17 Ağustos 1999 depremi ile deprem gerçeğini dibine kadar yaşayan Türkiye, İstanbul depreminin ardından geçen 18 yılda ne gibi çalışmalar yaptı diye gözler dururum hep.
Akademik odaların ya da belediyelerin düzenlediği deprem panelleri ve ekranlarda (özellikle de en ufak depremde ekranlarda görmeye alıştığımız, adeta hepsi ailemizin bir ferdi olan) deprem uzmanları görüşlerinin alındığı programlar ile hepimiz birer deprem uzmanı haline geldik.
Her şeyi biliyoruz.
Lakin sallanmaya başladığımız anda ya merdivenlerden aşağıya koşuyor, ya da camdan aşağıya atlıyoruz.
Aşağıya koşsan ne olur...
Merdivenleri başarıyla indin tamam, sonra kaçacak bir alanın mı var?
Toplanma alanları diye gösterilen "boşlukçuklarda" ancak 19 Mayıs'larda yapılan insan kuleleri kıvamında toplanılabilir.
O alanların dört bir yanı da kule gibi binalarla çevrilmiş zaten.
Hangisi önce yıkılsam da sokaklardaki insanları altıma alsam derdinde.
Onların yıkıldığını düşünsene bir...
Kırda bayırda yakalansan sadece yere yapışacağın ya da çömelerek durmasını bekleyeceğin bir sallantı oysa bu. 9 ve üzeri bir sallantı değilse şiddeti, sallanır sallanır geçer.
Ya şehirde yakalanınca...
Tüm derdimiz işte bu değil mi?
Şehirler...
İstanbul'un "düzenine" bakıyorum da;
Olası bir İstanbul depreminde kimse kurtarılmayı beklemesin diyorum.
Sağlam bir sallantıda İstanbul kendi kendini imha edecek ve ülkeyi de kendisi ile birlikte dibe çekecek...
O kadar sıkışık, o kadar üst üste, o kadar boşluksuz, o kadar dikey, o kadar sağlıksız ve o kadar büyük ekonomik yük yüklenmiş bir kent ki İstanbul, içinde yaşaması çok zor.
Bu ağır işçi kent bir felaket anında ise tamamen kimsesiz kalacak...
İstanbul öyle de Bursa farklı mı? Ya da diğer büyük şehirler...
Gün geçtikçe yeşil alanlar azalıp gri alanlar çoğalıyor.
Depreme dayanıklılığını deprem esnasında göreceğimiz binaların hepsi birbirinden daha yüksek olma savaşı veriyor.
Ki bir sallanmada o yüksek binalardan ne atlanabilecek ne de merdivenlerinden aşağıya inilebilecek...
Deprem ülkesi olarak binaları daha yatay ve daha az katlı yapmak lazım diyeceğim de, o kadar yayılacak alanımız yok.
Ki Japonya öyle yapmamış.
Dünyanın en hareketli bölgesinde yer alan el kadar adanın üzerine öyle bir yerleşmiş ve insanlarını de öyle bir eğitmiş ki, ada sürekli sallanıyor ama o devasa binaların birisi bile yıkılmıyor. Bizde olsa yüz kişinin yaralanacağı sallantılarda bir kişinin bile burnu kanamıyor.
"Japonlar yapmış ağbi!" değil mi?
Kısacası yaşadığın coğrafyayı bilecek, onu anlayacaksın.
Dünya bu, her zaman sallanacak.
Japonlar yapmışsa sen de yapacaksın.
Dünya sallanacak ama sen yıkılmayacaksın...
Akademik odaların ya da belediyelerin düzenlediği deprem panelleri ve ekranlarda (özellikle de en ufak depremde ekranlarda görmeye alıştığımız, adeta hepsi ailemizin bir ferdi olan) deprem uzmanları görüşlerinin alındığı programlar ile hepimiz birer deprem uzmanı haline geldik.
Her şeyi biliyoruz.
Lakin sallanmaya başladığımız anda ya merdivenlerden aşağıya koşuyor, ya da camdan aşağıya atlıyoruz.
Aşağıya koşsan ne olur...
Merdivenleri başarıyla indin tamam, sonra kaçacak bir alanın mı var?
Toplanma alanları diye gösterilen "boşlukçuklarda" ancak 19 Mayıs'larda yapılan insan kuleleri kıvamında toplanılabilir.
O alanların dört bir yanı da kule gibi binalarla çevrilmiş zaten.
Hangisi önce yıkılsam da sokaklardaki insanları altıma alsam derdinde.
Onların yıkıldığını düşünsene bir...
Kırda bayırda yakalansan sadece yere yapışacağın ya da çömelerek durmasını bekleyeceğin bir sallantı oysa bu. 9 ve üzeri bir sallantı değilse şiddeti, sallanır sallanır geçer.
Ya şehirde yakalanınca...
Tüm derdimiz işte bu değil mi?
Şehirler...
İstanbul'un "düzenine" bakıyorum da;
Olası bir İstanbul depreminde kimse kurtarılmayı beklemesin diyorum.
Sağlam bir sallantıda İstanbul kendi kendini imha edecek ve ülkeyi de kendisi ile birlikte dibe çekecek...
O kadar sıkışık, o kadar üst üste, o kadar boşluksuz, o kadar dikey, o kadar sağlıksız ve o kadar büyük ekonomik yük yüklenmiş bir kent ki İstanbul, içinde yaşaması çok zor.
Bu ağır işçi kent bir felaket anında ise tamamen kimsesiz kalacak...
İstanbul öyle de Bursa farklı mı? Ya da diğer büyük şehirler...
Gün geçtikçe yeşil alanlar azalıp gri alanlar çoğalıyor.
Depreme dayanıklılığını deprem esnasında göreceğimiz binaların hepsi birbirinden daha yüksek olma savaşı veriyor.
Ki bir sallanmada o yüksek binalardan ne atlanabilecek ne de merdivenlerinden aşağıya inilebilecek...
Deprem ülkesi olarak binaları daha yatay ve daha az katlı yapmak lazım diyeceğim de, o kadar yayılacak alanımız yok.
Ki Japonya öyle yapmamış.
Dünyanın en hareketli bölgesinde yer alan el kadar adanın üzerine öyle bir yerleşmiş ve insanlarını de öyle bir eğitmiş ki, ada sürekli sallanıyor ama o devasa binaların birisi bile yıkılmıyor. Bizde olsa yüz kişinin yaralanacağı sallantılarda bir kişinin bile burnu kanamıyor.
"Japonlar yapmış ağbi!" değil mi?
Kısacası yaşadığın coğrafyayı bilecek, onu anlayacaksın.
Dünya bu, her zaman sallanacak.
Japonlar yapmışsa sen de yapacaksın.
Dünya sallanacak ama sen yıkılmayacaksın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder