Fotoğraf: Serhat Uçak |
İçerideki yakınının ölüsüne ya da dirisine ulaşmak için yıkılmış evinin önünden ayrılamayan, beklediğine kavuştuğunda dahi evini bırakamayan insanlar yavaş yavaş ümidi kesip, yıllardır yaşadıkları şehirden ayrılıyorlar. Planlı bir göç değil, zorunlu bir göç onlarınki. Evinden bir çorap dahi alamadan, arkasında bir harabe ve can bırakarak, küskün, yılgın, ümitsiz, yıkılmış bir halde koyuluyorlar yola.
Birikimleri ile edindikleri evleri barkları yok artık. İş yerleri yıkılmış, işleri de yok. Gözünün çiçeğine baktığı evlatları, ana babaları yok. İlmek ilmek dokudukları hayatları yok.
Ellerinde kalan, güzel şehirlerinin sokaklarında yaşadıkları güzel anılar. Mini mini bir öğrenci olup, annesinin elinden tutup gittiği ilk okul, yıllarını birlikte geçirdiği okul arkadaşı Neşe, ekmek aldığı fırın, köşede mahalle bakkalı, mahallenin yaramazı Sadık'ın büyüdüğü ev, annesinin arkadaşı Ayşe teyzenin kendilerine komşu olan evi, anne babasıyla huzur içinde yaşadığı baba evi, köşeyi dönünce meydan, biraz ilerisinde ilk gençlik yıllarını geçirdiği lise, ilk aşkı, sırtını dayayıp ilk sigarasını yaktığı duvar, iki sokak arkada şimdi eşi olan nişanlısının evi, öte mahallede evlendikleri düğün salonu, diğer sokakta evlendikten sonraki ilk evi. Çoğunun yerinde yeller eseli çok olmuştu zaten. Eskiler yıkılmış, yerlerine yeni yeni, pırıl pırıl, yüksek yüksek binalar yapılmıştı. O da bu yeni evlerden birine taşınmıştı güle oynaya. Yeni komşular edinmiş, yeni anılar biriktirmişti. Ve şimdi karşısında çocuklarını büyüttüğü, hükümdarı olduğu, acı tatlı yıllarını geçirdiği, taş taş üzerine koyarak edindiği, şimdi moloz yığınına dönmüş evi duruyordu. Diğerleri de farklı değildi. Evlerin kimi yan yatmış, kimi arkaya yuvarlanmış, kimi üst üste yığılmış, kimi toprağa beline kadar gömülmüştü.
Enkaz altında kalmış koskoca hayatlardı hepsi...
Buralarda durulmazdı artık.
Bu viranelerin üzerine yeni bir hayat kurulmazdı.
Yine yıkılacak korkusuyla yaşanmazdı...
Göçmek, hayata tutunmak, hayata karışmak, yeni anılar oluşturmak lazımdı.
Göçmek ama nasıl? Savaştan kaçarak göçmek gibi bir şey afet bölgesinden ayrılmak.
Bir saat içinde evden ayrılacaksın ve yanına iki çanta alacaksın denmesi başka; kendi kararınca ya da vazife dolayısıyla bir kentten bir kente taşınmak başka.
Gözü hiçbir şey görmemecesine, yaşadığı korku ve acıyı atlatıp, hayata yeniden, sıfırdan başlamak bambaşka. Hiç kolay değil... Ama imkansız da değil.
Yüz binlerce yıldır göçlerle şekillendi dünya. Göç etmese kıtlıktan kırılır, afetlerle yok olur giderdi insan evladı.
Hep daha iyiye, daha güzele, daha verimliye doğru ilerledi insan.
Çok kurban verdi ilerlerken. Kalanlar yeni topluluklar kurup insan neslinin devamlılığını sağladı. Ki bugün buradayız...
Hepimizin hikâyesinde göç var.
Çok uzak değil, Osmanlı tebaası Türklerin Anadolu'ya göçmesine sebep olan Birinci Dünya Savaşı benim iki nesil arkamda. Anneannem, babaannem, dedem ve aileleri göçün tüm acılarını yaşadılar. Kaçtılar, geldiler, iş güç kurdular, evlenip çoğaldılar ve o azim sayesinde soylarını sürdürdüler. Göçün izlerini taşıdılar, geçmiş hayatlarının özlemi ile yanıp tutuştular, anlattıkları ile köklerimizi bizim belleklerimize kazıdılar.
Neredeyse haritadan silinen, binlerce binası yıkılan, yıkılmayanların da oturulmayacak halde olduğu Antakya yaşıyor şimdi bu kaderi. Antakya'dan ümidi kesen, eski günlerin bir daha yaşanmayacağını gören insanlar ayrılıyorlar şehirlerinden bir bir. Kahramanmaraş'tan da, Adıyaman'dan da kaçıyorlar belki.
Dönüp arkalarına bakıyorlar mı, yoksa hiç bakmadan mı kaçıyorlar, kaçarken bir yandan da, bu kadar çok ev yıkılmışken neden bazı evler yıkılmadı diye kendilerine soruyorlar mı, ya da, yeni hayatlarında eskilerin hataları tekrarlarlar mı, yoksa gözlerini açarlar mı dersiniz?
Onu zaman gösterecek...
10 Şubat 2023 / C.E.Y.
Funda Arar'ın seslendirdiği, sözleri Müfide İnselel'e ait Durulmalı şarkısının sözleri ile veda edelim yazıya:
Issız sokaklarında yürürken bir şehir
Ne kadar tanıdıksa o kadar boş gelir
Gördüğün bütün yüzler birbirine benzer
Gün geçer, yaraları, silerse zaman siler
Issız sokaklarında yürürken bir şehir
Ne kadar tanıdıksa o kadar dar gelir
Bu şehirde daha durmak, sanki akla zarar
Gün geçer yaraları, sararsa zaman sarar
Güneş olmalı sıcak hep sıcak
Çiçek olmalı solmayan onu bulmalı
Yağmur olmalı sakince, ince yağmalı
Durulmalı, durulmalı, durulmalı
(Kapak fotoğrafını, geçtiğimiz günlerde deprem bölgesine giderek izlenimlerini paylaşan gazeteci arkadaşım Serhat Uçak'ın, Antakya'da kaydettiği videodan aldım. Tabii ki kendisinin özel izniyle.)
İLGİLİ YAZILARIM
İşte benim köklerim / 9 Ekim 2010
Göçün izleri geçmişte mi kalır, geleceğe mi uzanır? / 7 Haziran 2015
Bursa Lozan Mübadilleri / 23 Ekim 2019
Kökünden Sökülmüş Ağaçlar / 3 Şubat 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder