30 Aralık 2016 Cuma

Buz yanığı yürekler

Gazetelerde kıyıya köşeye sıkışmış haberler oluyor bazen. 
Büyük devlet adamlarının beyanatlarından ya da magazin medyatiklerinin estirdiği fırtınalardan dolayı sesleri pek duyulmuyor. 
O haber bir-iki okunduktan ve bir-iki "Ah Vah" edildikten sonra üzeri örtülüp gidiyor. Hayat, geride bıraktıkları için dahi kaldığı yerden devam ediyor.
Acılar, kanıksandığından mı yoksa insanın önce kendisini koruma içgüdüsünden mi bilmem, sanki hiç yaşanmamış gibi davranılıyor...

Bu haberi okudunuz mu?
"Adana’da eşi bir yıla aşkın süre işsiz kalan ve ev kirasını 8 aydır ödeyemeyen 26 yaşındaki Emine Akçay, çocuklarının üşüdüğünü görünce cebindeki son 6 lirayla odun almaya gitti. O kadar az parası vardı ki, oduncu ‘Bacım bu paraya odun mu olur’ dedi. Ama anne Emine Akçay ısrar etti, bir çuval odunu alıp eve geldi. Odunlar ıslandığı için yanmadı. Lastik parçalarını tutuşturmaya çalıştı; olmadı. Emine Akçay, çocuklarının ısınması için çalıştırdığı saç kurutma makinesini küçük oğluna verdi. Daha sonra diğer odaya gidip, tavandaki salıncak demirine ip bağlayarak, kendini astı."
Haberin devamı için tıklayınız:


İki evladını şu koskoca dünyada bir başlarına bırakıp gidebilen bir annenin nasıl bir çaresizlik içinde sıkıştığını hayal edebildiniz değil mi?
O anları dakika dakika düşündünüz, kendinizi onun yerine koydunuz ve halinize şükrettiniz, değil mi?
O bunları yaşarken konu komşu, hısım akraba, eş dost arkadaş neredeydi diye sordunuz. 
Sormayın... 
Hepimiz çok zaman bihaberiz diğerlerinden. Üstelik yardım istemek de hiç kolay değil. Hani elini versen kolunu alamazsın ya, işte öyle. 
Onursuzca yaşamaktansa onurluca ölmeyi tercih etmek, sırf hayatta kalabilmek için ağır bedelleri ödemeye razı olmamak demek. 
26 yaşında bir genç kadın razı olmadı, konuşmadı, sustu ve gitti.

Ya ardında bıraktığı çocukları?
Nasılsa birileri sahip çıkar dedi ihtimal gitmeye karar verince. Birisi altı yaşında, diğeri altı aylık iki evladını kendisi yaşıyorken devlete ya da hali vakti yerinde birilerine emanet etmeye gönlü razı gelmedi. 
Anne evlattan ayrılır mı hiç? Onlar olmadan yaşayabilir mi hiç? 
İşte kıskaçların en acımasızı. İşte prangaların en can acıtıcısı.
Hadi şimdi kişisel gelişimciler, yaşam koçları, bilirkişiler, bilmez kişiler tümden "Çaresizseniz çare sizsiniz" desinler bu duruma.
O kendince çaresini bulmuş işte. 
Görüldüğü üzere, herkesin çözümü kendine...
****
Geçmiş yılların birinde "Kar herkese aynı mı yağar?" diye sormuştum hani, sorarken biliyordum sorunun cevabını aslında. 
Yoksulluk ve açık alanda çalışıyor olmakla değişiyordu kar ve soğuğun anlamı.
Sıcacık evinde oturan insana başka yağıyordu kar, sokaktaki satıcıya ayrı, dağdaki askere ayrı...

Lakin insanca yaşamanın temellerinden biri olan sağlıklı mekânlarda barınmak, soğuktan donmamak ve ısınmak her vatandaşın en doğal hakkı olmalı. 
Bir-iki münferit vak'a diye bakılıyor böylesi durumlara, lakin BİR CAN'ın böylesi acı gidişinin ardından geleceğe uzanacak dallarında oluşacak hasar hiç hesaplanmıyor.
****
Kıskanılacak kadar büyüyen Türkiye'deki "ısınamayan" insanlarının dramlarına şahit oldukça, içlerinde yanan ateşi soğutmak isteyenlerin yürekleri buz yanığı oluyor hep. 

Bir evde biri patlayacak kadar tok, biri de ölecek kadar ise, uçurumlar bu kadar dikleşmiş ve hayatlar bu kadar ayrışmışsa,
Ve bu kadar duyarsızlaşmışsa 'açgözlü tok'lar;

İnsanın önce gözü doysun derler ya, 
O zaman:
"Gözünüzü Allah doyursun!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder