Kore'de ölen bir askerin dilinden Nâzım Hikmet'in dönemin başbakanı Adnan Menderes'e yazdığı Diyet şiirini bilirsiniz.
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,
vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak,
vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.
Nâzım Hikmet / 25 Haziran 1959
Sahi, Kore'ye niçin gitmiştik?
Kısaca göz atalım:
Kore Savaşı'na 1950'de Birleşmiş Milletler Ordusu'na katkı olarak 4500 kişilik bir tugay gönderdiğimiz bu savaştan biri albay, 3'ü binbaşı, 6'sı yüzbaşı olmak üzere 724 şehit, 2068 yaralı ve 234 esir ile çıktık.
Kuzey Kore'de 1950'den 1953 Ağustosu'nda özgürlüklerine kavuştukları güne kadar esaret yıllarını geçiren Türk askerlerinin 5'i subay, 3'ü astsubay, 226'sı da er idi.
Bu esir askerlerimizin tutuldukları kampı 1952'de Nâzım Hikmet de ziyaret etmiş ve bir şiir yazmıştı.
"Kimi öldürmeye gidiyorsun Ahmet?"
Barış görüşmelerinin ardından, Kore’deki Türk esirler 5 Ağustos 1953’te serbest bırakıldı.
Kamplardaki olumsuz (bitlenmek, kurtlanmak, açlıktan bir deri bir kemik kalmaktan bahsediyorum) şartlara dayanan sadece Türkler oldu.
Esir 7 bin 245 Amerikalı askerden 2 bin 806’sı ölmüştü. 21 Amerikalı asker ise komünist olup ülkelerine dönmeyi reddetti.
Türk askerleri ise hiç kayıp vermeden döndü.
Dirençleri ABD’de araştırma konusu oldu!
****
Sahi Suriye'ye niçin girdik?
Ya vatan müdafaasıdır savaşın sebebi ya da yeni topraklar edinmek.
Bizimkisi hangisi?
Kimin savaşında ölüp gidiyor gençlerimiz? Nasıl diyorsunuz ana babalarına evladınız artık YOK. Nasıl koyuyorsunuz toprağa daha büyümeden parçalanmış tazecik bedenleri.
Nasıl dayanıyorsunuz bunca acıya?
Nasıl dayanıyorsunuz bunca acıya?
Ki hepsinde onca emek, onca heves, onca hayal...
****
Ortadoğu'nun kalbine sapladıkları hain hançeri sapladıkları yetmezmiş gibi, bir de içinde çevirip oluk oluk kan akıtıyorlar kesikten.
Daha çok ölün, daha çok ölün, daha çok ölün diye dönüyor bıçak.
Daha çok öldürün, daha çok öldürün, daha çok öldürün diye fısıldıyor karanlık ses.
Allahım nasıl bir kâbustur ki bu bir türlü uyanamıyoruz.
****
Kimse şiir yazmayacak belki kahpece öldürülen bu çocukların ardından.
Yüreklerde boğulacak sessiz çığlıklar, asi isyanlar, kanlı gözyaşlı ağıtlar.
Sokaklara, meydanlara isimlerini de versek geçmiş zamanların mezarlığında neden öldükleri unutulacak hepsinin.
Ben onların sessiz iniltilerini duyarım, kanayan yaralarını görürüm,
Ya siz;
Siz sağır mısınız, siz kör müsünüz de hiçbirini duymaz, hiçbirini görmezsiniz...
****
Durmaksızın tekerrür eden tarihe bakıp sorarım:
Daha çok ölen mi kazanır savaşı, daha çok öldüren mi?
Tüm savaşlar masada başlayıp masada bitmez mi?
Savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktur denmez mi?
Peki o zaman neden masaya oturmuyorsunuz?
Hançeri yerinden çıkartıp, akan kanı durdurup, yarayı niçin otamıyorsunuz?
Yoksa siz kan kaybından ölmemizi mi bekliyorsunuz?
Dönüp Kore günlerine bir bakın, sonra da bugünlere gelip bir bakın,
Biz ölmedik, ayaktayız.
Suriye'den sonra da ayakta kalacağız...
Dönüp Kore günlerine bir bakın, sonra da bugünlere gelip bir bakın,
Biz ölmedik, ayaktayız.
Suriye'den sonra da ayakta kalacağız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder