12 Eylül 2011 Pazartesi

31 yıl önce bugün

31 yıl önceki 11 Eylül'de neredeydim? Ne yapıyordum?
Hatırlıyorum da, pek çoğumuz gibi ben de o günü sıradan yaşamıştım.
Memleket büyük bir karmaşanın içindeydi ama bir yandan da günlük hayat devam ediyordu.
Son yıllarda suikastların ardı arkası kesilmiyordu.
11 Temmuz 1978'de Bedrettin Cömert Ankara'da,
1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye'de,
10 Eylül'de Türkiye İşçi Partisi Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde,
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde,
19 Eylül'de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet'te,
28 Eylül'de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ,
19 Kasım'da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul Beyazıt'ta,
20 Kasım'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi'nde,
3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde,
7 Aralık'ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent'te,
11 Nisan 1980'de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu,
27 Mayıs 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da,
24 Haziran 1980'de Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde ve kızıyla birlikte,
15 Temmuz 1980'de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli'deki işyerinde,
19 Temmuz 1980'de Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul'da Dragos Deniz Kulübü'nden çıkarken,
22 Temmuz 1980'de DİSK ve Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştü.
Bir yandan da sağcılarla solcular birbirlerini katledip duruyorlardı.
Artık küçük kasabalara kadar inen bu olaylar kurtarılmış mahalleler yaratıyordu.
Aynı memleketin çocukları bir girdabın içine atılmış ve o girdapta boğuluyorlardı.
Girdabın oluşması için önce havuzu doldurup sonra da o havuzun tıpasını çeken birileri vardı besbelli.
****
12 Eylül sabahı her zaman uyandığım saatte uyanıp pencereden dışarıya baktığımı hatırlıyorum.
Kimseler yoktu nedense...
Belki saat yanlıştır, ben biraz erken uyanmışımdır diye düşündüm önce. Sonra bir-iki asker gördüm sokakta. Yine bir anlam veremedim ama bir gariplik olduğu hissi uyanmaya başlamıştı içimde.
Daha sonra kapıya gelen teyze oğlunun “İhtilâl oldu, siz hâlâ uyuyor musunuz?” demesiyle durumun farkına vardık.
Şimdiki gibi televizyonlar 24 saat yayın yapmadığından kimsenin aklına televizyonu açmak gelmemişti.
Haber alınınca televizyon hemen açıldı ve o malum sahneyle karşılaşıldı.

Komutanlar dizi dizi oturmuş ve o malum bildiriyi okuyorlardı.
O zamana kadar yaşanan günlerde durum o kadar vahimleşmişti ki yapılan bu darbeye sevinilir olmuştu.
İtildiğimiz denize salınıverilen yılandan medet umma durumlarındaymışız da haberimiz yokmuş.
Ve madalyonun arkasındakiler gün ışığına çıktıkça biz o sevincimizden utanır olduk.
Ülkenin gitmesi gereken rotadan çıktığını savunanlar dümeni ele geçirmiş ve bizi tekrar rotaya oturtmuşlardı ya çok şükür. Sevinmeyip de ne yapacaktık...
Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne kadar gelinen yollara baktığımızda, son yıllarda artık bambaşka bir rota izlemekte olduğumuzu hepimiz fark ediyoruzdur herhalde.
Bu rotanın bir gecede ani bir manevrayla değil de, geniş zamanlara yayılarak değiştirilmesi de bir çeşit ihtilal değil midir aslında?

Geniş kavisler, yumuşak dönüşler derken otobanda hızımızı nasıl seyredemiyorsak bu gidişte de hızımızın pek farkında değiliz sanki...
Yolun diğerlerinin kullanımına kapatılıp sadece tek bir araca açılmış olması, hız sınırı limitinin de yukarılara çekilmesi bu gidişatta epey etkili.
Her şey bir yana;
Bu hızda giden bir aracın teknik bir arızadan dolayı kaza yapabileceği de unutulmasın...
Direksiyondaki her kim olursa olsun bir kaza olduğunda yola saçılacak olanların hepsi ne yazık ki o araçta yolculuk edenlerden başkası olmayacaktır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder