Hep güzel şeylerden bahsetmek istiyorum yazılarımda aslında.
Hep olumlu bakan, olumlu düşündüren yazılarım olsun, okuyan insanların yüzünde tebessüm dolaşsın, bedenlerine mutluluk yayılsın istiyorum.
Kötü giden diğer her şeyi yazan o kadar çok ki. Ekonomiden siyasete her konuda yazan usta kalemler var, akademisyenler var, bilirkişiler var. Onların yanında bu konulara girip yazmak bana düşmez diye düşünüyorum.
Düşüncelerimi ortadan ikiye bölen, paramparça eden anlar olduğundaysa önlenemez bir 'konuşma ve yazma' arzusu doğuyor içimde. Televizyonlardaki haberleri izlerken, gazeteleri okurken, 'Dünya eskisinden kötü değil ama artık televizyon var' cümlesi ne kadar da doğru diyorum.
Benim memleketimde bu karmaşa ne zaman bitecek? Ne zaman huzura ereceğiz? Ne zaman bizim en alt çizgimizde yaşayanlar da insanî bir düzeye erişecek diye sorguluyorum.
Gelişmişliğin asıl göstergesinin üst sınırı ne kadar yükselttiğimiz değil de, alt sınırı ne kadar yukarılara çektiğimiz olduğunu bir kez de ben anlatmak istiyorum...
Ufak bir kitlenin limitsiz büyümesiyle, diğer insanların sefalet sınırında yaşamalarının ortalaması alınarak insan başına düşen gayrı safi millî hasıla' hesaplanmasının ve üstelik bu durumun da başarı gibi sunulmasının yanlışını bir kez de ben anlatmak istiyorum.
Başarı; eğer genele yayılmışsa gerçek bir başarı değil midir?
Son günlerde üniversitelilerin tepkilerini, seslerini duyurmaya çalışmalarını ve nasıl engellendiklerini izliyoruz. Üstelik acımasızca engellenmeye çalışan bu çocukların üzerinde ne bir silah ne de silah benzeri bir şey var. En büyük suçları silah olarak tavukların üreme sonuçlarını kullanmak. Espri ve zeka dolu sloganlar hazırlamak.
Onların bu tepkilerinden delice korkmak, ortalarda görünmemelerini istemek, her ne olursa olsun engellenmelerini sağlamak için birileri polise emir veriyor.
Emri veren kim? Baş komiser mi? Emniyet Amiri mi? İçişleri Bakanlığı mı? Bir basamak daha yukarıya çıkarsak kime ulaşacağız? Ya ondan sonraki basamakta kim var? Bizim çocuklarımızdan bu kadar korkan kim?
Devletin başında 40'lılar, 50'liler ve 60'lılar var. Peki şimdiki zamanda yaşayan ve ileride memleketi ellerine teslim edeceğimiz çocuklarımız kaç doğumlular?
90'lılar... 2000'liler... Arkadan sürekli yeni nesiller gelmekte
Bu çocuklar teknolojinin içine doğmuş çocuklar. Dünyayı iyi izleyebilen çocuklar.
Yurt dışına çıkmış olmasalar dahi oralarda yaşayan kendi yaşıtlarının sahip oldukları huzuru ve fırsat eşitliğini kendileri de yaşamak isteyen çocuklar.
Eskiden kalmış söylemlerle yapılan siyasetin, incir çekirdeğini doldurmayacak konularla meşgul edilen gündemin ne kadar trajikomik olduğunu algılayan çocuklar. Gerçekten yapılması gereken her şeyin ne kadar ertelendiğinin ve yavaşlatıldığının farkında olan ve buna kendi tarzlarınca tepki gösteren çocuklar.
Bunları mı susturmak istiyoruz?
Bunları mı o coplara ve biber gazlarına lâyık buluyoruz?
Bu travmaları yaşattığımız çocuklar mı bizim geleceğimizi devralacaklar?
Bu çocuklar mı sağlıklı ailelerle bir toplum oluşturacaklar?
Artık onlar ne X partisinin söylemlerini duymak istiyorlar, ne de Y partisini dinlemek istiyorlar. Konuşturmak dahi istemiyorlar. Kulaklarını kapatıyorlar
Onlar artık yeni şeyler istiyorlar. Yeni kelimeler, yeni cümleler, yeni hayatlar istiyorlar
. Kendilerine hitap edebilecek, ulaşabilecek ve kendilerini sevgiyle kucaklayabilecek, onlara değer veren yönetimler istiyorlar.
Bunu istemek mi en büyük suçları?
Onlar hepimizin çocukları. Ayşe Hanım'ın, Ali Bey'in üniversiteye girebilmeleri için kendi hayatlarından feragat ettiği çocukları. Tek tek hepsinin birer değer olduğu bu çocuklara yapılan bu muameleyi hak ettiklerini düşünmek hepimizin ayıbı olur.
Toplumlar kendi hak ettikleri biçimde yönetilirler denir.
Bu çocuklar sadece hak ettiklerinin "BU" olmadığını haykırıyorlar...
Bu sesleri susturmaya çalışmamak, bu seslerden korkmamak ve bu seslere kulak vermek haykırışlara verilecek en güzel cevap değil midir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder