20 Aralık 2019 Cuma

Kapı

Yüksek katlı binaların birinde yan yana dairelerde yaşıyorlardı. Zaman zaman karşılaşıp selamlaşıyor, ya evlerine ya yollarına gidiyorlardı.
Adam nazik, kadın kibardı.
Kendi hallerinde sessiz sedasız girip çıkıyorlardı evlerine.
Kapılarını açtıklarında yaşadıkları hayat ile kapılarını kapattıklarında yaşadıkları hayat arasında gidip geliyorlardı.
Kapının ya önündeydiler ya arkasında.
Ya içerideydiler ya dışarıda.
Bazan birbirlerinin tıkırtısını duyuyorlardı bitişik duvarların ardından. Bazan adamın tarafından günlerce ses gelmiyordu. Bazansa defalarca açılıp kapanan daire kapısından ve içeriden duyulan konuşmaların fazlalığından kadın adamın evde olduğunu anlıyordu.
Duvarın arkasından duyduğu o sesler onun yalnızlık hissini hafifletiyor, bedenine, yaz akşamlarının ince serininde ürperen omuzlarının üzerine aldığı şal misali rahatlatan bir sıcaklık veriyordu.
Oysa aylar önce kendi başınalığı seçmiş, özgür kalmak istemiş, bunun için büyük mücadele vermişti. Evli ve yalnız olmaktansa, bekar ve yalnız olmayı tercih etmişti.
Yalnızdı, iyiydi, iyiydi, iyiydi…
Peki ya niçin yan daireden gelen ses onun yaralı ruhuna merhem oluyordu?
Niçin ses kesilince yalnızlığı daha bir koyulaşıyordu?
Yalnızlık güzeldi.
Kimse için değil, kendin için yaşamak güzeldi.
Kimseden bir şey beklememek güzeldi.
Peki ya yandaki adam da kendisi gibi yalnız mıydı?
Image for postImage for post
İş dönüşü eve girmeden uğradığı kafelerden birinde gördü adamı bir akşam üzeri.
Birkaç arkadaşıyla koyu bir sohbete dalmıştı adam.
Kahvesini alarak bir köşeye çekildi, kaçamak bakışlarla izlemeye başladı adamı.
Niye izliyordu ki onu böyle hırsız gibi?
Biriyle ilgilenmeye mi ihtiyacı vardı, birinin onunla ilgilenmesine mi, neye? Tam da yalnız yaşamanın huzuruna ulaşmışken, içindeki yalnızlığa çare mi arıyordu?
Kahvesini ağır ağır yudumlarken sorular bir o yana bir bu yana kaçıştılar zihninde.
Bir gün tam evden çıkıp, daire kapısını kilitlerken adam da çıktı evinden. Aynı anda kilitlediler kapılarını. Günaydınlaştılar karşılıklı. İkisinin de acelesi vardı.
Koşar adım asansöre binip aşağıya indiler. İkisinin de pek konuşası yoktu sabah sabah. Sohbet edecek ne zamanları ne de konuları vardı zaten. Nefes alış verişinden adamın sıkıntılı olduğunu sezdi kadın.
Asansör kapısı açılınca geri çekilerek kadının önden çıkması için kibarca yol verdi adam. Asansöre binerken de aynı zarafeti göstermişti. Sıkıntısını ya da telaşesini bahane etmemiş, centilmenlikten ödün vermemişti. Belli ki bu davranışlar onun her zamanki halleriydi.
Birbirlerine alelacele iyi günler dileyerek kapının dışındaki hayatlarına koşturdular bir çabuk.
Aylar sonra bir sergi açılışında arkadaşlarıyla laflarken, kulağının dibinde neşeyle merhaba diyen bir ses duydu kadın. Başını çevirip baktığında önce can dostunu, sonra da dostunun yanında komşusu olan adamı gördü.
Dünya küçük müydü neydi…
Can dostu yanındaki adamı tanıştırdı hemen.
- Aylin Onur, Onur Aylin.
- Memnun oldum.
- Memnun oldum.
Gülüştüler karşılıklı ve aylardır komşuluk ettiklerini söylediler kendilerini tanıştıran Ahmet’e.
Aylin ve Onur o gece apartman sorunlarından, yöneticinin basiretsizliğinden, dairelerindeki sıkıntılardan söz ettiler bol bol. Ortak konuları evleriydi. Tabii bir de Ahmet.
Onur ve Aylin o gece birlikte döndüler eve. Havadan sudan konuştular yol boyu. Eve aynı kapıdan girdiler, aynı asansöre bindiler, aynı kata çıktılar, yan yana dairelerinin kapılarını anahtarlarıyla açarak yan yana dairelerdeki farklı hayatların içine girdiler, anahtarlarını kapılarının arkasına takarak, kendilerini içerideki hayatlarına kilitlediler.
İlk birkaç dakika yan daireden gelen sesleri, yani birbirlerini dinlediler.
Sonra sessizlik kapladı her yanı.
Onur Aylin’i, Aylin’in Onur’u fark ettiğinden çok önce fark etmişti aslında. Zaman zaman bina içindeki karşılaşmalardan tanıdığı Aylin’in, bir akşam üzeri arkadaşlarıyla oturduğu kafeden içeri girdiğini göz ucuyla görmüş, onun hareketlerini izlemiş, hırsızlama bakışlarla Aylin’in hayatı üzerine senaryolar üretmişti.
Kaçamak bakışlarla süzmüştü Aylin’i. Sohbete daldığı bir ânın ardından Aylin’in oturduğu köşeye bakınca Aylin’in artık orada olmadığını görmüş, o an içinde anlamsız bir boşluk hissetmişti.
Asansöre birlikte bindikleri o gün, nasıl anladıysa Aylin’in yalnız yaşadığını anlamıştı. Belki parmağında yüzük olmayışına dikkat etmişti. Ya da daireye genç kadından başka giren çıkan olmadığının, farkında olmadan, farkındaydı.
Onu izlemiyordu, yan daireden gelen seslere dikkat kesilmiyordu. Ama bak yine de onun hakkında az çok bir şeyler biliyordu.
İşiyle gücüyle bu kadar meşgulken bir kadına ayıracak vakti yoktu gerçi.
Yine de yan dairede yaşayan bu kadının hayatını merak etmişti.
Karşılıklı alaka zaman içinde arkadaşlığa, oradan sevgililiğe evrildi.
Kaçınılmaz bir süreçti sanki yaşadıkları.
Hem birlikte olmaktan büyük haz alıyor hem de yalnızlıklarını muhafaza ediyorlardı.
İki yarımdan bir bütün çıkartmak değildi yaşadıkları.
İki bütünü birbirine karıştırmaktı. Çoğalmaktı. Çoğaltmaktı…
Yan yana dairelerini birbiri ile birleştiren duvarda bir kapı açtılar kendilerine.
Üçüncü bir kapı olmuştu ortak hayatlarında.
Sadece onların bildiği, sadece onların geçtiği bir kapıydı bu.
Sürgülü kapının ardında herkes kendi hayatını yaşıyorken, sürgülü kapı yana sürülerek açıldığı anda bedenleri gibi hayatları da birleşiyordu.
Kapı sayesinde hem yalnızlıklarını koruyor hem de birbirlerine kucak açıyorlardı.
Yan dairedeki sesleri dinlemeye gerek yoktu artık. Sesler iç içe geçmişti. Tüm sesler tanıdıktı, bildikti.
Image for post
Zaman zaman kendi arkadaşları geldiğinde kapı kapanıyor, arkadaşlar bu ortak hayata dahil edilmiyordu.
Lafı uzatıp kalkmak bilmeyen arkadaşlar gitsin diye gözlerinin içine bakılıyor, çay kahve servisi çabuk çabuk yapılıyordu.
Onur iş için şehir dışına çıktığında kapının ardındaki evde hüküm süren sessizlik, kapının altından Aylin’in evine süzülüyordu.
Aylin şehir dışına çıktığı zamanlarda Onur aradaki kapıyı hep açık tutuyordu. İstiyordu ki evi Aylin’in kokusuyla dolsun. O koku onu yalnızlık denizinin azgın dalgalarında boğulmaktan korusun.
Onur için Aylin neyse, Aylin için de Onur oydu.
Can simidi misali birbirlerine tutunurken, bir yandan da engin denizlerde bir başlarına yüzebiliyorlardı.
Zaman içinde, kim daha önce düşünmedi bilinmez, aradaki kapı açık mı kapalı mı diye düşünmemeye başladılar.
Evdeki misafir bir an önce gitse de kapıyı açsam, yan daireye bir an önce kavuşsam telâşesi yerini, misafirle uzayan sohbetlere bıraktı.
Eve gelen konuk gidince etrafı topla, bulaşıkları makineye diz, televizyona şöyle bir göz at, kitap oku derken kapıyı açmayı sonraya bırakır oldular.
İkisi de aynıydı üstelik. Biri birinden daha fazla özlemiyor, biri birinden daha az sevmiyordu diğerini.
Hem alışıktılar birbirlerine, hem unutuyorlardı birbirlerini.
Sanki, hayatlarında kapının eski önemi yoktu artık.
Kapısız da olmuyordu ama.
Kapı onları birbirlerinden koruyan ve birbirlerine bağlayandı.
İlk günlerin harı geçmiş, harlı alev yerini sin sin yanan bir ateşe bırakmıştı.
Birbirlerinin kapının ardında olduğunu bilmek bile onlara yetiyordu.
Kapı açıldığında hayatlar kaldığı yerden birbirinin içine geçiyor, birbirine alışık bedenler evlerin içinde salınıyor, zaman zaman birbirine değiyor, birleşip bütün oluyor, ayrılıp tek oluyordu.
Ateş sönmüyor, üflendikçe alevleniyordu…
İkisi de biliyordu, zamanla bu ateş köze dönüşecekti. Közün üzerinde anılar demlenecek, hayatları ağır ateşte pişen yemek misali helmelenecekti.
Peki ya köz söndükten sonra küle dönüşecekler miydi?
Külleri havada savrulurken, başka sevdalarda yeniden alev almak için içlerinde minik bir kıvılcım kalacak mıydı?
Önce tutunabilecekleri bir bedene, sonra da tutundukları bedende ateşlerini harlatabilecekleri kuvvetli bir nefese ihtiyaçları olacaktı.
Böylece, döngü yeniden ve yeniden tekrarlanacaktı…
İkisi de konuşmuyorlardı bunları. Hiç sorgulamıyorlardı birlikteliklerini. Konuşmadan sessizce anlaşıyorlardı.
Birbirlerinin kollarında erirken ya da kendi dünyalarının koşturmacası içinde kaybolurken merak etmiyorlardı geleceği.
Döngü tekrarlansın istemiyorlardı belki de.
Birbirlerinin kâh hafifleyen, kâh alevlenen ateşinde hemhâl olmak onlara iyi geliyordu.
Başka bedenlerde alevlenip sönmekten yorgun düşmüşlerdi. Birbirlerinde dinleniyorlardı. Dinlenmekten öte geçip bir olmayı başarmışlardı.
Bilmiyorlardı ki sihir kapıdaydı.
Kapı bazan kapalı, bazan aralık, bazan da sonuna kadar açıktı.
Kapının ardındaki Onur’du, kapının ardındaki Aylin’di.
Onur Aylin, Aylin Onur’du…
Sonrası ne mi oldu?
Bilmem.
Kapı onların kapısı.
Belki sonuna kadar açtılar, belki sonsuza dek kapattılar.
Ya da belki kapıyı hep aralık bıraktılar…

20 Aralık 2019 / C.E.Y.

Alâmünit Bir Hikâyeydi okuduğunuz.
Uzun yıllar sonra yazdığım kurmaca kısa bir öyküydü…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder