Savaş görmüş bir neslin torunlarıyız biz.
Anneannemin genç bir kızken ağabeyleriyle birlikte Yunanistan'dan kaçmalarını, buralara yerleşmelerini dinledim hep masal yerine.
Sonra Karacabey'in işgalini, bu kez de işgalden kaçışlarını.
Dedemi kovalayan Yunan askerlerini, dedemin saklanışını, samanların altında yatarken sağına soluna saplanan süngülerden kıl payı kurtuluşunu.
Ki o kurtuluştur bizim neslimizin devam sebebi.
Kader anıdır...
Dedemi arayan Yunan askerlerinin korkusunu iliklerime kadar duyduğumu hatırlıyorum anneannem anlatırken. O anlatırken ben de onunla birlikte yaşardım her şeyi.
Dedemin Arnavutluktan Karacabey'e geliş öyküsünü ne yazık ki çok iyi bilmiyorum. İşin kötüsü, artık bunu bana anlatacak insanlar da kalmadı...
Aynı şekilde babaannem de Hazar kıyılarından kopup geliyor ailesiyle birlikte. Kırım üzerinden önce İstanbul'a, sonra da Bursa'ya göç ediyorlar. Annesi, babası genç yaşta vefat ediyor ve babaannem gencecik bir kız iken iki erkek kardeşiyle yapayalnız kalıyor. Dokuma tezgahıyla kumaş dokuyarak evin geçimini sağlıyor, yalnız başına iki kardeşini büyütüyor. Onları büyütüp meslek sahibi yapmadan kendisi evlenmiyor...
Babamın babasının nerelerden geldiğiyle ilgili de çok bilgim yok. Mudanya'nın Siği Köyü yerlilerinden kendisi. Daha önce nereden geldiklerini ya ben çok sormadım, ya da pek anlatılmadı.
Karacabey Yunanistan'dan göç alan bir yer olduğu için bu anlattıklarım pek çoğumuzun öyküsü aslında.
Savaş zamanı anıları, o acılar, o ızdıraplar her haneye girdi. İçimizden çok şehitler verildi.
O savasın gazileri komşularımızdı, tanıdıklarımızdı. Göğüslerine madalyalarını takar çıkarlardı resmi bayramlara.
Savaş; sadece iki nesil arkamızdaydı.
Bu badireleri atlatıp sağ kalanların kurduğu bir ülkenin evlatları olduk biz. İnsanüstü gayretlerle verilen bir hayatta kalma çabası, o yokluklar içinde bu çabayı ayakta tutan bu topraklara kök salma arzusu. Yokluk, sefalet, yerinden edilmişlik, çocukluğundan ve güvenli hayatından koparılış, bilmediğin diyarlara göç ediş. Tekrar sıfırdan başlamak.
Çalışkanlıklarıyla kısa zamanda iş sahibi olan bu insanlar, yıllar içinde güç sahibi de oldular
Aileler kurdular, çocuk sahibi oldular. Çocuklarını büyüttüler, daha geniş aileler oldular.
Göçler sırasında farklı şehirlere giden kardeşler birbirlerinden uzak düştüler. Zaman içinde birbirlerini bulanlar da oldu, kaybolup gidenler de.
Ailenin bir kısmının göç edip bir kısmının etmemesi, ya da edememesi, de ailelerin parçalanmasına sebep oldu.
Gelenler geldikleri yerlerde, kalanlar kaldıkları yerlerde nesillerini sürdürmeye devam ettiler. İnsanoğlu kendisine verilen ömür içinde müthiş bir dirençle hayata tutunuyor...
Yugoslavya'da, Yunanistan'da, Arnavutluk'ta, Dağıstan'da kanını taşıdığım insanlar var. Ne onlar beni bilmekte, ne de ben onları. Arayıp bulmak, bulduğumda da onlarda kendimden izler görmek istiyorum.
Hangi huyum kimden geçmiş, hangi yeteneğimi kimden almışım, ellerim kime benziyor, burnum kime benziyor?
Ya yürüyüşüm, gülüşüm, kızgınlığım?
Her kime benzediysem; sahip olduğum tüm özellikler için onlara minnettarım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder