9 Şubat 2015 Pazartesi

Hepimizin kafasında var bir tuhaflık

Yazma sevdalısı bir insan yazdığı romanla Nobel Edebiyat Ödülü almış bir yazara nasıl bir gözle bakar dersiniz? Üstelik bu ödülü alan ilk Türk yazara.
Elbette ki hayranlık ve gıptayla değil mi?...
İşte ben de böyle bir yazı sevdalısı olarak gittim Orhan Pamuk söyleşisine.
Nilüfer Belediyesi, Orhan Pamuk'u okurlarıyla Nâzım Hikmet Kültür Evi'nde buluşturdu ve Pamuk son kitabı olan "Kafamda Bir Tuhaflık" hakkında okurlarıyla sohbet etti.
Pamuk, aldığı sayısız edebiyat ödülünün yanı sıra 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne de değer görülen, en genç iki yazardan biriydi ve edebiyat tutkunları O'nu dinlemek için Nâzım Hikmet Kültürevi'ne akın etmişti.
Söyleşinin yapılacağı salona girmeden önce basın mensuplarıyla hasbihâl etti, soruları yanıtladı.
52 yıl aradan sonra geldiği Bursa'nın değişen ve gelişen yüzünden bahsederken değişimin negatif olan yanına üzüldüğünü söylemeden geçemedi.
Salona girmeden önce Nâzım Sergisini Başkan Bozbey ile birlikte dolaştı. Bu serginin düzenlenmesinde emeği olanları sordu ve kendilerini böyle bir sergiden dolayı içtenlikle kutladı.

Salona geç kalmama ve kendisini bekleyenleri daha fazla bekletmeme hassasiyetiyle fazla oyalanmadan geçti salona.
Semih Gümüş'ün moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşinin konusu Pamuk'un üzerinde 6 yıl çalıştığı ‘Kafamda Bir Tuhaflık' romanıydı.

6 yılda yazdığını söyledi bu kitabı.
Kesilmiş ve çıkartılmış pek çok cümlelerden sonra  şu anda elimizde tuttuğumuz 400'e yakın bir sayfa ve 6 koskoca yıl.

Bende merakın bini bir para.
Nasıl yazıyor? Nasıl kurguluyor? Yazmaya başlamadan önce neler yapıyor? Yazmaya başladıktan sonra neler yapıyor? Roman biterken neler oluyor? Bittiğine ne zaman karar veriyor? Son noktayı nasıl koyuyor? İlk cümleyi nasıl kuruyor?
Ben bunları düşünürken o beni duymuş gibi tek tek hepsini cevaplıyor:
"Bir kitaba başlarım ama araya birçok konu girer. Bu kitabı yazmadan önce de birçok makale, önsöz ve yazı yazdım. Ama kitabı bitirmeye karar verdiğimde son 6-8 ay her şeyden ilişiğimi keserim. Gazete okumam, televizyon izlemem, arkadaşlarımı daha az görür ve işime konsantre olurum. 40 yıldır roman yazıyorum ve senede ortalama 200 sayfa yazmaya gayret ederim. Eskiden daha uzun sürerdi bir kitabın araştırma evresi. Şimdi daha kısa ve daha kolay. Çünkü şimdi artık internet var"

Senede 200 sayfa iyi bir rakam değil mi?
Ayda 16 sayfa eder.
1 ayda 16 sayfa yazmaya ne var değil mi?
Değil...
İşte hiçbirisi öyle değil...

Kitap; tarihe düşülen bir not.
Kitap; tek tek bireylere inen sosyolojik bir araştırma.
Kitap; sorma soruşturma, araştırıp inceleme, bol bol konuşup bol bol dinleme.
Kitap; bazen günde 10 sayfa yazıp, bazen günlerce tek bir kelime dahi üretememe.
Bazen de tüm yazdıklarını bir kalemde silme...

Kısacası; hepimizin kafasında var bir tuhaflık lakin hiçbirimiz bir Orhan Pamuk değiliz...

Kitap boza satışlarını arttırmış
İstanbul'da bir boza satıcısının 40 yıllık hikayesini anlattığı kitabının boza satışlarını arttırdığının söylentisi olduğunu söyledi yazar.

Semih Gümüş - Orhan Pamuk
"Bu romanda Bozacı Mevlüd'ü bir birey olarak topluma göstermek istedim. Kitapta din, yasaklar, kendini kandırmalar, gelenekler gibi konuları irdelemek için boza iyi malzemeydi. Boza satışlarında artma olduğunu öğrendim. Yılbaşı akşamı kapıma çağırdığım bozacı da bunu bilmeden de olsa espirili şekilde doğruladı" dedi.
Kitapta anlattığı karakterin neredeyse aynısı ile yaşadığı bir öyküydü bu.
"Herkesin hayatı ülke şartlarına göre birbirine benzer. Bu romanı yazarken hayat hikayelerinin birbirine benzerliğini gördüm" dedi öykünün sonunda da.
O, kitabın hazırlık aşamalarını anlatırken bir tez çalışması titizliğinde hazırlandığını ve kurguladığı hayatın içine girerek artık onlarla yaşamaya başladığını, onların hayatının bir parçası olduğunu gördüm.
Onlar gerçekti ve yaşıyorlardı...

"Dünya bizim hayatımızı yaşamaya başladı"
"Kafamda Bir Tuhaflık' kitabının da bir İstanbul romanı olduğunu söyledi Pamuk. "Bu romanda şehrin dokusunu, değişen akımları, siyasi, ideolojik akımları ele aldım. Ben bir şehir romancısıyım ama günlük hayatı ve değişimi yazıyorum. Günlük hayattan bazı kesitleri, hatta siyasi düşünceleri de kitaba taşıyarak cesur olmaya çalışıyorum. Post modernizim hayatımda çok önemli değil. Bir romancının görevi ülkedeki herkese eşit mesafede bakmak ve anlamaktır. Dünya değişiyor ve yaşam tarzları da buna paralel değişim gösteriyor. Türkiye'nin hayatı dünya hayatına örnek olmaya başladı. Ülkemizdeki çatışmalar, din, gelenekler dünyanın da sorunu olmaya başladı. Türkiye her yönüyle cennet ama tanıtamıyoruz. Kısacası Türkiye'nin sorunları ve hayatı dünyanın bildiği bir durum olmaya başladı. Onun için kitaplarım ve içerdiği konular dünyanın çeşitli ülkelerinde sevilmeye başladı. Dünyanın her yerindeki insanlar kitaplarımda kendilerinden bir şeyler bulmaya başladı. Bizim hayatımız herkese benziyor ve herkes okuyor" dedi.
Daha çok doğuda okunmasının sebebinin de doğu insanıyla olan benzerliklerimiz olduğunu söyledi.

O bir İstanbul romancısı
"Evet" diyor bu tanıma. "Evet, İstanbul yazıyorum. Çünkü hep İstanbul'da yaşadım, burayı tanıdım ve hep burayı anlattım.
Kar'da Kars'ı anlattım ama diğerleri hep İstanbul..."

40 yılı 366 sayfaya sığdırmak
Romanda geçen 40 yılık değişimi sayfalara sığdırmak ve bunu tüm evreleriyle anlatmak için insanlarla konuşup tarihi iyi araştırmak gerekiyor.
Karakterler değişim gösterirken şehirler de değişir. İhtiyaçlar, sevilenler, sevilmeyenler, anlayışlar, anlamayışlar, dünya, siyaset, moda, müzik, sinema... Hepsi değişir.
Yazar hepsine birden vakıf olduğunda ancak o zaman yaşatır okurlarına o dönemleri.

"Eskiler yeni kuşakları hiçbir zaman beğenmez"
Orhan Pamuk yeni yazarlarla eski yazarları mukayese etti biraz da: "İnsanların hayatında hep bir mücadele vardır. Değişimler, gelişimler görüşleri de, bakış açısını da değiştirir. Eski ve genç yazarlar fikir ayrılığı yaşarlar. Yaşlılar gençleri hep eleştirir ve yaptıklarını beğenmezler. Oysa zaman değişmiş ve kullanılan araç gereçler de, malzemeler de değişime uğramıştır. Yeni kuşak her zaman eskileri aşar."

Hayat hep ileriye doğru yaşanmaz mı zaten?
Bu ilerleme içinde yeni gelenlerin eskilerin bildiklerinin üzerine yeni şeyler kattıklarını ve kendi nesillerini yarattıklarını, sonra onların da bir yerlerde duraklayıp hep o zamanda kalmak istemelerinden arkadan gelenleri reddettikleri tuhaf bir döngü bu.
****
Orhan Pamuk o kadar hızlı konuşup ardı ardına o kadar çok cümle kuruyor ki; bu heyecanlı anlatımından onun daha çok kitaplar yazıp, çok öyküler anlatacağını anlıyorum.
Doğal hallerinden, engin bilgisinden, entellektüel birikiminden ve çocuksu mimiklerinden etkilenmemek mümkün değil.
Çok satılan ama az okunan yazar olarak ünlenmesi kimin suçu bilemem. Kurduğu uzun cümlelerle okuyucuyu ürkütmesi ona keza.
Pek çok insanı karşısına alan açıklamaları memleketi birbirine kardı kattı. Lakin edebî yanı o kadar baskın ki, hepsi bir yana Orhan Pamuk bir yana....

Söyleşi sonunda Pamuk, Nâzım Hikmet Kültürevi'nden çok etkilendiğini dile getirmeden duramadı ve "Böyle yerlerin hep Avrupa'da olduğunu sanıyordum. Nilüfer'de olması beni çok sevindirdi. Buralara sahip çıkın ve sayıları artsın" dedi.
Programın bitiminin ardından çok merak ettiği Türkiye'de ilk ve tek olan Şiir Kütüphanesini de gezip inceledi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder