29 Kasım 2016 Salı

Gözünü aç Türkiye!

Sadece İstanbul ellerinden gitmesin diye saray tarafından feda edilen yoksul ve parçalanmış bir ülkeyi parçalayıcılarının elinden alıp, esas sahibi olan halka teslim eden Mustafa Kemal Atatürk'ü rakı sofraları ile ve aşağılayarak değerlendiriyorsun ya; yapma..
Yapma ki cehaletin ortaya çıkmasın.
Ne o rakı sofraları senin tahayyül ettiğin sofralar, ne de o rakıyı içen kişi senin tasavvur ettiğin kişi.
Bilmiyorsun, bari öğren.
Öğrenmek için de biraz oku, biraz dinle.
Hoş, senin bunları bilmemende değil suç, suç hepimizde. Hepimizde ki, Atatürk'ü anmaktan fırsat bulup O'nu bir türlü anlatamadık.
Anlatanlara da yeterince kulak kabartmadık.
****
Geçtiğimiz 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde, otuz yılını Atatürk'ü, özellikle de asker ve devlet adamı kimliğinin dışındaki 'Üçüncü Atatürk'ü araştırmaya ve anlatmaya adamış olan İlknur Güntürkün Kalıpçı'ya kulak kabarttım ben. 
2014'ün şubatında Ata Lions'a konuk olduğunda izlediğim Kalıpçı, bu kez de CHP Nilüfer İlçe Başkanlığı'nın konuğu olarak Plaza 16'da bir konferans verdi.

"İçimizden Biri Atatürk" başlıklı konferansta Atatürk'ün insan halini, anılarını, ileri görüşlülüğünü ve engin bilgisini kısa kısa örneklerle dinledik kendisinden.
Bilmediklerimizi öğrendik, bilgilerimizi tazeledik. Lakin salonda çok az kişiydik. 
Etkinlik yeterince mi duyurulamamıştı, yoksa duyanlar çağrıya kulak mı asmamıştı? Malum günlük hayat koşuşturmaları. Hepimizin çok işi var... 
Oysa mevzu bahis vatansa, ki artık öyledir, ötesi teferruat...
İçimizden biri Atatürk, her dem içimizde hep Atatürk
Konferansa katılamayanlar için dinlediklerimi kısa kısa başlıklar halinde paylaşacağım ben yine de.
Öncelikle, artık yaka değil, gönül Atatürkçülüğü yapacağız. Okuyacağız, anlayacağız, uygulayacağız ve en önemlisi de anlatacağız, uygulatacağız.
Hâlâ mı Atatürk derseniz, EVET, HÂLÂ ATATÜRK konuşacağız. 
Çünkü onun 90 küsur yıl önce karşılaşacağımızı söylediği sıkıntılar da, çözüm yolları da bugün hâlâ geçerli. 
Çünkü döneminin liderleri içinden 21. yüzyıla geçebilen tek lider O.
En büyük düşmanında dahi saygı uyandıran O.
(
30 Ağustos 1922'de bozguna uğrayarak kaçan, 2 Eylül'de Türk birliklerine esir düşen, gördüğü itibar ile Atatürk'e hayran olan ve her 29 Ekim'de Atina'daki Türk Büyükelçiliği'ne giderek saygı duruşunda bulunan Yunan birliklerinin komutanı General Trikupis'tir o kişi)

Ölümünün üzerinden geçen 78 yılın ardından hâlâ capcanlı olan O.
Kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan O.
Arkasında hiç düşman bırakmadan ölen tek komutan O
(11 Kasım 1938 tarihinde Fransa'da çıkan bir gazetenin başlığı.) 
2000 yılında milenyumun tek devlet adamı, asrın lideri olarak tanımlanan O.
(
ABD Başkanı milenyum mesajının bir yerinde şunları söyler; “Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü o, yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.”)

* 1981 yılında, UNESCO üyesi 152 ülke tarafından doğumunun 100. yılı kutlanan ilk ve tek lider O.
(UNESCO üyesi 151 ülkenin her alanında bir yıl boyunca şöyle bir metin paylaşılıyor: "Atatürk kimdir; Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu. İmza: 152 UNESCO üyesi." Bu metni paylaşmayan tek ülke hangi ülke mi? Tahmin edin! Neyse ki bu metin şimdilerde Adana ve Tarsus'ta otobüs duraklarında paylaşılacak. Darısı başımıza diyelim.
Merhaba ağaç diyerek bir iğde ağacına selam veren, selam verdiği ağacın kesildiğini görünce ağlayan O.
Memleket işlerini bitiremediği için yurt dışına hiç çıkmayan O.
(Sabiha Gökçen'in; Paşam, niçin hiç yurt dışına çıkmadınız sorusuna karşılık.)

27 yaşındaki Adnan Saygun'a 20 günde Cumhuriyet'in ilk operasını hazırlatan O
(Yirmi gün boyunca provalara bizzat katılıyor. Her prova sonunda OKAY diyor. OKAY, okun yaydan çıktıktan sonra hedefine tam isabet etmesi demek. Tam Öztürkçe bir kelime ve kullanmamız için Ata'dan vasiyet.)
Atatürk Orman Çiftliği'nin üzerine kurulduğu çorak topraklar için: "Neden burası?" diye soranlara, "Ben en zor olanı yapayım da, kolayları arkamdan gelenler yapsın. Burası da vatan toprağı kaderine terk edilemez. " diyen O
"Bu toprakta orman olmaz" diyen Tahsin Coşkan'ı Atatürk Orman Çiftliği'ne müdür yapan O
Dünyanın 72'den bu yana her 5 Haziran'da kutladığı Dünya Çevre Günü'nü, 25 Mayıs 1925'de ilk kutlayan O.
Çocukluğunda eline geçen 2 kuruşun 1 kuruşunu kitaplara verdiği için; 35 yaşında General, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı olan O.
Hiç ödül kabul etmeyen O
Türk milletine yeniden gülmeyi ve neşe içinde yaşamayı öğreten O.
(Atatürk, hayatı boyunca sadece Mark Twain cemiyetinin verdiği ödülü kabul eder. Çünkü onlar O'nun insan yanına dokunmuşlardır. Orada yazan söz: "Türk milletine yeniden gülmeyi ve neşe içinde yaşamayı öğrettiniz"dir.)
Cumhuriyet'in ilk yıllarında emekli öğretmen olmamasına rağmen öğretmenlerin emekliliğine dahi sahip çıkan O.
Her şeyin sorumluluğunu sırtında taşıyan O.
Milletler Cemiyeti'ne davet edilen, biraz düşünmek için zaman isteyen ve kabul etmeyen O
Birlikte tren yolculuğu yaptığı İran Şahı'nın uyandırmaktan imtina ettiği kişi O.
(Şah, sabahın erken saatlerinde kendilerini karşılamaya gelen davullu zurnalı ekibi, 'benim birader uyanmasın diyerek susturur.) 
* Bugün uygulandığı takdirde arapsaçına dönmüş olan eğitim sistemimizi altı ayda yola sokabilecek olan, Misak-ı Maarif'i hazırlatan O
Kendisine Dünya Kültür Antropoloğu sıfatı verilen O.
Geleceğe dair ettiği sözlerde hiç yanılmayan O.
* Savaşın ortasında, savaşın ardından kadına kimlik, dile sadelik kazandırmayı planlayan O.
Kurtuluş Savaşı esnasında, orduda üniformalı ve rütbeli kadın askere yer veren O
(Dünyanın ilk binbaşısı Ayşe Hatun (Altuntaç), üsteğmen Emine Vardarlı, üsteğmen Fatma Şimşek, ki 700 erkek ile 43 kadından oluşan bir müfrezeye kumanda eden üsteğmendir Kara Fatma.)
Yüksek zekası ve stratejisi ile kadın varlığını erkeklere zarifçe kabul ettiren O.
****
İlknur Kalıpçı'nın Atatürk anılarıyla zenginleştirdiği anlatımından kısa kısa başlıklar sundum size. 
Biliyoruz ki Atatürk'ü anlatmak ne zamanlara, ne kitaplara sığar. 
Bize düşen; bize yere düşmeyecek kadar destek, ayağa kalkmayacak kadar köstek olan dahili ve harici düşmanlarımızı bilip, Atamıza ve onun öngörülerine sarılıp ayakta kalmak, ayakta kalmakla kalmayıp, yürümek, ilerlemek, koşmak...

İlknur Kalıpçı'nın son sözleri ile veda edelim...
"Bu ülkenin üzerinde bizden başka herkesin gözü var, bir tek bizim gözümüz yok."

Bu söz de benden gelsin o zaman:
"Gözünü aç Türkiye!"

17 Kasım 2016 Perşembe

Bu konseri UNUTMAYACAĞIZ!

Türkçe Sözlü Pop Müzik mi desek, Türk Hafif Müziği mi desek yoksa Aranjman deyip mi geçsek bilemediğimiz günlerin sanatçılarıydı onlar. 
Önce yabancı müzikler üzerine yazılan sözlerle çıktılar sahnelere, sonra yavaş yavaş kendi müziğimiz doğmaya başlayınca besteci de, söz yazarı da, seslendiren de hep "bizden" oldu.
İşte onlar da böyle doğdu.
Biz çocuk genç, onlar yetişkin genç, ülke erişkin genç iken onlar mikrofonda, bizler ise heyecan içinde bir halde kulaklarımız radyodaydı.
Ve bugün, ve şimdi onlar capcanlı karşımızdaydı.

Nerede mi, 

Lions 118-K Yönetim Çevresi Federasyonu tarafından yaptırılan Lions Alzheimer Hasta Konuk Evi yararına, Koza Lions Kulübü, Nilüfer Belediyesi ve POPSAV işbirliği ile Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Hey Gidi Günler” konserinde. 

Kimler miydi, 
Bilgen Bengü, Coşkun Demir, Ercan Turgut, Ersan Erdura, Güzin&Baha, Kartal Kaan, Metin Ersoy, Nur Yoldaş, Rana Alagöz, Sevda Karaca, Tülay Özer ve Semiha Yankı.

Konseri sunan Hakan Eren ve arka plandaki her ayrıntıyı titizlikle yöneten Zeliha Sunal'a da haklarını teslim etmeden geçmeyelim elbette.

Titizlikle yöneten diyorum, çünkü kulise yaptığım kısa ziyaretlerde oradaki tatlı telâşlı tempoya şahit oldum. 
Bilgen Bengü mü o kapıdan çıkan? Kartal Kaan bey atmış sandalyesini kapının dışına, güler yüzüyle müthiş enerjisini yaymakta. Güzin Sokullu bir şeyler arıyor. Coşkun Demir, Ercan Turgut, Metin Ersoy bir odada hazırlanmakta. Ve koridorda bir anda yüz yüze geldiğim Ersan Erdura.
Ah Ersan bey, gençliğimizin tüm romantik duyguları sizin şarkılarınızda can bulmuştu. Her dönemin yakışıklısı, Türkiye'nin kadife sesli Elvis Presley'i, nahif tavırlarıyla kalplere taht kurmuş beyefendisi... 
Yaş baş muhabbetine girince 68 oldum diyor, maşallah diyorum. Sonra da ortak akıl ile, biraz da birbirimizi ağırlayarak, 50'li 60'lı yıllarda doğan çocukların şanslı olduğu kanısına varıyoruz. 

Geceyi sunacak olan Hakan Eren'in navigasyonun azizliğine uğrayıp Bursa'ya neredeyse Merkür üzerinden ulaşmasının ardından gece başladı. 
Koza Lions Kulübü Başkanı Müge Okşan konser öncesi kısa bir konuşma yaparak Koza Lions olarak yirmi yıldır sağlık, çevre, eğitim, yaşlı, çocuk ve sosyal konularda hizmet verdiklerini, son dönemde de Alzheimer Hasta Konukevi'ne odaklandıklarını söylüyor. Başta Nilüfer Belediyesi olmak üzere bu projede emeği geçen herkese teşekkür ediyor.
Ve sıra konsere geliyor...

Bu arada arkadaki perdeye yitirdiğimiz sanatçılardan enstanteneler düşüyor, hepsini saygıyla yâd ediyoruz.  Ardından tüm ekip hep birlikte sahneye çıkıyor ve hep bir ağızdan Hey Gidi Günler diyor.
Ekibin sahne arkasına geçmesinden sonra Güzin-Baha sahneye gelip de unutulmaz şarkıları "Gençlik başımda duman"a başlayınca ateş böcekleri uçuşuyor başımda. 
Arkadaki perdede gençlik günleri, çocukları, dergi kupürleri, plakları...
Hey gidi günler hey...

Bilgen Bengü deyince sizin de aklınıza ilk gelen söz "Delisin" oldu değil mi? O da sahneden öyle dedi zaten. "Yıllardır size Delisin, Delisin diye şarkılar söylüyorum, sizler beni alkışlıyorsunuz, teşekkür ediyorum" dedi ve kuvvetli bir alkış daha aldı. 
Yeter ki siz deyin Bilgen Hanım, biz sizin 'delisin' demelerinize bayılıyoruz...

Kartal Kaan, gümbür gümbür sesi ile girdi parçasına: "Meyhaneye gömün beni, gide gele yoruldum"
Neyse ki ikinci parçada gömüldüğü yerden çıktı ve düğün dernek başladı: "Köyümde şenlik var, köyümde düğün". Davullar vuruluyor, salon yıkılıyor. Hisseli Harikalar Kumpanyası'ndan bir parça söylemeden bırakmıyoruz kendisini tabi. Kırmıyor söylüyor ve o meşhur hareketi ve müthiş enerjisiyle selamını verip sahneden ayrılıyor.

Şimdiyse sahnede bir kraliçe var. 1971 Türkiye Sinema Güzeli ve 1971 Avrupa Sinema Güzeli Sevda Karaca "Çık Çık" demeye başlayınca kaç kez ÇIK'ladığını sayıyorum. Sekiz 'çık' sonrası, 'çık ortaya çık' diyor ve bunu hiç teklemeden söylüyor. Sahneden inip seyirciler arasına karışıyor. Hayranlık had safhada.
Arkadaki perdede eski zamanlar, gazino ilanları... 
Hey gidi günler hey...
Zarafet abidesi Coşkun Demir bir Melih Kibar-Çiğdem Talu eseri olan Koca Çınar'a can verirken gözler doluyor. 
"Sevgi Kuşun Kanadında" mıydı Coşkun Demir? Uçup gitmesi o yüzden miydi?

Salonu çın çın çınlatan bir ses var şimdi sahnede. Nur Yoldaş. Söylediği şarkı ki güftesi(şiiri) Atilla İlhan'a, bestesi rahmetli Ergüder Yoldaş'a ait Sultan-ı Yegâh... 
Mihrimah şarkısını hatırlıyorum, Nur Yoldaş'ın sesi göklerde yankılanıyor..

Ersan Erdura sahneye çıkınca zaman geriye akmaya başladı. 78 yılındayız, radyoda "Çocuk Gözler" çalıyor. Parçanın her dizesini biliyoruz, hep bir ağızdan söylüyoruz. 
Lakin ikinci dörtlüğün ikinci dizesi "Bayramlık gözler" miydi, "bakan gözler" miydi, doğrusu neydi?
Erdura, "Güneş ışığı saklayamaz, acılar sürekli olamaz" derken umutlarımız tazelendi.
Bir yandan perdede Ersan Erdura'nın fotoroman günlerini görüyoruz. TRT'de şarkı söylüyor bir başka karede. Başka kanal mı vardı zaten memlekette? Hoş, oldu da iyi mi oldu? Sorular sonsuz...

Rana-Selçuk Alagöz'ü birlikte beklerken Rana Alagöz tek başına geliyor sahneye. Selçuk Alagöz sağlık sorunu sebebiyle katılamamış geceye. Kısa bir video ile Bursalılara seslenmeyi de unutmamış ama. 
"Her Şey Bitmiştir Artık" dedikten sonra kırıp dökülenleri "Her Şey Bitmedi, Bitemez" ile topladıklarını anlatarak söylüyor şarkılarını.
Ne dersiniz, "Aşkın Gözü Kör mü(ydü) acaba?"

Bu arada; yaşlanınca(!) Bursa'ya gelip bir koro kuracağını söylüyor Alagöz. (Hakan Eren ise ben onları dondurucuda saklıyorum, yaşlanmalarını beklemeyin diyerek Bursalıların hayallerini suya düşürüyor)
Rana Alagöz kendisinin de bir Lion olması hassasiyetiyle her alandaki eğitimin gerekliliğine değiniyor.

Bu kadar Türk Hafif Müziği / Türkçe Sözlü Hafif Müzik yeter, biraz da arabesk dinleyelim. 
Yine Hakan Eren tabiriyle her şarkıyı söyleyebilen bir adam geliyor sahneye. O bir Ercan Turgut. Bir Selami Şahin eseri söylüyor, "Senin Olmaya Geldim". Of of of! 
Ferdi Tayfur'dan Huzurum Kalmadı'yı söylemeden bırakmıyoruz kendisini ama. Biz de eşlik ediyoruz şarkıya elbet. Eşlikleri görerek salona "Hani arabesk dinlemiyordunuz!" diye takılan Hakan Eren'e, "Dinlemiyoruz demiyoruz, hepsini dinlemiyoruz diyoruz" deyip sağlam şarkıların hakkını teslim ediyoruz. 

Marmaris'ten gelerek ayağının tozu ile konsere katılan Tülay Özer o meşhur parçası Büklüm Büklüm'ü söylerken hafiften büklüm büklümdü hakikaten de. Meğer vertigodan muzdaripmiş. 
"İkimiz Bir Fidanın" parçasını söylemeden ayrılmadı yine de sahneden. Müzik dünyasına imza ki ne imza. Parça başlar başlamaz herkes kımıl kımıl kımıldanmaya başladı yerinde. "Yola çıkmış arıyorum...." ve devamı...

Eurovison deyince aklımıza ilk gelen Semiha Yankı ve "Seninle Bir Dakika"dır, ötesi yok.
Sene 1975, Türkiye'nin Eurovision'a ilk katıldığı yıl. Türkiye adına Stockholm'deki sahnede el kadar bir kız çocuğu yarışıyor. Sadece Monaco'nun verdiği 3 puanla sonuncu oluyor. 
Lakin 2003 yılında Eurovision Komitesi tarafından yapılan bir değerlendirmede 1975 yılı sonuncusu bu şarkının Eurovision'un gelmiş geçmiş en iyi 20 parçası arasında gösterilmesi de ilginç. (Bu bilgi Hakan Eren'den ve Vikipedia'da mevcut)
Ne gam, biz zaten hiç üzülmemiştik ki... 
Semiha Yankı yine aynı, üzerinden geçen 41 yılın ardından şarkı yine aynı.
41 kere maşallah!

Gecenin son sanatçısına 41x2 kere, yani 82 kere maşallah demeye hazır olun.
Kim mi geliyor, tabii ki Türkiye'nin Kalipso Kralı Metin Ersoy...
Yakasındaki Atatürk rozetini öperek seyirciyi selamlayan, kalbi Atatürk aşkıyla dolu bir dev adam...
Comandante Che Guevara ve Talimi Banana ile Latin rüzgârı estiriyor önce tatlı tatlı. Sonra da bizi bir gemiye doldurup yolculuğa çıkartıyor.
"Ah o gemide ben de olsaydım, açık denizlere yol alsaydım..."
Ses, tavır, dans, yorum, izleyici ile iletişim, müzisyenler ile iletişim, kısacası müthiş bir performans...
Google'a bir göz atıp Metin Ersoy'un hayat hikâyesini okumanızı tavsiye ederim. Uzun ve dolu dolu bir yolculuk onunki...
Doyamadığımız konserin son dakikalarına geldiğimizde tüm sanatçılar sahneye gelmiş ve hep birlikte 'Hey gidi günler'i yeniden söylemeye başlamışlardı.
Gece, tüm katılımcı sanatçılara plaket takdimi ile sona ererken duygular karşılıklı olarak doruklara çıktı. 
****
Konser öncesi, konser esnasında ve konser sonrasında "Hey gidi günler hey" derken hayıflanmadım hiç. 
Dünyanın henüz masumiyetini yitirmediği bir zaman diliminde büyümüş olduğumu görmenin mutluluğuyla tüm şarkılara "Henüz unutmadan" eşlik ettim.

Altı üstü yetmiş yıllık bir ortalamada dünya yüzünde kaldığımızı düşünürsek, ilk yarıyı iyi tamamlamışız demektir bu.
İkinci devreye biraz sıkıntılı başladık ya neyse.
Yine de, hayatın sonuna gelmeden iyi ya da kötü bir şey dememek lâzım.
O zaman o kararı da arkamızda bıraktıklarımız versin...

Gecenin Facebook fotoğraf albümü için tıklayınız:

13 Kasım 2016 Pazar

Dayatılanı sevmem dayatandan ötürü

Kurallar kurallar kurallar! 
Kanunlar kanunlar kanunlar! 
Ekonomistler, pazarlamacılar, takım liderleri, nasıl daha çok üretirimciler, nasıl daha çok tükettiririmciler, kural tanımaz reklamcılar, ortada alınmadık diploma bırakmayan on parmakta yüz marifetçiler, CV'lerden CV beğenmeyen ne istediğini bilmez işverenler, insanla iletişim kurmaktan fellik fellik kaçan insan kaynakçılar, sağlıklı yaşam guruları, kişisel gelişim koçları, 'Greenpeace'çiler, fitlikte sınır tanımayan ve yaşlanmayan insanlar...
OF!
Sıkıldık hepinizden!
Hem de çok sıkıldık!

Vallahi bunları sadece ben demiyorum. 
Peki ya kim diyor?
Dünya diyor...
Nasıl mı diyor?
Dayatılanı sevmem dayatandan ötürü diyor.
Bana dayattığınızı seçmem, seçtiğimi size dayatırım diyerek diyor.
Bknz ABD seçimleri...

Anne baba evinin katı kurallarına isyan eden bir çocuk gibi avazı çıktığı kadar haykırıyor hatta.
İndigo çocuk yetiştirmek için çocuğu o dersten bu kursa, sanat etkinliklerinden spor etkinliklerine taşırsınız ya hani, hani sonra da o çocuk büyüyünce onların hiçbirisini yapmaz ve inadına sizin tabirinizle "serseri" olup çıkar ya, ya da gider bir "serseri"ye varır ya, dünyanın içine girdiği hâl de işte budur.

Statükocuları 'ekşıncılarla' takas etmektir.
Haydi biraz eğlenelim demektir.
İçimizden geldiği gibi şarkı söyleyelim, istediğimiz gibi konuşalım, üç günlük dünyada bu kadar kasmayalım demektir.

Üç günlük ömürlerinin ikisini kasmakla geçiren yaşı kemâle ermişler kalan bir günlerini de deli dolu yaşamak isterken, üç günün henüz başında olanlar da bu kastırmanın manasını anlayamamışken, ortaya çıkan ve kurallarla dolu bu hayatın gözüne gözüne çakanı alıp da başına taç etmez de ne eder?
Etti de...

Etti de, bakalım bu maceranın devamı ne olacak?
Evlenilecek adamla/kadınla evlenince evlilik eğlenceli değildi madem, bakalım eğlenilecek adamla/kadınla evlenince eğlence devam edecek mi?
Eğlenilecek adam/kadın sisteme karşı gelemeyip bir anda sıradanlaşacak mı?
Ya da evliliğin sorumluluklarından bihaber eğlenmeye devam mı edecek?

Eğlendiğinle evlenip, evlendiğinle eğlenmeyi öğrenecek sonunda insanlar ya, bakalım ne zaman?

10 Kasım 2016 Perşembe

Ulusun, korkma!

Biliyor musun, hiç korkmadım ben senden. 
Tembellik edersem üzülürsün diye korktum sadece. 
Korkulacak neyin vardı ki? 
Severdin sen bizi. Biz pırıl pırıl yetişelim, başka ülkenin çocuklarından gerilerde, karanlıklarda yaşamayalım isterdin. Aramızdan erken ayrılacağını bildiğindendi belki de tüm telaşın, tüm acelen. Ki birbiri ardına soluksuzca yaptığın devrimler hâlâ tartışılır durur. Yavaş yavaş gidelim diyenlere "Devrim ya bir anda olur ya da hiç olmaz!" demişsin. Haklısın, neyi bekleyecektik ki? Dünya ile aramızda kapanması zor bir mesafeyi ancak böyle hızlı koşarak kapatabilirdik. 
İlk on yılda kapattık da, sonrası adım adım geri...

Bir yerlerde okumuş olmalıyım; henüz Osmanlı askeri iken, Arap ellerinde görevli olduğun günlerde Arapların hayatını görüp, bir de Avrupa'da görevli olduğun günlerde Avrupalıların hayatı nasıl yaşadıklarını görünce niye benim milletim de böyle refah içinde ve medeni yaşamasın dediğini hatırlıyorum.
İstediğin hep buymuş, temiz, medeni, çalışkan, üretken, kendi kendine yetebilen, fikri hür, vicdanı hür vatandaşlardan oluşmuş bir memleket...

Ne kadar isterdim ömrüne şahit olmayı. 
Çocukluk günlerin, gençlik günlerin, hayallerin, düşüncelerin, fikirlerin, arzuların, isteklerin, hedeflerin... Hepsini an be an izlemeyi. Aklından geçenleri okuyabilmeyi. 

Yatılı okula gittiğinde anneni özler miydin mesela? 
İlk sevdalın kimdi?
Çanakkale'de, Trablus'ta savaşırken, 16 Mayıs'ta Bandırma vapuruna binerken, gemideki o üç gün ve 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basarken neler vardı aklında? 
İçten ayrı, dıştan ayrı düşmanlarla kuşatılmış, nefes alacak hali dahi kalmamış sersefil bir milleti nasıl canlandırdın?
Bunca insanı kendine nasıl inandırdın?
O günlerde ya düşman çizmesi altında ezilerek ya da vatanı için çarpışarak ölmekten başka çaresi yoktu bu milletin. Ha bir de düşmanla işbirliği yaparak hayatta kalma çaresine başvuranlar vardı, tabi itibarı ara ki bulasın...
Sen memleketin kadınına sahip çıktın, çocuğuna sahip çıktın, gencine sahip çıktın, milletine sahip çıktın, ağacına, havasına, denizine, toprağına, dinine, diline sahip çıktın. Hepsine ayrı ayrı teslim ettin değerlerini. 
Kanunlar yetmedi, bayramlar hediye ettin. 
Var mı bildiğiniz böyle bir başka "diktatör", söyleyin...

Vatanı uğruna savaşan Mehmet'i ayrı bastın bağrına, düşman askerini ayrı. 
Askerine "Merhaba asker!" diyen ilk kumandan olman bir yana; Çanakkale'de şehit düşen yabancı askerlerin gözü yaşlı analarına, "Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, onlar bu topraklarda can verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır" diyebilen bir kumandan olman hangi sözcükle tanımlanabilir ki?
İyi bir askerdin ve savaştan hazzetmezdin hiç. 
"Vatanın müdafaası mecburiyeti olmadıkça savaş bir cinayettir" dediğin sözü hatırlarım da, savaşın anlamını ancak bir asker böyle dillendirir derim. 
Savaşın iç yüzünü bildiklerinden olsa gerek asker savaş çıkartmaz, asker sadece savaşır. Savaşa sebep olan da, savaşı çıkartan da hep sivillerdir. Onların dağıttıklarını toplamaktır askere düşen.

Askerini bağrına bastın demiştim ya; vatanı için savaşıp can veren askerlerin kanıyla kazanılmış Sakarya Meydan Savaşı'nın ardından gelen zaferi evliyaya mal etmeye çalışmış güruha karşı gelmişsin. Hacı Bayram Veli türbesine giderek "onun yüksek maneviyatı yardımıyla" kazanılmış zafer için dua etmeyi reddetmişsin. "Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam" demen bundandır. 

O kadar çok anın var ki okunacak.
Sesini Cumhuriyet'in 10. yılında yaptığın konuşmandan biliyorum ama nutuk atar gibi değil, sohbet ettiğin zamanlardaki sesini tasavvur etmeye çalışıyorum. 
O dönem çekilmiş filmlerden derlenen videolarda duruşunu, bakışını, gülüşünü, düşünürken çatılan kaşlarını, ışıl ışıl, çakmak çakmak gözlerini, sigarandan nefes çekişini, yemek yiyişini, dans edişini izliyorum.
Halkla iç içe, çocukla çocuk, köylüyle köylü, devlet adamıyla devlet adamı, kadınların yanında centilmen bir beyefendi.
Azarlamayan, bağırmayan, şefkatli, sevecen ve asil...
****
Edebiyat dersinde İstiklâl Marşı'nı işlerken sıra "Ulusun, korkma!" nidasıyla başlayan dizeye geldiğinde, bunun iki farklı yorumu olduğunu anlatmıştı bize Edebiyat öğretmenimiz Sinan Kangal.
Devamında gelen "Nasıl böyle bir imanı boğar, medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar!" dizesindeki canavarın ne kadar ulursa ulusun ondan korkulmaması gerektiği idi bir yorum. 
Diğeri de, iman dolu göğsü gibi serhaddi olan ulu bir milletin tek dişi kalmış bir canavardan korkmaması gerektiği idi. 

Ebediyete intikalinin üzerinden geçen yetmiş sekiz yılın ardından ULU olanın ve ululuğu millete layık bulan "sen" olduğunu bir kez daha görüyoruz. 
"Halk beni de değiştirebilir." diyecek kadar halkına güvenen, "Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır." diyebilecek kadar halkının ilerlemesini isteyen, 'Gençliğe Hitabesi'nde gelecek günlerde karşılaşılabilecek, ki şu anda içindeyiz,  tehlikeleri bir bir sayıp döken bir ulu insan... 

Üzülüyorsun değil mi Atam? Ben size demiştim diyorsun değil mi?

Onlar ulumaktan hiç yılmadılar, hiç bıkmadılar evet. Bir cendereye aldılar ki bizi sorma...
Biz de Türk milleti olarak, senin evlatların olarak ululuğumuzun farkına varıp etrafımızda uluyanlardan korkmamalı, onların sesini kesmeliyiz artık...
Ama nasıl diye sormuyorum, onu da söylemişsin, 'Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcut' demişsin... 

Atamız "Milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" demiş ya, 
Haydi dostlar, biz de o milletin ve o ecdadın birer ferdi olduğumuzu hatırlayalım artık...

5 Kasım 2016 Cumartesi

Kim var orada?


'Susma, sustukça sıra sana gelecek!' diye haykırmıyor muyduk daha düne kadar? 
'Konuşma, konuştukça sıra sana gelecek!' diye haykırıyorlar yüzümüze şimdi. 
'Düşünme, düşündükçe sıra sana gelecek!' diye haykırıyorlar düşünenleri toplarken bir bir. 
'Yaşama, yaşadıkça sıra sana gelecek!' haykırmasına ramak kaldı... 

Yaşamak dedik de, nerede o "Bir ağaç gibi tek ve hür, Ve bir orman gibi kardeşcesine" yaşamak? Ne zaman olmuş ki ya da? 
Fani dünyadan '63 yılında ayrılan Nâzım da o zamana dek hep bu hasretle yazdığına göre şiirlerini...

Hep diken üzerinde yaşanmış bu coğrafyada hayatlar.
Dikenli tarlalarda elleri ayakları kanaya kanaya yaşamayı öğrenmiş insanlar hep. O insanlar ki şimdilerde iğneli fıçılara atılmakta.
'Ak'a kara demeye gerek yok fıçıdan nasibini almak için, "ama" ile başlayan tek bir sözcük yeterli... 
Murathan Mungan'ın "Ya dışındasın çemberin ya da içinde yer alacaksın" dediği gibi davranıyorlar insanlara. Devamında söylediğini duymuyorlar: "Kendin içindeyken kafan dışındaysa mutsuz olacaksın"... 
Kimsenin mutsuzluğuyla ilgilenmiyorlar.

Dert hep aynı dert işte, lakin çığ gibi büyümekte...
Ah Mungan ah, şiirler de, şarkılar da avutmaya yetmez oldu bizleri artık... 

Düşünen beyinlerin her dem tehlikeli sayılıp her dem korkulduğu bir memleket burası.
"Düşün ama kendi kendine düşün" denilip o yüzden hücrelere atılır düşünürler bir başlarına. "Yeter ki düşündüklerini yayma" denir onlara kısaca...

Oysa insanlar konuşabilseydiler özgürce, düşündüklerini söyleyebilselerdi korkulacak bir şey de olmazdı hiç. Susturuldukça için için düşünüp birikir ya hani insan. Sen susturdum zannedersin de, susmaz ya hani o ruh. İşte ondan korkulur.
Haklısınız korkmakta ama hep sizden ötürü...
****
Yine dikenli tellerle çevrili ülkemizde, yine diken üzerinde yaşamaya çalışıyoruz bak.
İnsan hakları deyince PKK'lı, at izi it izine karışmasın deyince FETÖ'cü oluyoruz. 
PKK'lılarla masaya oturup, FETÖ ile yola çıkan ve şu evrede de "at izi iti izine karıştı" diyen bizmişiz gibi sanki...
FETÖ'den yargılanan savcının yönettiği operasyonda FETÖ'den tutuklanan insanların olduğu bir komedi sergilenmiyor gibi sanki...
Matruşkalar gibi, kimin içinde ne var, kim kimdir, kim necidir bilmiyoruz gibi sanki...
En diptekini bulup çıkartsanız da hepimiz rahat etsek diye bekliyoruz sadece...
Lakin şüpheleri ve delilleri diptekinden uzaklaştırmak için türlü çeşit kumpas çevrildiğini gördükçe de yine zaman kaybediyoruz, yine zaman kaybediyoruz diye dövünüyoruz.

Bombalar patlıyor, hayatlar paramparça oluyor, ülke paramparça oluyor.
Canımız yanıyor, içimiz kanıyor.
Düşe kalka yol alıyoruz yine bu dikenli tarlada.
Düğünler oluyor, gelinler kınalanıyor, asker geçiriliyor, askerler kınalanıyor...
Bir eğlence, bir acı, hepsi iç içe geçiyor...
Toz duman içinde hiçbir göz bir başka gözü görmüyor...
Dumanların ardında kim var, o hiç seçilmiyor...