Bu iyileşmenin olabilmesi için neler yapmak gerektiği konusunda insanın aklına çılgınca fikirler de gelmiyor değil hani.
Hani olmaz ya; arada bir bütün dünya şalter indirse mesela.
Yine başka bir gün kimse arabasını kullanmasa. Bir gün şehrin bütün vanaları kapatılsa ve bir damla bile su harcanmasa. Bir gün ne ısıtıcı, ne soğutucu çalışmasa. Bir günlük tatil versek dünyamıza. Bir gün de o izin kullansa…
Kim bilir, belki o zaman şöyle bir oh çeker içinden. Ertesi gün daha bir neşeyle, daha bir şevkle dönmeye başlar kaldığı yerden…”
2013 yılında yazdığım Dünyanın Sahibi Değil, Emanetçisiyiz başlıklı yazımı okuduğunuz bu pasaj ile sonlandırmıştım.
2020 yılına geldiğimizde “Hani olmaz ya” dediğim ne varsa Pandemi sayesinde ya da sebebiyle gerçek oldu. Dünya da insanlar da (mecburen) iyi bir “dinlendi”.
Pandemi henüz tam anlamıyla bitmemiş olsa da ilk günlerin harareti kayboldu, insanlar kısıtlanmaktan sıkıldı ve o bildiğimiz dünya kaldığı yerden dönmeye devam etti.
Etti de, acaba ne kadar iyi etti?
İyileşmeler Kötüleşti mi?
Ümit Şahin ve Sinan Erensü tarafından yapılan ve Aralık 2020'de yayımlanan Covid-19 Pandemisini ve İklim Krizini Birlikte Okumak başlıklı çalışmada, Çin’de, kısıtlamaların uygulandığı dönemdeki verilerin incelendiği 366 kentin 322’sinde Hava Kalitesi Endeksi’nin ortalama yüzde 20 iyileştiği yazıyor. (Avrupa ülkeleri ona keza.) Yine yazıda, “Emisyonlarda azalmaya neden olan küresel aktivite düşüşünün ani ve beklenmedik bir sağlık krizi nedeniyle devlet tarafından dayatılan ve hoşnutsuzluk yaratan bir eve kapanma dönemi olması, iklim krizi ve kirlilikle mücadelenin de ancak yukarıdan aşağıya, zorlayıcı ve özgürlükleri kısıtlayıcı bir şekilde mümkün olabileceği algısını yerleşik hale getirerek faydadan çok zarar getirmiş olabilir” deniyor. “Üstelik bu tür azalmalardan sonra kriz ortadan kalktığında tepkisel yükselmeler bugünkü yüzde 4–7 düşüşlerin fazlasıyla geri alınabileceğini düşündürmektedir” öngörüsünde bulunuluyor, ki açılmanın ardından insanların güncel hayata saldırmalarını, “intikam” alışverişlerini, “telafi” etkinliklerini bire bir yaşadık, yaşıyoruz.
Pandemi Dünya İçin (bir biçimde) Terbiye Vakti’ydi, terbiye olmadık, olamadık.
Çevreciler demedi mi?
Çevresel bozulma, iklim değişikliği, aşırı tüketim, nüfus artışı ve toplumların kapalı bir sistemde sınırsız ekonomik büyüme peşinde olması dünyayı bir felakete sürüklüyordu.
20. yüzyılın ortalarında akademisyenler ve çevreciler dünyanın bu gidişata daha fazla dayanamayacağını anlatmaya çalışsa da yönetimler onları görmezden duymazdan geldi. 20. yüzyıl sonlarında çevresel problemler küresel boyuta ulaştı. 21. yüzyılda, ormanların yok edilmesi ve fosil yakıt kullanımı sonucu ortaya çıkan sera etkisi tehdidi ile ilgili (nihayet) giderek artan bir farkındalık oluştu.
Siyasi yöneticiler biraz geride kalsalar da, iş insanları fosil yakıtların kullanıldığı buhar makinesi ile başlayan Sanayi Devrimi’nin dünyayı iklim krizine soktuğunu kabullendi ve sonunda yönünü “sürdürülebilirliğe” çevirdi.
Çünkü kaynaklar sonsuz değildi. Çünkü Dünya yoksa gelecek yoktu. Çünkü Dünya ölüyordu…
Nedir bu sürdürülebilirlik?
Son yıllarda daha fazla duyduğumuz “Sürdürülebilirlik” sözcüğünün neyi kastettiğine şöyle bir bakalım ve neyi konuştuğumuzu anlayalım.
“Sürdürülebilirlik daimi olma yeteneği olarak adlandırılabilir. Sürdürülebilir gelişme, gelecek neslin ihtiyaçlarını karşılama yetisine zarar vermeden günümüzdeki ihtiyaçları karşılayabilen gelişmedir. Sürdürülebilir gelişme, doğal çevreyi tahrip etmeden veya bozmadan temel insan ihtiyaçlarını karşılamak için yerel ve küresel çabaları dengelemekten oluşur. Sürdürülebilirlik aynı zamanda bir harekete geçme çağrısı, devam eden bir süreç veya ‘yolculuk’tur ve dolayısıyla politik bir süreçtir. Bu nedenle bazı tanımlar ortak hedefleri ve değerleri ortaya koyar. Yeryüzü Şartı ‘doğaya saygı, evrensel insan hakları, ekonomik adalet ve barış kültürü üzerine kurulu sürdürülebilir bir küresel toplumdan’ bahseder.”
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN DNA’sı
“12. Bursa Yenilikçilik ve Yaratıcılık Sempozyumu ve 5. Yenileşim Ödül Töreni’’ 8 Aralık 2022 tarihinde Almira Otel Büyük Salon’da ‘Sürdürülebilirliğin DNA’sı’ konu başlığı ile gerçekleşti.
BUSİAD Dijital Dönüşüm Yenilikçilik ve Yaratıcılık Uzmanlık Grubu ve Uludağ Üniversitesi İşbirliğinde gerçekleşen sempozyuma katılım, büyük salonu en arka sıralara kadar dolduracak derecede yoğundu.
2013 yılından bu yana, iki yılda bir verilen Yenileşim Ödüllerinde Büyük Ödül’ün bu yılki sahibi Bursa Büyükşehir Belediyesi oldu.
“Sebebi Biziz”
Güzin Abraş sunuculuğunda gerçekleşen sempozyumun açılış konuşmasını BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar yaptı.
Konuşmasına, “Dünyamız bir süredir var olma sorunu yaşıyor ve buna biz insanlar neden olduk. Şimdi de bu sorunumuza çözüm yolları aramaya çalışıyoruz” sözleriyle başlayan Küçükkayalar, “Büyümenin değil gelişmenin, salt üretmenin değil, sürdürülebilir üretmenin önemli olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Doğrusal değil, döngüsel üretmenin önemli olduğunu, kaynakların sınırlılığını göz ardı etmeden, doğamızı ve geleceğimizi düşünerek üretmek ve tüketmek gerektiğini şimdi fark ediyoruz. Biz BUSİAD üyeleri olarak kendimizi şanslı hissediyoruz. Kurucularımız sürdürülebilir olmanın önemini 44 yıl önce anlamışlar. Logomuza bakın; Dut yaprağı, ipek kozası ve dişli. Yani 44 yıl önce sürdürülebilir olmanın, hayatın devamlılığı için vazgeçilmez olduğu anlaşılmış ve bu Bursa’nın sembolleriyle ifadesini bulmuştur. BUSİAD olarak ilk defa bu yıl dijital dönüşümü ödül değerlendirme kriterlerimiz arasına aldık.” dedi.
Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir zirvede bir kadın yöneticinin “Karbon ayak izimizi azaltırken, kadın ayak izimizi artıralım!” sözlerini paylaşan Buğra Bey, benim ve salondaki herkesin onayını aldı. Buğra Küçükkayalar konuşmasını “Biliyoruz ki başka Bursa, başka Türkiye ve başka bir Dünya yok! Sürdürülebilirliği genlerinde taşıyan bir dernek olarak, ‘Sürdürülebilirliğin DNA’sı’ temalı sempozyumumuzun hepimizde bir ışık yakmasını temenni ediyorum” sözleriyle tamamladı.
“Evrenimizi hoyratça sömürdük”
Sempozyumun ana paydaşlarından biri olan Bursa Uludağ Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, üniversitelerin bulundukları şehrin aklını temsil ettiğini vurgulayarak, “Tüm dünya evrenimizi hoyratça sömürdü. Bu emaneti geçmişten devraldığını, geleceğe devredeceğini göz ardı etti. Şu anda ayırdına varıldı ki tek dünya var ve bunu korumak, kollamak zorundayız. Bu yüzden hedefimiz sürdürülebilir bir Dünya, sürdürülebilir bir ekonomi, sürdürülebilir bir Bursa ve sürdürülebilir bir Bursa Uludağ Üniversitesi. Gelecek nesillere sürdürülebilir ve yaşanabilir yeşil bir evren bırakacak olanlar bizleriz ve bunu yerine getirmezsek ağır bir vebal ve sorumluluk altındayız.” dedi.
“Ölüyoruz”
Sempozyumun ilk konuşmacısı, oyuncu, senarist ve yönetmen Mert Fırat, “Kültür-sanatla sürdürülebilirliğin ne ilgisi var diyeceksiniz?” diyerek başladı sözlerine.
Kendi yolculuğunu ve bilim ve sanatın ilişkisini anlatacağı konuşmasını, sanatçılığının yanında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı — UNDP (United Nations Development Programme) İyi Niyet Elçisi şapkasıyla yapacağını söyledi. Sözlerini bir sanata, bir etkiye, bir kalkınmaya getireceğini, çünkü hepsinin paralel yolculuklar olduğunu, bize hedef koydurtan şeyin arzularımız, isteklerimiz, motivasyonlarımız olduğunu, bizi besleyen şeyin “etki” olduğunu belirtti.
Mert Bey’in sözlerinden alıntılar yaparsak:
* İnsan türü yeri geldiğinde çok akıllı, yeri geldiğinde en vahşi türden daha vahşi olabilir.
* Sivil Toplum Örgütümüz İhtiyaç Haritası’ndaki 17 hedef içinde en konsantre olduğumuz eşitlik ve eşitsizlik. Çevre, barış, su hakkı gibi maddelere ek on yedinci madde “ortak masaların kurulması”.
* Büyük etkilerde savaş gibi büyük dönüşümler olabiliyor.
* Pandemi de 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı gibi bir savaştı ve içinden yeni çıktık. Bu bizim “var olma” savaşımızdı.
* Pandemi ile Çin’deki bir tekstil işçisi ile ABD’de rezidansta yaşayan milyarderin derdinin aynı olduğu bir düzleme geldik.
* Start-up, Follow-up, Skill-up’ları bir kenara bırakıp, artık ölüyoruz ve türümüz yok oluyor diyerek hızlandırma ofisleri kurduk.
* Karbon ayak izimizi sıfırlayacağımız, üretimde bambaşka etkiler yaratacağımız bir yola çıkmamız lazım.
* Gelişmiş toplumlar maalesef ki gelişmemiş toplumları sömürür.
* Oyun, yönetişim ve bilim iç içe geçmiş kavramlar.
* Yeni dünyada kodlama bilmeyen çok zor ilerler.
* Temel değerlerimiz değişmemekle birlikte temel önceliklerimiz değişti.
* Artık, eski nesil üniversitelerdense yeni nesil üniversiteler tercih ediliyor.
* Sürdürülebilirliği hayatımızın neresine koyacağımızı arıyoruz.
* Nüfus olarak biraz fazla hızlı büyüyoruz. (Birleşmiş Milletler dünya nüfusunun 15 Kasım 2022 tarihinde 8 milyara ulaştığını açıkladı. Küresel nüfusa son 11 yılda 1 milyar insan eklendi. BM’nin nüfus projeksiyonlarına göre, dünya nüfusu 2037'ye kadar 9 milyara çıkacak; 2080'lerde yaklaşık 10,4 milyar insanla zirveye ulaşacak ve 2100'e kadar bu seviyelerde kalacak.)
* Üretim çok hızlı artmasına rağmen önümüzdeki elli yılda ihtiyacı karşılayamayacak.
* Verimliliği, enerjinin ve gıdanın nasıl dağıtıldığını konuşmamız lazım.
* İnsanlık için teknoloji, iyilik için teknoloji derken, ürettiğimiz her şeyin arkasında bir sosyal etki yaratmamız gerekiyor.
* Biz oynamayı ve birlikte eğlenmeyi seven bir milletiz.
* Hayatı paylaşarak ve oyunlaştırarak kolaylaştırıyoruz.
* Kaynakla desteği buluşturan bir yapı olan İhtiyaç Haritası doğdu.
* İhtiyaç Haritası’nın kuruluşundan bu yana yedi yıl geçti, 110 bin kullanıcıya eriştik.
* Teknoloji ve imece kültürünü birleştirdik. 49 milyon dolardan fazla değer yaratmış bir sisteme dönüştük.
* İhtiyaç Haritası’nı Sivil Toplumun Sosyal Medyası olarak gördük.
* İhtiyaç Haritası’na gelir modeli olarak harita yapmaya odaklanarak harita şirketine (tarım haritası-su kaynakları haritası-derin yoksulluk ağı haritası vb.) dönüştük.
* Pandemi döneminde Türkiye’nin YouTube üzerinden en çok seyredilen müzik festivalini yaptık.
* Hayata sanatla bakmaya ve üretmeye çok ihtiyacımız olduğu bir dönemden geçiyoruz. Somut verileri bir başka duyarlılıkla işlemeye ihtiyacımız var.
*Krizlerle karşı karşıya değiliz, içindeyiz. (2000 yılı ile 2020 yılı arasındaki afetlerin toplam oranı 800 kat.)
* Hâlâ adil bir düzende devam etmek için az zamanımız var.
* Türümüzün karşı karşıya kaldığı bir kriz bu ve en büyük risk altında kalan bizleriz.
* Bunun içinden birlikte çıkabilmek için veriyi, bilgiyi, kaynağı paylaşmaya önem vermemiz gerekiyor.
Hepimiz Yaşamdaşız
Mert Fırat’ın ardından kürsüye Beyin Cerrahı, Dünya ve Avrupa Bilim-Sanat Akademisi Üyesi, BAU TIP Kurucu Dekanı, Türkiye Beyin Vakfı Kurucu Başkanı Prof. Dr. Türker Kılıç geldi ve ‘Yeni Bilim Bağlantısallık, Yeni Kültür Yaşamdaşlık’ başlıklı bir sunum yaptı.
Çocukluğundan bu yana gri bir et parçası olan beynin nasıl olup da düşünebildiğini sorguladığını söylerken, onun “merak eden kişi” olduğunu anladım. Yaşamdaşlık kavramının altını çize çize yaptığı konuşmada, zekâ ve çalışkanlığın yanında iyilik ve yaratıcılık olmazsa zekâ ve çalışkanlığın sadece “sahip olmaya” değer verdiğini, iyilik ve yaratıcılık olmadan “sahip olmanın” anlamsız bir şey olduğunu söyledi.
Beyin bilimci bir tıp insanı olarak akademik ama herkesin anlayabileceği bir dil ile beynin anatomisini ve hâlâ tam olarak anlaşılmamış işleyişini aktardı.
Türker Bey’in son derece akıcı ve görsellerle zenginleştirilmiş sunumundan cümleler paylaşırsak:
* Gerçek devrimciler bilim insanlarıdır.
* Aradığımız sihir bilimin kendisindedir
* Yaşamın yapı taşı atom değil, enformasyon.
* Her enformasyon işleyen sistem er geç zekâ oluşturur.
* Esas yapı beyni oluşturan nöronlar değil, nöronların oluşturduğu enformasyon bağlantısallıkları.
* Kök hücreler bir yere konulduklarından hemen ağ oluşturur, ağsal bir yapı varsa karar verirken ağsal yapıyı her seferinde başka bir şekilde, bir bağlantısallık içinde kullanır.
* Karar verme anında beyin geometrik bir dille, yani matematik dille yanıt veriyor. Bu matematiğin adı Enformasyon Matematiği.
* Yaşama tanık olmak başka bir şey, yaşantıyı/düşünceyi değiştirebilmek başka bir şey.
* Her şey içinde bulunduğu bağ ile anlamlı.
* Bilgi beyinde, elektrokimyasal ırmaklar şeklinde akıyor.
* Ölçemediğimiz hiçbir şeyi çözemeyiz.
* Kör olan bir insanda işitme yollarının gelişmesindeki bağlantısallığı test edebiliyoruz.
* Nöronla konnektom arasındaki ilişki, uçakla havayolu şirketi arasındaki ilişki gibidir.
* Artık bir konnektom cerrahisinden bahsedebiliyoruz.
* Beynindeki bir kısmı devre dışı bıraktığınız bir canlı farklı davranışlar gösteriyor. Sürekli daireler çizebiliyor. Ya da örümcek ağını başka başka şekillerde örmeye başlayabiliyor. (Son dönemlerde sosyal medyada gördüğüm 12 gün boyu daire çizerek dönen koyunları, yine daire çizerek dönen solucanları hatırladım.)
* Bir hayvanın amigdalasındaki açlık merkezini uyaran ve durduran kısımları ayarlayarak, yokluk merkezini uyararak hayvanın aç olsa dahi tok hissetmesini, açlıktan ölse dahi bir şey yememesini sağlayabilirsiniz. (Netflix’te yeni gösterime giren Sıcak Kafa (Hot Skull) dizisinde dayak yemekten zevk alacak şekilde ayarlanan insanları hatırladım.)
* Konnektomu kontrol etmenin tek yolu neşter değil. Konnektomu kontrol etmedeki en önemli meslek grubu öğretmenler. Öğretmenler en önemli beyin cerrahıdır.
* Yaşamın yapı taşı enformasyondur.
* En etkin bilgi işleme sistemi, yaşamın kendisi.
* Tüm yaşam iç içe var olmuş bir gerçeklik kodlamaları bütünüdür.
* Hepimiz (yaşam açısından) eşitiz. Lüferle selvi ağacı, selvi ağacı ile çimen, çimenle biz eşitiz.
* Zekâ dediğimiz şey, onu üreten organizmadan bağımsız bir şey. Enformasyon işleyen sistemlerin ürettiği zekâ, onu üreten biyolojik organizmaya değil, yaşama/bütüne ait olan bir şey.
* İki yapay zekâ robotu Bob ve Alice, yaratanların anlamadığı bir yeni bir dil geliştirdi.
* Biz parçaların bilimini yapıyoruz, bize gereken bütünü.
* Hiçbir felsefe ve öğreti kitabında yazılmadığı kadar büyük ölçüde yaşamın bir matematiksel mucize olduğu anlaşıldı. Gerçek = 1/∞
* İnsan yaşama sahip olmayı değil, yaşamla bir olmayı anlamak zorunda.
* Eskinin yıkıldığı ve yeninin henüz kurulmadığı bir dönemi yaşıyoruz.
* İnsanın yaşamın merkezinde olduğu varoluş anlayışından, yaşamın her şeyin esasında olduğu yeni bir yaşam anlayışına dönüşüm: Yaşamdaşlık…
* Beyin hiçbir yaşantıyı aynı ağsal matematik ile yaşamıyor.
* Kendinizi geliştirmek istiyorsanız yanınızdakini geliştirin
* En gelişmiş bilgi işleme sisteminin beynimiz olduğunu düşünüyorduk, oysa yaşamın kendisi olduğunu anladık.
* Tüm yaşam ağı bir enformasyon sistemidir.
* Her bilgi işleyen sistem zekâ üretir, en geniş bilgi işleme kümesi yaşamdır.
* Evrim, yaşamın ürettiği zekânın adıdır.
* Yaşam insanlar için değil, insanlar yaşam içindir. Orman yaprak için değil, yaprak orman içindir. Bunu anlamakta zorluk çektiğimiz için “ölüm” diye bir “problemimiz” var.
* Renk körü bir kişi renk körü olduğunu bilmez. Bizim gördüğümüzden farklı renkler de var.
* Soru sorulan değil, doğru zamanda doğru soru soran nesiller yetiştirmeli.
* İnsanda 22 bin gen varken, muzda 36 bin gen var. Bir türün diğerinden farkını belirleyen gen sayısı değil, genlerin birbiriyle ne şekilde etkileşimde olduğu.
* Merak ve öğrenme, gerçeğin zihinde modellemesini yaparak yaşantı yaratmak.
* Tırtıl ile kelebeğin gen yapısı aynıdır. Her tırtıl kelebek olmaz. Bir tırtılın kelebek olmasını belirleyen ana unsur onun hücrelerinin belirli bir eşiğinin yaşamayı seçmesidir.
* Dünyanın her hücreye ihtiyacı var.
* En verimli şey iki kulağınızın arasındaki şey. (Kullanın)
Türker Bey’i dinlerken beynin, yaşamın, dünyanın ve evrenin dallarında, damarlarında, tünellerinde, kanallarında gezindim. Zihnin kontrol edilebilirliğini ve yönlendirilebilirliğini dinlerken Olasılıksız kitabı, Criminal fimi, Hot Skull dizisi, aşı ve çiplenme ile zihin kontrol üzerine üretilen komplo teorileri ve okuduğum yazılardan, dinlediğim programlardan aklımda kalanlar saklandıkları yerlerden çıkıp geldikçe ürktüm. Malum, anlamadığından ve anlamlandıramadığından korkar insan.
Beyni ve bilimi anlayabilirdim de, kötülük peşinde gezen insanları hiç anlayamazdım. Bu gelişmelerin kötü ellere geçtiğini hayal ettim de…
Sonra bu hayali tersine çevirdim, kim bilir belki beyin kontrol kötüler üzerinde kullanılabilir ve işe yarardı. Onları nasıl seçecektik, kim kötüydü, kim daha kötüydü, kim daha daha kötüydü, kim iyiydi, kim en iyiydi? Kendi kendime ütopyayı ararken yol yine distopyaya çıktı gördün mü dedim.
Ne yaparsınız işte, beynin mi var derdin var! Düşünmeden duramıyor.
Prof. Dr. Türker Kılıç, sunumunun ardından Mert İnan’ın yazdığı “Beyin Nedir’den Yaşam Nedir’e / Bir Hayat Serüveni Türker Kılıç” ve Türker Bey’in 2021 yılında Dünya Sanat ve Bilim Akademisi’ne (WAAS) seçilmesi nedeniyle özel basılan “Yeni Bilim Bağlantısallık, Yeni Kültür Yaşamdaşlık” kitaplarını imzaladı.
İyi olma halini nasıl sürdürülebilir kılarız?
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Eczacıbaşı Holding İnovasyon ve Girişimcilik Koordinatörü Nejat Emre Eczacıbaşı, Sürdürülebilirliğin DNA’sının konuşulduğu bu toplantıda parçası olduğu ailesinin ve köklerinin DNA’sından bahsederek başlamak istediğini söyledi.
Eczacıbaşı kelimesinin köklerine inerek, “Ecza bir bütünün küçük bir parçası, birim, unsur anlamına gelen acza kökünden türüyor, eczacı ise unsurları birleştiren, onlardan anlamlı bütünler yaratan kişidir. Eczacıbaşı isminin köklerinde kendi anlamından öte 80 yıllık bir topluluğun özünü ve değerlerini bir araya getiren bir anlam gizlidir. Bunlar bizim DNA’mızda yer alıyor” dedi.
Sürdürülebilir kurumsallığın nasıl inşa edilebileceği ve organizasyonların nasıl dönüştürülebileceğine dair konuşmasını Eczacıbaşı’ndan örnekler vererek gerçekleştirdi. “Sürdürülebilir şirketler üretebilen şirketler sürdürülebilir şirketler olacaktır” diyen Eczacıbaşı, şirketlerin de kendi ekosistemlerini kurmalarının ihtiyaçların belirlenmesi ve doğru çözümlerin üretilmesinde önemli bir unsur olduğuna dikkat çekti. Rinus Michels’in fikir babası olduğu ve dünyada total futbol modeli olarak bilinen model üzerinden kolektif hareket ve ekip çalışmasını örneklendiren Eczacıbaşı, “Sahada nerede olduğunu bilmek ve ekosistemde diğerlerini de fark etmek önemli” dedi.
****
Günün sonunda; insan kaynaklı iklim krizine bakıyor ve her şeyin müsebbibi insan, düzeltecek olan yine insan diyoruz. Çünkü doğa kendi içerisinde kendi dengesini muazzam bir şekilde koruyor. Düzeni bozan da, bozduğu düzeni yeniden kuran da hep insan oluyor.
Bu batış çıkışlarla varlığını sürdüren insan, yaz boz tahtasına döndürdüğü dünyaya acaba daha kaç kez gelmeyi planlıyor? Malum gidip de dönmemek var, dönüp de bulmamak var…
10 Aralık 2022 / C.E.Y.
Beşinci BUSİAD Yenileşim Ödülleri Sahiplerini Buldu
Sempozyumun ardından ödül törenine geçildi. Yenileşim Ödüllerinde Büyük Ödül’ün bu yılki sahibi Bursa Büyükşehir Belediyesi oldu.
Törende kategori ödüllerine üç firma layık görüldü, iki firmaya da “Yenileşime Gönül Veren Ödülü” verildi.
Formfleks A.Ş. adına Ceyhan Öztürk’e ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Sevda Keskin Gülmez takdim etti.
Yenileşime Gönül Verenler kategorisinde Yıldırım Belediyesi adına Başkan Oktay Yılmaz’a ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Uğur Urkut takdim etti.
Bilgi, İşbirlikleri, Kaynak Yönetimi kategorisinde Uludağ Perakende Elektrik Satış A.Ş. adına Ali Erman Aytaç’a ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Veda Girgin Eroğlu takdim etti.
Liderlik kategorisinde Vanelli A.Ş. adına Erol Türkün’e ödülünü BUSİAD Yüksek Danışma Kurulu Başkanı Ergun Hadi Türkay takdim etti.
Yenileşim Ödüllerinin Çalışanlar kategorisinde Uray Sigorta A.Ş. adına Alper Pekmezcioğlu’na ödülünü BUSİAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Tuncer Hatunoğlu takdim etti.
Sempozyumun platin sponsorları Doğu Pres AŞ adına Finans Direktörü Tekin Ekici ile Turkcell Dijital İş Servisleri Genel Müdür Yardımcısı Süha Bayraktar da, şirketlerinin yenilikçilik ve yaratıcılığa dair çalışmalarını ve vizyonlarını katılımcılarla paylaştı.
Sempozyum sonunda sponsorlara plaketleri de BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar tarafından takdim edildi.
DOĞAYLA ve ÇEVREYLE İLGİLİ DİĞER
BAZI YAZILARIM
Ağaçlarımızı kesmeyin! / 13 Aralık 2010
Ah benim yorgun dünyam / 26 Ocak 2011
Susuz Yaz / 29 Temmuz 2011
Yaz Yangınları / 2 Ağustos 2011
Tarih kitaplarında yer almayan bir tarih / 6 Eylül 2011
Ne zaman çıkacak bu karanlıklar aydınlığa? / 2 Temmuz 2012
Subasmanınızın kotu nedir? / 5 Temmuz 2012
Yeşile düşman Griler… / 30 Mayıs 2013
Bütün hayvanlar çevreci, ya insanlar? / 5 Haziran 2013
Dünyanın renklerine dokunmayın… / 30 Ağustos 2013
Dünya itinayla cehenneme çevrilir! / 27 Ekim 2013
Dünyanın sahibi değil, emanetçisiyiz / 24 Aralık 2013
Zeytinin dalı budağı girsin gözünüze! / 8 Kasım 2014
Sizin yarattığınız cehennemde biz de yanıyoruz! / 2 Temmuz 2014
Bursa’dan bir Ediz Hun geçti… / 1 Mart 2015
Her Bursalı’nın bir dikili ağacı olmalı / 8 Ekim 2015
Artvin Cerattepe’ye bakar / 24 Şubat 2016
Doyuyoruz ama açız! / 28 Ekim 2016
“Japonlar yapmış ağbi!” / 17 Ağustos 2017
Bunun sonu açlık! / 8 Ağustos 2018
Çok Bilmiş Beceriksizler / 10 Ağustos 2018
Adam rolü yap, Ridley efendi! / 5 Kasım 2018
Servetin ne renk? / 2 Ağustos 2019
Önce Tedbir, Sonra Emanet / 4 Ağustos 2019
Susamam, Susmam! / 7 Eylül 2019
Tavşan Kaç / 13 Ağustos 2019
Süphaneke dinimiz amin! / 25 Ocak 2020
Aziz Türk Milleti’nden, Çaylar Şirketten’e / 2 Eylül 2020
Afet Değil Cinayet! / 3 Kasım 2020
İşimiz Zor! / 27 Temmuz 2021
Dip! / 13 Ağustos 2021
İnşaat Ya Resulallah! / 5 Nisan 2022
Dağınık Değil, Merkeziyetsiz / 3 Aralık 2022
Gidip de Dönmemek, Dönüp de Bulmamak Var / 10 Aralık 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder