18 Eylül 2019 Çarşamba

Mustafakemâlpaşa'nın Kıymetleri

Geçen yılın 15 Temmuzunda Mustafakemâlpaşalılar Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği PAŞADER'in düzenlediği basın gezisinin davetlisi olarak Mustafakemâlpaşa'ya gitmiş, bu gezi vesilesi ile Mustafakemâlpaşa ve civarının bilinmeyenlerini keşfetmiştim.
Mahmut Uçakcan kulağıma PAŞADER'in bu yıl yine aynı geziyi düzenlediği ancak rotanın bu kez farklı olduğunu, rota üzerinde bir de "arkeolojik alan" olduğunu fısıldayınca geziye katılmamazlık edemezdim elbet.
15 Eylül sabahı yine aynı yerde buluşarak iki otobüs halinde çıktık yola. Mustafakemâlpaşa'ya anayoldan gitmek yerine direksiyonu Bakırköy'e kırdık ve Bakırköy ve diğer köyler üzerinden, dağlardan tepelerden geçe geçe ilk mola noktamız olan Karaoğlan Köyü'ne ulaştık. 
Otobüslerden indiğimizde gözüme ilk çarpan Karaoğlan Manda Evi'nin girişinde BEBKA, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Mustafakemalpaşa Belediyesi'nin levhaları oldu. 
Karaoğlan Manda Evi Kadın Dayanışma Derneği
Daha sonra öğrendiğime göre "Manda Evi", eski muhtarlık binası yenilenerek 12 Temmuz 2019 tarihinde açılmış. Bir vesile ile evin içini gezdiğimde köyün tarihini ve geleneklerini yansıtan pek çok eşya karşıladı beni. Eski zaman gelinliği, yöresel giysiler, damatlık üzerine geçirilen el işleri ile işlenmiş elbise örtüsü, kaneviçeler, çevreler, nakışlar, yer minderleri, duvar halıları, testiler, tarım alet edavatı, yayık, küfe, su ağacı (Uçlarına bakraç takılarak omuzda taşınan ağaç), hamur teknesi, binet (ekmek olacak hamurların, yani bezelerin konulduğu ağaçtan, gözlü bir araç), öküz arabalarının tekerleklerini yağlamak için kullanılan manda boynuzundan yapılma yağdanlık (Hüner Şencan 'Öküz Arabası'nı ele aldığı yazısında bu yağdanlığın kullanımını şöyle anlatır: "Arabanın kanatlarından birine öküz veya manda boynuzunun uç kısmından kesilerek yapılmış bir yağdanlık asılır. Bu yağdanlığın içine biraz uzunca, sert bir horoz tüyü yerleştirilmiştir. Bu tüy, yağlama işlemi için fırça vazifesini görür. Arabanın dingili, gacur gucur diye ses çıkarmaya başladığı zaman yaprak içine horoz tüyü kullanılarak neft yağı sürülür veya akıtılır.") ve daha pek çok eşya köylünün evinden çıkıp bu eve gelmişti. İyi ki de gelmişti. Yoksa unutulan gelenekler gibi o eşyalar da orada burada kalarak unutulacak, kimsenin beğenmediği ve kullanmak istemediği çöpler haline gelecekti.
Şimdi kahvaltı zamanı
Sabah kahvaltımız Karaoğlan Köyü Manda Evi Kadın Dayanışma Derneği kadınları tarafından hazırlanmış, masalar manda sütünden yapılma yoğurtlarla, peynirlerle, sucuklarla donatılmıştı. Köyün tavuklarının yumurtaları ile köyde yetişen domatesler, biberler, salatalıklar ve zeytinler masada yerini almıştı. 
Köy kadınları tarafından yapılan tarhanadan kaynatılan tarhana çorbasından da içelim, sıcacık süt ikramını da geri çevirmeyelim, lokmadan bir lokma, poğaçadan yarım parça, böreğin ucundan kıyısından derken epey sağlam bir kahvaltı ile başladık güne.
Bir yandan da Manda Evi adını ve Manda Evi Kadın Dayanışma Derneği'nin kuruluş hikâyesini merak ettik.
Dernek Başkanı Gülcihan Ayaz merak ettiğimiz ne varsa hepsini anlattı bir bir. 
2. Doğa Koruma Bölge Müdürlüğü'nün yapmış olduğu bir proje doğrultusunda ortaya çıkan Manda Evi'ne mandanın neden isim anneliği yaptığını öğrendik. Karaoğlan Köyü Uluabat Gölü sınırları içerisinde ve otlakları verimli olması sebebiyle bataklık, sulak alan ve sazlık meraları seven mandanın yaşaması için elverişli bir köy. Gülcihan Ayaz mandanın asla asimile olmadığını ve devamlılığını sağladıklarını söylüyor. O yüzden de derneğimize Manda Evi dedik diyor. Çünkü manda; etiyle, sütüyle, yoğurduyla verimli bir hayvan. Dernek olarak başlıca hedeflerinin mandayı ve manda ürünlerini daha fazla kişiye ulaştırarak mandayı dünyaya tanıtmak olduğunu söylüyor Gülcihan Hanım.
MANDA'ya daha yakından bakalım
Mandanın coğrafi kökeni Hindistan, Çin ve Güneydoğu Asya
Mandanın tercih sebebi etçi, sütçü ve yük taşıma (Kombine Irk) olması
Mandanın fiziksel Özelikleri
• Canlı ağırlık erkeklerde 800-1000 kg, dişilerde ise 600-700 kg arasında.
• Cidago yükseklikleri (memeli hayvanlarda ön bacaklarının en tepe noktasından, yani sırtın ön tarafından yere kadar olan düşey mesafe) erkeklerde 145 cm, dişilerde 135 cm civarında.
• Renkleri siyah ve koyu kahve.
• Erkeği ve dişisi boynuza sahip.
• Derileri sığırlara göre daha kalın.
• Mandanın canlı ağırlık artışı gün başına 1000-1500 gr arasında.
• Bir laktasyon döneminde süt verimi 5000 lt civarında.
• Et verim oranı %50 civarında.
• Sütü %8 civarında yağ oranına sahip.
• Eti özelikle sucuk yapımında kullanılır.
• Sütü sığır sütüne oranla daha değerli.
Mandayı daha yakından tanımak için şu yorumu da paylaşmadan edemeyeceğim:
"Ülkemizde dombey, camış, camız, kömüz gibi isimlerle anılan bu tür, suyu ve çamuru çok sevdikleri için İngilizce ismiyle Water Buffalo olarak bilinmektedir. Ataları yabani olan bu ırk yapılan ıslah çalışmalarıyla evcilleştirilmiştir. Sığırlara kıyasla daha sert mizaçlı ve huysuz görünseler de sahibine kısa bir zamanda alışmaktadır. Tohumlaması sığırlara nazaran geç gerçekleşen mandalar 6 yaşına kadar olgunlaşmaya devam ederler ve yaşamları 30 yıla yakın devam eder. Sığırlara oranla daha az süt verimi elde edilir ancak sütünün kalitesi fiyatından da anlaşılacağı gibi büyük bir fark yaratır. Manda sütü aroması ve kalitesi bakımından genellikle yoğurt ve kaymak yapımında tercih edilir. Meşhur Afyon Kaymağı'nın manda sütünden yapıldığını söyleyebiliriz."
Kaynak: Çelik Çesa

Bu arada unutmadan, Karaoğlan Manda Evi tüm konuklara hizmet veriyor ve bahçesinde yer alan mekânlarda ev yapımı ürünler satılıyor.
Bizi sağlıklı ürünleri ve güler yüzleriyle ağırlayan Karaoğlan Köyü kadınlarına teşekkür ederek ayrılıp, Paşalar Kazı alanına gitmek üzere yola çıkıyoruz. 
****
Otobüste bizimle birlikte olan Nafiz Sekiz Mustafakemâlpaşa'yı, PAŞADER Başkanı Kıvanç Atmaca 1992 yılında kurulan derneklerini ve dernek çalışmalarını, Mustafakemâlpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar da Mustafakemâlpaşa'yı ve projelerini anlatıyor. 
Atmaca'nın "eğitim"den bahsettiği anda köy okulu olduğunu düşündüğüm boş ve virane bir binanın önünden geçiyoruz. Aklıma köylerde genç nüfus azaldığı için okula gidecek çocuğun tek tük kaldığı, onların da diğer köy okullarına taşındığı Taşımalı Sistem ve yarattığı sıkıntılar geliyor. Tarımın cazibesini kaybedişini, gençlerin köyden ayrılışını ve daha pek çok sorunu barındıran, faturanın "diğer köyün okuluna giden çocuklara" çıktığı bir sistem bu. 
Bu vesile ile CHP eski milletvekili Kemal Demirel'in taşımalı sistem ve kapanan köy okullarına dikkat çekmek için yaptığı çalışmaları ve bunların fotoğraflarından oluşturduğu serginin yazısına gidip, bir kez daha "Okulu olmayan köyler" ülkesi olduğumuzu hatırlayalım...

Yolumuz üzerindeki pek çok köyün içinden geçerek, bir yandan da göç için toplanan leylekleri ve çalışmak üzere kendi köylerinden kalkıp buralara gelen mevsimlik tarım işçilerini görerek ilerliyoruz. Yol bizi Mustafakemâlpaşa'ya getiriyor. Şehre doğu yönünden giriyor, Mustafakemâlpaşa'yı ikiye ayıran Kirmasti Çayı'nın üzerindeki Kirmasti Köprüsü'nden geçerek İzmir yoluna çıkıyoruz. Oradan da Paşalar istikametine yöneliyoruz. 
Gideceğimiz yer "Paşalar Kazı Alanı".

Yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk sonrası Paşalar Köyü'ne varıyor, araçlarımızı köyde bırakarak kazı alanına yürüyerek çıkıyoruz. Burada bizi Prof. Dr. Berna Alpagut ve ekibi karşılıyor. 
Doğa tarihi araştırmalarının yapıldığı bir alan olan Paşalar Kazısı, Kültür Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Paleoantropoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berna Alpagut tarafından 1983 yılında başlatılmış. Linyit kömürüyle yaşıt olan hayvanların kemik ve dişlerinden oluşan Fosil Yatağı'nın tarihi 15 milyon yıl öncesine kadar uzanıyor. 
Bölgedeki mermer yataklarındaki kalsiyum karbonat, fosillerin sertleşmesine önemli etken olmuş ve dayanıklılığını artırmış. Burada yaşayan atlar, zürafalar, gergedanlar, filler ve daha birçok etçil ve otçul hayvanlar, özellikle filler büyük önem taşıyor. Litaratüre Gamphotherium Paşalarensis olarak geçen fil sadece bu yörede bulunmuş.

Fosil Yatağı nasıl bulundu?
Bundan yıllar önce, 1965-1969 yılları arasında yapılmış olan Türkiye Neojen Linyit Araştırmaları Programı sırasında orman yolu açılırken, kepçeye takılan kalıntıların MTA'ya götürülmesi ile birlikte yapılan çalışmalar sonucunda burada çok önemli bir fosil yatağı olduğu keşfediliyor. Fosil yatağında ilk kez 1969-1970 yıllarında Paleontolog H. Tobien sadece iki dönem kazı gerçekleştiriyor ve 1977'de ilk yayını çıkartıyor. 1983’ten beri TC Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ve finansal desteği ile sistemli olarak yürütülen kazılar Prof. Dr. Berna Alpagut kazı başkanlığında yapılıyor. 36 yıldır devam eden kazılardan çıkan kalıntılar (Kültürpark içindeki) Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Bursa Arkeoloji Müzesi
Doğa tarihi demiştik. Berna Hocanın anlattığına göre, Gönen Çanağı denen geniş düzlüğün güney ucunda ince bir şerit gibi uzanan bu yatakta pek çok memeli hayvan türü yaşamış.
Sözü kendisine bırakırsak:
"Paşalar’da bulunan memeli hayvan grupları genç ormanlık, sık yer bitki örtüsü, açık otlaklar şeklinde bir açık habitatta yaşamışlardır. Bu habitat Afrika’nın tropikal ormanlarında yaşayan memeli hayvanlar ile benzerlik göstermekte ve tropikal/yarı-tropikal mevsimsel bir iklim ile Hindistan'ın Sal bölgesine benzemektedir. 63 adet memeli hayvan türünü içeren tekil ve zengin bir hayvan topluluğu olan Paşalar fosil lokalitesinden elde edilen bilgilere göre; Etçiller, küçük memeli hayvan aileleri, Otçullar, Toynaklılar, Gergedangiller, Atgiller, Domuzgiller ve Hortumlugiller gibi ailelere ait fosil örnekleri ele geçmiştir. Etçil örnekler Ayıgiller (Ursidae), Sansargiller (Mustelidae), Sırtlangiller Hyaenidae), Kedigiller (Felidae), Misk kedisigiller (Viverridae) ve Ayıköpekgiller (Amphicyonidae) ailelerinden oluşur. Çok sayıda etçil materyali içerisinde çok az sayıda bulunan ve sadece iki birey ile temsil edilen Amphicyonidae günümüze kadar bulunan fosil taksonlar içerisinde Anadolu’nun en iri yırtıcısı durumundadır."
Kaynak: Aktüel Arkeoloji
Paşalar Kazı Evi Yerleşkesi
Berna Hocaya doğayla iç içe bir ortamda çalışmak çok hoş olmalı dediğimde, bu binanın ve bu şartların henüz çok yeni olduğunu, öncesinde şartların "epey" farklı olduğunu söyledi. 
Bu kadar meşakkatli bir iş tutku olmadan, aşk olmadan yapılmaz haliyle. Berna Hoca 36 yılını vermiş buraya. Koskoca bir ömür. İğneyle kuyu kazmak denir ya, tam da öyle. Ve arkeolojik kazılar bir bayrak yarışı gibi. Biri başlar, kim bilir kim bitirir...
Prof. Dr. Berna Alpagut ile
Tabakta Fil
Kazı çalışmaları sırasında bulunan ve Paşalar'a özgü bir fil türü olan 15 milyon yaşındaki fil (Gomphotherium Pasalerensis - Paşalar Fili), 4004 TÜBİTAK Projesi kapsamında, hatıra tabağına dönüştürülmüş. Paşalar fili günümüz fillerinden küçük ve dişleri dışa değil içe dönük.
Paşalar Fili
Kazılara desteklerini esirgemeyen Mustafakemâlpaşa Belediyesi'ne ve kazılara ev sahipliği yapan Paşalar Köyü'ne ithafen, Belediye Başkanı Mehmet Kanar ve Muhtar'a takdim edilen bu tabaklar Nilüfer Halil İnalcık Bilsem ve Mustafakemalpaşa Bilsem ile yürütülen Düş Kazısı Projesi kapsamında üretilmiş.

Suuçtu Şelâlesi bildiğiniz gibi 
Kazı alanından ayrılıp Suuçtu'ya doğru hareket ediyoruz. Turizm yönünden cazip bir yer olan şelâleye giden yolda trafik zaman zaman yoğunlaştığında yeni bir yol daha açmak zorunda kaldıklarını söylüyor Başkan Mehmet Kanar. (Yeni bir yol açacak kadar yoğunluk oluyor mu bilemedim. Yol açmak için ne kadar ağaç kesildiğini düşündüm de…) Biz de henüz bitmemiş olan o yoldan çıkıyoruz Suuçtu'ya. Yol tamamlandığında bir yol gidiş, bir yol dönüş olarak kullanılacakmış. 
Suuçtu nasıldı derseniz, hep bildiğiniz gibi. 
                               
Sular 36 metre yüksekten uçup duruyor ve sular rüzgâr ile uçuşurken bazen suyun tozu sizin de üzerinize geliyor. Bazen de uçuşan o sular gökkuşağını oluşturuyor. Piknikçiler yine mangallarını yakmış, cızır bızır etlerini pişiriyorlar. 
Şelâlenin olduğu yerde mangal yakmak ve aşağıya araçlarla inmek yasak. O yüzden mangalcılar ve araçlar yukarıda. Lakin ormanlık alan içinde, ağaçların adeta dibinde yakılan bu ateşleri görünce insanın içi cızzz ediyor. Ya tutuşuverirse ağaçlar birden, ya yanıverirse bu güzellik! İtfaiye yetişir mi, itfaiye yetişene kadar yangının büyümesine engel olacak bir sistem var mıdır, yoksa orman "Allah'a emanet" sistemiyle mi korunuyordur?
Suuçtu Şelâlesi'ni kâh arkamıza, kâh önümüze alarak fotoğraflar ve videolar çekiyoruz.  
Topluca çekilen fotoğrafın ardından öğlen yemeğimizi yemek için hazırlanmış sofranın başına oturuyoruz. 

Yemek esnasında Başkan Kanar Mustafakemâlpaşa'nın ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimi ile sanayi bölgesinin büyütülmesi projelerini anlatıyor. 
Kanar, halkın Büyükşehir Belediyesi sorumluluğundaki konuları da kendi sorumluluklarında zannettiklerini, bu konuda sorunlar yaşandığını, bunları en kısa zamanda çözmeyi hedeflediklerini söylüyor.
Yemek faslının ardından bu kez de Tümbüldek Kaplıcaları için yoldayız. Yeşillikler içinde döne döne iniyor, yolda yine pazar piknikçileri ile karşılaşıyoruz. 

Tümbüldek Kaplıcaları
Tümbüldek Kaplıcaları hep duyduğum ama hiç görmediğim bir yerdi. Tümbüldek'in tarihçesine göz attığımda; 1895 yılında Eczacı Şeref Bey tarafından yaptırılmış olan hamam, mirasçıları tarafından Özel İdareye satmış, 1935 tarihinde de belediye hamamı satın almış. Kadınlar ve erkekler kısmı bulunan Türk yapısı iki kubbeli hamam, zamanın Belediye Başkanı Mahmut Çolakoğlu (1973-1980 yılları arasında görev yapmıştır) tarafından onarılmış ve civarına dinlenme evleri yaptırılmış. Yapılan analizlere göre; soğuk kaynak 21 derece, sıcak kaynak suyu 50 derece imiş. Her ikisi de kimyasal yönden aynı özellikleri taşıyormuş. Sodyum-kalsiyum bikarbonatlı yapıdaki bu suların mineral miktarı litrede 2,8 ve 2,7 gram imiş. Soğuk suda 700 mg/lt, sıcak suda 400 mg/lt CO2 bulunuyormuş. Sularda amonyum olmasına karşın, nitrit bulunmaması insan ve hayvan kaynaklı kirliliğin olmadığını gösteriyormuş.
Böylesi kıymetli bir hazineye sahip tesis yeterince verimli kullanılıyor mu, hizmet ve hijyen konusunda nerede, onu yaşayarak görmek lazım. Karşıdan anlaşılmıyor malum...

Şok Mangası
Tümbüldek'ta bir çay içimi nefeslenirken 10 kişilik bir Şok Mangası ile tanıştırılıyoruz. Mustafakemâlpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar, vatandaşlardan gelen şikâyet, talep ve önerileri yerinde görüp inceleyerek çözüm bulacak olan 10 kişilik ekibin 16 Eylül itibarıyla göreve başlayacaklarını söylüyor. 
6'sı kadın, 4'ü erkek 10 kişilik ekibin tamamı üniversite mezunu ve kamudaki çeşitli birimlerden sorunlara acil müdahale ve çözüm için eğitimler almışlar. Umarız ki bu ekip bire bir görüşmeler ile hedeflenen çizgiyi yakalar.
Konuşmaların uzaması ve saatin geç olması hasebiyle programa yer alan un fabrikasını bir dahaki geziye bırakıp, daha fazla oyalanmadan Bursa'ya doğru yola çıkıyoruz.
Dönüş yolculuğunda sabahtan beri gördüklerim geçiyor aklımdan.
Zengin bir doğa, zengin bir kültür ve üzerinde yaşanan fakir hayatlardı hep gözüme çarpan.
Moloz Dökmek Yasaktır yazan yerlere dökülen molozlar, etrafa saçılan çöpler, yıkılmaya yüz tutmuş viran evler, mevsimlik tarım işçilerinin iptidai şartlarda barındığı çadırlar, köy kahvelerinin değişmez insanları, ortada pek görünmeyen gençler, öğrencisizlikten kapanan okullar, mermer ocaklarının sularının karışarak beyaza boyadığı dereler, yemyeşil dağlar ve yemyeşil dağların ortasında yer yer açılan ocaklar, ekili tarlalar, hasat edilmiş tarlalar, üretime daha aktif olarak katılmak isteyen, daha sosyal yaşamak isteyen, kocalarından önce günceli yakalamış kadınlar ve özlediğimiz tatlar, özlediğimiz kokular...
Şehir hayatı içinde delice bir hızla yaşarken ne güneşin batışını ne de ayın doğuşunu görebiliyoruz yeterince. Toprağa basmadan betonlar içinde yaşayıp, şehrin ışıklarından gökyüzündeki yıldızları seçemiyoruz.
Yeşili özlüyoruz, maviyi özlüyoruz, toprak kokusunu, ağaç kokusunu, doğa kokusunu özlüyoruz.
Bulduğumuz anda hepsine sarılıyor, sonra da hepsini geride bırakıp kendi çöplüğümüze geri dönüyoruz. 
Demem o ki;
Doğanın medeniyetle buluştuğu, modernleşmenin doğayı katletmediği bir ülkede yaşamaktır arzum.
Yapan yapıyorsa biz de yapabiliriz değil mi?
Her şeyden önce kıymet bilmeyi ve kıymet vermeyi öğrenmek lazım.
Öğrenenlerin öğrenmeyenlere öğretmesi lazım.
Renkler içinde griyi seçersek, aynı gride hepimiz boğulacağız, bunu hiç unutmamak lazım...

Gezinin fotoğraf albümü için tıklayınız
Bir önceki gezinin yazısını okumak için tıklayınız:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder