir’e yerleşen sanatçı, orada kurduğu tavuk çiftliğini on yıl işletti. Aynı dönemde Ege Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarında altı yıl repertuar, üslup/tavır ve ses eğitim dersleri verdi. 1993-2000 yılları arasında TRT 1’de yaptığı “Gönül Bahçemizden” adlı program 1987 yılında Türki Devletler Yayın Birliği tarafından “En Başarılı Müzik Programı” unvanını elde etti. 1998 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından “Devlet Sanatçısı” olarak ödüllendirilen Kutlu Payaslı’nın radyolarda yayınlanan 25 bestesi bulunmaktadır.

8 Ocak 2023 Pazar

Köy Enstitüleri Yaşasaydı

Samsun Akpınar Köy Enstitüsü Öğretmenleri 1950 / T.C. Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü&Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü arşivi
Mustafa Kemâl görevi sebebiyle Osmanlı Devleti'nin uzak illerini de, Avrupa şehirlerini de, Anadolu halkının sefaletini de, Avrupa'nın hem refahını hem de açmazlarını görmüştür. Avrupa'nın bohem hayatının ardında büyük dengesizlikler ve hırs yatıyordur. 
28 Temmuz 1914 tarihinde Birinci Dünya Savaşı patlar. "Bütün savaşları bitirecek büyük savaş" olarak nitelendirilen bu savaş, ardında milyonlarca ölü ve bir o kadar da yaşayan ölü bırakarak 11 Kasım 1918 tarihinde sona erer. Savaş sonrası tüm ülkeler kendi iç düzenlerini sağlamak ve yeniden yapılanmak için büyük savaş verirler. Bu savaşlardan birisi de 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemâl'in Samsun'a çıkmasıyla başlayıp, 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile sona eren İstiklâl Savaşı'dır. 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 9 Eylül 1922 günü akşam saatlerinde Belkahve’den İzmir’i, İzmir'e giren Türk askerlerini seyrederken "Asıl Kurtuluş Savaşı şimdi başlıyor..." der.
Bilir ki Osmanlı Devleti Balkanlardan Yemen'e, Galiçya'dan Rusya'ya savaşmaktan yorgundur. Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmıştır. Halk aç, eğitimsiz ve sağlıksızdır. 
Kurtuluş Savaşı'nın ortasında, cephede dahi aklında kadın hakları, eğitimde eşitlik, sağlık, iktisat, kısacası yeniden yapılanma vardır. Yapacaklarını kurmaylarıyla paylaşırken "Kazanırsak..." demez, "Kazandığımız zaman..." der... Yurdun geri kazanılacağına olan inancı tamdır.
Cumhuriyet'in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihinden dört ay sonra, 3 Mart 1924 günü Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) kabul edilir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu sözlükte şöyle tanımlanır: "Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan ve ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekâleti’ne (Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmasını öngören yasadır. Bu yasa Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitimin temel kanunu kabul edilmiş ve daha sonra çıkarılan kanunlara esas teşkil etmiştir. 1982 anayasasında 174. maddeyle koruma altına alınmış 'inkılap kanunlarından' bir tanesidir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ayrıca tekke ve zaviyelerin kapatılması; dinsel olduğu düşünülen Osmanlı harflerinin kaldırılıp Harf Devrimi’nin yapılması gibi diğer bazı Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesi için de altyapıyı oluşturmuştur."
Yapılan yasal düzenlemelerle eğitim, temel bir insan hakkı olarak kabul edilip yeniden ele alınır. İlköğretim bütün çocuklar için zorunlu ve parasız hâle getirilir. Antropoloji bilimine özel bir ilgisi olan Atatürk; "Bir ulusal eğitim programından söz ederken, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen bütün etkilerden tümüyle uzak, ulusal kişiliğimiz ve tarihimizle uyumlu bir kültür kastediyorum. Çünkü ulusal dehamızın tam olarak gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye değin izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını yineletebilir." der.
Genç Cumhuriyet'e savaştan çıkmış bir halkın çocuklarını okutacak öğretmenler lazımdır. Öğretmenlere seslenir:
"Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir." 
"Muallimler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır."
Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, eğitilecek öğrenci çoktur. Büyük bir okuma yazma seferberliği başlatılır. Ancak öğretmen sayısı yetersizdir. Neredeyse tüm Anadolu okulsuz ve öğretmensizdir. 
1936'ta Saffet Arıkan'ın vekilliği döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulamasına başlanır. Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı'nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği'nde yetiştirilerek köylere gönderilir. İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır.
Atatürk'ün vefatının ardından, 1940 yılında dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün himayesinde Köy Enstitüleri kurulur. Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden gelen ilkokul mezunu çocuklar bu okullarda yetiştirilir. Sadece kitap-defter eğitimi değil, hayatta kalma ve beceri kazanma eğitimleri de alırlar. Ayrıca kültür-sanat bakımından da yetiştirilirler. Yetiştirilen çocukların köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları sağlanır. Önce kendileri aydınlanmıştır, şimdi görev yerlerindeki halkı aydınlatacaklardır. 1946'ya kadar 16.758 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirilir. 1946 yılında toplam köy öğretmeni sayısı 11.533, Köy Enstitü kökenli köy öğretmeni sayısı 5.225'tir. (Kaynak: Köy Enstitüsü https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6y_enstit%C3%BCs%C3%BC)
 Antalya Aksu Köy Enstitüsü öğrencilerinden bir grup. 1940'lı yıllar / T.C. Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü&Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü arşivi
İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen dünya ve değişen Türkiye Köy Enstitüleri'ni daha fazla yaşatamaz. 1946'da başlayan kapatmalar ve 'Köy Öğretmen Okulu'na dönüştürmelerin nihayetinde, 27 Ocak 1954 tarihinde uygulama tamamen kaldırılır. 
Köy Enstitüleri ve Köy Öğretmen Okullarında yetişen öğretmenler yurdun dört bir yanında ışık saçmaya devam ederken, arkadan yetişen öğretmenlerin yeterlilik düzeyi gittikçe düşmeye başlar. Siyasi uygulamalar ülkeyi Eğitim Birliği Yasası'nın dışına çıkartır. Özel okullar ve dershaneler pıtırak gibi çoğalır. 1960′lara kadar özel okul açılmalarında kayda değer bir hareketlenme olmaz. 1961 ve 1982 Anayasa’ları sonrasında, özel okullar adına önemli gelişmeler yaşanır. Özellikle 1985′ den sonra yapılan kanun, genelge, vb. niteliğindeki düzenlemeler ile özel okullar devletçe de açıkça desteklenir. (Kaynak: Türkiye'de Özel Okullar Tarihçesi https://www.ozelokuldanismanlik.com/turkiyede-ozel-okullarin-tarihcesi/) Zorunlu eğitim 4+4+4'e çevrilir. Atanamayan öğretmenler özel okulların sömürü sistemine boyun eğer. Öğretmenlik değer kaybeder. Öğrencinin müşteri olarak görüldüğü sistemde para konuşmaya başlayınca öğretmen itibar kaybeder. Büyünce ne olacaksın çocuğum sorusunun cevabı artık ne öğretmendir, ne doktor ne de mühendis. Büyüyünce Influencer olmak, Youtuber olmak her yönden daha caziptir.
Böylece eğitim sistemi ile birlikte tüm sistemler, "Bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız, eğitim sistemini çökertin yeter. Eğitimin çökmesi bir ulusun çökmesidir. Bir ülkeyi yok etmek için atom bombası veya uzun menzilli füzelere ihtiyaç yoktur. Bunun için eğitim seviyesini düşürmek, kopya çekilmesine müsaade etmek yeterlidir. dendiği gibi ardı ardına, üst üste devrilmeye başlar.

Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzüncü yılında yerine tam oturamamış, daha doğrusu yerinden oynatılmış bir eğitim sisteminin bakanlarına şöyle bir bakarsak;
MEB sayfasında Türkiye Cumhuriyeti'nde görev yapmış Eğitim Bakanları listesinde 1920 yılından bugüne kadar altmış beş eğitim bakanımız olduğunu, altmış altıncı bakanımız elan görev başında olduğunu görürüz. 
2002'den bu yana aynı iktidar döneminde dokuz bakan değişmiş. İktidar değiştikçe değişen bakanları anlayabilirim de, aynı dönemde dokuz bakanın değişmiş olması biraz garip.
Bakın bakalım bu 22 senede kimler gelmiş kimler geçmiş, kimlerin isimleri aklınızda... 
Metin Bostancıoğlu 11 Ocak 1999-9 Temmuz 2002, Necdet Tekin 10 Temmuz 2002-19 Kasım 2002, Erkan Mumcu 19 Kasım 2002- 17 Mart 2003, Hüseyin Çelik 17 Mart 2003-3 Mayıs 2009, Nimet Çubukçu 3 Mayıs 2009-7 Temmuz 2011, Ömer Dinçer 7 Temmuz 2011-25 Ocak 2013, Nabi Avcı 25 Ocak 2013-23 Mayıs 2016, İsmet Yılmaz 24 Mayıs 2016-10 Temmuz 2018, Ziya Selçuk 10 Temmuz 2018 - 05 Ağustos 2021, Mahmut Özer 6 Ağustos 2021 

Bütün bunları neden anlatıyorsunuz derseniz; hani hep diyoruz ya PISA sonuçlarına göre yerlerde sürünüyoruz, ne mezunlar işlerinde erbab, ne öğretmenler öğretmen, ne öğrenciler öğrenci diye, bütün bunları neden böyle olduk, nereden nereye geldik diye anlatıyorum. (PISA sonuçlarında matematikte, bilimde ve okuduğunu anlamada birinci sırada Çin var. Türkiye matematikte 43, bilimde 40 ve kendi dilinde okuduğunu anlamada 40. sırada.) 
Çin Malı ve Türk Malı mukayesesi size kalmış.
 
Türkiye MEB 2023 bütçesi
Siyaset, sizin kaynakları nereye ayıracağınızı belirler. 
2022’de MEB bütçesinin Merkezi Yönetim Bütçesi’ne oranı yüzde 10,79 iken, 2023 bütçesinde yüzde 9,64’e gerilemiş. MEB bütçesi her yıl olduğu gibi rakamsal olarak artmış, ancak genel bütçe içindeki oranı azalmış. (Kaynak: 2023 Yılı Milli Eğitim Bakanlığı Bütçesi Analizi / Eğitim Sen)
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer 2023 bütçesi için demiş ki: "2023 yılı toplam eğitim bütçesi 651 milyar 377 milyon 155 bin lira olarak Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi." Mahmut Özer konuşmasının devamında her şeyi mükemmel derecede iyi yaptıklarını anlatmış.
Peki ya PISA sonuçlarını ne yapacağız sayın bakanım? Ülkeden kaçan yetişmiş insanlarımızı ne yapacağız?

2023 yılı için öngörülen bütçede altı bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet İşleri'nin 2023 bütçesi %117 artışla, 35 milyar 910 milyon 653 bin TL olarak belirlenmiş. Yorumu size bıraktım...
(Kaynak: doğrulukpayı - Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2023 için Öngörülen Bütçesi, 35 milyar 910 milyon 653 bin TL mi?)
Listenin son sırasında 16 milyar 505 milyon TL ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yer alıyor. 
Köy Enstitülerinde kültür ve sanata verilen önemi hatırlatıp yorum yine size bırakayım...
Ülkenin eğitim sisteminin gerilemesi demek toplumun gerilemesi ve çürümesi demek. Köy enstitülerini güncelleyerek yeniden oluşturmak bu gidişata dur der mi diye sizin de aklınızdan geçmiştir.
Küresel ısınma ve iklim değişikliklerine bakarsak mağara günlerine dönmemiz an meselesi. O yüzden hayatta kalma derslerine ağırlık verilse hiç fena olmaz. Demedi demeyin, tarım, hayvancılık, beslenme, barınma, ısınma, giyinme konuları en önemli konularımız olabilir. Dijitalleşme hızıyla birlikte akıllı telefonların iş görmeyeceği günleri de hesap etmeli.

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler
Nilüfer Belediyesi katkılarıyla Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Bursa Şubesi tarafından düzenlenen etkinlikte tam da bunlar, Köy Enstitüsü Modeli ve Eğitimde Çözüm Arayışı konusu masaya yatırıldı. Konak Kültürevi'nde gerçekleşen etkinliğin açılış konuşmalarını YKKED Bursa Şube Yönetim Kurul Başkanı Jülide Akköprü ve Nilüfer Belediyesi Başkan Yardımcısı Zafer Yıldız yaptı. 
Jülide Akköprü - Zafer Yıldız
Jülide Akköprü 2001 yılında kurulan YKKED derneği ve dernek çalışmaları ile derneğin hedefleri hakkında bilgiler verdi. Köy Enstitüleri bu dönem için gerekli midir, yeniden kurulabilir mi, yoksa kent enstitüleri mi kurmalıdır arayışlarının cevabının, köy enstitülerinde olup da bugün olmadığından yakındığımız olgularda olduğunu, çocuklarımızın zihinlerinin, bireysel özelliklerinin ve ruhlarının yok edildiğini söyledi. Köy Enstitülerinde uygulanan kendi coğrafi yapısındaki kültürel öğeleri taşıyan, iş ile üreterek öğrenme şeklinin, sporla, halk oyunlarıyla, sanatla, doğayla iç içe yapıldığı için bireylerin soran, uygulayan ve sömürülemeyen insan olarak yetiştirilmesinin amaçlandığını belirtti. Jülide Akköprü UNESCO'nun 2023'ü Aşık Veysel yılı ilan etmesiyle dernek olarak kendilerinin de Cumhuriyet'imizin yüzüncü yılına özel programlar hazırlayacaklarını söyledi. 

Zafer Yıldız da Köy Enstitüleri’nin kapatılmasının Cumhuriyet tarihinin en büyük hatası olduğunu, bugün her şeyden önce yeni bir eğitim seferberliğine ihtiyacımız olduğunu dile getirdi. Yıldız sözlerine şöyle devam etti: "Türkiye’nin eğitim sistemine şekil verenler bir gün yeniden Köy Enstitüleri modelini örnek almalarını diliyorum. Eğitimin insanı sadece okur-yazar olarak değil, yaşadığı toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek nesiller olarak da yetiştirmesi gerekir, eğitimin sadece sınav ve not odaklı hale gelmesi çocuklarımızın başarısına ya da başarısızlığına katkısı analiz edilmeli. Ülkenin en büyük sorularından biri ara elaman sorunu." 

Açılış konuşmalarının ardından YKKED Bursa Şubesi Mandolin Topluluğu, Dilek Sevütekin Görgülü şefliğinde mini bir konser verdi. 
 YKKED Bursa Şubesi Mandolin Topluluğu
  Serpil Ilgaz Uğur / Köy Yolları
Topluluk üyelerinden Serpil Ilgaz Uğur "Köy Yolları" şarkısını seslendirdi.,

Kadriye Öğretmen
Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak'ın, annesi Kadriye öğretmenin Arifiye Köy Enstitüsündeki eğitim hayatı ve öğretmenlik anılarından derlediği "Arifiye Köy Enstitülü Annemle Damla Söyleşiler" kitabından yola çıkılarak, Oğuz Makal tarafından hazırlanan "Kadriye Öğretmen" belgesel filminin ilk gösterimi yapıldı. 
Kadriye öğretmenin çocukluğu, Arifiye Köy Enstitüsü'ne gidişi, okuldaki ilk günleri, eşi Kâzım öğretmen ile tanışması, evlilikleri, ilk görev yerleri, anılar ve fotoğraflar ile perdeye yansıdı.
Film gösteriminin ardından Oğuz Makal bu filmi hazırlamasındaki en büyük etmenlerden birinin Köy Enstitülü öğretmen olan annesine olan vefa borcu olduğunu söyledi. 
Oğuz Makal
Makal sözlerine şöyle devam etti:
"Türkiye'de sinema eğitiminin başlamasını sağlayan kişi benim, ilk doktorayı ben yaptım, 9 Eylül Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü'nü ben kurdum. Köy enstitülü bir ailenin evladı olarak geriye değil ileriye bakmayı öğrendik. Köy Enstitüleri öğretmen okulunun ötesinde büyük bir değişim ve gelişim projesi. Ağalık düzenine, gerici düzene karşı bir Truva Atı."

Cumhuriyet Eğitim Devriminden Günümüze Eğitim ve Öğretmen
"Cumhuriyet Eğitim Devriminden Günümüze Eğitim ve Öğretmen"  başlıklı panel, hepsi Köy Enstitülü ailelerin çocukları olan YKKED Genel Başkanı Prof. Dr. Ethem Duygulu, YKKED kurucu başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak ve yine YKKED ilk genel başkanı Sinema Tarihçisi, Yazar ve Yönetmen Oğuz Makal'ın masada yerlerini almasıyla başladı. Panelde Cumhuriyet'ten günümüze "eğitim" irdelendi.
Ethem Duygulu, Kemal Kocabaş, Binnur Yeşilyaprak, Oğuz Makal
Panelin moderatörlüğünü Prof. Dr. Kemal Kocabaş yaptı. 2001 yılında kurdukları YKKED ve dernek bünyesinde yapılan çalışmalar ile insanlara Köy Enstitüleri algısını sunduklarını, bu vesile ile Köy Enstitüleri üzerine doktora tezleri yapıldığını, makaleler yayınlandığını dile getirdi. Tayfun Atay'ın "Köy Enstitüleri yaşasaydı Türkiye başka bir Türkiye olurdu, kız çocukları 6 yaşında evlendirilmezdi. Köy Enstitüleri bir kültür devrimiydi." sözlerini aktardı. Pelin Batu'nın dedesi Selahattin Batu'nun Hasanoğlan'da Zooloji öğretmeni olduğunu Pelin Batu'nun kendisinden öğrendiğini ekledi. 
"Hasanoğlan Köy Enstitüsünde Enver Ziya Karal (tarih), Ruhi Su ve Aşık Veysel (müzik), Selahattin Batu (zeoteknik), Muhlis Ete (ekonomi), Selahattin Eyüboğlu (dil-edebiyat), Kazım Köylü (ziraat), Ferruh Sanır (coğrafya), Mahir Canova (tiyatro), Halil Demircioğlu (tarih), Mualla Eyüboğlu (mimar-inşaat sorumlusu), gibi eğitim elemanları da görev yaptı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 27 Kasım 1947'de alınan bir kararla kapatıldı."
Kocabaş, İzmir Büyük Şehir Belediyesi ile birlikte Cumhuriyetin yüzüncü Yılına ithafen İzmir'de bir Köy Enstitüsü Müzesi açılacağını, Seferihisar'da Tarım Lisesi kurulacağını müjdeledi.
 
Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak, Kadriye Öğretmen kitabının yazılma ve film olarak çekilme öyküsünü anlattı. Daha sonra yaptığı sunumda 21. yüzyıl dünyasının dijital olarak değiştiğini ama insanın doğal yazılım açısından değişmediğini, ancak sosyal yazılımın değiştiğini vurguladı. Bu yüzyılda eğitimin amacının yerelden evrensele açılan bir anlayışla, etik değerleri benimseyen dünya vatandaşı yetiştirebilmek olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Ethem Duygulu 2002 yılından bu yana rasyonel anlayışın terk edildiğini, tercihlerin değiştiğini, bu değişimin bizi bugünlere adım adım getirdiğini, bir yandan dünyanın da küreselleştiğini anlattı. Toplumun melezleştirildiğini, bunun için dışarıdan göç alındığını söyledi. Asiller ile vekillerdeki sistemin yanlış anlaşıldığını, asillerin, yani halkın vekâlet verdiğini, denetlemesi gerekenin halk olması lazımken vekâlet verilenlerin halkı denetlediğine dikkat çekti. Köy Enstitüleri'nde öğrencilere pozitif değerler aşılanması ile ülkeye sağlam bir temel atıldığını dile getirdi.
Etkinliğin sonunda Oğuz Makal yeni çıkan ve gelirini YKKED'e bağışladığı, "Gönen Köy Enstitüsü Güneşinde Annem ve Enstitü Tarım Çalışmalarından Annemin Mutfağına" kitabını imzaladı. 
****
Yazımı, Jülide Akköprü'nün açılış konuşmasının sonunda okuduğu Talip Apaydın'ın Eski Yapı şiiri ile nihayetlendirmek isterim.

Eski Yapı / Talip Apaydın
Derin vuruyoruz kazmayı,
Kof sesler geliyor dipten
Çürümüş yıllardır
Değiştireceğiz bu yapıyı kökten

Biraz daha ha gayret
Sallanıyor her yeri
Kovuklarda böcekler çıyanlar
Bir telaş, kıyamet

Yıkacağız başka çare yok
Yıkıp yeniden yapacağız
Temelden çatıya uygarca
Sonra girip adam gibi yaşayacağız.

Kapak fotoğrafı: TC Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü&Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Facebook paylaşımıdır.

8 Ocak 2023 / C.E.Y.

Çok Bilmiş Beceriksizler / 10 Ağustos 2018
Adammışsın Diyojen / 7 Şubat 2022