"Bizden önce elektrik yoktu, insanlar gazyağı lambasıyla, mumla aydınlanıyordu!" diyen Sayın Cumhurbaşkanına cevap adeta göklerden geldi. Artık ilahi düzen bile isyan etti ve Isparta'yı günlerdir elektriksiz koyup, bir muma, bir gaz lambasına muhtaç ederek, insanları soğuktan dondurarak, "Bu da size kapak olsun!" dedi.
Bir metreye yaklaşan kar ve fırtına ile baş eden metropol belediyelerine gıcık olup, aynı kar ve fırtına ile baş edemeyerek "Örtmenim ama Ekrem balık yemeye gitti!" diyen kafa, Isparta'nın otuz santim kar altında günlerdir elektriksiz kalmasına diyecek bir şey bulamadı.
Hatta o kafanın sesi hiç çıkmadı, böyle bir şey hiç yaşanmıyormuş, Isparta'da insanlar soğuktan donmuyormuş gibi davrandı.
Okullar tatil edildi ve eğitime "evden" devam edeceğiz denildi.
Tamam da, hangi elektrikle, hangi modemle, hangi internetle, hangi televizyonla, hangi tabletle hangi bilgisayarla?
Malum, tüm teknolojik ürünlerin tepesindeki patron "elektrik".
Yoksa biz mum ışığında yaşamaya razıyız.
Da, bu çağda mum üretmek için de elektrik lazım.
Günlerdir elektriksiz kalan ahalinin elinde birkaç tane mum vardıysa, onlar da eriyip bitmiştir.
Kandil desen yağ lazım. Balina avına çıkıp, Moby Dick'in peşine düşüp, okyanustan okyanusa mı sürüklenelim?
Gaz lambası desen gaz lazım. Kaldı mı bir yerlerde elimizdeki şişeyi gazla doldurttuğumuz küçük mahalle bakkalı?
Hem, sadece aydınlanma değil ki mesele. Bu karda kışta ısınmak en önemlisi. Kış günü misafire en iyi ikram sıcak bir oda derlerdi büyükler. Bir de sıcak çayın varsa, değme keyfine.
Sobalı evlerde yaşayıp, odunu kömürü depolamış değiliz eskisi gibi. Aklınıza gelecek her ama her şeyimiz elektriğe bağlı. Birkaç saatlik bir kesintide bile sudan çıkmış balığa dönüyoruz, elimiz ayağımız titriyor.
Yemek yapmak için, gıdaları muhafaza etmek için, ısınmak için, çok katlı binalara inip çıkmak için, suyun üst katlara ulaşabilmesi için, hastanede ya da evde sağlık için kullanılması gereken makineleri çalıştırabilmek için, eğitim için, iletişim için, ulaşım için, ticaret için, üretim için.
Hangi birini saysam...
Şehir hayatının marifetleri hep bunlar.
Daha çok ev, daha yüksek ev, daha çok beton diye diye bir karış yeşil kalmamacasına griye boyanıyor memleket.
Delice bir hızla yapılan, içinde binlerce insanın yaşadığı 40-50 katlı lüks rezidanslarda yaşamaya özeniyorsanız bir kez daha düşünün derim ben. Elektrik yokluğunda o tepelerde nasıl yaşayacaksınız? Mevcut jeneratörler sistemi yaşatmaya ne kadar yetecek?
Aşağıya inmek için paraşüt, yukarıya çıkmak için mancınık mı kullanacaksınız?
Getir ya da Götür gibi uygulamalar siparişlerinizi camdan sarkıttığınız sepete mi dolduracaklar?
Sepeti aşağıya sarkıtmak için kaç metrelik ip gerekecek?
Ya su işini nasıl çözeceğiz?
İçmek için, temizlik için, yıkanmak için, tuvalet için, yemek yapmak için hep su lazım. Hem de öyle birkaç litre değil, epey bir litre lazım. Pompalar çalışmayınca merkezi sistem ile su dağılamaz hale gelecek. Sipariş ettiğiniz suyu taşıyan çocuk, sırtında 19 litrelik damacana ile o kadar yüksek binalara inip çıkamayacak.
(Yarının Suyu projesi gelecekteki su krizine işaret eder ve her gün sadece 25 litre su ile yaşamak zorunda olduğunuzu düşünün der. Uzak değil, çok yakında 25 litreyi bile bulamayacağımız günlerde su göçleri öngörülüyor.)
İhtimal ki, zar zor aşağıya inen bir insan, bir daha o kuş yuvası evine çıkmaz, çıkamaz.
Görüldüğü üzere, avcı toplayıcı günlere dönmek pek uzak değil...
Lakin ne neyi avlayacağımızı ne de neyi toplayacağımızı biliyoruz. Marketten aldığımız un ve hazır mayayı karıştırarak yoğurduğumuz hamuru elektrikli fırında pişiriyor ve bununla övünüyoruz.
Hani toprak, hani tohum, hani buğday, hani ekim, hani sürüm, hani hasat, hani değirmen, hani maya, hani ocak, hani ateş, hani fırın?
Pek çoğumuz, geçtim küçükbaşı büyükbaşı, ne tavuk kesmeyi ne de yolmayı biliyoruz. Ya süt sağmak, peynir mayalamak, tereyağ çıkartmak?
Yurt dışında bazı okullarda klasik derslerin yanında hayatta kalma tekniklerini boşuna öğretmiyorlar. Ki bizde de 70'li yılların müfredatında ziraat dersi, el işi dersi gibi dersler vardı. Hele köy enstitülerinde inşaattan marangozluğa her çeşit ders vardı. Bunların yanında sanat eğitimi ve folklor da vardı.
Topluluk olma, birlikte kotarma, yardımlaşma, aidiyet, sorumluluk, paylaşım, gelişme ve geliştirme vardı.
Belki onlar gecelerini mumla, gaz lambası ile geçiriyorlardı, ancak yaydıkları ışık ile ülkeyi ışıl ışıl aydınlatıyorlardı.
Gündüz vakti elinde fener ile adam arayan Diyojen'e döndük sonunda.
Bireyselliğin yükselip liyakatin ortadan kalktığı günlere geldiğimizde, sorumluluk bilinci yerini büyük bir boşvermişliğe bıraktı ve tren raydan çıktı.
Domino taşları gibi üst üste devriliyor tüm sistem.
Her şey için dışarıya göbeğinden bağlı olunca, üretim de olmayınca paran da olsa açsın demektir.
Oysa güneş enerjisi için güneşimiz, su enerjisi için suyumuz, rüzgar enerjisi için rüzgarımız var. Bize düşen sadece helvayı karmak.
Ocak tütmeyip, tencere kaynamayınca, kurumlar da kat be kat zamlı faturaları millete dayadıkça dayayınca, insanlar neyin bedelini ödediklerini ve neden ödedikleri bedelin karşılığını alamadıklarını (nihayet) sorgulamaya ve sokaklar hareketlenmeye başladı.
Artık bu işler dıJ güçlerin değil, tamamen iç güJlerin işleriydi.
Nasıl olmasındı ki!
İnsanların kendilerine dayatılan korkunç rakamlardaki faturaları nasıl ödeyeceklerini bilemeyip çaresizlik içinde suskunluğa gömüldüğü günler geçti artık.
Açlık sofuluğu bozar sözü bugünden değil, bin yıllardır edilmiş tecrübeden gelir.
Sofuluk bozuldu, korku barajı aşıldı.
Çok basit, yakmadığımız gazın, harcamadığımız elektriğin, geçmediğimiz yolun köprünün, izlemediğimiz TRT'nin bedelinin soygun misali cebimizden (Ç)alınmasını istemiyoruz. Haksız mıyız?
Mumla, gaz lambasıyla, kandille değil, sayelerinde elektriğe kavuştuğumuz günlerde yaşıyoruz bunları.
Sene 2022.
Hedef ise 2023.
Çocuğuna süt alamayan, bez alamayan, temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, insanca yaşayamayan, faturalarını ödeyemeyen, iş bulamayan, okuyup da atanamayan, canına kıyan, üstelik elektriği de kesik, soğuktan donan insanların yaşa(yama)dığı bir ülke midir hedef?
Orta kesim fakirleşisin, fakirler de ölsün müdür?
Solo Test oyunu gibidir bu iş. Ta ki tek piyon kalana dek her piyon bir diğerini yer.
Kazandıkça kaybedilen bir oyundur sanki.
Tek bir piyonun koskoca bir dünyada ne hükmü vardır ki..
Yöneticinin halka hesap vereceği yerde halktan hesap sorduğu, korku saldığı, tehdit ettiği bu anlayış sınıfta kalmıştır.
Yönetim değişmelidir, yöntem değişmelidir, anlayış değişmelidir, devlet sonsuza dek yaşamalı, devlet geleneği sürmeli, halk daha fazla sürünmemeli, hak ettiği refaha kavuşmalıdır.
Millet, ülkesinin ve Atasının kıymetini iyi anlamalıdır...
7 Şubat 2022 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder