15 Şubat 2015 Pazar

Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın

Yıl 638, yer Smyrna (İzmir) 
Yıl 2033, yer İzmir 
Roman; İlk ve Son / YARATILIŞ 
Yazar; Ümit Dağcı 
Bu gece; Özgecan’ın ve çok değil, daha üç gün önce aynısını yaşamış Özgecanlar’ın, yine çok değil, üç gün sonra aynısını yaşayacak olan tüm Özgecanlar’ın yaşadıkları ile kitapta okuduklarım bütün gece uyutmadı beni.
Kitabın konusu kadın tacizi değildi, bilakis; doğaüstü güçlerle donatılmış bir kadın ile yine doğaüstü donatılmış bir erkeğin yüzyıllar süren savaşı anlatılıyordu kitapta.
İkisi de ölümsüzlükle ödüllendirilmişlerdi.
Ya da cezalandırılmışlardı.
İki farklı tarafın soyu birbirini yok etmeye çalışırken kan gövdeyi götürüyor, arada olan masum insanlara oluyordu.
Bu fantastik romanda Özgecan’ı canavarca katleden Ratko ve onun soyu ile Özgecan’ı koruyan Skodati ve onun soyu dünyayı kana buluyorlardı.
Birisi kendilerini yaratan güce biat ediyor, diğeri ise reddediyordu.
Gece boyu Skodati’nin güçlerine sahiptim tüm Ratko soyunu yok etmek için…
Eğitimle olacak iş değildi bu. Yeni yetişenler içindi eğitim. Yetişmişleri toptan ortadan kaldırmak gerekiyordu.
Ratko’nun gücü nasıl acımasızlığından geliyorsa, benim güçsüzlüğüm de fazla anlayışlılığımdan geliyordu.
Önce anlayışımı attım üzerimden.
Saatler boyu iki elimdeki iki gümüş bıçak belimdeki kınlarına girmedi hiç.
O kadar çoktu ki soysuzlar;
Saldırıyorlardı dört bir yandan.
Sabaha kadar ne kadarını temizledim bilmiyorum…
Uyandığımda yorgundum…
Dünyaya baktım; hiçbir şey değişmemişti.
Ratko’nun soyundan gelen soysuz canavarlar kısa bir süreliğine sinmiş, minicik bir tahrik(!) bekliyorlardı bir kadının daha başına çökmek için…
Kadın olmanın ağırlığı ile erkek olmanın hafifliği çarpışıp duruyordu hep bir yerlerde.
Onlara göre kadın kendini kollamalı ve kuyruk sallamamalıydı. Sürtünmemeliydi, kaşınmamalıydı…
Soysuzun soyu dünyaya işte bu pencereden bakıyordu…
O böyle düşünüp yandaşları tarafından da alkışlandıkça vahşetin ardı arkası kesilmiyordu.
Onlar; bir kadınla zaman geçirmeyi en fazla 3 dakikadan ibaret sanıyorlardı.
Onlar; bir kadının farklılıklarını acizlik görüyorlardı.
Onlar; bir kadında tatmin ettikleri zevk(!)leri sonucunda rahatlarken, kadını dipsiz kuyularda yüzyıllar sürecek bir esarete mahkûm ettiklerini anlamıyorlardı.
Onlar; bir kadınla hayatın her anlamında el ele olmanın hazzını bilmiyorlardı.
Bilmiyorlardı çünkü hiç görmemişlerdi, hiç yaşamamışlardı.
Gördükleri bir anaları, bir bacıları, ki onlar da korumak(!) zorunda oldukları.
Bir de mahalledeki yosma(!)…
Ya kendi hemcinslerine karşı korunacak bir varlıktı kadın ya da sarkılacak
Korumak için her yol mubahtı. Babaları da öyle yapıyordu. Vurdu mu ses getiriyordu.
Demek ki yol buydu
Kadının tanımı işte bu kadardı…
Problem kadında mı yoksa kadını bilmeyen erkekte mi varın şimdi siz düşünün…
Hâlâ, ‘Ayrı ayrı eğitim yaptıralım, çocukları kızlı-erkekli yaşatmayalım, cinsleri hayatın her alanında birbirlerinden uzak tutalım, kadın kutsaldır(!) kafeslerde saklayalım’ diyorsunuz ya;
Doğanın dengesine aldırmayıp buyruklarına karşı geliyorsunuz ya;
Sonuçlarını da dinle imanla boyuyorsunuz ya;
Soyunuz kurusun….!
Biz ne korunmak istiyoruz, ne de dişi doğduğumuz için suçlanmak…
Bırakın artık peşimizi!
Siz saldırmazsanız biz korunmak zorunda kalmayız…
Formül bu!
Bu kadar basit
****

Bu yazı; henüz hayatının baharında aramızdan hunharca kopartılıp alınan Özgecan Aslan anısına yazılmıştır.
Kapak fotoğrafı, YARATILIŞ kitabının kapak fotoğrafıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder