Nilüfer Kent Konseyi'nin 23. Olağan Genel Kurul Toplantısı Karaman Dernekler Yerleşkesi’nde yapıldı. Nilüfer Kent Konseyi Başkanı Neslihan Binbaş, Yürütme Kurulu Üyesi Levent Soydinç ve Gençlik Meclisi Eş Başkanı Tuba Can oybirliğiyle divana seçildi. Divan seçiminin ardından Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem açılış konuşması yaptı ve çalışmaları için Kent Konseyi'ne teşekkür etti. Neslihan Binbaş'ın Faaliyet Raporu sunumuyla devam eden Genel Kurul, iletişimci, yazar ve reklamcı Ateş İlyas Başsoy sohbetiyle nihayetlendi.
Nilüfer Kent Konseyi Başkanı Neslihan Binbaş, Yürütme Kurulu Üyesi Levent Soydinç, Gençlik Meclisi Eş Başkanı Tuba Can |
Bizi biz yapanlar
İlyas Başsoy konuşmasına başlamak üzereyken sahne merdivenlerinde elinde bir buket çiçek ve bir zarf ile orta yaşın üzerinde bir bey belirdi. İlyas'a doğru yönelen bey ile göz göze gelen İlyas ilk şaşkınlığını üzerinden atınca bir anda karşısındaki adama sarıldı. Ben de o an (her zamanki gibi) fotoğraf çekiyordum. Bu anları kaçırmadım tabii ki.
Kendisi Ateş İlyas Başsoy'un Bursa Sümer İlkokulu'ndan öğretmeni Mehmet Karabel imiş. Daha önceki bir toplantıda öğrencisini beklemiş ancak karşılaşamamış ve o gün İlyas'a bir mektup yazmış. İlyas Başsoy'un sosyal medya paylaşımında gördüğümüz üzere; zarf, o günün mektubunu taşıyormuş. İlyas duygularını "Onu en son geçen yüzyılda görmüştüm. Benim ben olmama en çok katkısı olan insanlardan biri. Öğretmeninize çiçek almışsınızdır mutlaka ama öğretmenden çiçek almak bambaşka bir onurmuş. Bursa Sümer İlkokulunun Yozgatlı ve TÖBDER’li devrimci öğretmeni, ne iyi olmuş denk gelmemiz." sözleriyle ifade etmiş.
Üçü bir arada
Sahneye davet edilirken Metin Ünkazanan, Tayfun Yılmaz ve Ateş İlyas Başsoy isimleriyle üç kişi olarak davet edilen Başsoy, bu üç ismin sırrını anlatarak başladı konuşmasına. Henüz yirmi yaşındayken yazdığı bir yazıyı (adını vermediği, epey bilinen) bir dergiye götürüşünü, yazının okunmuş gibi yapılarak ama okunmayarak reddedilişini, bu reddedilişin ardından aynı yazıyı eniştesi olan Metin Ünkazanan imzası atarak bu kez postayla yollayışını, ertesi hafta yazının kapaktan çıkışını, üstelik bir de "ÖDP Tartışmaları" kitabında Metin Ünkazanan imzasıyla yer alışını esprili bir dille anlattı. "Yirmili yaşlardaki çocuklarımıza güç verin, ellili yaşlara gelince insanlar biraz 'farklılaşıyor, tatsız bir şeye dönüşüyor' dedi.
Matematik kitabı yazdığında da babasının ismi ile yeğeninin ismini birleştirerek yazar adını Tayfun Yılmaz koyduğunu söyledi.
(Ateş İlyas Başsoy'un yayımlanmış 11 kitabı var.)
Recep İvedik
Gürcistan’da karşılaştığı ailenin 5–6 yaşlarındaki oğullarının Recep İvedik’i baştan sona ezberlediklerini görünce o zamana kadar uzak durduğu filmi gizlice alarak gizlice izlemiş ve filmin günümüz Karagöz’ünü resmettiğini görmüş. Bunun üzerine BirGün gazetesinde “Recep İvedik’e Övgü” diye bir yazı yazmış. Şahan Gökbakar kendisine mesaj atmış ve ilk kez biri benim ne yapmak istediğimi gördü demiş. Her yeni Recep İvedik çıkışında Recep İvedik uzmanı denilerek televizyonlara çağrılır olmuş. İki uzmanlık adı oluşmuş. Biri Recep İvedik uzmanı, diğeri CHP Uzmanı.
"Sen kime konuşuyorsun şu an?"
İlkokul arkadaşı Arzu'nun kendisine söylediği bu sözün hayatının şiarı yaptığından bahsetti. Henüz on iki yaşındayken heyecanlı heyecanlı Arzu'ya anlattıklarını aslında kime anlatıyordu? Aslında o, o an her şeyi kahvede oturan kendinden büyük ağabeylerine anlatıyordu. Anladı ki, "İletişimde en önemli şey kime konuştuğunu bilmek!". Biz muhalefet yaptığımız zaman kime muhalefet yapıyorduk? Bir eylem içine girdiğimizde kime konuşuyorduk? Bu en önemli soruydu. John Fowles'in Aristo kitabında yer alan "Yaptığın muhalefet muhalif olduğun şeyi güçlendiriyor mu, zayıflatıyor mu?" sorusu onun hayatında büyük yer tutuyordu. Bizlere de bu soruyu zihnimize kazımamızı önerdi. Selahattin Demirtaş geçenlerde "6'lı Masa kurulduğundan bu yana tek bir açıklama yapmasa oyu %60'tı." demişti. 6'lı Masa kötü bir şey değil, iyi bir şeydi. Koalisyon seçim sonrası değil, seçim öncesi kurulmuştu. Lakin oyu %1'in altında olan bir partinin söylediği herhangi bir şey iktidar medyasında başlık olabiliyordu. Başsoy'un öngörüsüne göre, kısa bir zaman sonra 6'lı Masa konuşulmayacak, Millet İttifakı konuşulacaktı. Tayyip Erdoğan 1 kişiydi, karşısında belirsizlik olduğunda güçleniyor, somut 1 kişi, yani belirlilik olduğunda çözülüyordu.
Yazının burasında sözü Ateş İlyas Başsoy'a bırakıyorum.
Z Kuşağı kimdir?
Z kuşağının gelip bizi kurtaracağı ümidi bizi yanlışlığa sürüklüyor. Z Kuşağı bir pazarlama terimi, sosyoloji terimi değil. Z kuşağının dijital dünyanın içine doğuş olması, otuz yıl önceki bir gençten farklı olduğunu göstermez. O anlamda biz de annelerimiz gibi yaşamıyoruz ancak annelerimiz gibiyiz.
"Mutluluk içimizde"
Son yirmi yıldır dünyada "hazcılık-mutluluk" propagandası yapılıyor. Bundan dört beş sene önce Coca Cola, Ülker ve Eti "mutluluk" kelimesi üzerinden rekabet ettiler. "Mutluluk" kelimesi için savaştılar. Hepimiz "mutluluk" için yaşar olduk. Mutluluk Aristo'dan beri felsefecilerin izlediği sorunlu bir konu. Mutluluk teriminde "aşkıncılık" dediğimiz bir şey var. Biz mutluluğu "kendimizce-kalıplarca" tarif ediyoruz. İçinde olmadığımız bir durumu uzaktan "var" sayıyoruz. Bu sorunlu terimi bize sosyal medya, medya, reklamlar, kısacası kapitalizm pompalıyor. Gençler sürekli "ben" diyerek, kendi mutluluklarını önemsiyorlar. Ama öyle olmuyor. Kimse mutlu değil. Herkes psikoloğa gidiyor. Sosyal medyaya bakarsanız herkes mutlu. Daha doğrusu herkes mutluluk pozu veriyor. Mutluluk manyaklığına kapıldık. Spinoza "Keder kelimesiyle barışın" der. "Mutluluk yoktur, sevinç vardır" der. Sevinç ve neşe görünürdür. İnsan sevinçliyse bunu görürsünüz. Ama mutluluğu varsayarsınız.
(Burada yazarınız olarak ben de minik bir ekleme yapmak isterim. Okumaya ve anlatmaya doyamadığım Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabının 58. sayfasında Tanpınar, "Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder" der. Mutluluk için ise 82. ve 83. sayfalarda, "Üvey annem evimizde mesut olduğunu sanıyordu" ve "Sadece düşünceye ait, zan üzerine kurulmuş bu saadet hatırası o kadar kuvvetliydi ki, sonunda Abdüsselâm Bey bile hürmet etmeğe mecbur kaldı" cümleleriyle karşılaşırız.)
İnşallahla, Maşallahla
Hayata bütün olarak bakmaya, kendini hayatın içinde konumlandırmaya içkincilik deniyor. İçkinci bir insanın duruşunda temenni vardır. Dua, "inşallah" diyerek bunu bir başka varlığa havale eder. Türkiye'deki muhalefet tarzında git gide "dua ve beddua" kelimeleri yer bulmaya başladı. Hiçbir anlamı olmayan bu söylemlerden kurtulmamız gerektiğini kendilerine de söylüyorum. Dua ile muhalefet olmaz. Beddua ettiğimizde ya da ilahi adaleti beklediğimizde karşıda hiçbir şey değişmiyor. Beddua sadece edeni sakinleştiriyor. İlahi adalet beklentisi sadece fakirleri avutuyor.
CIA, Godfather-Baba filmindeki şu repliğin çıkartılmasını istemiş mesela. "Zenginliğinden utanma. Çünkü zenginlikten utanmak, fakirler hep fakir kalsın diye zenginlerin uydurduğu bir yalandır." ABD bu repliği çok tehlikeli bulmuş.
Cumhurbaşkanı Seçimi
2023 yılında Türkiye Cumhuriyeti, tarihindeki üçüncü cumhurbaşkanlığı seçimini yaşayacak.10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan cumhurbaşkanı seçiminde CHP ve MHP tarafından cumhurbaşkanlığı için çatı adayı olarak açıklanan (CHP'li seçmenin tüylerini diken diken eden) Ekmeledddin İhsanoğlu karşısında dahi (o dönemde gücü zirvede olan) Tayyip Erdoğan %51 aldı. Bu kadar olmayacak bir aday karşısında dahi seçimi zar zor kazandı. Üstelik CHP'nin %20'si oy vermeye gitmemişti.
2018 seçiminde karşısına Muharrem İnce, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu'nu çıkarttılar. Erdoğan bu kez %52.5 ile kazandı. Şimdi yeniden bir seçime gidiyoruz.
İki Koz
1- 2014'e kadar herkes üç kat zenginleşmişti. 2016'dan sonra ibre düşmeye başladı. 2001 kuruyla hesaplarsak, 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkan kişi başı milli gelir, şu an 5 bin 500 dolara indi. Hepimiz yarı yarıya fakirleştik. Hiçbir zaman böyle olmamıştı.
2- İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Antalya CHP, MHP ve AK Parti'den belediye aldı. Birçok büyük ilçe CHP'ye geçti. Yeni kazanılan yerlerin varoşlarında AK Parti'nin oyu %40'lara inmiş, CHP, İYİ Parti ya da diğerlerinin oyu %60'lara çıkmış.
Mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hem merkezde hem de varoşlarda çok başarılı. Diğerleri ona keza. Ekmeleddin İhsanoğlu karşısında %51 alan Erdoğan'ın bu seçimi alması mucize olur. Bu seçimi Ak Parti'nin alması imkansız olmalı. Ama alabilir.
Türkiye'nin durumu muhalefetin bu kadar lehine ve iktidarın bu kadar aleyhineyken, işimizi inşallahla maşallaha bırakırsak, yerimizde oturursak Ak Parti seçimi yine kazanır.
Sevgi Dili
2019 yerel seçimlerinde sevgi dilini kullanarak İstanbul, İzmir, Adana, Ankara gibi büyük şehirleri iktidarın elinden aldık. Erdoğan'ı görmezden geldik. Onu yermedik. Onu seveni sevdik. Biz ortak bir dil oluşturduk. Hedeflediğimiz her yerde bu politika ile hedefimize ulaştık. Şehir hayatı terimleri yumuşattı. İnsanların kontrastlarını azalttı. Lakin bunlar belediye başkanlarının kişisel başarısı olarak algılandı. Dil bozuldu. Tekrar sevgi diline dönmemiz gerek. Beddua dilini alkışlayıp, sevgi dilinde esnerseniz yine kaybederiz. CHP seçmeni iyidir. Herhangi bir CHP seçmenini partiye genel başkan yapabilirsiniz. Başka hiçbir partide böyle bir potansiyel yok. Başka hiçbir partide de, dünyada da genel başkanına söz söyleme "demokrasisi" yok. Genel başkanınıza söz söylemeyin, söz söyletmeyin.
Ak Parti'nin görünenleri, görünmeyenleri
Dışarıda lüks araçlarla gezen Ak Partililere bakıp da hepsi öyle zannetmeyin. Onlar Türkiye'de %1 bile değil. Biz onları görüyoruz, çünkü diğerleri kapısının önündeki parka dahi çıkamıyor. Onları zaten hiç görmüyoruz. Ak Parti'nin kadın seçmeni çok güçlü. Bursa'nın diğer kesimlerine ulaşmamız lazım. İnsanlarla siyaset konuşmayın, Onlara hayatlarını sorun, konuşun, sohbet edin, gönül alın. 12 kent içerisinde bir tek Bursa'da büyükşehir CHP'li değil.
İlyas Başsoy'un konuşmasının ardından Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem kendisine teşekkür etti. |
İlkokul öğretmeni Mehmet Karabel ile... |
Ateş İlyas Başsoy konuşurken bazı kişiler onu dinlemek yerine salondan ayrılmayı tercih ettiler. Konuşmada siyasi parti isimleri geçince konuşmayı siyasi bir konuşma zannettiler. İlyas Başsoy'un anlattığı, insanca yaşamak üzerine siyaset üretilmesiydi.
Her bireyin ülkenin şartlarından yararlanabildiği, çocukların yatağa aç girmediği, kadınların öldürülmediği, kendi seçmediği özellikler sebebiyle kimsenin ötekileştirilmediği, doğanın katledilmediği, hayvanların eziyet görmediği bir ülkede yaşamak istemek olmayacak bir hayal değildi.
Bunu kim istemez?
Bunu kim yapabilecekse ülkeyi onun yönetmesi, yapabildiği kadar görevde kalması, yapamadığı zaman da görevi devretmesinden daha normal ne olabilir?
Bugün A kişisini desteklesiniz, bakarsınız iyi, desteklemeye devam edersiniz. Ama işler sarpa sararsa neden hâlâ destekleyesiniz?
Değil mi ama?
26 Ocak 2023 / C.E.Y.
"Cebimizde casus taşıyoruz!" / 27 Mart 2018
Kiralık Sözcükler / 9 Ekim 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder