İnsanların üzerine tavuklara yem atar gibi çay atılması, o insanların da gelinin arkasını dönüp fırlattığı gelin çiçeğini kapmak için yarışan genç kızlar gibi çay paketlerini yakalamaya çalışmaları benim çok zoruma gidiyor açıkçası. Atılan çayları kapmaya çalışan insanlar hakikaten 1 paket çaya muhtaçlar mı, yoksa beleşten 1 paket çayın kime ne zararı var mı diyorlar, o da ayrı mevzu.
Ömer Seyfettin’in Diyet hikâyesindeki gibi, yardıma muhtaç bir kişiye yardım ederken onun onurunu yerle bir etme hakkını da satın aldığınızı mı düşünüyorsunuz?
Hoş, günümüzde
her şey göstermelik hale geldiği ve çağ da “Algı Çağı” olduğu için
çok da kınamamak lazım.
“Göstermeyeceksek
tatile gitmenin ne anlamı var, göstermeyeceksek yeni bir evin ne anlamı var,
göstermeyeceksek yeni bir gözlüğün ne anlamı var, göstermeyeceksek fotoğraf
çekmenin ne anlamı var, göstermeyeceksek
evlenmenin, hamile kalmanın, çocuk doğurmanın ve çocuk büyütmenin ne anlamı
var, göstermeyeceksek yardım etmenin ne anlamı var?”
Onlar da her
şeyi göstere göstere yapıyorlar işte. Yardımı da, çıkışmayı da, posta koymayı
da, siyaseti de, aşureyi de...
Kadrolu izleyiciler
Karadenizlileri
tümden “gömmeyelim” tabii ki. Sadece sahnenin önündekilere ve
sahnenin üzerindekilere, yani, SAHNE’de yaşananlara bakalım. Sahnede başrol
oyuncusu var, figüran var, izleyici var, alkışçı var. Kadro tamam. Ve sahne!
Kameralar,
koro, alkışlar, çaylarrrrrr!
30 Ağustos’ta
da Anıtkabir’deydi bu kadro. Bu kez Cumhurbaşkanı onların üzerine bir şey
atmadı, Cumhurbaşkanı merdivenlerde
görününce onlar slogan atmaya başladılar. Evet evet, Anıtkabir’de attılar
sloganı. “Receep Tayyiiip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan!”
Kimisi
tedirgin, kimisi coşkulu haykırdı. Sesler birbirine karıştı, sesler bir
yükseldi bir alçaldı, ortaya çok sesli bir "slogan atma etkinliği"
çıktı.
Yahu, bu
gösterileri kim akıl ediyorsa biraz daha özen göstersin, mizansenler pek bir
"mizansen"...
Çaya geri dönelim.
Çay
paketlerini kapışanlara bakıp, “Daha birkaç gün önce selde evleri barkları
gitmiş, ne afetin sebebini sorguluyorlar ne bir şey, 3-5 içimlik çay peşine
düşmüşler, birkaç kilometre gitseler her yer çay bahçesi, Karadeniz
demek Çay demek.” diyoruz.
Lakin, terzinin eteği sökük olur.
Çaykur sayfasından
çay fiyatlarına şöyle bir göz attım da, Çaykur Tiryaki Çayı 1000 gr 35,65 TL
imiş, Çaykur Rize Turist Çay 1000 gr 33,50 TL. Çay da almış başını gitmiş
kısacası. Ne yalan söyleyeyim, bizim evde sürümü çok olmadığından dolayı çay
piyasasından pek haberdar değildim. Akşam saati markete gittiğimde Çaykur Tiryaki çayının kaçtan satıldığına dikkat ettim. Fiyat, 32,75’ti.
Çay piyasası
üzerine bir şeyler okumak isteyip, Google’a danışınca, karşıma 13 Ekim 2017
tarihli bir yazı çıktı. Dünya Gazetesinden Ercan Üslü’nün haberinde Çaykur
Üretim Planlama Müdürü Hilmi Kocabey, Türkiye’de tüketicinin çayın kalitesinden
önce fiyatına baktığını söylemiş.
Aynı haberde “Çayda Küresel Tablo" rakamları da yer almış:
* Türkiye çay üretim maliyeti 3.47 dolar. Bu rakam dünyada
ortalama 2.40 dolar seviyelerinde.
* Dünyada 1995’te 2.5 milyon ton, 2016’da 5 milyon 563 bin
ton çay üretimi oldu. 2030’da 7 milyon 765 bin tona çıkacağı öngörülüyor.
* Her yıl %5 büyüyen sektörün 2020’de 30 milyar dolar
büyüklüğe ulaşması bekleniyor.
* Üretim-tüketim makası açılıyor. Dünyada 2016 üretimi 5
milyon 563 ton iken, tüketim 5 milyon 114 ton oldu. 2030’da üretim 7 milyon 765
tona çıkacak, tüketim 6.4 milyon tonda kalacak.
* Türkiye’de sektör yıllık 800 milyon dolar büyüklüğe sahip
* 45 ülkede üretim var. Çin, 943 bin hektarla birinci
sırada. Türkiye, 77 bin hektarla Hindistan, Sri Lanka, Kenya ve Endonezya’nın
ardından 6’ncı sırada.
* Dünya kuru çay üretiminde Hindistan 845 bin tonluk
üretimle 1’inci sırada. Çin, 820 bin tonla ikinci sırada. Türkiye, Sri Lanka ve
Kenya’dan sonra 200 bin tonu aşkın üretimiyle 5’inci sırada.
Kapış Kapış
Çayı bir
kenara bırakıp “kapış kapış kapışmaya” geri dönelim.
Afet
alanlarında çok gördük bu kapışmayı, paylaşmamayı, hakkını razı olmayışı.
Sıraya girmek yok, nizam yok, düzen yok, beklemek yok, diğer afetzedelere de
kalsın demek yok. Kapabildiğin kadarını kapıp hepsini kendine saklamak var.
Yardımı dağıtan
ayrı hoyrat, alan ayrı.
Kuyruk yok, fırlatma var!
“70’li yıllarda
tüp kuyrukları vardı!” deyip o dönemler küçümsenir hep. O kuyrukları ben de
biliyorum. Kimse böyle nizamsız ve kapış kapış değildi. Herkes sırada efendi efendi beklerdi. Başkasının hakkına tasallut etmezdi.
Şimdi kuyruklarda beklemiyoruz, her gün artan zamlar, pardon fiyat ayarlamaları, sayesinde sepet her geçen gün daha az ürünle doluyor. Hayrına yapılan dağıtımlarda da çayı şekeri kafamıza kafamıza yiyiyoruz.
İnsanca
yaşamayanlardan insanca davranmalarını beklememeli miyiz diye soruyor insan kendi
kendine. Peki ya insanca yaşamak nedir diye soruyor sonra da. Teknesi ya da
arabası olmak, paraya para dememek mi? Yoksa, kimseye muhtaç olmayacak şekilde
yaşayabilmek, barınabilmek, ısınabilmek, temel gıda maddelerine ulaşabilmek,
eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek, açlıktan ve soğuktan ölmemek,
bir bardak tavşan kanı çayı ağız tadıyla içebilmek midir?
Herkesin insanca yaşam tanımı farklı oldu artık.
Sabahattin Ali’nin dediği gibi; “Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı?”
Oy oy oy, Oy Korona
Bir de mitinglerin
Koronavirüs yanı var ki evlere şenlik.
Sayın büyüklerimiz; öncelikle, milli
bayramlara katılımı sınırlayarak bizlerin sağlığını koruduğunuz için sizlere çok teşekkür
ediyoruz.
Lakin cami açılışı, miting ve toplantılara davet ettiğiniz halkın sağlığını hiç
düşünmediğinizi düşünüp üzülüyoruz.
Böyle zamanlarda virüsler omuzdan omuza atlaya atlaya halay çekiyorlardır ihtimal. Ancak, olan sağlık ordusuna ve kendini korumaya çalışan masum insanlara oluyor. Ona yanarım...
“Alan razı satan razı” mı?
Bunları
söylediğime bakıp “Halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyorsun!” diyenler çıkabilir.
Onlar halka çay
fırlatınca bir şey olmuyor, halk fırlatılan çayı almak için birbirini ezince
bir şey olmuyor, ben bunları söyleyince halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyor oluyorum diyorsunuz yani.
Yani elleme, biz böyle iyiyiz mi diyorsunuz?
Alan razı satan razı, sana ne oluyor mu diyorsunuz?
Ne demek bana
ne oluyor?
Bu toplumda yaşadığıma göre tabii ki bana da çok şey oluyor.
Öncelikle, bu görüntüler benim çok zoruma gidiyor.
Halkın 1 paket çaya muhtaç olması zoruma gidiyor.
Atamızın “Aziz Türk Milleti!” ya da “Efendiler!” ya da “Ey kahraman Türk kadını!” ya da “Hanımefendiler, beyefendiler!” sözleriyle hitap ettiği Türk ulusunun insanlarına böyle muamele edilmesi zoruma gidiyor.
İnsanların böyle muameleye alışmış olması, onların da birbirlerine böyle davranması, toplumun tümden sevgisiz ve saygısız bir hale dönüşmesi zoruma gidiyor.
Gelir ve fırsat eşitsizliğinin bu kadar yüksek olması zoruma
gidiyor.
Ha bir de;
Sürekli “Cumhurbaşkanı’nın Halkı” denmesi zoruma gidiyor.
Doğrusu, “Halkın Cumhurbaşkanı” olacak. Yani, Cumhur’un Başkanı.
Aman yanlış anla(t)ma olmasın...
3 Eylül 2020 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder