25 Eylül 2020 tarihli haberde; ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin 3 Kasım’da düzenlenecek seçimlerin ardından yarışı kaybetmesi halinde barışçıl bir devir teslimi kabul etme taahhüdünde bulunmayı reddeden Başkan Donald Trump’a, “Türkiye’de değilsiniz, Kuzey Kore’de değilsiniz. Rusya’da ve Suudi Arabistan’da da değilsiniz. Sayın Başkan Amerika Birleşik Devletleri’ndesiniz ve burası bir demokrasi ülkesidir. Neden ABD Anayasası’na göre ettiğiniz yemine bağlı kalmaya çalışmıyorsunuz?” dediği yazıyordu.
Pelosi’nin “Türkiye’de değilsiniz!” çıkışına, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan tepki geldi ve Çavuşoğlu, Pelosi’ye “Türk milletinin iradesine saygı duymayı öğreneceksiniz.” dedi.
26 Eylül 2020
Bu söz ile, “Türk milleti 18 yıldır aralıksız Ak Parti’yi, daha doğrusu, Recep Tayyip Erdoğan’ı seve seve seçiyor, bizde demokrasi var, siz kendinize bakın!” dedi.
Çavuşoğlunun tepkisi “Hıh, sen kendine bak!” kıvamındaydı. Bu da, “Evet, dediklerin doğru ama sen de bizden aşağı değilsin, eksiğin yok fazlan var!” demek oluyordu herhalde.
Yıllardır içinde bulunduğumuz baskı ve korku düzeni dışarıdan böyle görünüyormuş demek ki diye düşünmedi.
Suudi Arabistan, Kuzey Kore ve Rusya ile aynı kazanda kaynadığımıza kızdı ama sade bir vatandaşın dahi şu soruların soracağını hesaplamadı.
Mesela;
Sayın Erdoğan sürekli “Ben ne dersem o!” demiyor mu?
Sayın Erdoğan makamı bırakmamak için hangi kanunu çıkartacağını şaşırmıyor mu?
Sayın Erdoğan sonucu beğenmezse seçim iptal ettirmiyor mu?
Sayın Erdoğan seçilmiş belediye başkanlarının yerine atanmış kişileri getirmiyor mu?
Memlekette sayın Erdoğan’dan habersiz kuş uçabiliyor mu?
Bakanlar tarafından yapılan her açıklamaya, verilen her beyanata, başına Sayın Erdoğan’ın adı zikredilmeden başlanabiliyor mu?
Sayın Erdoğan en yakın camiye giderken dahi kendisine yüz tane araba, bin tane koruma eşlik etmiyor mu?
Sayın Erdoğan "Rabbim affetsin" deyince hemen affedilmiyor mu?
Sayın Erdoğan Beştepe’deki sarayın haricinde her köşe bucağa bir saray, bir köşk, bir konak yaptırıp, maaile tatil yapmıyor mu?
Sayın Erdoğan geniş ailesi, ailesine devlet katlarında yer vermesi ve sürekli Osmanlı’yı gündeme getirmesi ile memlekette yeni bir haneden kuruluyor görüntüsü vermiyor mu?
Sayın Erdoğan’ın ailesi alışveriş için mağaza kapatıp, en en en pahalı ürünleri peynir-ekmek alır gibi satın almıyor mu?
Sayın Erdoğan kendisi hakkında çıkan en ufak bir muhalif sesi dahi itinayla susturmuyor mu?
Sayın Erdoğan prompterdan okuyacağı bir metin yoksa eğer halkın ya da gazetecilerin karşısına çıkabiliyor mu?
Sayın Erdoğan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Aziz Türk milleti!” sözleriyle seslendiği Türk milletinin üzerine çay paketleri fırlatmıyor mu?
Ve ve ve ve,
Ülkenin profili her geçen gün bir Arap ülkesine benzemiyor mu?
ABD’ye bakacak olursak, Donald Trump da Erdoğan gibi davranmıyor mu?
“Türkiye Küçük Amerika olacak derken Amerika Büyük Türkiye oldu!” denmiyor mu?
Yazımın burasında 21 Ocak 2017 tarihine yazdığım “Süleyman Hep Başbakan” başlıklı yazıya gidelim ve görev süresi dolunca gidenler ile koltuğu bırakıp gidemeyenlere şöyle bir göz atalım:
Sezen Aksu’nun “Gidemem, gitmem” şarkısını bilirsiniz. Hayatımızın neredeyse temel taşı olmuştur şarkıdaki bu sözcükler.
Nasıl bir vefaysa artık…
Gidemeyenler arasında en bilineni olan ve Türk siyasetine damga vuran, 6 kere gidip 7 kere gelen 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’i hatırlayın mesela.
“Süleyman hep başbakan” diye şarkısını bile yapmıştı Fikret Kızılok.
Demirel 7 yıl cumhurbaşkanlığı yapmış, 7 farklı hükümette görev almış ve 10 yıldan fazla başbakanlık yapmıştı.
Kızılok’un dediği kadar vardı kısacası.
Şöyle bir araştırdım da; bu şarkı ve Demirel’in elli yıllık siyasi hayatından karelerin yer aldığı şarkı klibi için hiçbir aykırı söz söylenip, Kızılok için hiçbir dava açılmamış.
Demirel kendisiyle o kadar barışıktı ki, güler geçerdi bu tarz eleştirilere.
Barışıklığı ve aldırmazlığı gidiş-gelişlerin sayısından de belli değil mi zaten?
Gidemeyenler arasında “Bizi ancak ölüm ayırır” diyerek koltuğuna yapışıp da bir türlü ayrılamayan bürokratlar da vardır, miadı dolmuş bir ilişkiyi sürdürmeye çalışıp sürünenler de.
Vefalı olmak güzel bir şey elbette ama vakti geldiğinde gitmeyi de bilebilmeli insan.
Hele ki söz konusu ‘hizmet’ ise yerini yeni gelene devredebilmeyi bilmeli.
Bunu yenilgi olarak değil de, bir çeşit bayrak yarışı olarak görüp, bayrağı arkadan gelen taze nefese layıkıyla teslim edebilmeli ve tecrübelerini bilgelikle paylaşabilmeli.
Gitmem de gitmem diyerek ve kalmak için her yolu mubah sayıp direnerek karizmayı çizdirmemeli.
Eninde sonunda gideceksin nasılsa, vakitlice git de bari gidişin muhteşem olsun…
Biz böyleyiz işte,
Gidemiyoruz bir türlü.
Ne makamdan, ne kurumdan, ne de dosttan arkadaştan ayrılamıyoruz, kopamıyoruz.
Hele de o kaynaktan besleniyorsak, yani makam ile var olmuşsak, makama değer katmak yerine makamdan değer alıyorsak kat’iyetle o makamı bırakamıyoruz.
Kendi içimizde güçlü olmuş olsak eyvallah deyip gitmeyi de bilirdik ya, hep zayıflıktan işte.
Hep tutunarak yaşamaktan…
****
Demirel gitti gitti geldi demiştim yazının başında. 1965 yılında Türkiye’nin 30. Başbakanı olarak başladığı siyasi koşusuna 1993 yılında kulvar değiştirip 9. Cumhurbaşkanı olarak devam etmiş, görev süresinin bitimine doğru cumhurbaşkanlığı süresinin beş yıl daha uzatılmasını öngören T.C. Anayasası’nın 101. maddesi ilgili değişiklik teklifinin 5 Nisan 2000 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmesiyle 2000 yılında Köşk’e (mecburen) veda etmişti.
Bu yıllar arasından ABD’de, Lyndon B. Johnson (1963–1969), Richard Nixon (1969–1974), Gerald Ford (1974–1977), Jimmy Carter (1977–1981), Ronald Reagan (1981–1989), George H. W. Bush (1989–1993), Bill Clinton (1993–2001) olmak üzere 7 adet başkan değişmişti.
Biri gitmiş, diğeri gelmişti.
Rusya da ABD’den farklı değil.
İngiltere de…
Onlarda kişiler böyle değişip dururken ve bu değişimlerde sıkıntı yaşanmıyorken bizim aynı kişilere takılıp kalmamız bizden mi kaynaklanıyordu, yoksa kişilerden mi?
Biz mi seçmeyi bilmiyorduk, yoksa seçtiklerimiz mi gitmeyi bilmiyordu?
Israrcı olan biz miydik, yoksa onlar mı?
Üzülerek söylüyorum ki, galiba seçtiklerimizin gidecek başka hayatları yoktu.
Yazık…
Trump’ın da mı gidecek başka hayatı yok yoksa, ne dersiniz?
26 Eylül 2020 / C.E.Y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder