Bir “Kurban Bayramı”na daha ulaştık…
Doğduğumuzdan beri kaçıncı bayramımız oldu kim bilir bu bayram. Belki on, belki elli, belki de hatırlanmayacak kadar çok.
Bayrama hazır mıyız peki?
Yeni kıyafetler alındı mı? Evlerde temizlikler yapıldı mı? Tatlılar, şekerler, bayram bahşişleri hazırlandı mı?
Bayramı evlerinde bayram gibi geçirecek olanların telaşı tabii ki bunlar. Hani o eski, hani o bizim bildiğimiz bayramları diyorum. Bizden büyüklerin ziyaret edildiği, komşuların birbirlerine gidip geldikleri, çocukların bayramlaşmak için daha çok bahşiş verenleri tercih ettikleri, toplanan bahşişlerle bayramdan bayrama kurulan dönme dolaplara binebilmek için bayramlaşma seremonisinin bir an önce bitmesinin beklendiği.
Evin babasının bayram namazına gittiği, dönüşünde de ailece bayramlaşıldığı.
Bayramlaşmalarda evin annesinin evin babasının, yani kocasının, elini öptüğü, çocukların bu duruma önceleri biraz şaşırdığı ama sonraki yıllarda alıştığı, hep birlikte yapılan kahvaltıdaki tarçınlı-baharlı ve cevizi iri dövülmüş, malzemesi bolca konulmuş mis gibi lokumlar. Yanında da
Karacabeyimizin meşhur Mihaliç ya da bizim söylediğimiz adıyla "kelle peyniri"...
Anneannemin bizimle yaşamasından dolayı bayram yemeklerinin genel olarak bizde yenildiği o bayram gecelerinde, annemin ne kadar yorulduğunu o çocuk halimizle anlayamazdık elbette. Aynı derecede yorulmuş olan teyzemin başının, yemek sonrasının rehavetiyle sürekli öne düşerek oturduğu yerde uyuklamasına, başı düştüğü anda aniden silkinerek kendine gelmesine, biraz sonra yine aynı şekilde uyuklamaya başlamasına ne kadar da gülerdik.
Bayram sabahına yetişmesi için sabahlara kadar emek verilerek dikilen bayramlıklar, açılan baklavalar, yıkanan divan örtüleri, fırçalanan tahta merdivenler, bayrama dört dörtlük yetişmeye çalışmaktan bitap düşmüş anneler yaratıyordu bizlere. Bizimse bayram harçlıkları ve yeni kıyafetlerimiz dışında hiçbir şey umurumuzda değildi.
Bayram, çocuk olunca güzeldi…
O yüzdendir büyüklerin “Ah eski bayramlar!” diyerek o günlere bu kadar öykünmeleri. Herkes özlemle kendi çocukluğunun bayramını anlatıyor. Kimisi bayram gecesi kırmızı ayakkabılarıyla uyuduğunu, kimisi meddah izlediğini, kimisi orta oyununu, kimisi dönme dolapları.
Düşünüyorum da; onların özledikleri o bayramlar mıdır, yoksa esas özledikleri kendi çocuklukları mıdır?
Düşünüyorum da; onların özledikleri o bayramlar mıdır, yoksa esas özledikleri kendi çocuklukları mıdır?
Ah annelerinin-babalarının yanlarında oldukları o güvenli, o sorumsuz, o sorunsuz günler.
Benim çocukluğumda Cumhuriyet Alanı'ndan parka doğru giderken, Tahıl dediğimiz yerde kurulan bir “Bayram Yeri” vardı. Bu bayram yeri gayet iptidai de olsa, oraya gidip bayram harçlıklarımızı harcamak büyük keyifti. Bazen bayram harçlıklarımın, mantar tabancasına mantar almak isteyen ağabeylerim tarafından ucundan kıyısından yok edildiğini de unutmuş değilim.
Şimdiki dönemin çocukları da büyüdükleri zaman bayram anılarında aileleriyle birlikte nasıl da güzel tatiller yaptıklarını anlatacaklardır eminim. Yoğun çalışma temposu sebebiyle bir evin içinde yaşayan aile fertleri birbirlerini göremez hale gelince, çalışan ailelerin çoluk-çocuk birlikte zaman geçirebileceği sayılı günlere döndü bu tatiller.
Herkesin valizler hazırladığı, yollara döküldüğü, kazalarla bezeli bol tatilli bayramlarımız var artık. Gidişi de dönüşü de başarıyla tamamlayabilenlerin bir dahaki tatile nereye gideceklerini konuşmaya başladıkları, yorgun gidip yorgun döndükleri ama gitmekten asla vazgeçmedikleri bu tatiller, onların hayatlarında birer küçük mola, birer küçük nefes alışlar oluyor aslında.
Benim de tatilde geçirdiğim bayramlar oldu birkaç kez. O günün bayram olduğunu sadece resepsiyondaki görevlinin ikram ettiği bayram şekerinden anlamıştım ve bu durumu içime hiç sindirememiştim. Bayram şekeri ikramı dışında orada bayram yoktu. Buna rağmen yine de insanlar birbirlerine deliler gibi bayram mesajları çekiyorlardı.
İçimizde bir yerlerde hala süren bir bayram geleneği vardı demek... Yoksa bu mesajlaşmalarla bayramda büyüklerinin yanında değil de tatilde olmalarının verdiği suçluluk duyguları mı örtülüyordu, bir çeşit günah mı çıkartılıyordu?
Bilinmez...
Bu bayramlar maddi durumu yeterince iyi olmayanlara yardım etmek için, varlığı ve yokluğu paylaşmak için bir vesile oluyor.
Kurbanlık etin çok az bir kısmının eve bırakılıp geri kalanı ihtiyacı olanlara dağıtılıyor. Kurbanlık hayvanın en acısız ve en seri biçimde kesilmesi sağlanıyor aslında.
Ancak, kendilerine yapılan yanlış muamelelerden ürkerek kaçan hayvanları yakalamak için yapılan işkenceleri izleyeceğiz yine televizyonlarda. Hayvana acı çektirerek yapılan bir kurban kesiminden, muhtaç kişilere ulaşmanın zorluğundan dolayı en yakınındaki kişiler olan apartman görevlilerine verilen o “pay”lardan kim ne kadar mutlu olacak? Kim ne kadar sevap kazanacak ve görevini yapmış olmanın huzuruna erecek? Acaba bu kutsal olay da mı böyle oldu bittiye gelecek?
Tatile gidenlerin ya da şartları uygun olmayanların evlerinde kesemedikleri kurbanlar için kurumlara yaptıkları bağışların yerlerine ne kadar doğru bir şekilde ulaşıp ulaşmadığı da bir başka tartışma konusu.
Artık çocuk olmamama, bayram telaşının bütün yorgunluklarına, en önemlisi de; bu dünyada olmayan sevdiklerime rağmen, yine de bu özel günlerde çocuk heyecanımı içimde taşıyorum.
Bayramınız kutlu olsun.
Ve;
İyi tatiller...
İyi tatiller...
Nice bayramlara / 15 Kasım 2010
Bir 9 gün tatili daha / 28 Ağustos 2011
İki bayram bir arada / 25 Ekim 2012
‘Dokuz Gün’ barajına takılanlar / 18 Ekim 2013
Hayvan kes(eme)me bayramı! / 30 Eylül 2014
Tam bir ‘kurban’ bayramı / 23 Eylül 2015
OLE! / 13 Eylül 2016
Hangi Oğlunuzu Seçerdiniz? / 24 Ağustos 2018
Zulmün adı ET olmuş! / 6 Eylül 2018
Bu Ne Biçim Bir Bayram Yazısı! / 9 Temmuz 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder