Gazetemizdeki haberlerde göz gezdirirken Şehit Bahadır Tayfur İlköğretim Okulu'ndaki ağaç kıyımına takıldı gözüm.
Sağlam bir dişin hoyratça çekilmesi gibi sökülüp atılmış ağaçlar yatıyordu yerlerde. Söküldükleri yerlerde kalmış çukurlar sanki kanıyordu…
Okuduklarıma ve gördüklerime inanamadım. Üstelik onca çözüm varken en kolayına kaçılması, çevre sakinlerinin seslenişlerine kulak asılmaması nasıl bir umursamazlıktır anlayamadım...
Bunların yaşanmasına neden olanların eğitim camiasından olmasıysa canımı ayrı bir yaktı. 'Eğitimci bunu böyle yaparsa' dedim…
Karacabey zaten yeterince yeşil bir kent değil. İklimi mi elvermez yoksa içinde yaşayanlar mı ağacı sevmez bilmem ama görünüm olarak yeşilden yoksun bir yer olduğu ortada. Büyük şehirlerin çakıl taşı görüntüsüne sahip ne yazık ki. Çamlık mevkinde kalan bir avuç çam ağacı dışında bütün şehirler gibi sadece mezarlıklarında ağaçları olan şehirlerdeniz biz de…
Hatırlıyorum; bir ara Karacabey girişindeki orta refüje yapay palmiyeler dikilmişti. O görünüm ne kadar da trajikomikti.
Yuvadır kuşlara,
Örtüdür toprağa,
Can verir doğaya,
Ormanlar yurdumda.
İlkokula gidip de “nakaratını yazdığım” bu çocuk şarkısını öğrenmeyen, neşeyle söylemeyen var mıdır?
Şimdi bile birisi bir satırını söylese gerisini getirip hemen 'Ormanlar Yurdumdaaa' deyiveririz. Minicik akıllarımızda bu şarkıyla yer etmiştir ağaç sevgisi.
Ağacın faydalarını sayıp dökmek yazıyı Fen Bilgisi Dersine döndürmekten öteye geçmez. Bunları zaten herkes biliyor.
Bir insan yetişir gibi yetişir bir ağaç da. Yaprak yaprak büyümesi bir sabır işidir. Tohumdan fidana, fidandan ağaca, ağaçtan da ormana döner geçen uzun yıllarla. Güneşle, yağmurla, karla, rüzgârla harmanlanır. Dallarıyla uzanır gökyüzüne boylu boyunca. Kökleriyle sarılır toprağa sımsıkı, daha derinlere iner yerinden edilmek istemezcesine...
Kurumaya başlayan ya da yaşlanmış bir ağacı yerinden alıp onu odun haline dönüştürmeden önce, ağacın devamını sağlamak için yapılan bir işlemi hatırlarım. Ağacın köklerinin toprakla buluştuğu yerden yüzeye minik sürgünler çıkar. Genç ağacın gücünü almaması için ağaca bağlı bu minik fidancıklar kırılır ve büyümelerine izin verilmez. Yaşlanmış ağaçlardaysa bu fidancıklardan bir tanesi büyümeye bırakılır. O yeni sürgün güçlenmeye ve artık gerçek bir ağaç olmaya başladığında yanındaki ANA'sı kesilerek alınır. Böylece ağaç sayısında kayıp olmadan yola devam edilmiş olur.
Çocukken ağaç dikme bayramları olurdu. Ellerimizde küreklerle toprağı kazar, o minik fidanları kazdığımız çukurlara yerleştirir, çukuru kapatır ve ilk can suyunu verirdik. Ektiğim her fidandaki mutluluğum paha biçilmezdi.
Yazları Kumyaka'da iken yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini etrafa rastgele atarak, seneye belki oralarda birer meyve ağacı bulabileceğimiz oyununu oynardık.
Şimdilerde ağaçlarımız çoğalsın diye 'çekirdek saçma' kampanyası olduğunu biliyorum. Artık meyvelerin çekirdeklerini çöpe atmak yerine toprak alanlara atıyoruz. İçlerinden biri bile tutsa, biz onun tuttuğunu bilmesek de dünyaya bir ağaç kazandırmış oluyoruz.
Birer birer çoğaltmaya çalışılan bu ağaçların -budama mevsimi dışında- bir tek dalını kesmenin dahi yasak olduğu kanunlarla belirlenmiştir ve bunun cezası vardır diye biliyorum. Belediye'nin Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü'ne yapılacak olan bir şikâyetin Kaymakamlığa ulaşmasıyla yasal süreç başlayacaktır. Gereken incelemeler ve değerlendirmeler yapılacaktır diye düşünüyorum.
Doğaya, yaşadığımız kente ve halkına, geçmişimize ve geleceğimize sorumluluk duymak, bunu dalgalar halinde çevremize yaymak çok da zor olmasa gerek...
Sağlam bir dişin hoyratça çekilmesi gibi sökülüp atılmış ağaçlar yatıyordu yerlerde. Söküldükleri yerlerde kalmış çukurlar sanki kanıyordu…
Okuduklarıma ve gördüklerime inanamadım. Üstelik onca çözüm varken en kolayına kaçılması, çevre sakinlerinin seslenişlerine kulak asılmaması nasıl bir umursamazlıktır anlayamadım...
Bunların yaşanmasına neden olanların eğitim camiasından olmasıysa canımı ayrı bir yaktı. 'Eğitimci bunu böyle yaparsa' dedim…
Karacabey zaten yeterince yeşil bir kent değil. İklimi mi elvermez yoksa içinde yaşayanlar mı ağacı sevmez bilmem ama görünüm olarak yeşilden yoksun bir yer olduğu ortada. Büyük şehirlerin çakıl taşı görüntüsüne sahip ne yazık ki. Çamlık mevkinde kalan bir avuç çam ağacı dışında bütün şehirler gibi sadece mezarlıklarında ağaçları olan şehirlerdeniz biz de…
Hatırlıyorum; bir ara Karacabey girişindeki orta refüje yapay palmiyeler dikilmişti. O görünüm ne kadar da trajikomikti.
Yuvadır kuşlara,
Örtüdür toprağa,
Can verir doğaya,
Ormanlar yurdumda.
İlkokula gidip de “nakaratını yazdığım” bu çocuk şarkısını öğrenmeyen, neşeyle söylemeyen var mıdır?
Şimdi bile birisi bir satırını söylese gerisini getirip hemen 'Ormanlar Yurdumdaaa' deyiveririz. Minicik akıllarımızda bu şarkıyla yer etmiştir ağaç sevgisi.
Ağacın faydalarını sayıp dökmek yazıyı Fen Bilgisi Dersine döndürmekten öteye geçmez. Bunları zaten herkes biliyor.
Bir insan yetişir gibi yetişir bir ağaç da. Yaprak yaprak büyümesi bir sabır işidir. Tohumdan fidana, fidandan ağaca, ağaçtan da ormana döner geçen uzun yıllarla. Güneşle, yağmurla, karla, rüzgârla harmanlanır. Dallarıyla uzanır gökyüzüne boylu boyunca. Kökleriyle sarılır toprağa sımsıkı, daha derinlere iner yerinden edilmek istemezcesine...
Kurumaya başlayan ya da yaşlanmış bir ağacı yerinden alıp onu odun haline dönüştürmeden önce, ağacın devamını sağlamak için yapılan bir işlemi hatırlarım. Ağacın köklerinin toprakla buluştuğu yerden yüzeye minik sürgünler çıkar. Genç ağacın gücünü almaması için ağaca bağlı bu minik fidancıklar kırılır ve büyümelerine izin verilmez. Yaşlanmış ağaçlardaysa bu fidancıklardan bir tanesi büyümeye bırakılır. O yeni sürgün güçlenmeye ve artık gerçek bir ağaç olmaya başladığında yanındaki ANA'sı kesilerek alınır. Böylece ağaç sayısında kayıp olmadan yola devam edilmiş olur.
Çocukken ağaç dikme bayramları olurdu. Ellerimizde küreklerle toprağı kazar, o minik fidanları kazdığımız çukurlara yerleştirir, çukuru kapatır ve ilk can suyunu verirdik. Ektiğim her fidandaki mutluluğum paha biçilmezdi.
Yazları Kumyaka'da iken yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini etrafa rastgele atarak, seneye belki oralarda birer meyve ağacı bulabileceğimiz oyununu oynardık.
Şimdilerde ağaçlarımız çoğalsın diye 'çekirdek saçma' kampanyası olduğunu biliyorum. Artık meyvelerin çekirdeklerini çöpe atmak yerine toprak alanlara atıyoruz. İçlerinden biri bile tutsa, biz onun tuttuğunu bilmesek de dünyaya bir ağaç kazandırmış oluyoruz.
Birer birer çoğaltmaya çalışılan bu ağaçların -budama mevsimi dışında- bir tek dalını kesmenin dahi yasak olduğu kanunlarla belirlenmiştir ve bunun cezası vardır diye biliyorum. Belediye'nin Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü'ne yapılacak olan bir şikâyetin Kaymakamlığa ulaşmasıyla yasal süreç başlayacaktır. Gereken incelemeler ve değerlendirmeler yapılacaktır diye düşünüyorum.
Doğaya, yaşadığımız kente ve halkına, geçmişimize ve geleceğimize sorumluluk duymak, bunu dalgalar halinde çevremize yaymak çok da zor olmasa gerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder