Liseyi bitirdiğimiz senenin o son gününü ne kadar da hazin yaşamıştık.
İlkokulu bitirirken okulunun en büyükleri olan bizler, yeni okulumuzun en küçükleri olarak orta öğrenim hayatımıza başlamış ve altı yıl boyunca zaman zaman farklı sınıflarda da olsak hep birlikte büyümüştük.
Çoğumuz ilkokuldan beri bir aradaydık. Farklı okullardan gelenlerle de kısa zamanda kaynaşmıştık. Artık bizler Karacabey Liseliydik...
O altı yıl içinde birbirimize o kadar alışmıştık ki, sanki hayatımız hep bu okulda geçecek, okul hayatı ve öğrencilik hiç bitmeyecek zannederdik. Hayatımızın yavaş geçtiği yıllardı. Yaz tatilleri uzun, okul dönemleri uzun, günler-geceler upuzundu.
Gün gelip de bunların biteceğini anladığımızda artık son bir ayımıza girmiştik. Geri sayım başlamıştı. Bir daha bu okulda öğrenci olamayacaktık. Bir daha her sabah yürüdüğümüz bu okul yolunda yürüyemeyecektik. Bir daha bu teneffüs zilini duyamayacak, bu bahçede dolaşamayacaktık.
Ne derse geç kalma koşturmacası, ne sınav heyecanı, ne sözlüde karakaplıdan adının okunma korkusu, ne koridorlarda volta atmak, ne tebeşir tozuna bulanmış sınıflar, ne maçlar, ne tezahüratlar...
Öğretmenlere sınav erteletmeye çalışmalar, sınavlarda sınıf ortalamasının üzerinde not alanları düzen bozdukları için şaka yollu cezalandırmalar, sınav sonuçlarının açıklanması için sabırsızlanmalar, kış günleri henüz hava aydınlanmadan yollara düşmeler, okul bahçesinde zil çalana kadar soğukta bekleşmeler, baharda neşe dolu okul yolu sohbetleri
Hepsi bitmişti işte.
Üniversiteye gidecek olanlar farklı şehirlere dağılacak, kalanlarsa ya kendi işyerlerinde ya da başka bir yerlerde çalışmaya başlayacaklardı.
Artık çocukluk sona ermişti.
Gerçek hayat şimdi başlıyordu.
Yıllar içinde bazı yakın arkadaşlar birbirlerinden kopmamışlar, görüşmelerine devam etmişlerdi. Birbirlerinden kopanlar içinse o günler silik hatıralar olmaya başlamıştı. O anıları canlandırmak, o günleri geri getirmek mümkün müydü?
Kim neredeydi, ne iş yapıyordu, ne olmuştu, yeniden bir araya gelinir miydi?
İletişimin bu derece gelişmiş olduğu bu dönemlerde birbirimizden bu kadar bîhaber olmamız garip değil miydi?
Birlikte büyüdüğümüz onca insan birbirini unutmuş olamazdı.
Bu fikrin oluşmasıyla gerçeğe dönüşme aşaması arasında çok da fazla bir zaman geçmedi.
Son derece hızla toparlandık ve o heyecanı tekrar yakaladık.
Sanki aradan o kadar zaman geçmemiş, onca şey yaşanmamıştı. Sanki boyumuzdan büyük çocuklarımız olmamış, sanki her şey bıraktığımız yerden hiç devam etmemiş, öylece kalakalmıştı.
Kırklı yaşlarını bitirmekte olan bizler, birbirimizi görünce henüz yirmilerine gelmemiş gençlere dönüşüvermiştik.
Bedenlerimiz biraz eskise de o enerji ve o ruh hala capcanlı yaşamaktaydı.
Yaşadığımız hayatlardaki sıfatlarımızdan arınmış halde kucaklaştık birbirimizle. Onlarda çocukluğumuz vardı, gençliğimiz vardı. Ailelerimizden daha çok zamanları onlarla paylaşmıştık.
Hiçbir sıfat bu geçmişi aşamazdı.
Öğretmenlerimiz de en az bizler kadar heyecanla katıldılar aramıza. Küçücük çocuklardan yetişkin büyüklere dönüşmemizde büyük katkıları olan, bizlere okul müfredatı dışında da eğitim veren, hayat veren, ufuk açan öğretmenlerimiz bizi burada da yalnız bırakmıyorlardı
Okulun o son gününün üzerinden geçen oldukça uzun bir zamandan sonra, neşeyle ve coşkuyla okul bahçesinde tekrar top peşinde koşturmak, yine okul yolunda, yine okul bahçesine olmak, aslında geçenin sadece zaman olduğunu, bizlerin içindeyse değişen hiçbir şeyin olmadığını gösteriyordu.
Temeli sağlam olan her şey gibi, tertemiz başlayan o arkadaşlıklar geçen zamana yenilmemiş, sapasağlam ve taptaze ayakta kalabilmişlerdi.
Bitmesine üzüldüğümüz o güzel günler geçmişimizden birer hazine olarak bize geri dönmüşler, bizleri sıcacık sarıp sarmalamışlardı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder