26 Nisan 2016 Salı

Ben ikna olmadım!

"Çanakkale içinde...." diye başlar türkü, "ölmeden mezara koydular beni" dediğinde mısra, bir bıçak saplanır insanın yüreğine. Çekersin çıkmaz, kanar durur orada ince ince. 
Biliriz ki kıpkırmızı bir destandır Çanakkale. 
Okullarda ders olarak öğrendiğimiz, Çanakkale'yi konu alan romanlar olsun, makaleler olsun, sinema filmleri olsun, televizyon dizileri olsun, belgeseller olsun; tüm yayınlarda içimize işleyen bir destandır.
Ölenleriyle, ölmeyi emredenleriyle akıl almaz bir askerî dehadır.
İnsanın bu destanın yazıldığı toprakları görmemiş olması da ecdadını bilmemek adına büyük kayıptır. 

Can Topaktaş arayıp da yıllardır arzu edip de bir türlü gidemediğim Çanakkale'ye Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından bir gezi düzenlendiğini ve katılıp katılmayacağımı sorduğunda hiç düşünmeden "evet" dedim elbette. Basın olarak gidecek, görecek, dinleyecek, anlayacak, o ruhu yaşayacak, orada harman olacaktım. Nasıl kabul edilmezdi böyle bir teklif...
23 Nisan gecesi saat 23:30 itibariyle BUSKİ önündeki otobüs toplanma alanında buluşup, 00:00 itibari ile hareket edecektik. 
Denilen saatte istenilen yerde olmak üzere evden çıktım, BUSKİ bahçesine aracımı bıraktım ve kısa bir mesafe olan yolu yürüyerek toplanma alanına ulaştım. Bu arada yoldan pek çok otobüs geçiyor olmasına şaşırıyordum. Fabrika otobüsleri midir nedir diye bakınıyor ve bu yoğunluğu bir türlü anlamlandıramıyordum.
Toplanma alanına girdiğim anda karşılaştığım kalabalık ve yoğun hareketlilikten, bir asker uğurlaması ya da hac karşılaması ortasında kaldığım hissine kapıldım. 
Basın otobüsü ile ilgilenecek olan Tuğba Hanım ile buluştuk ve beni otobüsümüze götürdü. Zamanında gitmiş olmanın avantajı ile her zamanki gibi arka koltuğa konuşlandım.
Poz, Özge Ersu'dan esinlenmedir
Etraftaki otobüslerin ne olduğunu sordum Tuğba Hanım'a, Çanakkale yolcuları dedi. Meğer 140 araç ile yaklaşık 5 bin kişi gidiyormuş Çanakkale'ye...
Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Kireçtepe Jandarma Şehitliği'nde tören yapılacakmış, gezinin amacı da bu tören imiş.
Muhtarlar mahallelerinden vatandaşları toplamışlar ve yolcular bu yöntem ile belirlenmiş.
Hadi bakalım dedim, gidelim...
Kumanyalar otobüslere yüklendi ve yükünü alan otobüsler sırasıyla hareket etti. 00:30 civarı biz de yola revan olduk. Arka koltuk sakinleri olarak Metin Eskin ve Can Topaktaş ile laflaya laflaya yolculuğu kolaylaştırdık.
Saatler 03:30'u gösterdiğinde Lapseki iskelesine yanaşmış ve Gelibolu'ya geçmek için feribota yönelmiştik. 04:10'da Gelibolu'ya geçtik, 04:50'de diğer otobüsleri Akbaş Şehitliği'nde bırakarak bize eşlik edecek rehberi almak üzere Eceabat'a yöneldik.
Rehberin gelişinin beklenmesi, çay ve ihtiyaç molası derken bizim Eceabat'tan çıkışımız 06:15'i buldu. 
İlgililer tarafından yapılan 'Doğrudan törenin yapılacağı Kireçtepe Jandarma Şehitliği'ne gidelim, tören saatini orada bekleyelim' teklifi elbette ki kabul edilmedi. 
Programa göre tören 12:00'de idi (ki 14:30'da başladı) ve o saate kadar orada öylece oturup yaklaşık sekiz saat beklenemezdi. 
57. Alay Piyade Alay Şehitliği
06:30'da 57. Piyade Alay Şehitliği'ne gittik önce. 07:00'de Conkbayırı'ndaydık. 10 buçuğa kadar Conkbayırı'nda kaldık. Gelen küçük gruplar rehberlerin anlatımıyla dolaşıyordu etrafı, biz ise kendi bildiğimize...
Aşağıda Suvla Koyu boylu boyunca uzanıyordu. Huzur ve hüzün el ele vermiş gibi farklı bir duygu vardı buradan aşağıya bakınca. 
Ya Atatürk'ün gözetleme yerinden aşağıya baktığında gördüğü neydi?
Gökyüzüne çevrilmiş bir elin parmaklarını sembolize eden beş adet kitabede yazılanları okudum tek tek. (Meslek hastalığı olarak hepsinin imlâsını düzelttim istemsizce.) 
4 No'lu Kitabe
Siperlere indim. Şimdi yer yer diz boyuna kadar yükselmiş siperlerin gerçek boyutu iki buçuk metre imiş ve yağmur yağdığında bu siperlerde pek çok asker boğulmuş. 
Ne acıdır ki siperin 10 santim aşağısında hayat, 10 santim yukarısında ölüm hüküm sürmekte. Ah bir de yağmurlar böyle delice yağmasa...
10 buçukta Conkbayırı'ndan hareket ederek yirmi dakika içerisinde Büyükanafarta Köyü'ne vardık.
İhtiyaç molası ve köy kahvesinde kısa bir dinlenme esnasında kahvenin yanında bulunan Harp Malzemeleri Sergisi'ni dolaştım hızlıca.
Yine bir aceleyle 11:20'de Kireçtepe'ye doğru hareket ettik. 
Bu arada; 140 aracın birlikte hareket ettiğinin altını çizmek isterim. 140 araçtaki o kadar insan araçlarından iniyor, orda burda ihtiyaç gidermeye çalışıyor, sonra aracına geri dönüyor... (İhtiyaç giderme esnasında kuyruklarda oluşan "sıra" muhabbetini sizin hayalinize bırakıyorum.)

Kireçtepe'ye vardığımızda bizden önce gelen otobüslerin şehitliğe vardığını ve insanların şehitlik içindeki alana piknik yaparmışcasına yayıldığını gördük. 
İki küçük kameriye dışında oturacak ne bir sandalye ne de bir kapalı alan olunca insanlar da buldukları yere çökmüşler elbet. Kimse de bastığı topraklar altında şehitlerin olduğunu düşünmemiş. Askerlerin uyarısı ile şehitlik alanından aşağıya inen insanlar biraz sonra yine şehitlikte dolanmaya başladılar. 
Uyarıyla olmuyordu işte, konunun içselleşmiş olması lâzımdı.
Şehitlik alanının çok kişiyi barındırmayacak büyüklükte oluşu bir yandan, gecenin yarısından beri otobüste olmanın yorgunluğu bir yandan derken insanlar buldukları yere, özellikle de otobüslerin gölgesine yayıldılar sonunda. Kumanyalar açıldı, yemekler yendi, kumanyaların olduğu karton kutular etrafa saçıldı, rüzgâr da bu dağınıklığı beğendiği yere attı. Otobüs alanına kurulan tuvaletlerin beş bin kişiye yetebilmesinin imkânı yoktu. Bulan bulduğu yere çimmeye başlamıştı artık. Nasılsa açık arazi...
Nasıl olur, ama burası şehitlik!
Saat 14:23'de zevatı taşıyan helikopter tozu dumana katarak inişini yaptı.
Zevat gelene kadar hoca efendi şehitler ruhuna dualar okumuş, hep birlikte Allah kabul etsin denmişti.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Çanakkale Valisi Hamza Erkal, Bursa Garnizon ve Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Seyfullah Saldık, Bursa’dan gelen ilçe belediye başkanları, sivil toplum kuruluşların temsilcileri ile 5 bine yakın Bursalı'nın katıldığı tören, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın anıta çelenk bırakması ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başladı.
Bir buçuk saat süren konuşmaların ardından saat 16:00'da tören sona ermiş, ziyaretçiler otobüslerine binmiş, dönüş yolculuğu başlamıştı.
****
Konuşmaları uzun uzun dinlememiş, otobüsüme dönmüştüm. Arka koltuktaki yerimde oturuyordum ve perdenin aralığından boşalan tören alanını görüyordum. Rüzgâr esiyordu, bayraklar dalgalanıyordu, bomboş tepelere bir ıssızlık çöküyordu.
101 yıldır bu rüzgârlı tepelerde, kim bilir nasıl can verdikleri bu toprakların koynunda, birbirleriyle yan yana öylece yatıyorlardı. Onları öylece bırakıp gitmek içime dokunuyordu. Sanki yıllardır buralardan bihaber yaşayan ben değilmişim gibi, niçin şimdi ayrılmak istemiyordum? 
Dönüş yolunda Bursa'ya Eceabat üzerinden gitme fikri 'Eceabat kalabalık olur' savıyla çürüdü ve biz elimizdeki 140 araç ile birlikte Gelibolu'ya yöneldik. Tabii ki olan oldu ve feribot sırasındaki kuyruk kilometreleri buldu. Bir de üzerine bizim aracımızın girmemesi gereken şeride girişi eklenince ve polis de o şeritten gelenleri tersin yüzüne geri çevirince şenlik başladı. 18:00'de vardığımız Gelibolu'dan feribota 20:30'da bindik ve 'hayırlısıyla' hareket ettik.
Lapseki cenahında şimşekler çakıyor, tüm gökyüzü ışıl ışıl aydınlanıyordu. Rüzgâr şiddetlenmiş, yağmur başlamıştı. Dışarıda birkaç fotoğraf çektikten sonra kendimi otobüse atarak yağmur sesi eşliğinde Bursa'ya kadar uyukladım. 
****
Yol hikâyesi böyle...
Gördüğünüz gibi şehitliklerle ilgili bir fikir yok yazıda, çünkü ne tüm şehitliklere gidiş var, ne de gidilenler hakkında bir anlatış. Sadece yıllardır kendi bildiklerim var yanımda. Oysa ki buraya geliş arzusunun temelinde o hissiyatı yaşamak vardı.
Burayı geçelim...
Ya beş bine ulaşan kişiyle curcuna halinde böyle bir gezinin gerçekleşme fikrine ne demeli?
Gelenlerin arasından beş yüz kişinin Çanakkale hakkında fikri var mıydı? Büyük çoğunluğu kumanyalı bir yolculuk ile boş geçecek bir pazar gününü doldurmak için gelmiş gibi görünüyorlardı karşıdan. Sanki bir seçim mitingine giden/götürülen 'bindirilmiş kıtalar' misali.
Halkın arasında dolaşırken kulağıma çalınan konuşmalar da bu minvaldeydi zaten. Pek az kişi konuya ilgiliydi. Geri kalanlar hep piknikçiydi...
Sırtlarında belediyenin dağıttığı bayraklar, kafalarında belediyenin dağıttığı asker şapkaları, (ki bazıları türbanın üzerine takmışlardı), hani ortamda baloncu, macuncu, simitçi-kahveci-gazozcu da olsa tam olacaktı...
Nasıl bir törendi bu, nasıl bir ruhtu ya da nasıl bir ruhsuzluktu?

Kilometrelerce uzaktan gelerek bu topraklarda can vermiş atalarını yâd eden Yeni Zelandalılar'dan da mı ibret alınmamıştı.

Kısa bilgi: Anzak, Birinci Dünya Savaşı başlarında Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (Australian and New Zealand Army Corps) 
kelimelerinin ilk harflerinin kısaltılmasıyla oluşuyor.
Geçen yıl Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelerek Anzak koyunda toplanan ve Anadolu Ajansı'na göre sayıları 10 binden fazla olan grup, şafak vaktinde uyku tulumları ve battaniyeler içinde, tören alanına kurulan dev ekranlarda Çanakkale Savaşı'na ilişkin belgesel, film, röportaj ve çeşitli şehirlerdeki Anzak Günü törenlerini izleyerek ayinin başlamasını beklemişti. Mustafa Kemal Atatürk'ün "Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır" sözleri ne kadar da doğruydu. Onlar da bizim evladımızdı. Torunları da atalarını hiç yalnız bırakmıyordu.
5 bin kişi yerine bin kişi gelseydi oysa törene. Tören alanında herkes oturabilseydi. Kireçtepe'de yaşananlar kısa da olsa anlatılsa ve anlatan kişi huşu içinde dinlenseydi. Eğer ki insanlara Çanakkale anlatılmak isteniyorsa, bu peyder pey de yapılabilirdi.
Şehide saygı, vatana saygı, şehitliğe sahip çıkarak yenileyene saygı, kısacası geçmişe ve geleceğe saygı panayır misali sayı bolluğu ile değil, ancak böyle olurdu.
****
Eve geldikten sonra çektiğim fotoğraflar hakkında uzun uzun araştırmalar yaptım. Fotoğrafları sosyal medyada paylaşırken yaptığım araştırmalardan edindiğim bilgileri de fotoğraf altlarına yazdım. 
Bu şekilde gidip görmek beni ikna etmemişti çünkü. O ruhu yakalayamamıştım.
"Yaptık Oldu" mantığı bana uymadığından ve bu gidişi gidişten saymadığımdan en kısa zamanda "bir bilen" ile gitmek üzere söz verdim kendime.  

Fotoğraf albümü için tıklayınız:

Çanakkale Zaferi Üzerine:
Savaşın öteki yüzü / 11 Mart 2015
Ben ikna olmadım! / 26 Nisan 2016
Anlat Atam, Sen Anlat! / 18 Mart 2022

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder