Bilenler bilir, yazmaya ilk başladığım günlerde İncelikler Yüzünden başlıklı bir yazı kalem almıştım…
Hoşgörünün azalıp hanımefendiliğin, beyefendiliğin tedavülden kalkmasını anlatmıştım o yazıda dilim döndüğünce. Eski günlere özlemle dolu bir yazıydı.
O yazının üzerinden geçen yıllar hoşgörüye olan özlemimi daha da arttırdı.
Benim gibi herkes hoşgörüyü özlüyordu da; herkes hoşgörüsüzlükten bu kadar yakınıyorken, 'Bu hoşgörüsüzler de kim?' diye kimse merak etmiyordu.
O yazının üzerinden geçen yıllar hoşgörüye olan özlemimi daha da arttırdı.
Benim gibi herkes hoşgörüyü özlüyordu da; herkes hoşgörüsüzlükten bu kadar yakınıyorken, 'Bu hoşgörüsüzler de kim?' diye kimse merak etmiyordu.
Nereden gelmişlerdi mesela? Nasıl türemişlerdi?
Başka bir tür müydü yoksa onlar? Farklı bir gezegenin insanları mıydı? Oradan buraya mı ışınlanmışlardı?
Yoksa insanların ‘hoşgörüsüzlüğü ne kadar hoş görebileceği’ üzerine bir araştırma yapılıyordu da, pilot ülke olarak ülkemiz mi seçilmişti?
Yoksa yediğimiz-içtiğimiz her şeye bizi delirtecek bir şeyler mi karıştırılıyordu da hepimiz bu kadar gerim gerim gergindik?
Maçtan tutun düğüne, trafikten tutun cenazeye kadar her yerde bir kabalık, bir duyarsızlık, bir saygısızlık.
Hani ne ölüye ne diriye, ne hayvana ne nebata, ne canlıya ne cansıza, ne kadına ne çocuğa, ne gence, ne yaşlıya, ne emeğe, ne sevgiye, ne aşka, ne aşığa…
Örnekleri çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar.
İnananlar olarak yaradılanı yaradandan ötürü sevmiyor muyduk biz?
Neydi bu kadar kendinin dışında herkese saldırmak, herkesi yok etmeye çalışmak, kimseye nefes alacak ufacık bir alan dahi bırakmamak.
****
Beğenip beğenmemek, övmek ya da eleştirmek değil mevzu; kalkıp eleştirilerden gaza gelmek, aklın mantığın dışına çıkarak işi saldırganlığa vardırmak. Kısacası durumdan vazife çıkartmak…
Başka bir tür müydü yoksa onlar? Farklı bir gezegenin insanları mıydı? Oradan buraya mı ışınlanmışlardı?
Yoksa insanların ‘hoşgörüsüzlüğü ne kadar hoş görebileceği’ üzerine bir araştırma yapılıyordu da, pilot ülke olarak ülkemiz mi seçilmişti?
Yoksa yediğimiz-içtiğimiz her şeye bizi delirtecek bir şeyler mi karıştırılıyordu da hepimiz bu kadar gerim gerim gergindik?
Maçtan tutun düğüne, trafikten tutun cenazeye kadar her yerde bir kabalık, bir duyarsızlık, bir saygısızlık.
Hani ne ölüye ne diriye, ne hayvana ne nebata, ne canlıya ne cansıza, ne kadına ne çocuğa, ne gence, ne yaşlıya, ne emeğe, ne sevgiye, ne aşka, ne aşığa…
Örnekleri çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar.
İnananlar olarak yaradılanı yaradandan ötürü sevmiyor muyduk biz?
Neydi bu kadar kendinin dışında herkese saldırmak, herkesi yok etmeye çalışmak, kimseye nefes alacak ufacık bir alan dahi bırakmamak.
****
Beğenip beğenmemek, övmek ya da eleştirmek değil mevzu; kalkıp eleştirilerden gaza gelmek, aklın mantığın dışına çıkarak işi saldırganlığa vardırmak. Kısacası durumdan vazife çıkartmak…
Hal böyle olunca “Hiç mi fikir beyan edemeyeceğiz?” diye sorguluyor insan.
Hiç mi iyi-kötü bir şey söyleyemeyeceğiz?
Hiç mi eleştiremeyeceğiz?
Biz nasıl yapılan yorumları kendi içimizde değerlendirip bir fikir ortaya çıkartıyor ve gidip kimsenin boğazına çökmüyorsak, diğer insanlardan da bunu bekliyoruz.
Bir sakin ol kardeşim! Bir kendine mukayyet ol!
Hiç mi iyi-kötü bir şey söyleyemeyeceğiz?
Hiç mi eleştiremeyeceğiz?
Biz nasıl yapılan yorumları kendi içimizde değerlendirip bir fikir ortaya çıkartıyor ve gidip kimsenin boğazına çökmüyorsak, diğer insanlardan da bunu bekliyoruz.
Bir sakin ol kardeşim! Bir kendine mukayyet ol!
Malum; memlekette heykellere düşman, sanata düşman, yeniliğe düşman, her ama her şeye düşman bir güruh var ve önlerine ne gelirse yıkıyorlar. Sanki müzeleri talan eden IŞİD’cilerin yerli versiyonları yaşıyor içlerinde.
Onlara hiçbir şey söylenmeye gelmiyor. Palalar, sopalar, bıçaklar ellerinin altında hazır olmalı ki, hemen silaha sarılıyorlar.
****
Onlardan korkuyoruz hepimiz. O yüzden sesimizi çıkartamıyoruz. Sadece kendi kendimize konuşup duruyoruz.
Nil Burak derdi ya; “Boş vere boş vere ne hale geldik” diye; ben de diyorum ki, “Hoş göre hoş göre bu hale geldik”.
Bu hoşgörüsüzlükleri kabul edip, sığındığımız köşemizde kendi kendimize şikâyetlenmenin bir adım ötesine geçip sesimizi çıkartmalıyız artık. Yaptıklarının yanlışlığını göstermeliyiz o insanlara.
Medeniyetin tüm nimetlerinden yararlandıkları kadar, medenî olmaları gerektiğini de söylemeliyiz.
Son model arabaya binip, kemer takmayan, çöpünü dışarı atan, akan trafikte çocuğunu kucağında direksiyona oturtan ve araba kullandıran insanlar var her yanda.
Emniyet şeridine dalarak bisikletliyi altına alan sürücüler var.
Kendisini sollayan bir sürücü ile adeta ölümüne düello edenler var.
Ambulansa yol vermemekle övünenler var.
Memlekete gelen her turisti potansiyel tecavüz edilesi varlık olarak görenler var.
Açık gezen her kadının “müsait” olduğuna inanan, hiçbir kadınla aklı başında bir ilişki kuramayanlar var.
Evlenmek istemedi ya da boşanmak istedi diye “sevdikleri” kadını öldürenler var.
Herhangi bir kuyrukta herkes kadar beklemek varken araya kaynak yaparak öne geçmeyi marifet sayanlar var.
Bunun gibi küçük küçük kurnazlıkları büyüterek büyük büyük hak yemeler, büyük büyük can yakmalar var.
Var oğlu var, var oğlu var…
****
Toplum olarak depresyondayız kanımca.
Panik atak insanlar bir yanda, manik atak insanlar öte yanda.
Nüfusun yarısından fazlası psikolojik tedavi görüyor.
Duyarsızların duyarsızlıkları duyarlıların canına okuyor.
Hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeyi hoş gören ne ise, yine hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeye kükreyen kişi aynı kefede tartılmalı bence.
Onlara hiçbir şey söylenmeye gelmiyor. Palalar, sopalar, bıçaklar ellerinin altında hazır olmalı ki, hemen silaha sarılıyorlar.
****
Onlardan korkuyoruz hepimiz. O yüzden sesimizi çıkartamıyoruz. Sadece kendi kendimize konuşup duruyoruz.
Nil Burak derdi ya; “Boş vere boş vere ne hale geldik” diye; ben de diyorum ki, “Hoş göre hoş göre bu hale geldik”.
Bu hoşgörüsüzlükleri kabul edip, sığındığımız köşemizde kendi kendimize şikâyetlenmenin bir adım ötesine geçip sesimizi çıkartmalıyız artık. Yaptıklarının yanlışlığını göstermeliyiz o insanlara.
Medeniyetin tüm nimetlerinden yararlandıkları kadar, medenî olmaları gerektiğini de söylemeliyiz.
Son model arabaya binip, kemer takmayan, çöpünü dışarı atan, akan trafikte çocuğunu kucağında direksiyona oturtan ve araba kullandıran insanlar var her yanda.
Emniyet şeridine dalarak bisikletliyi altına alan sürücüler var.
Kendisini sollayan bir sürücü ile adeta ölümüne düello edenler var.
Ambulansa yol vermemekle övünenler var.
Memlekete gelen her turisti potansiyel tecavüz edilesi varlık olarak görenler var.
Açık gezen her kadının “müsait” olduğuna inanan, hiçbir kadınla aklı başında bir ilişki kuramayanlar var.
Evlenmek istemedi ya da boşanmak istedi diye “sevdikleri” kadını öldürenler var.
Herhangi bir kuyrukta herkes kadar beklemek varken araya kaynak yaparak öne geçmeyi marifet sayanlar var.
Bunun gibi küçük küçük kurnazlıkları büyüterek büyük büyük hak yemeler, büyük büyük can yakmalar var.
Var oğlu var, var oğlu var…
****
Toplum olarak depresyondayız kanımca.
Panik atak insanlar bir yanda, manik atak insanlar öte yanda.
Nüfusun yarısından fazlası psikolojik tedavi görüyor.
Duyarsızların duyarsızlıkları duyarlıların canına okuyor.
Hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeyi hoş gören ne ise, yine hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeye kükreyen kişi aynı kefede tartılmalı bence.
“Eşit olmayan insanlara, eşit davranmaktan daha büyük eşitsizlik olamaz.” demiş Thomas Jefferson.
Hak etmemesine rağmen herkese aynı hoş görüyü göstermek de böyle bir şey olmalı.
Zaman zaman yazılarıma da konu ettiğim hoşgörüsüzlüklerim var artık benim.
Gelecek tepkilerden korksam da susmuyorum, sesimi çıkartıyorum…
Hak etmemesine rağmen herkese aynı hoş görüyü göstermek de böyle bir şey olmalı.
Zaman zaman yazılarıma da konu ettiğim hoşgörüsüzlüklerim var artık benim.
Gelecek tepkilerden korksam da susmuyorum, sesimi çıkartıyorum…
Bir yandan da “Ne gerek var bu itiş kakışlara?” diyorum.
Bir içten gülümsemede saklı değil mi oysa her şey?
Bir sıcak Selam’da. Bir tatlı Günaydın’da.
Yol vermekte, sıra vermekte, saygı göstermekte, sevgide, bir tatlı muhabbette.
Ah bunun keyfini bilseler bir, onlar da yaşarlar mı hiç böyle haset içinde?
29 Mayıs 2015 C.E.Y.
Bir içten gülümsemede saklı değil mi oysa her şey?
Bir sıcak Selam’da. Bir tatlı Günaydın’da.
Yol vermekte, sıra vermekte, saygı göstermekte, sevgide, bir tatlı muhabbette.
Ah bunun keyfini bilseler bir, onlar da yaşarlar mı hiç böyle haset içinde?
29 Mayıs 2015 C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder