23 Kasım 2020 Pazartesi

Madalyonun Üç Yüzü

Bir kitabı hem konusuyla hem de anlatımıyla sever insan. Ne başlı başına konu, ne de başlı başına anlatım yeterlidir. 
Herkesin başına gelmiş ve gelebilecek olayları anlatırken okuyucuyu da kitabın içine alabilmek, bir yandan da okuyucuyu kendi hayatıyla baş başa bırakabilmektedir marifet.
Hem imlâsı, hem eksiksiz anlatımı, hem de kurgusunun sağlam olması lazımdır kitabın.
Yazar, okuyucunun aklını, "Şimdi burada anlatılan kim, bunlar buraya ne ara geldiler, e ama o çocuk ölmemiş miydi, hikâyede bu kadar önemli rolü olan bu adam mahalleye ne zaman taşındı, şu kadın aşağı mahallede yaşamıyor muydu?" gibi sorularla karıştırıp, mantığını ters yüz edip, olayları ve insanları çorbaya çeviriyorsa ve attığı düğümleri çözemiyorsa, atılan düğümler rastgele atılmış, o kitap rastgele yazılmış demektir.

Bu mantık kurgusunu filmlerde de ararız, şiirlerde ve şarkılarda da, hayatımızda da.
Hayatımızın kurgusunu kim yapıyor diye sorarız çok zaman. Bir bakmışız ki kurgucubaşı kendimiz çıkmışız. İnsan en büyük iyiliği de en büyük kötülüğü de kendisi yaparmış kendisine. O yüzden belki en güvendiğimiz dağlara kar yağdığında en çok kendimize kızarız.
Ama biz insanız. Güvenmeden ve inanmadan da yaşayamayız.
Güvenimiz kötüye kullanıldı diye hayata küsüp oturamayız.
Yıkılsak da, yıkıldığımız yerden kalkar, üstümüzü başımızı silkeler, dizlerimiz kanamış mı diye bakar, kanamışsa da canımız acıya acıya tekrar yola düzülürüz. Nasılsa zaman içinde o kan kuruyacak, o acı azalacaktır.
Lakin, yaranın derinliğine göre, o izler görünürlüğünü koruyacaktır.
****
Bana bu sözleri yazdıran, üç kadın ve bir adamın öyküsünün anlatıldığı Madalyonun Üç Yüzü romanıydı. Gazeteci-Yazar Sevinç Feyzioğlu'nun Dorlion Yayınları'ndan çıkan kitabını okurken, kendi iç sesim ile bu dört kişiyle konuştum durdum ben de.
Faruk ile karısı Neveser, sevgilisi Meliha ve diğer sevgilisi Sevgi
'nin hayatıydı anlatılan. 
Kadınlardan birisi evde çocukların ve evin başında, diğeri bir köşe başında, bir diğeri diğer bir köşe başında.
Ve bu sacayağının tam ortasında da Faruk.

Faruk, Neveser'i Meliha ile, Meliha'yı da Sevgi ile (ya da Sevgi'yi Meliha ile) aldatırken, daha doğrusu hepsini birden idare edip kedi aklınca keyif çatarken, işlerin sarpa sarması ve her şeyin çorap söküğü gibi ortaya saçılmasıyla başlayan, ayrılıklar ve acılarla devam eden, sonunda ise herkesin olması gereken yere yerleştiğini gördüğümüz bir olaylar dizisiydi.
Bir hayattı...

Feyzioğlu'nun dediği gibi, belki de pek çok erkeğin hayalindeki hayattı Faruk'unki. 
Öyle miydi gerçekten de? Daldan dala konmak mıydı erkeklerin hayali? Eşi olan dişi kuşun yaptığı yuvayı üs olarak kullanıp, başka başka yuvalara uçmak, oralarda biraz eşelenmek, biraz neşelenmek, hattâ o yuvaları karıştırıp dağıtmak, sonra da sessiz sakin ve güvenli üsse, yani limana dönmek ve sanki başka hayatlar yaşamamış gibi yaşamak mıydı arzulanan? Madalyonun dördüncü, beşinci, altıncı yüzleri de var mıydı?
Madalyondaki "diğer" kadınlar evliliği, dolayısıyla konforu bozmaya değmez miydi de bütün suları saman altından yürütüyordu?
Ya Neveser'in, Meliha'nın ve Sevgi'nin hayatı hangi kadının hayaliydi?
Kim hangisinin yerinde olmak isterdi?
Bu üç kadın içinde en çok acıyı çeken kimdi, en fedakâr kimdi, en çok aldatılan kimdi, en saf kimdi, en haksızlığa uğrayan kimdi, en kötü kimdi, en iyi kimdi?
Seçemediniz değil mi?
Seçemezsiniz.
Belki de o kadınlardan birisi zaten sizsiniz…
****
Altını çize çize, bir solukta okuduğum kitabı konuşmak ve kitabımı imzalatmak için 23 Kasım günü Sevinç Feyzioğlu'nun kapısını çaldım. 
Kahve eşliğinde kitabın hem içeriğini, hem de yazım aşamalarını konuştuk, romanın kahramanları üzerine tartıştık. 
Kitap üzerine konuşurken sohbetimize siz dostlarımızı da ortak etmek istedik ve ortaya böyle minik bir (röportaj videosu değil) sohbet videosu çıktı.

23 Kasım 2020
Madalyonun Üç Yüzü kitabını internette pek çok kitap markette bulabilirsiniz.
Pandemi günlerini atlatınca bir imza günü etkinliği de olacaktır. Ama şimdi sağlık her şeyin önünde.

35 yıllık Gazeteci-Yazar Sevinç Feyzioğlu
'nun ilk kitabı, Bursa'nın son yüzyılına ışık tutan, "Dibacenin Ertesi Günü" adlı romanımsı çalışmasıydı. Kitapta, Türkiye'nin ilk organize sanayi bölgesinin kuruluş sürecinin tanıklarından olan Ergun Kağıtçıbaşı'nın anıları yer alıyordu. Feyzioğlu'nun bu çalışması, Uludağ Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından, "yerel tarih" açısından kaynak olarak değerlendirildi ve iki kez basıldı.

Biz ikinci kitap olan Madalyonun Üç Yüzü'nü konuşurken, Sevinç hanım üçüncü kitabın hazırlıklarına başlamış bile.
Anlaşılan o ki, Feyzioğlu yılların birikimini ardı ardına çıkartacağı kitaplar ile ölümsüzleştirecek.
Bize de o kitapları zevkle okumak düşecek.
Kalemine kuvvet Sevinç…

23 Kasım 2020 / C.E.Y.

Kadına Şiddet ve Kadın Cinayetleri Yazılarım

Nerde kalmıştık? / 4 Ocak 2011
Öyle bir ceza ki! / 1 Şubat 2011
Diğerleri’nin meraklıları / 8 Şubat 2011
Aşkım için yaptım Hakim Bey! / 18 Şubat 2011
Bugün kutlayacaksınız, ya yarın? / 8 Mart 2011
Meclis’te Kadın Olmak / 19 Nisan 2011
At — Avrat — Silah / 27 Mayıs 2011
Katil Kadınlar / 28 Haziran 2011
Şafak’ın Eteği / 5 Temmuz 2011
8 bin 372 / 12 Temmuz 2011
Taammüden / 26 Temmuz 2011
Gitmek mi zor, kalmak mı? / 6 Eylül 2011
İsyan bu, haykırış… / 16 Eylül 2011
O kadın bir kez de o manşette öldürüldü / 11 Ekim 2011
Suçlu, ayağa kalk! / 3 Kasım 2011
Tecavüzcüden koca olur mu? / 4 Kasım 2011
Son karar: Kendi rızası ile! / 18 Kasım 2011
Aklından bile geçirme! / 29 Aralık 2011
Hırsızın hiç mi suçu yok! / 2 Şubat 2012
Şiddete şiddetle karşıyım! / 18 Şubat 2012
Benden artık bu kadar… / 3 Mart 2012
Siz hiç dayak yediniz mi? / 24 Mayıs 2012
Şeytan da bir Melek ise… / 15 Haziran 2012
Tabancamın sapinu gülle donatacağum / 3 Aralık 2012
Toplumsal Cinsiyet Bilinci / 8 Aralık 2012
Onlar, toplu tecavüzcüler / 15 Aralık 2012
Anlayan anladı Bakan Bey, anlayan anladı! / 15 Nisan 2013
Kan Kırmızı, Ruj Beyaz / 30 Nisan 2013
Eline, beline, en çok da diline… / 13 Temmuz 2013
Göbek değil, bebek bebek! / 25 Temmuz 2013
4 parmakla değil, 5 parmakla STOP! / 22 Ağustos 2013
Kanla yıkanınca temizlenen namusumuz var bizim / 15 Eylül 2013
Ajda’yı sahneden kovan paralı adam… / 16 Eylül 2013
Anne 9 günlük tatilde, 2 aylık bebek evde! / 21 Ekim 2013
Şeytan bu işin neresinde? / 5 Kasım 2013
Allah da sizi güldürsün e mi! / 23 Ocak 2014
Bu kadar günahın vebali öte tarafta mı ödenecek? / 7 Mart 2014
Bu kez neyi kutluyoruz? / 8 Mart 2014
Kıyım kıyım kıyıyorlar hiç acımadan / 18 Nisan 2014
Anlaman için her gün sana ‘çüş’ mü dememiz gerek? / 23 Nisan 2014
Dişe diş, kana kan, hattâ idamsa idam! / 2 Mayıs 2014
Bırakınız gülelim, bırakınız sevelim / 1 Ağustos 2014
Susturamadığından korkar insan / 23 Ağustos 2014
Sen kimsin be adam! / 22 Eylül 2014
Duvağın altındasın, SOBE! / 14 Ekim 2014
Gelenekler binlerce olsa da gerçek tektir! / 15 Ekim 2014
Dünya’nın derdi ‘KADIN’ olmuş / 26 Kasım 2014
Her şeyin müsebbibi kadın! / 10 Aralık 2014
O kadınlar hep Anan, Bacın, Avradın! / 7 Ocak 2015
Bir 14 Şubat’a daha ulaştık sürünerek / 14 Şubat 2015
Soysuzun soyu kurusun, çoğalmasın / 15 Şubat 2015,
Artık utanan taraf kadın olmayacak! / 16 Şubat 2015
Kadın Doğdum Ben / 10 Mart 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Biz mi gidelim, siz mi gidersiniz? / 7 Mayıs 2015
‘Topuklularımı hiç çıkartmadım’ / 15 Mayıs 2015
Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum / 29 Mayıs 2015
"Oraya geri dönemem!" / 3 Haziran 2015
Bir insan olarak sus! / 1 Ağustos 2015
Sizin olsun bu dünya / 7 Kasım 2015
Bitmeyen savaş yapmışlar / 13 Aralık 2015
Çocuklar İYİYMİŞ! / 26 Aralık 2015
Hodri Meydan / 4 Ocak 2016
Namussuz! / 26 Ocak 2016
Beleşçisin arkadaş! / 29 Ocak 2016
Bu kadar günahın vebali kimin boynunadır? / 30 Ocak 2016
Benimle Dans Eder Misin? / 1 Şubat 2016
Kadın yiyen canavar / 24 Şubat 2016
Katil oldum ben… / 10 Mart 2016
“İffetli kadın olmak istemiyoruz!” / 16 Mart 2016
Zevk alıyor muyuz? / 31 Mart 2016
Çocuk sayını söyle bana porsiyonunu söyleyeyim sana / 6 Haziran 2016
Neye güldün arkadaş? / 28 Ekim 2016
Hesapta biz de varız! / 5 Aralık 2016
Ben erkek olsaydım / 9 Aralık 2016
Buz yanığı yürekler / 30 Aralık 2016
Eşitlik Berekettir / 7 Mart 2017
Seçmece bunlar! / 22 Eylül 2017
Bir kızım olsaydı eğer / 11 Ekim 2017
Ne nikâh bağlar bizi, ne mahkeme ayırır / 18 Ekim 2017
Yazık, çok yazık… / 15 Aralık 2017
Şeytan üflemekle kalmamış / 26 Aralık 2017
İzin verme, BEKLET! / 4 Ocak 2018
Fırsatçı yağmacılar / 9 Ocak 2018
Cennet-i âlâ / 18 Ocak 2018
Son Perde inmeden / 29 Ocak 2018
Tüyden Elbiseli Kadınlar / 25 Şubat 2018
Koş koş, asansörcü ağabeyi getir! / 28 Şubat 2018
Umutsuz değil, Umut Dolu Kadınlar / 6 Mart 2018
10 güncelleme onay gerektiriyor / 11 Mart 2018
Kadının Peşinde Şiir / 16 Mart 2018
Sahnedeyiz, İnmeyiz / 27 Mart 2018
Büyük Gözler Bizi İzler / 22 Ağustos 2018 
Kaç Çocuk Yedin? 2 Temmuz 2018
Kadın, Şiddet, Medya ve dahası / 30 Ekim 2018
Çocukları kanatmayın / 20 Kasım 2018
Perperişan! / 4 Ocak 2019
Kadınlar Burada, Erkekler Nerede? / 3 Mart 2019
Türk Kadınının Savaşı Başka / 19 Mart 2019
Yasalarımız Var, Evet! / 25 Mart 2019
Kırmızı Başlıklı Kız da Değişti / 25 Haziran 2019
Sistem Hata Veriyor / 2 Temmuz 2019
Tekdîri geçelim, tokmağa gelelim! / 23 Ağustos 2019
Ben Kendimi Anlayamıyorum! / 5 Aralık 2019
Yapabilirim, Yapabilirsin, Yapabiliriz / 12 Aralık 2019
Kapı / 20 Aralık 2019
Şiirin Peşinde Kadın / 9 Mart 2020
Cinsiyetçi Dilden Yılanlar! / 15 Haziran 2020
Trafikte Kadın Olmak / 14 Ağustos 2020
Madalyonun Üç Yüzü / 23 Kasım 2020
Kadının Adı Mezar Taşında / 30 Aralık 2020
Katil Kadınlar / 9 Ocak 2021
Baldan Tatlı Zehirli Öfke! / 7 Mart 2021
Kraliçe olmak mı, ASLA! / 11 Mart 2021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder