17 Ekim 2018 Çarşamba

Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez

Yuval Noah Harari, insanlığın yarınını anlattığı Homo Deus kitabına "Açlık ve Kıtlık" konusu ile başlar.
Dünyada doğal kıtlıklar değil, sadece siyasi kıtlıklar olduğunu, açlık ile kıtlığı karıştırmamak gerektiğini ve aşırı beslenmenin kıtlıktan daha ciddi bir tehlike olduğunu söyler.
Öyle ki, "2014 itibariyle aşırı kilodan muzdarip 2 milyar 100 milyon insana karşılık, yetersiz beslenen insan sayısı 850 milyon" der. 
2010'da kıtlık ve yetersiz beslenme yaklaşık 1 milyon insanın canına mal olurken, toplanan veriler obezitenin tek başına 3 milyon insanı öldürdüğünü gösteriyormuş. Harari'ye göre insan türünün yarısı 2030 yılında aşırı kilolu olacak. Bir anlamda Marie Antoinette'nin dileği gerçek oldu diyor kitabın ilk sayfalarında. Çünkü şimdi artık zenginler salata ve kinoalı tofu ile beslenirken, kenar mahalleler hazır kekler, cipsler, hamburgerler ve pizzalarda besleniyordur. 
Ve bu da yüksek tansiyon, diyabet, kalp, kanser gibi bulaşıcı olmayan hastalıklara, sebep olmaktadır.

"SIFIR AÇLIK"
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi tarafından 16 Ekim Dünya Gıda Günü'nde düzenlenen "Gıdada Gelecek Endişesi / SIFIR AÇLIK" panelinde Harari'nin tespitlerinin doğruluğunu bir kez de Gıda Mühendisleri teyit etti. Panelin konuşmacıları olan Prof. Dr. Aziz Ekşi, Murat Yasa ve Emre Tilev kendilerini izleyenlere doğru bilinen yanlışlar ile yanlış bilinen doğruları anlattılar. 

"Tarım ve Gıdada Dışa Bağımlılık"
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Başkanı Lale Yıldız, TMMOB Kimya Mühendisleri Odası ve TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası başkanları ile birlikte yaptığı basın açıklamasında, bu yıl Dünya Gıda Günü'nün ana temasını "Tarım ve Gıdada Dışa Bağımlılık" olarak belirlediklerini söyledi. 
Konuşma metninde açlık, yoksulluk, yetersiz beslenme, tarıma gereken değerin verilmemesi, üretim ve tüketimdeki adaletsizlik, küresel anlamda tohumda, gübrede, tarım kimyasallarında ve hayvansal ilaçlarda birkaç şirketin tekelleşme, özelleştirilerek ya da içi boşaltılarak kapanan fabrikalar, tarımsal üretimde desteklerin kaldırılması, kamu kooperatifçiliğinin tasfiyesi, tarımdaki gücünü yitiren çiftçinin yoksullaşarak toprağını elinden çıkartması, hâttâ büyük kente göç etmesi ve beş ürün dışında bütün gıda maddeleri ve tarımsal ürünleri ithal eden bir ülke haline gelmemizin somut rakamlarını önümüze serdi.
Panelin yapıldığı salonun gıda mühendisliğinde okuyan öğrenciler ile dolu olduğunu görmek umut vericiydi.

FAO Farkındalık Yaratır
Gıda Mühendisi Prof. Dr. Aziz Ekşi yeni bir gıda sistemine ihtiyaç var mı yok mu diye sorarak başladı konuşmasına. Konuşmasından kısa kısa cümleler yazarsak:
Düzenli olarak günde 40 besin ögesini düzenli almak zorundayız.
Enerji 1800 cal'den az ise yetersiz beslenme, yani açlık; gereğinden fazla ise obezite çıkıyor ortaya.
Besinler her gün RDA kadar alınmalı. (Recommended Daily Allowance - RDA için, tavsiye edilen günlük alınması gereken besin miktarı diyebiliriz. RDA toplumun yaklaşık %98’inin ihtiyacını belirlemek için oluşturulmuş bir standart. Etiketlere RDA değerlerini yüzde şeklinde girerek hazır gıdaların günlük alınması gereken besin miktarının ne kadarını karşıladığını kolayca görebilmesi amaçlanmış.)
RDA'dan sapma gizli açlığı, RDA'da negatif ya da pozitif oynama dengesiz beslenmeyi doğurur.
Gıda güvenliğinde belirleyici olan detaylara bakarsak; öncelikle gıdanın olması, sonra gıdayı alabilecek paranın olması, gıdanın insanlara düzenli ulaştırılıyor olması ve gıdanın tüketiminde yasaklar olup olmaması önemli.
Dünya Gıda Zirvesi ilk olarak 1974'te Roma'da toplandı. Food and Agriculture Organization / FAO'nun kuruluş amacı açlık ve yoksulluğa dikkat çekmekti. FAO'nun 1980 yılındaki konusu "ÖNCE GIDA" idi, 2017 yılındaki konusu ise "SIFIR AÇLIK" oldu.
Son elli yılda dünya nüfusu iki kat, gıda üretimi ise üç kat arttı.
Açlığın nedeni ürün yetersizliği değil, gelir yetersizliğinden dolayı ürüne ulaşmamak. Yani yoksulluk. ("Dünyadaki açlık ve sefaletin nedeni yoksulları doyuramamak değil, zenginleri doyuramamaktır!" diye dememişler boşa.) Yoksulluk bir güney yarım küre gerçeği. 
Ticaret eşit koşullarda lakin herkes aynı koşullarda değil.
Batı (AB) en iyi topraklara yerleşmiş. AB hem en büyük gıda ithalatçısı, hem de en büyük gıda ihracatçısı. Gıda güvencesi temel bir insan hakkı. Gıda hakkı için dengeli bölüşüm, dengeli bölüşüm için politik irade gerekli.
Tarladan Sofraya (ne ekersek onu yeriz) anlayışı değil, Sofradan Tarlaya (ne yemeliysek onu ekelim) anlayışı yerleşmeli.

Katkılasak da mı saklasak, katkılamasak da mı saklasak?
Kimyager ve Kimya Yüksek Mühendisi olan Murat Yasa, katkı maddelerinin yanlış anlaşılması ve yanlış kullanılması üzerine epey bilgilendirici konulara değindi konuşmasında.
Öncelikle toplumu Zuckerberg mantığından Elon Musk mantığına geçirmeye çalışalım, çocuklarımızın üzerine çok düşmeyelim, onları hayata dirençli hale getirelim, dünya buluşlarla çalkalanırken çocuklarımızı dar alanlara hapsetmeyelim, tarımda ve sanayide kaliteli birey eksiğini giderelim, yetişmiş çocuklarımızı eğitimsiz burjuva sınıfının insafına terk etmeyelim diyerek başladı söze.
Gıda katkı maddeleri olmaz ise gıdaların raf ömrünün olmayacağını, mutfakta kullanmadığımız katkı maddelerinin sanayide kullanılmak zorunda olduğunu, gıda maddeleri yönetmeliğinin gayet iyi olduğunu ancak yönetmeliğin uygulanmasında problemler yaşandığını söyledi.

"E" ne?
AB üyesi ülke bireyleri gıda katkılarının ortak bir tanıma sistemi olsun diye, 1984 yılında bir karar alarak her bir katkı maddesine E harfi ile başlayan bir numara verir ve E numarası alan katkılar gıda sanayiinde kullanılabilir. Bilimsel bir ispatı olmamasına rağmen, sosyal medyada çıkan "yanlış" haberlerden ötürü tüketiciyi ürkütmemek için bu katkı maddelerini kullanmaktan kaçınan şirketler var. 
Bal, ambalajsız ekmekler, pekmez ve fermente süt ürünlerinde (ayran, kefir, yoğurt) gıda katkı maddesi kullanılmasına izin verilmez.
Bileşiminde şeker (S) ya da fruktoz-mısır şurubu (F) bulunan bir gıda maddesinin etiketinde, seri numarası ve Son Kullanma Tarihi kısmında (F) ya da (S) ibaresi işaretlenerek içerikte ne olduğu belirtilmeli.
"Kabızlığı önler" gibi ifadeler hiçbir tıbbi izin olmadan, tüketiciyi yanıltma amacıyla kullanılabiliyor, aman dikkat!
Aromalar 'gıda katkı maddesi' değillerdir.

Papazı bulamamak için teknolojiyi bulmamız gerek 
Gıda Mühendisi ve Spor Spikeri Emre Tilev salonda paneli izleyen öğrencilere seslendi. Onlarla hayatla ilgili tecrübelerini ve gelecek ile ilgili öngörülerini paylaştı. Dengeden, düzenden, özgün ve idealist olmaktan, inandığı yolda yürümekten imtina etmemekten, sahip olduklarının kıymetini bilmekten bahsetti örnekler ile. 
Bu dünyanın artık gençlerin olduğunu ve gençlerin dünyayı yakalamaları gerektiğini anlattı. Bu dünyada yerlerinin neresi olduğunu sorgulattı onlara. "Batı'yı bil, anla, keşfet" dedi.
Papazı bulamamak için teknolojiyi bulmamız gerek diyerek anne babaların çocuklarını teknolojiden uzaklaştırmamaları gerektiğini belirtti. Lakin burada da denge önemliydi. İnsan, teknolojiyi kendi lehine kullanmayı öğrenmeliydi. 
(Emre Tilev'in konuşmasını izlemek için tıklayınız:)

Herkes rızkı ile doğuyorsa bunca açlık neden?
Yukarıda okuduğunuz pek çok konuyu siz de biliyor ve sorguluyorsunuzdur eminim.
Gıda teröründen tutun da kendi karnımızı niçin kendimizin doyuramadığımıza kadar pek çok konu var kendi içimizde konuşacak. Her şeyi Allah'a havale etmeden önce oturup düşünelim.
Ekilecek arazilerimizi imara açtığımız yetmezmiş gibi, sularımızı da kullanılamaz hale getirdik. 
Eski savaş zamanlarında, tahıl ambarları dolu ve suya ulaşabilen bir şehir kuşatmaya uzun süre dayanabilirdi. Tedbir önemliydi.
Açlık isyan sebebidir her zaman. Yazının başında adını geçirdiğim Marie Antoinette'in kellesi de böylesi bir açlık isyanı neticesinde giyotinin küçük penceresinden sepete düşmüştü. Fransa'yı devrime götüren isyan, ocağında tencere kaynamayan mutfaklardan başlamış, dalga dalga yayılmıştı. 
Açlık sadece yardımlarla çözülecek bir konu değil. Daha kalıcı çözümler üretmek lâzım. Açlık çeken ülkelerin kendi kaynaklarını kullanmalarına izin vermek lâzım. 
Toplumlara 'üretim'i öğretmek lâzım. Malum, "Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez."...
Gelişmemiş ya da az gelişmiş ülkelerde merdiven altı işletmelerde üretilen gıdalar denetimden çok uzak ve sadece işletme sahibinin insafına kalmış durumda. 
Yemek fabrikalarından gelen yemeklerden yiyen öğrencilerden askerlere, iş yeri çalışanından düğün evi davetlisine kadar pek çok kişi soluğu hastahanelerde alıyor.
Ekmek yiyelim mi yemeyelim mi sorusu başlı başına bir sorun. 
Zayıflamak uğruna aç geziyor insanlar.
Beslenme nedir bilmeyen pek çok kişinin karnı tok olsa da bedeni aç.
Küçük beldelerde yaşayıp ürününü kendi ekip diken ya da o ürünlere daha kolay ulaşanlar neyse de, büyük illerde yaşayanların hali harap.
Pirinç plastik mi, kırmızı biberde kiremit tozu mu var, etlere şırıngayla su mu verilip şişiriliyor, acaba elmalar niçin o kadar parlak, kıymanın içinde etten başka acaba daha neler var derken delirmek üzereyiz. Hele sosyal medyada yalan yanlış o kadar çok bilgi fink atıyor ki, paranoyak olmamak imkânsız.
Artık hiçbir şeye güvenemez olduk. 
Gıda güvenliği konusunda yeterli kanunlar var ancak kanunlara uyan yok.
Toplumsal bozulma, çürümüşlük, kokuşmuşluk, ahlâksızlık, vicdansızlık aldı başını gitti.
Kendi çocuklarına yedirmeyeceği bir gıdayı başkalarına ve başkalarının çocuklarına gözünü kırpmadan yediren bir insana ne söylesen anlamıyor. Hepsinin gözünü para, kalbini kara kan bürümüş. Ve onlar bilmiyorlar ki kendileri gibiler yüzünden kendi sevdikleri de her an zehirleniyorlar.

Çöp Kültürü
Çöpe atılan gıdalar konusu da ayrı ve son derece önemli bir konu. Yerel yönetimler artan gıdaları toplama ve dağıtma konusuna bir el atsa, pek çok kişi başını yastığa aç değil, tok koyabilir aslında.
Toplu yemek yenilen kurumlar bir yana, her birey çöpünü kendi evinde ayrıştırsa o bile fayda. Her şeyi çöp kutusuna atmak yerine evdeki yemek artıklarını derin dondurucuda biriktirip sokak hayvanları ile paylaşsa, geri dönüşümde yararlanabilecek kâğıt, cam, plastik gibi maddeleri ayrı toplasa mesela. Böylece hem çöp dağları küçülür, hem de pek çok canın karnı doyar.
Bunları akıl etmek ya da akıl edenlere kulak vermek lazım. 
Bu davranışları içselleştirmek lâzım artık.
'Çöp'ün fotoğrafta görülen manzara gibi olmaması lazım.
Kısacası, bu kadar kolaya kaçmamak lâzım...
****
Bilimin ve aklın yolundan uzaklaştığımız kadar uzaklaştık kendimizden de.
Yine bilime dönerek bulacağız kendimizi.
Aklımızı kullanacağız, vicdanlı ve adaletli olacağız. Böylece hem bedenimizi hem de ruhumuzu doyuracağız.
Yoksa, tok açın halinden anlamaz ise gün gelecek tok da aç kalacak ve sonunda Hansel ile Gretel masalı gerçek olacak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder