Hiç değişmeyen yasaklarımız son hızla yasaklanmaya devam ediyor. Yazmak yasak, düşünmek yasak, hele hele de ‘yasak düşünceler'i yazmak küllüm yasak...
Yani belli bir kalıbın dışında olan her şey yasak.
Hadi yazmak-çizmek engellendi. Ya düşünmek nasıl engellenecek? En derin hücrelere dahi atılsa kimin ne düşüneceği nasıl yönlendirilecek?
İnsanların beyinlerinin içine mi girilecek? Beyinleri mi boşaltılacak? Yerine yeni beyinler mi yerleştirilecek, ne yapılacak?
Şu dünyada milyarlarca kişinin aynı şeyi düşünmesi mümkün müdür Allah aşkına? Hem o zaman ne tadı kalırdı hayatın.
İnsan farklılıklarıyla zenginlik katmıyor mu yaşadığı dünyaya? İlla ki baskıcı ve dayatmacı olup insanları tek tipe indirmek midir başarı?
Üstelik ‘bizim gibi düşünüyor' sandığınız insanların ne kadar sizin gibi düşünüyor' olduğunu nereden bileceksiniz? Dışları sizin gibidir belki ama düşüncelerine ulaşamadığınız için içlerinde kimin ‘kim gibi' olduğunu asla bilemezsiniz?
Ki dayatmacı toplumlarda kendini ortaya çıkartmadan saman altından su yürütüp işlerini halleden insanlar türer.
Can korkusuyla hayatta kalabilmek için "-mış" gibi yaparlar. Hâttâ esas korkulması gerekenler de bence onlardır. Dürüstçe fikirlerini söyleyenlerden niye korkulsun ki?
İnsan gittiği yoldan eminse, kendisine yapılacak bütün saldırılara geçtiği yollarda bıraktıklarıyla cevap verir. Arka sokaklara sapan, oralarda dolanan, oraların karanlığına bulananlar içinse korkmak elbette ki çok doğal bir duygu.
O zaman da gizlenmesi gerekenlerin ortaya çıkmaması için çevreye korku salmak başvurulacak en iyi yol. Tamam da, çözüm değil.
Sorarım size bugüne kadar hangi sistem korkutarak ve sindirerek devamlılığını sağlamış?
Ben bunu baskıcı aile babalarının evde kurdukları düzene benzetirim. Hani onlar hep kendi dediklerini yaptırırlar, hep korkuturlar, bağırırlar, şiddet uygularlar, evin içinde her kim varsa hepsini sindirirler ya. Çevrelerindekiler de korkudan ses çıkartamazlar.
Konuşamadıkları, düşündüklerini söyleyemedikleri için de içten içe büyük bir nefret biriktirmeye başlarlar.
Zaman içinde ya o korkuya isyan edercesine en olmayacak işlere kalkışırlar, ya da korkutulamayacakları günü beklerler.
O gün geldiğinde 'Kurt kocayınca köpeğin maskarası olur' lâfındaki gibi ne sadakat kalır ortada, ne de itaat.
Hepsi yerle bir olur gider.
Hem; hangi insan, hangi düşünce kusursuzdur? İlla ki birileri diğerlerinin düşüncesinden farklıdır, diğerini beğenmiyordur. Herkesi memnun etmek mümkün değil elbette ama düşünce farklılıklarına ilişmeden, yapılan hizmetlerle memnuniyetsizlerin sayısını en aza indirmek de eline güç verilmişlerin vazifesi değil midir?
Görüşlerin farklılığı başka şey, yanlış yapmak başka şey. Bambaşka görüşlerle dop doğru işler yapılabilir. Sonuç itibariyle herkes devletin bekası için vazife başında. Ha o görüşle, ha bu görüşle. Devletin ve o devletin bütün halkının çıkarları gözetilmeyecekse gözetilecek olan nedir? Başka millet insanlarının menfaatleri mi?
Zaman zaman da garipleşiyoruz. Bir bakıyoruz düşüncelerinden dolayı memleketten sürdüğümüz insan gün gelmiş kahraman olmuş. Caddelere sokaklara adı verilmiş. Bir bakıyoruz işi kötü düşünmekten çıkartıp kötü icraata dökmüş kişi elini kolunu sallayarak dışarılarda gezmekte. İnsan bu ne perhiz bu ne lahana turşusu' demekten kendini alamıyor.
Hepimiz kusursuz olduğumuzu düşünüyoruz. Hatalarımızı kabul edemiyoruz.
Söylenenlere kulaklarımızı kapatıyoruz.
Oysa insanız, programlanmış yapay yaratıklar değiliz.
Hatalarımızdan ders alarak doğruyu buluyoruz. Yeter ki bulmak isteyelim.
Eleştiriler olduğu zaman esasen eleştirene değil de, eleştirilecek durumlar yarattığımız için kendimize kızıyoruz belki. Galiba kendimize olan bu kızgınlığımız karşı tarafa yansıyıp şiddete dönüşüyor. İçimizde büyüyen bu öfkeyle elimizdeki kılıcı rast gele sallayıp önümüze ne gelirse kılıçtan geçiriyoruz.
Sağ kalanlar bizi ne kadar memnun ediyor. Yalandan alkışlar, yalandan onaylanmalar. Geceleri yatağımıza yattığımıza 'Aman Allahım, ben ne kadar başarılıyım, ne kadar muhteşemim!' mi diyoruz acaba? Bunun kendimizi kandırmaktan öte bir şey olmadığını bilmezden mi geliyoruz.
Bazen 'Kral çıplak!' diyenlere de kulak vermek gerek. Hele de bu cümleyi seslendirenlerin sayısı gittikçe fazlalaşıyorsa, o sesleri susturmak yerine o seslere biraz kulak vermek daha akıllıca değil mi?
Alkışlar insanın hazzınızı arttırır ama bilgiyi arttıran eleştiriler değil midir?
Yapıcı eleştiriler her zaman samimidir, dosttur, insana doğruyu buldurur. Gereksiz eleştirilerse gizli kıskançlıklardır. Hangisinin yapıcı, hangisinin yıkıcı olduğunu nasıl ayırt edebileceğimiz de artık bizim hislerimize ve mantığımıza kalmış.
Şu dünyada eşit dağıtılıp dağıtılmadığından şikayet edilmeyen tek bir konu var; o da AKIL. Herkes kendi aklından o kadar memnun ki; hani akıl olup pazarda satılacak olsa herkes yine kendi aklını alır.
Akıllı insan kendi aklını kullanırken, daha akıllı insan başkalarının da aklını kullanmayı bilir. Başka akıllara da kıymet verir. İşte gerçek başarıya en yakın insan da o insandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder