Dünya karışık, bizim kafalarımız dünyadan çok daha karışık.
Yaşananları bilirkişiler farklı yorumluyor, sokaktaki vatandaşlar farklı. Doğruları kim söylüyor, kim haklı-kim haksız, kimin lâfına güvenip kime inanacağız anlamış değiliz.
Okuduklarımız bir yanda, gördüklerimiz diğer bir yanda.
Şimdiki zamanlarda yaşananların iç yüzünün ilerleyen zamanlarda ortaya çıkacağını bilmenin verdiği güvensizlikse bambaşka bir yanda.
Her şeyin bize gösterilen yüzünün dışında farklı bir yüzü olduğunu biliyoruz artık.
Karşıdan görünen görüntünün içine girildiğinde bambaşka bir dünyayla karşılaşılabiliyor. İyi ya da kötü her şey tam tersi olabiliyor.
Esas maharet yazılmayanları okumakta, söylenmeyenleri duymakta...
Eskiden de hayat bu kadar hızlı mı akıyordu bilmem ama şimdilerde gündem o kadar hızlı değişiyor ki, çok kısa bir zaman önce yaşanan, üzerinde konuşulan ne varsa bu hızlı akış içerisinde gerilerde kalıveriyor.
'Geçmiş' oluyor.
Geçmişte kalıyor.
Unutuluyor...
Bu kadar çabuk unutacağımız her şey için birbirimizi acımasızca parçalıyoruz, kırıyoruz, döküyoruz. Tırnaklarımız dışarıda her an saldırmaya hazır bekliyoruz. Bunlarla besleniyoruz. Kavgasız, gürültüsüz ve düzenli yaşamayı beceremiyoruz
Hepimiz bir tatlı huzuru özlüyoruz da, huzuru sağlayan her ne varsa görmezden geliyoruz.
Okuduğum bir makalede Profesör Günter Blobel'e göre bütün canlılarda bir 'vahşet geni', ayrıca beyinlerinde de bir saldırganlık merkezi bulunduğunu öğreniyorum. Zulüm merkezine verilen ışınla bu merkez aktif hale geliyor, ışın kesilince de eski sakinliğe geri dönülüyormuş.
Birileri bir yerlerden insanlara sürekli böyle bir ışın mı veriyor acaba diyorum.
Hani çocuklar insanlara lazer oyuncaklarıyla şaka yaparlar ya, o misal...
Kadın cinayetleri hız kesmeden yoluna devam ederken bir yandan da kadının içindeki canlıyı yok etme-etmeme tartışması atıldı insanların önüne. Bilmemkaçgündür mesailer bu konuya harcanmakta.
'Kürtaj yaptırmayın' diyenlerle 'Yok illa ki yaptıracam' diyenlerin savaşına dönüştü herşey
Sanki kadın kişi kürtajdan çok hoşnutmuş gibi. Sanki her ay bir çocuk aldırıyormuş gibi. Sanki bu öyle çok arzulanacak bir şeymiş gibi. Sanki yasaklanan her şey bir anda buhar olup uçuyormuş gibi.
Sanki her şey doğurmakla bitiyormuş gibi...
Kadını tarla olarak gören zihniyetin bebeği de ürün olarak görmesi ve 'Kürtaj yaptırmayın, bebeği bize verin biz büyütelim' demesi çok normal.
Korkarım bunun bir adım ötesi prezervatif satışını yasaklamak, iki adım ötesi de insan çiftlikleri kurmak.
Doğmamış bir canlının yaşam hakkını cansiperane savunan kişilere bakıyorum ve aynı kişilerin doğmuş canlıların yaşam haklarını nasıl ellerinden aldıklarını hayretle izliyorum.
Bir yandan hayata katışmaya çalışan gençlerin ve çocukların eğitim hayatlarıyla oynanıyor, diğer bir yanda çocuğa, kadına ve hayvana vahşet almış başını gidiyor.
Ve bunlara dur diyecek kimseler başlarını kadınların bacaklarının arasına sokmuş ve oradan çıkartmıyorlar.
Sanki bebeği yapan tek başına kadınmış gibi...
Bırakın siz insanların cinsel hayatlarını, bırakın neyi nasıl yaptıklarını. Siz onların refah içinde ve insanca yaşamalarından sorumlusunuz.
Ben'ce siz şartları iyileştirin, emin olun gerisi kendiliğinden gelecektir...
1 ya da daha fazla.
Herkes kendi arzusunca...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder