18 Haziran 2019 Salı

Bir Şey Yapmalı Ama Ne Yapmalı?

En altın da altında sınıfta yer alan köylülerin acılı ve umutsuz hayatını anlatan bir roman Fontamara. Mussolini İtalyasında halkın içine düştüğü perişanlığı, sefaleti ve acımasızlığa mahkûm oluşunu en sert haliyle anlatıyor.

Ignazio Silone, İtalyan yazaɾ.
1 Mayıs 1900 - 22 Ağustos 1978 yılları arasında yaşamış İtalyan yazar Ignazio Silone’in en önemli eserlerinden biri. Bu arada, yazarın gerçek adı Ignazio Silone değil, “Secondo Tranquilli”. Ama o eserlerini hep Ignazio Silone takma adıyla yayınlamış.
Yazar Toplumcu Gerçekçilik akımına yönelik yazdığı romanlarında Mussolini İtalyasını, özellikle güneyli fakir köylülerin hayatını anlatır.
Abruzzo bölgesinin kurak coğrafyası, köylülerin batıl inançları ve faşist polisin baskıları, sıkça kullandığı ana temalardır.

ABRUZZO BÖLGESİ
Google Earth’de Abruzzo bölgesine baktım, bölge Adriyatik kıyısında, dağlık bir yer. İtalya’nın 1948 Anayasası ile kısmi bölgesel özerklik verilmiş 20 bölgesinden biri.
Apenin dağları ile Adriyatik arasında sıkışmış bölge ülkenin en seyrek nüfuslu bölgesi. 4 ilden oluşuyor. Tarih boyu her zaman tenha bir bölge olmuş. 1901-1915 yılları arasında Abruzzo ve komşu bölge Molise’den çoğu ABD’ye 1 milyon kişi göç etmiş. Bölgenin bilinen ilk halkı Picenialılar yazıyor okuduğum bilgilerde.
2. Dünya Savaşından sonra modern yol ve demiryolu ulaşımı sağlanmış. Turistlerin atladığı, kaçırdığı, pek itibar görmeyen bir bölge deniyor. Oysa hem tarihi hem doğa güzelliklerine sahip. Bölgede ortaçağ kale, köy ve manastırları ile çok sayıda Roma kalıntısının var olduğu yazılmış.

Ignazio Silone’ye dönelim yine:
Yazar; annesi, babası ve küçük kaɾdeşini depɾemde, sağ kalan diğeɾ biɾ kaɾdeşini faşizm zindanlaɾında, kaɾısını da biɾ ayaklanmada kaybetmiş.
Kendisi aktif olarak komünist olan yazar, romanlarında komünizmin idealleri ve başarısızlığını da irdeler. Ayrıca yazarın, komünizmi savunduğu dönemlerde Mussolini için bilgi taşıyıρ muhbirlik yaρtığı iddia edilir.
Eserlernden Ekmek ve Şarap, Fontamara, Luca'nın Sırrı, Bir Avuς Böğürtlen ve Diktatörlük Dersleri dilimize ςevrilmiş.
Fontamara romanı savaş sırasında Amerikalılar tarafından İtalyan halkına dağıtılmış.
1978 yılında Cenevre'de ölmüş.

ESERLERİ
1-  Fontamara (İlk yayınlanma 1931 ya da 33) 10 dile çevrilmiş. Sabahattin Ali çevirisi 1943 yılında yayınlanmış.
2-  Ekmek ve Şarap (1937) -- Vino e Pane (Çev. Ahmet Hisarlı, Yay. Remzi Kitabevi) En iyi yapıtı sayılıyor
3-  Il Fascismo, le sue origini e il suo sviluppo (1934)
4-  Un viaggio a Parigi (1935)
5-  La scuola dei dittatori (1938)
6-  Il seme sotto la neve (1942)
7-  Egli si nascose (1944)
8-  Una manciata di more (1952)
9-  Il segreto di Luca (1956)
10- La volpe e le camelie (1960)
11- Uscita di sicurezza (1965)
12- L'avventura di un povero cristiano (1968)
13- Severina (1981)

Severina veya La speranza di suor Severina, Ignazio Silone'nin son eseri. Eser 1977-78'de yazılmış. Darina Silone tarafından düzenlenmiş ve tamamlanmış ve yazarın ölümünden sonra 1981 yılında yayımlanmış.
Elisabeth Darina Laracy Silone, faşizm karşıtı İrlandalı bir gazeteci ve tercüman. 1944'ten 1978'deki ölümüne kadar Ignazio Silone'nin karısı.
Türkiye’de Faşizm
Can Yücel kitabın önsözünde der ki:
“1920 sonlarından başlayarak Nâzım başta olmak üzere Türk sosyalistleri irili, ufaklı dergilerde, yaprakçalarda ve en kahramancası Tan gazetesinde Faşizm denen mereti kalemleriyle neşterlemişlerdir. Ama bunların içinde bir tanesi, 1943 gençliğini temelden sarsmıştır. O da, Sabahattin Ali çevirisiyle Akba Kitapevinden çıkan Fontamara romanı. Bizim de o zaman yoksul bir köylü ülkesi olduğumuz için midir nedir, Faşizmi Apeninlerin yoksulun yoksulu köylüleri gözüyle görmek gözlerimizi büsbütün açmıştır. Ignazio Silone Sabahattin Bey'in de belirttiği gibi içinden yetiştiği yöre halkının çilesini baş tacı etmiş, o uğurda sürgünlere katlanmış bir yazardır. Bundan sonraki işleri nedense sulanmaya başlamış ve sonunda Andre Gide, Spender, Koestler gibi yazarlarla Komünist aleyhtarları kafilesine katılmıştır.”

Ve yine Can Yücel der ki:
“Faşizmi bizlere sergilemek için Sabahattin Bey'in cıvıl cıvıl gözleriyle, sekmez sezgisiyle seçtiği bu kitap, zaten mütegallibe (zorba takımı, zorbalar) sultası altında inleyen bir köylülüğün Faşizmden de nasibini alınca nasıl direnç bilincini devşirdiğini anlatır. Sabahattin Bey örnek bir çevri çıkarmıştır ortaya. Beş-on eskimiş sözcüğü saymazsak (ki onlar da sayfaların altında güncel haliyle belirtilmiş) araya giren onca yıla karşın yepyeni bir dil vardır karşımızda. Her yapıtında olduğu gibi Fontamara'da da tam bir usta vardır önümüzde.”

Evrensel.net’den Barış Avşar kitap üzerine yorum yaparken, Marksizmi duyurmanın zorluğundan bahsetmiş:
“İşçi sınıfının partisi olarak kurulan ve bu yönde faaliyet yürüten her politik birlik için, köylülüğün kazanılması değişmeyen bir hedef oldu. Yüzyılların ötesinden gelen ve en gelişmiş kapitalist ülkelerde bile kırsal kesime hakim olan din sömürüsü, tefecilik, ırgatlık, kadercilik ve “değişmeyenin iyi olduğu” inancına karşı; köylülük içinde işçi sınıfı ideolojisinin, yani Marksizmin yeni dünyasının duyurucusu olmak partili militan için çetrefilli bir uğraştı.”

MUSSOLİNİ (1883-1945)
Benito Amilcare Andrea Mussolini, Ulusal Faşist Parti'nin lideri olan İtalyan politikacı ve gazeteci. Duce olarak tanınan Mussolini, İtalyan faşizminin kurucusuydu.
Nietzsche, Schopenhauer ve Kant gibi filozoflar, Komünizm'in kurucuları Engels ve Marx ve pek çok Avrupalı fikir insanının görüşlerinden beslenen Mussolini, gençlik yıllarında sosyalizmi benimsemişti.
Faşist grupları bir araya topladı. Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini 1919 senesinde çeşitli sağcı, anti-komünist ve anti-kapitalist grupları kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı örgütünde bir araya getirdi. Savaş sonunda istediğini elde edemediği için hayal kırıklığına uğramış olan İtalyan halkının durumunu Mussolini'nin düzeltebileceğine inanan Kral III. Vittorio Emanuele, toplumsal krizi şiddetsiz bir yolla çözmek için 31 Ekim 1922 tarihinde Mussolini'yi başbakan olarak atadı. Mussolini’nin ilk işi, kısa bir sürede, muhalefeti ve demokratik kurumları ortadan kaldırarak, devleti Faşist Partisinde kişiselleştirmek oldu. Akdeniz’de eski Romalıların deyimi olan “Bizim Deniz" (Mare Nostrum) demesi ve Roma İmparatorluğu'nun yeniden kurulması gibi söylemleri ile milliyetçiliği güçlü bir unsur olarak kullanmıştır. Komünizm ve Liberal Demokrasiye aynı derecede düşman olan Faşist Parti, İtalya'daki karmaşık durumdan istifade etti.

Faşizm: İtalyanca “Fascio” sözcüğünden gelmekte olup, “bağ, demet, engel, çatılı tüfekler, balta demeti, bağı” anlamına geliyor. Kavram olarak; “İtalya’da, 1922-1943 yılları arasında etkinliğini sürdüren meslek kuruluşlarına dayanan, yetkinin tek partinin elinde olduğu aşırı ulusçuluk ve baskı kurmayı amaçlayan öğreti”.

STALİN (1878-1953)
Tarihe adını kanla yazan Josef Stalin, Gürcü asıllı Sovyet mareşal, devlet adamı ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri. Lenin'in ölümünden sonra Komünist Parti Genel Sekreteri olarak nüfuzunu artırdı ve 1927 yılında Sovyetler Birliği'nin lideri konumuna geldi. Marksist-Leninist ideolojinin ülkedeki uygulayıcısı oldu. 20 milyona yakın insanın ölümünden sorumlu. Rejim düşmanı olarak gördüğü her vatandaşı tereddütsüz mahkum bırakabildiği Gulag'larda 1 milyona yakın vatandaşı zor şartlar altında çalışarak can vermiştir. Lenin vasiyetinde Stalin'e güvenmediğini açıkça ifade etmiş ve "Yoldaş Stalin önemli bir güç elde etti. Fakat bu gücü düzgün biçimde kullanabileceğinden emin değilim." demiştir.
Kısacası; Faşizm de Komünizm de can almıştır.

TÜRKİYE-İTALYA İLİŞKİLERİ (1930-1950) CANTEMUR, Türkan
“Türk-İtalyan İlişkileri, Türklerin Anadolu’yu yurt tutmaya başladıkları XI. yüzyıla kadar götürülebilir. Daha çok ticari ve askerî alanda etkisini gösteren bu ilişkilere XVI. yüzyılda kültürel alandaki faaliyetlerde dâhil olacaktır. Yaklaşık 100 yıllık bir sönük dönemi müteakip 1854 Kırım Savaşı ile başlayan, yeni dönem Türk-İtalyan İlişkileri kısa bir süre sonra çatışmaya dönüşmüştür.
1870’de Birliği’ni sağlayan İtalyanların sömürgeciliğe yönelmesi Trablusgarp, Adalar Denizi vesaire de Türk-İtalyan çatışmalarını da beraberinde getirdi. Bu çatışma I. Dünya Savaşı boyunca yerini belirli bir gerginliğe bırakmıştır.
Mondros Mütarekesi’nden sonra İtalyanların bir kısım Anadolu topraklarını işgallerine rağmen Türk-İtalyan İlişkileri çatışmadan uzak bir şekilde genellikle siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda karşılıklı alışverişlerle II. Dünya Savaşı öncesine kadar gelişerek devam etmiştir. Ayrıca Türkiye, İtalyan sömürgeciliğinin sebep olabileceği tedbirleri en iyi şekilde almış ve bölge devletleri nezdinde de moral bir destek oluşturmuştur. Bu arada Türkiye’nin Boğazların statüsünü de kendi lehine değiştirmeyi başararak ve özellikle Atatürk’ün kişiliğinde büyük bir saygınlık kazandığı görülmektedir. Ona rağmen 1938-1944 yılları arasında Türk-İtalyan İlişkileri tarihinin en sönük dönemini yaşamıştır. 1946’dan itibaren tekrar canlanmaya başlayan söz konusu ilişkiler, geçmişteki seviyesine ancak Türkiye’nin NATO’ya üye olduğu 1952 yılından sonra ulaşmıştır.
Ticari gelişmedeki sır ise, Türkiye’den ayrılan bazı Rum tüccarların Trieste’ye yerleşmeleri ve eskiden Türkiye’den başka ülkelere yaptıkları ticareti Trieste’yi bir transit merkezi olarak kullanarak sürdürmeleriydi. Ayrıca İtalya’nın bu yıllarda Çukurova’daki pamuk üretiminin ticari denetimini ele geçirmek ve Türkiye’nin pamuklu kumaş ithalatını kendine bağlamak için çaba sarf etmesi de etkili olmuştur.
Benito Mussolini’nin 1922’de iktidara gelmesi ve izlediği siyaset Türkiye’yi tedirgin etmekle beraber İtalya’nın tarafsızlığını Mustafa Kemal Paşa tasvip ediyordu. Yine de İtalya Türkiye’ye dostane tavrını devam ettirmiştir. 1925 yılında iki ülke arasında Büyükelçilik düzeyinde diplomatik ilişkiler yeniden başlamıştır.Bu gelişmeye rağmen İtalya, Anadolu üzerindeki niyetlerini tamamen değiştirmemiştir. Her ne kadar bazı antlaşmalar imzalanmışsa da.30 Mayıs 1928’de Türkiye ile İtalya arasında imzalanan Tarafsızlık, Uzlaşma ve Adlî Düzenleme Antlaşması’ndan sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde bir durgunluk görülmüştür.

İtilaf devletleri Birinci Dünya Savaşına katılması için İtalya’ya Akdeniz ve Ege bölgesinde topraklar vaad etmişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra İtalyanlar bu bölgelerde işgale başladılar. Önce 1919 yılının Mart ayında Antalya işgal edildi. Daha sonra Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris gibi Menteşe bölgesindeki sahil şeridi, Muğla, Konya, Burdur, Afyon, Söke ve Akşehir bölgeleri işgal edildi.

Mamma li Turchi
Mamma li Turchi İtalyanlar arasında çok bilinen bir cümle. Hatta atasözü. Anneciğim Türkler geliyor anlamında kullanıyor. Türkleri barbar, öcü ve kötü yerine koyuyor.

İçinde korkuyu barındırıyor. İtalya’da çocuklar yemeklerini yemediklerinde anneleri onları bu cümleyle kendine getiriyor. Ye yemeğini yoksa seni Türklere veririm demek istiyor. Bir İtalyan takımı bir Türk takımı ile maç yapacağı zaman spor basını klasik olarak bunu manşet yapıyor. Neredeyse Osmanlı’dan beri durum böyle... 

Ekşi Sözlük’e de baktım tabi ki:
Zamanında bu kitabı bir öğretmene hediye etmesi nedeniyle, ceza istemiyle, İsmail Hakkı Tonguç'a soruşturma açılmışlığı varmış.
Carlo Lizzani'nin aynı adla beyazperdeye uyarladığı Fontamara filmi, 1980'de Montreal Film Festivali'nde Grand Prix des Ameriques ödülünü The Stunt Man ile paylaşmış.

FONTAMARA
Fontamara, köylülerin acılı ve umutsuz hayatını anlatan bir roman.

28. Sayfa.
Köylüler en altın da altında sınıftalar. Mertebe sıralamasında prensin köpeklerinden üç kademe aşağıda olarak betimlenir köylü. (Üç sıralama da boşluktur. Hiçbir şey gelmez, hiçbir şey gelmez, hiçbir şey gelmez.)

26. Sayfa
Rüyada görülen Papa ile İsa’nın konuşmasında İsa’nın insanlara yardım etmek için bir şeyler yapmaya çalıştığını, Papanın ise “Köylünün mahsulü iyi olursa ekin fiyatları düşer. Piskoposlar ve kardinaller arazi sahibi olduklarını unutma dediğini söylüyor. Köylülerin üzerine bit atarak kaşının ve günahtan uzak durun diyor.

30. Sayfa
Papaz tutmak. Köylü fakir papaz bile tutamıyorlar. Bizde de eskiden köylü karşılardı din adamlarının giderlerini değil mi?

31. Sayfa
Eşek şakası Yeni Papaz diyerek eşeği salıyorlar ortaya.  Yine aynı sayfada insanların doğaya müdahale ettiklerini anlatan bölümde HES'leri düşündüm.

33. Sayfa
Erkekler tarlada, Kadınlar da köyde çalışıyor. Sulama isyanına kadınlar gidiyor. 15 kadın.
Marietta Ruhulkudüs'ten gebe kaldım derken Meryem’den mi esinlendi acaba diye düşünmedim değil. J

40. Sayfada
Kadının gücü. Ekonomiye müdahil. Kadınlar evlenirken toprak getiriyorlar.

42. Sayfa
Otlak her zaman herkesin mali

43. Sayfa
Şarbay’ın köşkündeki davette konuklar çatlayıncaya kadar yiyip kusuyorlar. Tuvalet olarak bahçeyi kullanıyorlar.

46. Sayfa
Seçimlerde kendisine oy versinler diye sadece kendi adinin yazılışını öğreten Don Circostanza.

47. Sayfa
Beni taşlamak için bile tuğlalarımı alamazsınız diyor müteahhit.

52. Sayfa.
İşçi emeğini ucuza kapatmak.

54. Sayfa
“Şehirlilerle münakaşa edilmez. Kanunu şehirliler yapar, hepsi şehirli olan hakimler tatbik eder, yine hepsi şehirli olan avukatlar izah eder.”
İşçinin parasını düşürdüğünü sandığı işçinin patrona attığı sinsi kazık. Ayrık otu örneği. Nefis bir örnek. Ayrığı temizlemeyip üzerini örtüyorlar, sonra tarla pert. Ayrık, ekinden daha boylu. Böylece işçinin parasını indirdiği zanneden patron gününü görür.
“Para iyi mi mahsul iyi, para kötü mü mahsul kötü.”

55. Sayfa
ABD'ye göç geleneksel. Bizim Alamancılar gibi. 1901-1915 yılları arasında Abruzzo ve komşu bölge Molise’den çoğu ABD’ye 1 milyon kişi göç etmiş.

58. Sayfa
Üç hukuk var. Papazların Hukuku, Efendilerin Hukuku, Adetlerin Hukuku.

62. Sayfa
Harpte kim ne görür? “Bir köylü harbin en küçük kısmını görür. Şehirli büyük kısmını görür. Kral bütün memleketi görür. Her şeyi gören sadece Allah’tır.”

67. Sayfa
Şarbay’ın yasaklayıcı emirlerine karşı Berardo’nun: "Yani artık hiç kimse düşünmeyecek!" tepkisi. (Faşizm her zaman önce düşünmeyi yasaklar.)

71. Sayfa
Hükümet yaz gününde gökyüzündeki bulut gibidir diyorlar. Yağmur mu yağdırır dolu mu kimse bilmez. Fontamara’da kimin yönetimde olduğunun pek de önemi yok.

72. sayfa
Kral ile halk arasındaki ilişki eskiden yakındı. Sonra açıldı. Seçim işi çıkınca arada uçurum oluyor.

72. Sayfa
"İntihaba dayanan bir hükümet, daima bu intihabi yapan zenginlerin emrindedir." (intihap-seçim)
(John Steinbeck kitaplarını hatırladım.)

90. Sayfa
Kendileri fakir oldukları halde fakirlere düşman kesilen Kara Gömlekliler. Mussolini’nin vahşi askerleri. (Güzel Phillippo da onlara katılmış.) 89. Sayfanın sonu ve 90. Sayfanın başında çok iyi tanımlamış onları. Pek yabancı gelmediler bana.

98. Sayfa
"Kim yaşasın?" sorusuna verilen cevaplara göre etiketlenen insanlar. Hileci, anarşist, liberal, komünist, sosyalist vs.

109. sayfa
Hakimler fukaraların sözüne hiçbir zaman inanmaz. (“Şehirlilerle münakaşa edilmez. Kanunu şehirliler yapar, hepsi şehirli olan hakimler tatbik eder, yine hepsi şehirli olan avukatlar izah eder.”)

115. sayfa
Peppino daha çok para kazanmak için şuursuz bir siyaset yapıyor. Bol bol dayak yiyiyor. Aynı kişiye bir gün kahrolsun, bir gün yaşasın diyor. (Yabancı gelmedi) sonra da çöpe atılıyor.

118. Sayfa
“Garibaldi ve Binlerin (Kızıl Gömlekliler) Seferi” sayfa altında yazıyor. Papalar 5 kanunla idare ederken garibaldi 3 kanun daha getiriyor. Bıçak, Kan Gütme ve Passatello Kanunu. (şarap içerken oynanan roma oyunu)

119. Sayfa
“Kanunlar ne kadar çoğalırsa sefalet o kadar artıyor, sefalet ne kadar çoğalırsa kanunlar o kadar artıyor.”

121. Sayfa
Korkutandır en çok korkan derim hep. Korktukça daha acımasız olup korkutuyorlar insanları. Cinayetler arttıkça korkuları artıyor, korkuları arttıkça cinayetleri artıyor.

Neden korkuyorlar?
Korkudan korkuyorlar.

“Peki ama neden korkuyorlar?”
“Neden olduğunu kimse bilmiyor. Sadece korkudan. Bir milleti bir kere korku sararsa artık bunun izahı yoktur. Bu hastalık herkese geliyor, insanı tepeden tırnağa sarıyor. Bunun için, yalnız rejim düşmanları korkmuyorlar; ötekiler, şu faşist dedikleri adamlar çok daha fazla korkuyorlar. Onlar da bu işin böyle sürüp gidemeyeceğini biliyorlar, hem söylüyorlar, ama bundan korkuyorlar. Ne diye düşmanlarını öldürüyorlar? Korkudan. Ne diye boyuna polisler milislerin sayısını artırıyor? Korkudan. Ne diye binlerce, on binlerce günahsız insanı küreğe mahkûm ediyorlar? Korkudan. Cinayetleri arttıkça korkuları da artıyor. Korkuları arttıkça cinayetleri artıyor.”

“Peki, Papa bunlara ne diyor?”
“Papa da korkuyor. Papa yeni hükümetten iki milyar liret aldı, otomobiller tedarik etti, bir radyo istasyonu kurdurdu, hiçbir zaman seyahat etmediği halde, kendine mahsus bir tren istasyonu yaptırdı, daha başka lüks işlere kalkıştı; şimdi bunlar onu korkutmaya başlıyor. Roma’daki kiliselere, manastırlara bir yazı göndermiş, daha fazla fukara çorbası dağıtılmasını istiyor. Bu, korku çorbasıdır. “Fate-bene-fratelli” müessesi son zamanlarda her Perşembe günü çorbaya birer parça domuz yağı pastırması atıyor. Bu da korku yağıdır. Ama iki milyarı unutturmak için çok çorbalar, çok yağlar lazım!”

121. sayfa
1915 depremi İtalya (1915 Avezzano Depremi, 30 Ağustos 1915 günü saat 08:00'de İtalya'da, L'Aquila yakınlarındaki Avezzano kasabasında meydana gelmiştir. Avezzano'nun çok büyük hasar gördüğü depremde yaklaşık 30,000 kişi ölmüştür.)

125. Sayfa
Yeni rejim köylülere neler yaptığını parlak sözlerle anlatıyor. Köylüye yapılan iyiliklerden köylünün haberi yok. Köylüleri kandırmak için siz daha iyi yaşıyorsunuz diyorlar. Köylü alay edildiğini anlamaya başlıyor.

127. Sayfa
Ne açık ne değil bilinmiyor. Köylünün kafası karışık.

128. Sayfa,
Ne kanuni ne değil bilinmiyor. Köylülere dost görünen kanun adamları köylüyü soyup duruyor.
Mussolini devri faşizmi

144. Sayfa
Yanında hukuk adamı olmadan bir köylü hiçbir şey yapamazdı. Devleti okumuş yazmış insanlar oluşturuyordu.

145. Sayfa
İhtiyarlar Hukuk ve avukatlığa ihtiyaç olmayan eski günleri hatırlıyorlar. 3 kanunla her şeyin hallolduğu günler. Sonra Piyemonteliler gelince işler karışıyor. (Yüzyıllık Yalnızlık kitabında da böyle değil miydi?)

146. Sayfa
İntihab, seçim gerekirse seçim listeleri ölüler ve ortada bulunmayanlarla dolardı.

148. Sayfa
Köylünün çaresizliğini görüyoruz.

161. Sayfa
Berardo "çılgınlıklar yapmak yalnız gençlikte doğru bir şeydir" diyor. Mütahitin evini yakmayı gereksiz buluyor. 30+ yaşında kendini yaşlı buluyor. Güç ve emeğin boş olduğunu, kurnazlığın daha çok kazandığını anlıyor.

175. sayfa
Prens dedikleri de prens değilmiş. Prens Torlonia uydurma prensmiş.

Bilinmeyen Adam Berardo kendini feda ediyor
İtalya’da ilk köylü gazetesi
Adı: "Ne yapmalı?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder