8 Mart 2023 Çarşamba

Depremin Kadın Yüzü

Fotoğraf: Unops
Kahramanmaraş depreminde yıkılalı bir ayı geçti. 
Koskoca şehirler, altından dev bir anakonda geçmişçesine bir o yana bir bu yana yatmış, kimisi toptan çökmüş binalardan ibaret bir halde geliverdi. İnsanın yaşamadığı arazilerde yarıklar oluştu, ağaçlar ortadan yarılarak birkaç metre öteye gitti, dere yatakları yön değiştirdi.
Yüzlerce yıldır uyuyan dev göklerden inmedi, yerin derinliklerinden yeryüzüne çıktı. Dev'in varlığı biliniyordu, arada homurtuları duyuluyordu, lakin duymazdan geliniyordu.
Dev silkelendi, titredi, kükredi ve "Ben buradayım, unutmayın!" dedi.

6 Şubat günü sabaha karşı 04:16'da her şeyleri yerli yerindeydi. Saat 04:18'de ise her şey bir anda enkaza dönüşmüştü. Bu büyük sarsılmada kimi aileler yok olmuş, çok aile parçalanmış, kadın erkek yaşlı genç güzel çirkin demeden binlerce insan, daha doğrusu binlerce hayat enkaz altında kalmıştı.
Enkaz altında kalıp da kurtarılmayı bekleyen insanlar an be an sessizliğe gömüldü. Enkazdan sağ çıkanlar yapayalnız ve bomboş bir dünyaya adım attı. 
Bazı gecelerin sabahı olmuyordu. Ya da gece yatarken bıraktığı dünyaya uyanmıyordu insan. Gözlerini kapatma ve açma arasında, bir göz kırpımlık anda değişebiliyordu her şey.

2023'ün "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü"nde enkaz altında kalan, enkazdan çıkan, yakınlarının enkaz altından çıkmasını bekleyen, artık bir evi kalmasa da, cânım evi moloz yığınına dönüşmüş olsa da evinin önünden ayrılamayan kadınları yazmak istedim.
Depremde en çok kadınlar can verirmiş diye başlayayım söze. 
Çünkü biliyorum ki bir kadın kaçarken "üzerine bir şey almak"la vakit kaybeder. Ortalıkta gecelikle, daha doğrusu "ev hâli" ile dolanmak istemez. 
Biliyorum ki bir kadın kendi canını kurtarmak için ailesini ardında bırakıp kaçmaz,
Biliyorum ki bir kadın için evin ve ailenin değeri bir erkekten daha farklı.
Biliyorum ki ne yaparsan yap ama bir kadından çocuklarını alma.
Biliyorum ki bir kadının gücü dünyaları yerinden oynatır, ancak çaresizliği onu yakar kavurur.
Biliyorum ki bir kadın imkansızlıklar içinde dahi yuvayı yeni baştan var eder.
Ve biliyorum ki bir kadın için hijyen had safhada önemli.

Deprem bölgesinde insani ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir kadın düşünün. 
Acıkacak, susayacak, yiyecek, içecek ve sindirim sistemi vesilesiyle bunları çıkartacak. Çok zor...
Ayda bir döngüsü gelecek, hormonal değişimin ağrısını sızısını bir kenara bırakın, bacaklarının arasından gelen kanın uluorta akıp gitmesini önlemeye çalışacak, bir yandan kendini temiz tutmaya çalışacak, tuvalet temizliğinin en alt seviyeye inmesinden dolayı dışkısı cinsel organına bulaşacak ve enfeksiyon başlayacak.
Hamile bir kadının normal hayatta yaşadığı sıkıntılar ise bin’e katlanacak.
Kadın kendi bedeni ile uğraşırken doğurup dokuduğu çocuklarının cansız bedenlerinin çıkartılmasını bekleyecek.
Bir çadıra sığınmışlarsa acılarını bir kenara bırakıp çocuklarına aş kaynatacak. Karınlarını doyurup, üzerlerini giydirecek.
Kap kacak, ateş, ayakkabı, çorap, üst baş bulacak.
Oysa daha düne kadar dolapları eşyayla, mutfakları yiyecekle doluydu.
Ocakları tütüyor, yorganları ısıtıyordu.
Sabah olunca uyanıyor, çocuklarını okula yolcu edip, kendisi de işine koyuluyordu. 
Evi var mıydı? İşi var mıydı? Çocukların okulu var mıydı? Nerede okuyacaklardı? Nerede yaşayacaklardı? Bu hayatı yeni baştan nasıl kuracaklardı? 
Düşüncenin bini bir paraydı. Hangisini önce düşünmeli, nereden başlamalıydı?

Allah razı olsun, bir yakınının evine sığındı. 
Kendisinin olmayan bir hanede, belirsizlik içinde, bir başkasının hayatını yaşamak zorundaydı ama şükür ki başında bir çatı vardı, üşümüyordu. Bu şartlarda daha ne olsun...

Çocuk bu, gecenin bir vakti acıkıverdi. Kendi evinde olsa şimdiye çoktan önüne bir şeyler koyuvermişti keratanın. Ama şimdi...
Sus dedi, sus. Sabret. Sabah kahvaltıyı bekle.
Binlerce yıldır yemek yemiyormuş gibi kıyıldı içi. Açlık değildi bu. Yokluktu...

Bir başkasının bebeği belenmek isterdi. Bez lazımdı, süt lazımdı, mama lazımdı. Bebek bu, kusardı da. Değişimlik kıyafet lazımdı. Bebecik üşürdü, battaniye lazımdı.
Evinde dizi diziydi bezleri, ıslak mendilleri, biberonları, tulumları, battaniyeleri. Ama şimdi...
Binlerce yıldır karda kalmış gibi titredi içi. Üşümek değildi bu. Yokluktu...

Saçını boyamak, en azından kaşını bıyığını almak isterdi kadın. 
Millet can derdinde, sen ne konuşuyorsun demeyin. Süs değil bunlar. Bakım...
Can acısı ile, kalp yarası ile bakım yapmaya, aynaya bakmaya hali mi kaldı kadının. 
Binlerce yıllık gençliği bir gecede uçtu oldu gitti. Yaşlanmak değildi bu. Ölümdü...

Çocukları, torunları, geleceğe uzanan fidanları enkaz altında yitip gitmişti. Yeniden doğurmak, yeniden kök salmak için vakit geçti. Bir anlamsızlık ile kaplandı içi. "Neden ben?" dedi. "Ben neden hayattayım? Artık ne işe yararım? Canlarım gittikten sonra ben nasıl yaşarım? Beni neden almadın, beni neden bıraktın?" İsyan değildi bu. Boşluktu...

Anasız babasız kalan kız çocukları vardı. Ya koruyucu ailelere ya yakınlarına ya da devlet kurumlarına teslim edildiler. "Evinizde kalan kız çocuğuna nikâh düşer" demişti bir akılsız. Ne demekti şimdi bu? Ne ara buraya gelmişti işler? 
Daha dün geceye kadar ana babasının nazlısı, ailesinin göz bebeği, gözünün nuru, nar çiçeği kız çocuğu kimlerin eline teslim ediliyordu?
****
Kadın bir insan olarak bu yazımda depremin kadın yüzünü anlamaya ve anlatmaya çalıştım. O felaketi yaşamadım, yerinde gidip görmedim, ancak anlamak için şahit olmak gerekmiyordu.  Anlıyordum, çünkü kadındım. Çünkü insandım...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, kadın bu kez de deprem bölgesinde hayatta kalmak için emek veriyordu. Ve daha çok uzun süre verecekti. Çünkü bu yara çok uzun süre kanayacak, izler kolay kolay silinmeyecekti...

8 Mart 2023 / C.E.Y. 

Kapak fotoğrafı 25 Nisan 2015'te Nepal'i vuran 7,8 büyüklüğündeki depremden bir kare. Görüldüğü üzere kadın her yerde en büyük emekçi...
Fotoğraf kaynak: Unops 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder