21 Eylül 2011 Çarşamba

Okul yollarında büyümek

Mini mini 1'ler bir hafta önce, çalışkan olan 2'ler ve diğerleri de bu hafta başında okullu oldular, sınıflarını neşeyle doldurdular.
Bugüne kadar ağır ağır geçen hayatları artık bundan sonra uçarcasına geçecek.
Pazartesi'den Cuma'ya, sömestr tatilinden yaz tatiline derken ailelerinden çok öğretmenlerinin ve arkadaşlarının gözleri önünde büyüyecekler.
Bizse sabahları okula uğurlayıp, akşamları da dönüşünü gözlediğimiz çocuğumuzun nasıl başdöndürücü bir hızla büyüdüğünü fark etmeyeceğiz bile.
Ve onlar; çok zaman annelerin de sabah erkenden evden çıktığı, çocuklarını uğurlayıp karşılayamadığı bir düzen içinde kendi başlarına var olmayı erken yaşlarda öğrenecekler.
****
Okulun ilk gününde onunla birlikte okula gittiğimizde kendi ilkokul anılarımız canlanacak biraz.
Onu sınıfına yerleştirip öğretmenine teslim ettiğimizde, kendi çocukluğumuzda annemizden-babamızdan ayrılıp ilk yalnız kalışımız düşecek aklımıza.
Kendi korkularımızı ve tedirginliklerimizi hatırlayıp çocuğumuzu orada bir başına bırakmaya kıyamayacağız.
O yüzdendir birinci sınıftaki velilerin çocuklardan çok daha heyecanlı ve anaç halleriyle bir türlü sınıftan ayrılamayışları...
****
Bizim çocuk olduğumuz dönemlerde ağabeyimiz ya da ablamız ile onun sınıfına "misafir olmak" vardı. Henüz bizim okullu olmadığımız o yaşlarda bizi elimizden tutarak kendi sınıflarına götürür, arka sıralarda bir yerde oturturlardı.
Sessizce oturur ve o büyülü ortamı izlerdik. Onlar ders işlerken biz de birşeyler öğrenirdik.
Belki de o yüzden bizim dönemlerde birinci sınıfı okumadan ikinci sınıfa geçen çocuklar modası vardı.
Yoksa çok zeki olduğumuzdan değil...
****
Ben; sabahları iki yanda örülmüş saçlarıma kondurulan kurdelelerle, bazen atkuyruğu yapılarak, bazen de başımın üzerinden bir tutam saçın toplanarak palmiye modeli verilmesiyle yollanırdım okula.
Siyah önlüğüm, kolalı beyaz yakam, kolalı ve naylona sarılmış temizlik mendilim, kısa beyaz çoraplarım, soğuk havalarda önlüğümün altına giydiğim lasteks pantolonum, yol yol renkli katlanan minik su bardağım, kocaman kahverengi iki yandan kilitli deri çantam, rengarenk kaplarla kapladığım kitaplarım, defterlerim, kalem kutum, üzerine sallanan süsler taktığım kalemlerim, koklamaya doyamadığım kokulu silgilerim, kalemtraşlarım, boyalarım...
Teneffüslerde okul bahçesindeki oyunlarım, annemin ettiği bin tembihe rağmen terli terli çeşmeye dayanıp kana kana su içmelerim, koşarken düşüp kanattığım dizlerim-dirseklerim.
Sene sonu müsameresi ve 23 Nisan gösterileri çalışmalarım.
Önce tatili iple çekip, tatil kitabıyla başbaşa kaldığım, sonra da okulu özlediğim o günlerim.
Şimdi hepsi çok derinlerde olsa dahi hâlâ taptaze olan, çoğu okulda yaşanmış çocukluk anılarım.
****
"Dersini çalış" lâfını duymadan, veli toplantılarına velilerin rağbet etmediği, kimsenin çocuk psikolojisinden haberinin olmadığı, öğretmenin ilâh, dayağın da cennetten çıkma olduğu zamanların çocukları olarak büyüdük biz.
Sonraysa çocuklarımıza bol bol "Dersini çalış!" dedik, veli toplantılarını kaçırmadık, çocuk psikolojisi üzerine seminerlere katıldık, çocuğumuza fiske vurmadık ve sınavdan sınava, dersten derse, kurstan kursa koşan bambaşka çocuklar büyüttük.
****
Değişen her şeye rağmen eğitimcilerin de, ailelerin de o mini mini canlara öğretecekleri ilk doğru; "insan olma vasfını kazanmak ve zaman içinde de kaybetmemek" olursa eğer, gelişim ve değişimler kolayca hayata geçirilip uygulanır ve toplumun temel taşları gittikçe daha dayanıklı hale gelir.
Temeli sağlam olan bir bina gibi bütün sarsıntılara rağmen yıkılmayarak ayakta kalmayı başarır...

İyi dersler öğrenciler.
İyi dersler öğretmenler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder