Kadın kişinin ezildiğini ve mağdur edildiğini görürüz genelde.
Ana deriz, doğuran deriz, kutsal deriz, can deriz.
Erkeklerin bakış açılarını bir nebze olsun farklılaştırabilmek için yazılar yazarız. Ezilen kadınları korumak ve kollamak adına girişimlerde bulunuruz. Kadının güçlü ve karakterli olarak yetişmesinin sağlanması gerektiğini savunuruz.
Bunları yaparken bütün kadınları melek ilan etmeyiz...
Biliriz ki ezilen kadınlar olduğu kadar, ezen ve üzen kadınlar da var.
İhtiras, tutku ve doyumsuzluklarıyla eşlerine hayatı zindan eden, bencillikte sınır tanımayan, kendi egolarının tatmini için çevrelerindeki herkesi kolayca harcayabilen, huysuz, mutsuz ve asabi kadınlar...
Bazıları içinde bulundukları mutsuzluklarının acısını çevrelerinden bu şekilde çıkartmaya çalışırlar.
Düşünmezler ki, belki de aslında böyle oldukları için mutsuzdurlar.
Hele bir de hasta ruhlular vardır ki, Allah mahfaza...
İngiltere'de yaşayan Jeevani Wickramaratna'nın hikayesini okudum bugün gazetede.
Kadın, evli erkek çalışma arkadaşlarını taciz ettiği ve bilgileri olmadan haklarında hikayeler uydurduğu ortaya çıkınca tutuklanıyor. Sosyal paylaşım sitesi üzerinden kurbanlarını rahatsız eden kadın, kurbanlarının HIV pozitif taşıdıkları yalanını yayıyor etrafa. Şirketteki erkekleri kendisiyle ilişkileri varmış gibi göstermeye çalışan kadın, bu yönde mesajlar göndererek erkeklerin aileleriyle de aralarını bozuyor.
Neyse ki olay, aynı firmada çalıştığı ilk kurbanının polise gitmesiyle açığa çıkıyor.
Öldüren Cazibe - Fatal Attraction filmini hatırlarsınız belki. Mutlu görünen bir evliliği olan avukat Dan Callagher'in (Michael Douglas) eşinin evde olmadığı bir gecede Alex Forrest (Glenn Close) ile kaçamak yaşaması ile başlayan; erkeğin yaptığına pişman olduğundan olsa gerek bunun tek gecelik bir kaçamak olarak kalmasını istemesi, fakat kadının tek gecelik ilişki olarak bir köşeye atılmayı kabul etmemesi ve çığrından çıkmış bir şekilde erkeğe ve ailesine zarar vermeye çalışması ile devam eden, sonunda da kadının, erkek ve karısı tarafından yok edilişi ile sona eren, bolca gerilim içeren bir film.
O filmde bir kadının hırsından ve ihtirasından dolayı neler yapabileceğini görürsünüz. Kadın, tasavvur dahi edemeyeceğiniz kötülükleri ardı ardına sıralarken, siz de o tek geceyi tutkuyla yaşayan tarafların haklılığını ya da haksızlığını sorgularsınız.
Görürsünüz ki melek zannedilen bir kadın şartların değişmesiyle birlikte zaman içinde bir şeytana dönüşebilir.
Doğuştan meleklik ile alâkası olmayan kadınlar eşlerini kendilerinin kölesi, kendilerini de dünyanın merkezi sayarlar ve kendilerinden başka kadınlara tahammülleri yoktur. Hele de o kadınlar biraz eli ayağı düzgün iseler...
En güzel, en zeki, en seksi hep kendileridir ya, 'Ayna ayna söyle bana' sorusunu yönelttikleri aynaları kendilerinden başka birini gösterirse işte o anda hayat durur.
O düşman hemen yok edilmelidir!
Erkeğin kendisine olan aşkının ve hayranlığının bitişini hazmedemeyen kadın, bu tükenişin ardında başka kadınlar aramaya başlar.
O kadınlardır zaten hep sebep!
Bu cehennemden kurtulmaya çalışan erkeğin kendisinden ayrılmak istemesi ise en büyük cezayı hak eden en büyük suçtur.
Erkeği değil de erkeğin köleliğini kaybetmek istemeyen kadın, kırk katır mı kırk satır mı uygulamasıyla adama etmediğini bırakmaz.
Bu düşüncelerle erkeğin malını mülkünü, varını yoğunu zapt edip ele geçirmekle kalmaz, çocuklarını da babalarına düşman eder. Kanmaz, ailesi ve arkadaşlarına bulaşır. Doymaz iş ve sosyal çevresine sataşır.
Bu arada önüne çıkan ne varsa ezip geçiyordur.
Aslında hiç de sevmediği bir adam için mücadele ediyordur.
Farkında değildir ki onun mücadelesi kendisi iledir.
Egosu ve hırsları "yenilmiş kişi" olduğunu fısıldıyordur kulağına.
Bu ses ne kadar tahammül edilmezdir Ya Rab!..
****
Sevgiden ve hoşgörüden bihaber, içine mutsuzluğun çöreklendiği yüreği ve o yüreğinin yarattığı huzursuzlukları ile dünyayı kendisine zindan eden kadın, karşısındaki insanların da en az kendisi kadar mutsuz olup acı çekmeleriyle biraz olsun rahatlar.
Mutluluk da mutsuzluk da dalgalar halinde yayılır ya hani, onun kendi içindeki mutsuzlukları da halka halka herkesi mutsuz ederken o bunlardan haz duymaktadır.
Ben'ce, onun başkalarına olan güvensizliğinin altında, esas kendisine olan güvensizliği yatıyordur.
Hani derler ya; "Kendime yalanlar söylediğimden beri kimselere güvenmiyorum" diye.
Ya da bir başka deyişle; "Kişi karşısındakini de kendisi gibi bilir." diye.
O, kötülüğü en iyi bilen kişi olarak herkesin de aynı kötülükte olduğunu var sayar.
Kötülükleriyle kazandığı her zaferde hayatından bir şeyler kaybeder.
Kazandığını zannettiği şeyler yalandır, kaybettikleri ise gerçek...
****
Sözün özü,
Bir yazımda dediğim gibi, bilmeliyiz ki ne bütün kadınlar melek, ne de bütün erkekler şeytan.
Bütün mesele insan olabilmekte, insan!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder