20 Şubat 2014 Perşembe

Ka.Der kadını kaderine terk etmiyor

30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere ramak kalmışken Ka.Der; kadın ve siyaset, kadın ve medenî kanun üzerine bir toplantı düzenledi. Yazılarımda her daim bahsettiğim kadın sorunlarını farklı bir açıdan dinlemek için edilen davete icabeten toplantıya ben de katıldım.
KA.DER Bursa Şube Başkanı Fatoş Birinç’in ev sahipliğinde Wamtes tesislerinde düzenlenen toplantının konukları AÇEV Müdürü Nuray Öner ve AÇEV öğrencileri, Nilüfer Belediye Meclis Üyesi Semra Doğan, Bursa Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Kadriye Sarıbıyık, konuşmacı konuğu ise Bursa Barosu Avukatlarından ve Baro Kadın Komisyonu Üyesi Av. Nevin Canbaz idi.
Toplantının başlangıcında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Bursa temsilcisi Elif Karan kısa bir konuşma yaparak, katılımcıları 27 Şubat Perşembe 19:00’da Nilüfer Belediyesi Dernekler Yerleşkesi Konferans Salonu’nda yapacakları ve Platform Genel Temsilcisi Dr. Gülsüm Kav, CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur ile, 6 Aralık 2012 gecesi uyurken kocası tarafından baltayla öldürülen Kadriye Menkeş’in yeğeni Gülşen Menkeş Günay’ın katılacağı “Kadın Öldürülmesin Diye” buluşmasına davet etti.
Toplantı, İstanbul’dan gelen Ka.Der Danışma Kurulu üyesi Gönül Karahan’ın Ka.Der hakkındaki tanıtıcı konuşması ile devam etti.
4 Mart 1997 yılında kurulan Kadın Adayları Destekleme Derneği Ka.Der, kadınların toplumdaki biçare kaderlerini değiştirip kadına eşit temsilde kimlik kazandırmak için yola çıkan bir kadın derneği. Toplumu ve bireyleri ilgilendiren kararlar alınırken, seçimler ve atamalar yapılırken kadının da söz hakkı olsun diyor.
O sebeple de siyasetin toplum üzerindeki etkisinden yola çıkarak siyasette kadın sayısını arttırmaya yönelik çalışmalar yapıyor. Öncelikle kadın-erkek eşitliği bilincini yükseltiyor. Kadına yönelik ayrımcı söylemleri yasa ve düzenlemelerden çıkartıyor. Kadınların politikaya girmesindeki engelleri ortadan kaldırıp destek sağlıyor. Açtığı Siyaset Okulları’nda kadınlara siyaset eğitimi veriyor.
1999 seçimlerinde 550 milletvekilinden 23’ü kadın iken (%4,2), 1997 yılında Ka.Der’in kuruluşunun ardından yükselmeye başlayan rakamlarda 2011 seçimlerine gelindiğinde 550 milletvekilinden 79’u kadın oluyor (%14,36).
Hedeflerine 275 kadın milletvekilini koyan Ka,Der seçilmek için bıyık şart mı diye soruyor? Siyasette ideolojinin ve partinin yanında değil, sadece ama sadece kadın adayın yanında duruyor. Yasaların kabul ettiği her partiden aday olan her kadına destek veriyor. Yeter ki o aday ‘kadın bakış açısına’ sahip olsun, yeter ki kadınların ve halkın gerçek temsilcisi olmak istesin…
Karahan; “Feminist bir örgüt değiliz ama feminist yöntemleri benimsiyoruz ve uyguluyoruz. Erkek demokrasiden gerçek demokrasiye geçebilmek için kadının da sahneye çıkması gerekiyor” diyor.
Ki kadınların nasıl yaşayacaklarına ‘kadını anlamaktan çok uzak’ erkekler karar vermesin. Seçilen kadınlar da Meclis’e girdiklerinde kadınlıklarından uzaklaşıp erkekleşmesin.
Kadın adayların azlığını ve talepsizliğini vurgulayan ve kadına sadece ‘kota’ olarak yer veren partiler, bu seçimdeki kadın adaylaşması karşısında epey bir şaşıracaklar. Yeter ki aday olan kadın kadar sandık başına giden kadın da bilinçli olsun…
Ka.Der kadın adaylar için “Kadın Aday Kiti” hazırlamış, bir yandan da montörlük çalışmalarına başlamış.
Kısacası kadınlar önlerindeki camdan duvarları yıkmış geliyorlar.
Engellemelere bakarsak da, bu gelişten erkekler “birazcık” korkuyorlar…
Ka.Der’in tanıtımın ardından günün konuğu Av. Nevin Canbaz sözü alıyor.
Söze Medenî Kanun ile başlayan Canbaz eski ve yeni kanunları karşılaştırarak, kendinden ve meslekî deneyimlerinden örneklendirmeler yaparak sürdürüyor konuşmasını. Evlendikten-boşandıktan sonra kadının soyadının değişmesine, çocukların babalarının soyadını taşımasına, erkeğinse soyadında hiçbir zaman hiçbir oynama yapmaya gereksinim duymamasına değiniyor. Çocuğun eğitiminden tut da her konuda babanın yetkin olduğu 2002 öncesinde, annenin çocuğu için tek başına söz sahibi olamadığını, babanın imzası ya da muvafakatnamesi olmadan bankada hesap dahi açtıramadığını anlatıyor.
Çocukların büyüdükleri evleri baz aldıklarını, “bizde varsa herkeste var, bizde yoksa kimsede yok” diye bir algı taşıdıklarına dikkat çekiyor ve kadına verilen değerin kitaplardan önce ‘yaşatmakla’ olacağını söylüyor.
Kadınların ne kadar çok ‘camdan tavan’ları olduğuna çarpıcı bir örnekleme yapıyor.
Dört farklı erkeğe dört farklı yaşta kadın etiketi yapıştırıyor.
15 yaş, 25 yaş evli, 35 yaş dul, 65 yaş…
Ve soruyor. Gece 11’den sonra dışarı çıkar mısınız?
‘65 yaş’ çıkıyor…
Erkeğin verdiği bu cevaptan anlıyoruz ki (erkeğe göre) kadının cinselliğinin bittiği yerde özgürlüğü başlıyor…
65 yaşında artık önemsenmeyen ve salınıverilen kadın, ergen olduğu 13 yaşlarından itibaren evlendirilmeye başlanıyor. Eğitim haklarıyla birlikte sağlıklı yaşam hakları da ellerinden alınan bu kız çocukları, toplumdaki her 3 evlilikten 1’ini oluşturuyor. 16 yaş altı çocuklarını evlendirebilmek için yargıya başvuran 20 bin aile var ve çocuk gelin sorunu için çok fazla uzağa bakmaya da gerek yok. Canbaz’ın ifade ettiğine göre Bursa-Mustafakemalpaşa bu konuda epey sorunlu. Okuldan alınarak evlendirilen bir kızın ‘çocuk gelin’ olduğu doğum için hastaneye gittiğinde farkediliyor. Böyle bir durumda evliliği yapan erkek en az 3 yılla cezalandırılıyor.
Kadına şiddete aranılan çözümlerin kifayetsizliğine ve bu konuda artık farklı bir dil geliştirilmesi gerekliliğine geliyor söz.
Canbaz’ı dinleyen kadınlarla birlikte, kökten çözüme hiçbir katkı sağlamayan kadın sığınma evleri yerine erkek rehabilite tesisleri kurulması gerekliliğinde hemfikir olunuyor. Kadın sığınma evlerinde kendisi gibi problemli kadınlarla bir arada yaşamak zorunda kalan kadın, hem evinden-düzeninden, hem ailesinden ayrı kalmanın acısını yaşayıp aidiyet duygusunu yitiriyor.
Fakat evinde kalmanın bedelini de şiddetle ya da canıyla ödemek istemiyor.
En ufak bir anlaşmazlıkta dayağı yiyen kadın, evden atılan kadın, atılıp da boşanmak isteyince öldürülen kadın, atıldığı halde gidecek yeri olmadığı için evde kalarak o kâbusu her gece yaşayan yine kadın…
Şiddet göstermek için pek çok nedeni olan erkekse, öğretilmiş çaresizliği içinde nelere sebep olduğunun hiç farkında değil.
Böyle durumlarda ‘her şeyin başı eğitim’ deriz, yuvayı dişi kuş yapar deyip kadının eğitimine dikkat çekeriz ve
her şeyi kadının sırtına yükleyerek kadının yanındaki erkeğin eğitimini hep ihmal ederiz. Üstelik eğitimi diplomaya bağlayarak diplomalı çiftler arasındaki şiddete işaret ederiz.
Öfke kontrolü olmayan insanların yıkıcılığı kadından başlayarak tüm topluma yayılıyor aslında. Şiddet sadece yumruk ya da tekme olmuyor. Bir kadının sosyal yaşama hakkı, çalışma hakkı, kendini ifade edebilme hakkı, mutlu olma hakkı, onuru ve gururu gasp edilerek de şiddet uygulanıyor.
Kadına ‘erken evlen ve bolca çocuk doğur’, ‘tecavüze uğrasan da kürtaj olma ve doğur’ denilerek, toplumda kendine yer bulmaya çalışan kadın evine hapsedilmeye çalışılıyor. Rapunzeldi, Sindirellaydı derken masallarla dahi zihinlere kadının zayıflığı, evde oturması ve beyaz atlısını beklemesi kazınıyor.
Nevin Canbaz konuşmasını sonlandırdığında aklıma mukayeseli sorular takılıyor.
Sanki çalışmayan kadın kalmayan memleketlerdeki aileler aç yaşıyor, sanki çocukları okula gitmiyor, sanki hayat duruyor.
Sanki evde oturan her kadın mükemmel ‘anne’.
Sanki nisa taifesi tüm ihtiyaçlara cevap verir ve fakat hiçbir şeye ihtiyaç duymaz.
Sanki o hiç acıkmaz, susamaz, üzülmez, kızmaz…
Ve kadını yok sayan erkekler; -kendilerinin hiçbir zaman vermek zorunda olmadıkları- kadınların verdiği bu ‘var olma’ mücadelelerine bakıp kendilerinden utanmalılar.
Soruyorum sizlere, erkek olmanın da, kadın olmanın da kişi tarafından seçilmediği, erkeğin ve kadının dünyanın devamını birlikte gerçekleştirdiği bu düzende; kim, neden ve kimden daha üstündür?
Yaratan yaratacağını yaratmıştır, gelişimi ise bize bırakmıştır…
O da engellemekle değil desteklemekle mümkünse eğer, yollara döşenen bu taşlar niyedir?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder