25 Mart 2011 Cuma

Bu çocuğa kim bakacak?

Ortalarda kalan çocuklar vardır hani…
Hani anne-babası çalıştığı için kendisinin bir bakıcıya teslim edildiği çocuklar.
Her sabah ebeveynlerinle birlikte evden çıkıp kendisini bakanın evine götürülen ya da eve gelen bakıcıyla birlikte evde kalıp anne-babasının dönüşünü sabırsızlıkla ve özlemle bekleyen.
Kendisine bakana ‘anne’ diyen. Büyüdükçe annesinin kendisini bırakıp gidişine hırslandıkça hırslanan, o bırakılmalarla birlikte küçücük ruhunda ilk yalnızlık duygularını yaşayan.
Tek maaşla geçinmenin neredeyse imkânsız olduğu, kadınların da çalışma hayatında yer aldığı bu zamanlarda doğacak çocukların kime emanet edileceği en büyük problem olarak çıkıyor insanların karşısına. Ya aile büyükleri ya da ücretli bakıcılar üstleniyorlar bu sorumluluğu. Kadının çalıştığı tek ülke biz değiliz elbette ama çalışan kadının çocuğuna nasıl bakılacağının epeyce büyük bir problem olduğu bir ülkeyiz desek yalan olmaz. Çocuğun bakımı konusu sadece çalışan annelerin değil, ayrılmış anne-babaların da problemi. Hele de çocuğun kimde kalacağına karar verildiği velayet davaları sanki birer güç gösterisi. Oysa çocuk ne sadece annenindir, ne de sadece babanın. Çocuk ikisini birlikte ister. Anne-babalar birbirlerinden ayrılsalar dahi birinden birini yok saymak çocuğun ilerideki hayatının dengesini bozmaktan başka bir işe yaramaz.
Çocuk bakımı konusunda sorgulanacak o kadar çok şey var ki;
Eğitim seviyeleri yüksek kişilerin işlerinin başına giderken en kıymetli varlıkları olan çocuklarını teslim ettikleri kişilerin ne kadar eğitimli oldukları sorgulanmalı mesela.
Karısından ayrılırken velayetini kendi üzerine aldığı çocuğunu annesinden koparıp bakıcılara teslim eden erkeğin, o çocuğa bakacak insana çocuğunun öz annesinden daha çok güvenmesi sorgulanmalı.
Çocuklarının başına neler gelebileceğini düşünmeden sokak ortasında bırakıp bir daha da çocuklarını arayıp sormayan öz anne-babalar sorgulanmalı. İki yaşındaki çocuğu tek başına bahçede ya da sokakta bırakabilen, sonra da o çocuğun başına gelen her şeyde yana yakıla isyan eden ebeveynler sorgulanmalı.
Dünyaya gelmesi çocuğun kendi suçuymuşçasına o çocuğu dayaktan geçirerek cezalandıran, itip-kakan öz anneler, öz babalar sorgulanmalı.
Kimsesiz kalmış çocuklara bakacağının taahhüdünü vermiş olan devlet kurumlarının, o çocukların bakımında çalıştırmak için ne kadar ehil kişiler seçtikleri sorgulanmalı.
Sadece ebeveyn olma hakkını kullanarak çocuğa olmadık eziyetler edenlere kimsenin hesap sormadığı, o çocuklara sahip çıkmadığı devlet sorgulanmalı.
Bu eziyetlerden bunalıp evinden kaçan çocukların sokaklarda düştüğü tuzaklar, çektiği cefalar yağmurdan kaçarken doluya tutulmak lâfının en çarpıcı örneği değil midir?
Çocuğun da büyüyebileceğini, ömrü boyunca çocuk kalmayacağını idrak edemeyen insanların elinde büyüyen çocukların oluşturduğu toplum ne kadar sağlıklı olabilir?
Kimsesiz ya da bakıma muhtaç çocukların yaşadığı bakım evlerinin kapalı kapılarının ardında neler olduğu zaman zaman dışarıya sızdı.
Sızanlar tüylerimizi diken diken etti. Etti ve sonra da unutulup gitti.
Kim bilir içeride yaşanıp da dışarıya sızamayan daha neler var.
İnsanın aklından bin türlü soru geçiyor:
Oralara bakıcı olarak alınacak insanlar seçilirken, herhangi bir maaşlı işçiden daha farklı özelliklere sahip olmaları aranmaz mı?
Bu çocukların bakımı için en düşük ücretle çalıştırılabilecek en kifayetsiz insanlar mı seçilir özellikle
Ortam temizliği ve ortam bakımı yapan kişiden çocuk bakımı ve eğitimi yapması nasıl beklenilebilir?
Belki de evlerinde kendi çocuklarına dahi gereken özeni göstermeyen bu insanlar başkalarının çocuklarına ne kadar özenli yaklaşırlar?
Onlara anne ihtimamıyla yaklaşacak bu konuda eğitimli insanlarımız yok mudur?
On sekiz yaşlarına geldiklerinde kurum dışına bırakılan bu çocuklar o yaşlarına gelene kadar kendi ayaklarının üzerinde durabilecek hale getirilmişler midir?
O çocuklara sevgiyle birlikte ‘gelecek’ de verilmiş midir?
Hem sevgisiz, hem de geleceksiz mi bırakılmışlardır yoksa?
Yoksa önce ailelerinin terk ettiği bu çocuklar her türlü zalim davranışı hak mı ediyorlardır?
Bu eziyetlere mi müstahaktırlar? Suçlu onlar mıdır?
Kendimiz güvende olduğumuz sürece aklımızın köşesinden geçmeyen o çocuklar büyüyüp de hiç olmadık yerlerde karşımıza çıkabiliyorlar. Ne yazık ki bu kesişmelerde ilahî denge çok acı bir şekilde sağlanıyor. Gözümüz gibi bakıp büyüttüğümüz, türlü imkânlarla donattığımız çocuğumuzun elinde gördükleri bir telefon için, hatta ceplerine koyduğumuz cüz’i harçlıklar için gözümüzün nuru çocuğumuzu bir an bile düşünmeden katledebiliyorlar.
Fırsat eşitsizliğinin eşitlendiği bu durumlarda her iki taraf da bu yangından nasibini alıyor.
Sıcacık yuvasında güven içinde büyüyen kıymetlimiz, sevgi yüzü görmemiş, aşağılanmaktan ve dayaktan başka bir şey yaşamamış o çocukla aynı dünyada yaşadığı sürece bu kesişmeler kaçınılmaz.
Devlet; en üst birimden en alt birime kadar ‘çocuk’un anlamını ‘kendi çocuğu’ olarak anlamaktan ileriye gidemediği sürece bunun bedelini tek tek hepimiz acı bir şekilde ödemeye mahkûmuz.
25 Mart 2011 / C.E.Y.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder