31 Ağustos 2024 Cumartesi

Bu Zafer Hepimizin

Çok değil, bundan 5 sene evvel, 2019 yılında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş 30 Ağustos'u Zafer Bayramı'nı halkın genelini ilgilendiren bir bayram olarak görmüyor, 30 Ağustos'ta toplu ulaşımın ücretsiz olmasını talep eden meclis üyelerine, “O zaman ormancılık gününde de tatil yapalım." diyordu. Bir “30 Ağustos” Hadisesi yazımda bu sözleri bir güzel yorumlamıştım.
Aktaş sonraki yıllarda yaptığı açıklamalarda 30 Ağustos’un vatan sevgimizin ve bağımsızlık tutkumuzun en önemli sembolü olduğunu (mecburen) söylemiş, ulaşımı da (mecburen) ücretsiz yapmıştı. (Buna takiye mi denirdi?)
Diyanet'in yıllardır adını ağzına almadığı Atatürk ve silah arkadaşlarını bile anmış, "Bu zaferi bizlere armağan eden, Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, milli mücadelenin bütün kahramanlarını, rahmet ve şükranla anıyorum. Bu cennet vatanı miras bırakan 15.055 şehidimize, Gazi Mustafa Kemal’e ve tüm gazilerimize minnettarız." demişti.(Bir daha soralım, buna takiye mi denirdi?)
Malum; bizde önemli günler ve haftalar bitmez. Hepsinde de toplu ulaşımı ücretsiz yapamayız, kabul. Ancak millî bayramlarımızı diğer günlerle karıştırmayınız. Bir 19 Mayıs, bir 23 Nisan, bir 30 Ağustos, bir 29 Ekim olmasa bugün ücretsiz ulaşım sağlayacağımız dinî bayramlarımız olmayacaktı, unutmayınız...

Bursa'da Bozbey Dönemi
Alinur Bey'i sivil hayatında bırakalım ve 1 Nisan 2024'ten bu yana Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda oturan Mustafa Bozbey'e dönelim. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 102’inci yıldönümünü "Bu hepimizin bayramı" sloganıyla kutlayan Bozbey, Nilüfer'den alışık olduğumuz o muhteşem yürüyüşü, çocukluk anılarımızın baş tacı Fener Alayı'nı bu kez Bursa'da gerçekleştirdi. 
Tarihî Belediye Binası önünden başlayarak Atatürk Stadyumu'na uzanan yürüyüşte önde bando, arkasında başkanlar, onların arkasında da ellerinde meşalelerle Bursalılar vardı. Altıparmak'tan tek sıra halinde Heykel istikametine çıkan araçlar da bu coşkuya kornalarıyla ve bayraklarıyla eşlik ettiler. 
Dertler tasalar birkaç saatliğine de olsa askıya alındı, çünkü kentte bir bayram havası vardı.
Kulak misafiri olduğum bazı konuşmalarda, Bursa merkezde yıllardır böyle bir kutlama yapılmadığı, Cumhuriyet Dönemi kutlamalarına hasret kalındığı, bu coşkuyu yaşamak için Nilüfer'e kaçıldığı konuşuluyordu.
Atatürk Stadyumu'nda toplanan kalabalık İstiklâl Marşı'nı hep birlikte söyledi. Marşın ardından sahneye Başkan Mustafa Bozbey ve eşi Seden Bozbey çıktı. Bozbey konuşmasına yazının başında bahsettiğim "30 Ağustos hadisesi" ile başladı ve "30 Ağustos zaferinin karşısında olanlar, değerini bilmeyenler, sahiplenmeyenler, 30 Ağustos’un anlamını kavrayamazlar. 30 Ağustos özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın temel taşıdır." dedi.
Bozbey'in Bursalılara bir de müjdesi vardı. Atatürk’ün ismini taşıyan, şampiyonluk da dahil nice başarılara ev sahipliği yapan Bursa Atatürk Stadyumu'nun kapalı tribünü yeniden yapılacaktı. Çünkü, kentin sosyal hafızası ve kimliği için, anıları da gelecek kuşaklara aktarmak büyük bir vazife ve büyük bir sorumluluktu.

Bursa Büyükşehir Stadyumu - Atatürk Stadyumu - Millet Bahçesi
Odunluk mevkiindeki Bursa Büyükşehir Belediyesi Stadyumu’nun 2015 yılında tamamlanmasının ardından Atatürk Stadyumu, yıkılmayacağı söylenen Kapalı Tribün dahil, tamamen yıkılmıştı. 1948 yılında hizmete açılan Bursa Atatürk Stadyumu, Bursaspor’a 68 yıl ev sahipliği yapmış, Bursaspor şampiyonluğu bu statta tatmış, Bursaspor'un efsane başkanı İbrahim Yazıcı'yı bu stattan uğurlamıştı. 
11 Aralık 2019
22 Nisan 2022
Yıkılan stadın yerine 60 bin metrekarelik park ve miting alanı yapılmış, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla ülkenin dört bir yanında (ülkenin Cumhuriyet Dönemi binaları yıkılarak) oluşturulan bu alanların adına Millet Bahçesi denmişti. Hani bir elinde kek, bir elinde meyve suyu ile yatıp yuvarlanılan bahçeler...
Bursa Atatürk Stadyumu eski ve yeni hali
Ayrıca, "Millet Bahçesi" dedikleri bu alan içinde yer alan kütüphaneye "Bursa Millî Kütüphanesi" ismi verilmişti. Şimdi o kütüphanenin adı da değiştirildi ve olması gerektiği gibi, Atatürk Stadyumu Kütüphanesi oldu.
Sahnede Nilüfer 
Türk Müziğinin güçlü sesi Nilüfer, bembeyaz bir kıyafet içinde sahneye geldi. Hoş geldiniz ve bayram kutlaması konuşmasının ardından şarkılarını söylemeye başladı. 
Ancak ses düzeni mi bozuktu yoksa Nilüfer'in sesi mi eskisi gibi değildi bilmem, iki şarkıdan sonra daha fazla dinleyemedim ve sahadan ayrıldım. Benimle birlikte özellikle de gençler sahadan ayrılmış, evlerine dönüyorlardı. Ya onlar da benim gibi 'ses'ten rahatsız olmuş ya da Nilüfer'i biraz 'eski' bulmuşlardı.

"Hepimizin Zaferi Fotoğraf Sergisi"
Stadyumdan ayrılıp BursaRay'ın Merinos İstasyonu'na geldiğimde, Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden BURULAŞ tarafından Millî Mücadele ve Zafer Ruhu’nu yeniden yaşamak adına Büyük Taarruz fotoğraflarından oluşturulan, ‘Hepimizin Zaferi’ adlı fotoğraf sergisi ile karşılaştım. Fotoğraflar kronolojik (10 Eylül 1922'den, 2 Ekim 1922'ye) sıralanmıştı ve her fotoğrafın üzerinde açıklaması yazıyordu. Sergide ayrıca, Milli Mücadele döneminden kalan Türk Bayrağı da yer alıyordu. (Ortadaki sütunda)
40 fotoğraftan oluşan sergi 6 Eylül Cuma gününe kadar açık kalacak. Kaçırmayın derim...

Yürüyüşten Kareler
Sırtını Uludağ'a yaslamış, Setbaşı'ndan Çekirge'ye tek bir cadde üzerinde yürüyerek kat edebileceğiniz Bursa, bu gece zaferi doya doya yaşadı. Şoföründen yolcusuna araçtakiler, esnafından müşterisine mağazadakiler, evlerde ve iş yerlerinde yaşayanlar hepsi sokaktaydı. İki yanında Türk Bayrağı asılmış, bir delikanlının kullandığı çift kabinli elektrikli bisikletin arkasında oturan kapalı bir genç kız, elindeki Türk Bayrağını sallayarak marş söyleyen açık bir kadının fotoğrafını gülümseyerek çekiyordu. Yine üç tekerlekli bisikletiyle bir kadın, kendisinin fotoğrafını çekenlere elindeki bayrağı sallayarak poz veriyordu. Bir sürücü, üzeri açık antika arabasıyla yürüyenleri selamlıyordu. Çimenlerde oturarak Nilüfer'i dinleyen genç bir kızın yanında oturan bir köpek, huzur içinde tembel tembel uyukluyordu. Seyyar sandalyelerini getirerek oturanlar, merdivenlere kurulanlar, çoluk çocuk, simitçi-kahveci-gazozcu herkes oradaydı.
Bu savaşta onların dedeleri nineleri savaşmış, tüm o zorlukları gelecek nesilleri rahat etsin diye aşmıştı. Bu Zafer Hepimizindi ve kutlamak hepimizin hem hakkı hem de vefa borcuydu. 
Kutlamalarla acıları ve zaferleri unutturmamak, gelecek nesillere aktarmak gerekiyordu. Ki yaşadıkları yerin değerini bilsinler.

Gözüme takılanlar:
* CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey yapışık ikizler mi yoksa ağabey kardeşler mi ki de, her ama her yerde Yeşiltaş Bozbey'in ensesinde görüntü veriyor. Bu görüntüyü nasıl okumak gerek bilmiyorum ama gözümü fazlaca rahatsız ettiğini söyleyebilirim. Her ne kadar yaşı Bozbey'den küçük olsa da Yeşiltaş, küçük kardeşini parka götürüp diğerlerine karşı korumacılık yapan ağabey gibi görünüyor...
* Açık alan diyerek sigara tüttürenler etraflarındaki insanları duman altı ediyorlar. Zaten kuraldır: o duman hep içmeyene gider.
* Önümüzde 11 Eylül Bursa'nın kurtuluşu ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı var. Umarım bizi yine sokaklarda, yine hep birlikte, yine el ele, yine omuz omuza olacağımız, Kurtuluş ve Bayram ruhunu yaşayacağımız etkinlikler bekliyordur.
31 Ağustos 2024 / C.E.Y.

30 Ağustos 2024 / Zafer Bayramı fotoğraf ve videolarından oluşan albümü görmek için tıklayınız:
Kapakta kullandığım fotoğraf ve diğer birkaç fotoğraf Bursa Büyükşehir Basın Bürosu'ndan gelenler...

20 Ağustos 2024 Salı

Gelin Alayınıza da, Alayınıza da!

Köylerde ve kasabalarda sabahtan akşama kadar süren bir adet vardı. Gelin sabah baba evinden alınır, damat evine alay eşliğinde getirilirdi. Zavallı gelin, kaputun üzerine gelin bebek oturtulup süslenmiş arabanın içinde saatlerce alayın sona ermesini bekler, acıkır, susar, tuvaleti gelir, yerinden kıpırdayamazdı. Bu arada araba birkaç metrede bir durur, önüne kurulan çilingir sofrasından içkiler içilir, ince sazlar eşliğinde oyunlar oynanır, arada kavga çıkar, arada havaya silah sıkılır ve bu yolculuk damat evine kadar sürerdi.
Telli duvaklı gelin köyden köye gelirken şarkılar türküler danslar eşliğinde iki köyün ahalisi eşlik ediyordu. At üzerindeki bu yolculuk belki bu kadar duraklamalı sürmüyordu.
Arabalı olanın ise saatler sürdüğünü biliyorum. Çünkü çocukluğumun Karacabey'inde görmüşlüğüm ve bu alaylardan çok korkmuşluğum var. 

Bu adet şimdilerde büyük kentlerde de devam ettirilmeye çalışılıyor. Onlarca araçtan oluşan gelin alayı konvoyu olur olmaz her yerde duruyor, arabadakiler inip yolun ortasında çiftetelli oynuyor, sonra tekrar araçlara binilip yola devam ediliyor. Trafik mi aksamış, yol mu tıkanmış, ambulans mı geçecekmiş, polis mi gelecekmiş, hiçbirisinin umuru olmuyor.
Verdikleri mesaj şu:
"Ben hâlâ kasabamdan çıkmadım, kafam hâlâ kasaba kafası!"

Metropol Alayları
Adetlerini trafiğin seyrek olduğu sokak aralarında yapsalar neyse de, bildiğiniz otobanda ya da bulvarda yolu kesip çiftetelliye başlıyorlar. Sıkıysa "Çekin arabanızı!" de. Silahlar bellerde hazır! Havaya sıkacağına sana sıkar, yoluna seke seke devam edersin.
Konvoydaki arabalara bakıyorsun, her biri dev gibi, belli ki gelin sağlam yere gidiyor. Lakin içindekiler pek sağlam ayakkabı değil. Görgü görenek, saygı, ince düşünce, sorumluluk gibi bir şeylerden haberleri yok. Parasının ve arabasının olması her kapıyı açar zannediyor. 
Allah daha çok para ve daha güzel arabalar versin. Gözümüz yok.
Ama o arabalarla yolumuzu kesmeyin, o arabalarla arkamıza yapışıp sellektör yapmayın, o arabalarla emniyet şeridine girmeyin, o arabalarla zikzaklar yapmayın, o arabalardan dışarı çöp atmayın, o arabalardan dışarı silah sıkmayın, o arabaların ön koltuklarına, hatta bazen direksiyona çocuklarınızı oturtmayın, o arabalarınızı üç kişilik yeri kaplayacak şekilde park etmeyin, o arabalarınıza binince kendinizi dünyanın hâkimi olarak görmeyin. 
Bu büyüklenmeler sadece sizin küçüklüğünüzün göstergesi, o kadar!

Hadi onlar kendilerini dev aynasında görüyor da, bunun yanlış olduğunu ve suç işlediklerini söyleyecek emniyet güçleri nerede? Yaz cezayı, bağla araçları! Düğün alayı düğüne metrobüsle mi gider, metroyla mı gider, yürür mü bilemem…
Mutluluğunuz daim olsun...
Sevgili gençler, siz evleniyorsunuz diye biz niye yarattığınız gürültü kirliliğinden başlayarak her türlü kahrınızı çekelim? Biz sizin adınıza mutlu olur, size de mutluluklar dileriz, o kadar. Tepemizde davul çalmayın!
Yoksa biz de "Sizin gelin alayınıza da, alayınıza da!" diyerek davul çalmaya başlıyoruz.

Bu akılsız cenahın kendi hayatını tehlikeye attığı yetmiyor, trafikteki herkesi riske atıyor. Bırak trafiği, yol kenarında kendi halinde yürüyenin, dükkân önünde tembel tembel oturanın bile canına kast ediyor.
Durup durup otoyollara ve köprülere zam yapacağınıza şu kendini bilmezlere bir el atıverin. Dev gibi araba alacak kadar paraları varsa insan gibi davranmayı da parayla öğrensinler.
Medeniyeti öğrenene kadar bir daha, bir daha, bir daha ceza ödesinler…

Yanı başımızdakiler / 24 Haziran 2014
Yolbastılar can alıyor / 3 Eylül 2014
Dış çekim şeysi / 2 Ekim 2016

Dı Casus!

Netflix'in 6 Eylül 2019 tarihinde yayımladığı The Spy adlı dizide, İsrailli casus Eli Cohen'in hayatı anlatılıyor. Mini dizinin künyesinde, Gideon Raff tarafından yaratılan, İsrail'in Mossad casusu Eli Cohen'in gerçek hayatına dayanan, casusluk türündeki Fransız Canal + ve Amerikan Netflix ortak yapımı internet dizisi olduğu ve dizinin Uri Dan tarafından yazılan "İsrail'den Gelen Casus (Eli Cohen vakası)" kitabından ilham alarak çekildiği yazıyor.
Dizide Eliyahu Ben-Şaul Kohen'i, Yahudi kökenli Britanyalı komedyen ve oyuncu Sacha Noam Baron Cohen canlandırmış.

2019'dan bu yana listemde olan mini diziyi izlediğimde, uluslararası ilişkilere sıradan insanların aklının ermeyeceğini bir kez daha teyit ettim. Ki bu konuları en çok konuşanlar da sıradan insanlardır. "Büyük Oyun"u en iyi bilen ve çözen hep onlardır.

Eli Cohen'in 6 Aralık 1924 tarihinde Mısır'ın İskenderiye şehrinde başlayan hayat yolculuğu, 18 Mayıs 1965'te Şam'da asılarak idam edilmesiyle sonuçlanır. Suriye'deki görevi esnasında basamakları hızla tırmanır ve Suriye Savunma Bakanı'nın baş danışmanı olacak kadar güven kazanır.
Fakat Cohen'in onu zayıflatan ve sonunu hazırlayan bir hatası vardır. Kişisel hırs! 
Sus dedikleri zamanlarda susmaması, atmaması gereken adımlar atması, sormaması gereken sorular sorması, susması gereken yerlerde konuşması onu zaman zaman büyük sıkıntılara sokarsa da her seferinde bir şekilde sıyrılır.
Sonunu hazırlayan ise "Sessiz Kal!" komutuna uymaması olur.

Cohen'in Suriye Savunma Bakanlığı'na kadar yükselmesinin ardında saçtığı bol paralar ile kilit noktalarda devreye girip "işleri" kolaylaştırmak yatar. Sınırsız kaynak akışı, pahalı hediyeler ve havalı tavırlar Eli'nin ulaşmak istediği her insanı cezbeder. Yoksul bir Mizrahi Yahudi ailede doğan Eli, paraya para demeyen zengin adam rolünü fazlasıyla iyi oynar. Ailesini görmek için İsrail'e döndüğü zamanlarda ise o yine eşiyle birlikte mutfak masasının etrafında, ekmeğinin üzerine yağ sürerek yiyen "sade adam" kimliğine geri döner. 
Casusluk yaptığı günlerde de, yaşadığı şartlar ağırlaştıkça, dünyanın neresinde olursa olsun dolabı açıp tek başına yağlı ekmek yerken özündeki "sade adam"a sığınır... 
 
Sinemanın Gücü
Eli Cohen'in iç dünyası filmde anlatıldığı gibi midir bilinmez ama sinema dili neyi nasıl isterse öyle göstermekte mahir olduğu için, Cohen'in hayatını da minik dokunuşlarla dramatize etmiş. 
İkinci Dünya Savaşı döneminde Yahudi soykırımını anlatan filmlerden birkaçını hatırlayın:
Çizgili Pijamalı Çocuk / The Boy in the Striped Pyjamas, Schindler'in Listesi / Schindler's List, Piyanist / The Pianist, Hayat Güzeldir / La vita è bella, Okuyucu / The Reader, Mauthausen Fotoğrafçısı / The Photographer of Mauthausen, Anne Frank'in Hatıra Defteri / The Diary of Anne Frank, Operation Finale, Umut Bahçesi / The Zookeeper's Wife, Nuremberg Mahkemesi / Judgment at Nuremberg ve dahası...
Yahudilerin yaşadığı bu büyük kıyım, Steven Spielberg gibi (Ailesi, dinine sadık Aşkenazi Yahudileri. Spielberg'in baba ve büyükbabası 1900'lerde Cincinnati'ye yerleşen Rus İmparatorluğu Yahudileri) ve Roman Polanski (Yahudi bir baba ve Polonyalı bir annenin oğlu) gibi Yahudi ya da Yahudi sempatizanı ile İkinci Dünya Savaşı sırasında canı yanmış ülke insanlarının yönetmenleri tarafından çekilen filmler ile anlatılır. 
Para pul işlerinden ellerine su dökülmeyen Yahudiler istedikleri filmlere kaynak akıtabilir, istedikleri filmleri engelleyebilir güçtedir. 
Sinema, istediği tarafı haklı ya da haksız gösterebilir, dünyanın gidişatına yön verebilir.
(Sözün burasında, Alev Alatlı'nın "Hollywood'u Kapattığım Gün" kitabını anmadan geçemeyeceğim.)

Casuslar ve Suikastlar
Casusları ve düzenlediği suikastlarıyla İsrail'in dünya tarihindeki yeri malum. 31 Temmuz tarihinde İran'da düzenlediği Haniye suikastı henüz çok taze.
19 Ağustos 2024 tarihinde de ülkemiz basınında şöyle bir haber çıktı karşımıza: 
"Kağıthane’de, içerisinde 2 Filistinlinin olduğu otomobile bir kişi, silahlı saldırıda bulundu. Susturucu takılmış silahın kullanıldığı saldırıda, Filistin uyruklu A.K. (30) hayatını kaybederken, Filistin uyruklu F.M. ve A.K’.nin koruması E.K. ise yaralandı. Saldırı sonrası olay yerinden kaçan şüpheliyi yakalamak için polis ekipleri çalışma başlattı. Saldırıyı Mossad’ın gerçekleştirdiği üzerinde duruluyor."
****
Zamanında zulüm gören Yahudilerin bugün Filistinlilere daha beterini yapıyor olmalarını akıl almıyor. Aynı şekilde Hamas'ın yaptıklarının da bir yere sığar yanı yok.
Ama yazımın başında dedim ya, uluslararası ilişkilere bizim aklımız ermez diye, o yüzden biz sade vatandaşlar her şeye ancak insanî boyutta bakıp yorumlayabiliriz. 
Kim casus kim değil, kim kimi nereye yönlendiriyor, kim kimi kışkırtıyor, kim haritaları yeniden çiziyor bilemeyiz. 
Eli Cohen Suriye Savunma Bakanı'nın baş danışmanı olacak kadar yükselmişti. 
Aramızdaki Cohenler kimler, nerelerdeler, kimlerleler, bunu bilmiyoruz.
Bunu ancak "büyüklerimiz" bilir. Daha doğrusu bilmelidir.
Dünkü suikastın gerçekleşmiş olmasına bakarsak, ya büyüklerimiz pek bir şey bilmiyor ya da ülkemizde fink atan 'DI CASUS'lar çok iyi çalışıyor.
20 Ağustos 2024 / C.E.Y. 

18 Ağustos 2024 Pazar

Akıl Yaşta Değil Baştadır!

Doğayla yan yana yürümeyi ne zaman öğreneceğiz acaba? Ki eskiden biliyorduk. Unuttuk…
Oysa Cahit Sıtkı Tarancı (o zamana göre geç, şimdiki zamana göre erken) 35 yaşında yolun yarısına geldiğini varsayıp, otuz beş yaşında anladıklarını sıralar '35 Yaş Şiiri'nde. 
Şiirin bir yerinde:
"Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!" der.

Onun otuz beşinde anladıklarını bin yaşına gelseler de anlamayanlar var.
100 yaşındaki ülkenin, 22 yaşındaki hükümetinin ve çoğu 70'i geçmiş yöneticilerinin taşın sert olduğunu, ateşin yakıp, suyun boğduğunu anlamıyor olmaları anlaşılmaz.
Deprem, yangın ve sel doğanın bir gerçeği. Ki ülkemiz de depremlere, sellere ve yangınlara son derece müsait bir coğrafya üzerinde.
Doğal afetlere insan elinin dokunması gerekmez. İnsanın esas yapması gereken afetlerin felakete dönüşmesini önlemek. Hal böyle iken, insanın yaptığı; gidişatı hızlandırıp, büyük, daha büyük felaketlere yol açmak. 
Fay ya da sel hattı üzerinde yapılaşma, imar için ormanlık alan yakma, "İMAR BARIŞI!", ağaçsız şehirler, yeşile düşman griler, "HES"ler için su yatağı değiştirme, yeraltı sularının aşırı kullanımı ve oluşan OBRUK'lar, hava ve su kirliliği, binaları soğutacağız diye havayı ısıtan klimalar, küresel ısınma, liyakatsiz yöneticiler, çokbilmiş beceriksizler, 'ayranı yok içmeye, tahtıravanla gider kenefe'ciler, 'itibardan tasarruf' edemeyenler, ev halkı kan ağlarken ellere para saçan 'eller iyisi'ciler, 'halk ne kadar cahil olursa o kadar iyidir'ciler, 'doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovan'cılar ve benzerleri yüzünden geldiğimiz noktada ne felaketleri önlemeye ne de oluşan felaketi onarmaya yetecek yeterli gücümüz  yok.
Varsa yoksa rant, varsa yoksa arka sokaklar...
****
Ülkemizde her yaz çıkan yaz yangınlarının müsebbipleri çoğunlukla insanlar. 
Akıl yürütmekten aciz, bir adım sonrası göremeyen ve adeta düşünme yetisi elinden alınmış insanlar ya piknik yapacağım, ya anız yakacağım, ya tarla açacağım ya da cigaramı tüttüreceğim diye çakıyor çakmağı. Ve olan oluyor!..
Ateş bu, kuru otu ve kuru havayı buldu mu parlayıveriyor. Bir de yanına rüzgârı aldı mı, çığırından çıkıp, ağzından ateşler saçarak önüne çıkan her şeyi yakıp yutan bir ejderhaya dönüşüyor. Biz insancıklar ise bu koskoca ejderhaya pipet misali hortumlarla su sıkmaya çalışıyoruz. Tonlarca suyu ejderhanın başından aşağıya boca eden yangın uçakları ile su taşıyan helikopterler varsa ne ala! Alet edevatın yoksa ya da yetersizse, ejderhanın öfkesi geçene, yangının önü alınıp hızı kesilene kadar epey bir alan içindeki tüm canlılarla birlikte yanıp kavruluyor.
Ormanda yaşayan binlerce canlı mı varmış, orman içinde köy mü varmış, köylünün evi barkı mı varmış, yetiştirdiği hayvanı mı varmış, yangın bunları umursamıyor. 
Tırtıl gibi kıtır kıtır yenen ormanların dibine yapılıveren 'orman manzaralı' evler de nasibini alıyor bu ateşten. Eei, ateşin de suyun da o kadar dibine girmeyeceksin!
Ne demişti şair?
"Su insanı boğar, ateş yakarmış!" 
Ki susuz ve ateşsiz hayat düşünülemez. İnsan evladı ateşin de suyun da tarifsiz gücünü göz ardı ediyor. Doğanın gücüne karşı durabileceğini zannediyor. Bu büyük gücün kontrol edilebildiği kadar 'güç' olduğunu, edilemediği anda en büyük düşmana dönüşeceğini kafası bir türlü almıyor.
****
Şu birkaç gün içinde, İzmir Yamanlar, Urla, Bolu'nun Göynük, İzmir'in Menderes ve Bozdağ, Manisa'nın Gördes, Karabük'ün Ovacık ve Uşak'ın Eşme ilçeleri yandı kül oldu. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı'nın verdiği bilgilere göre, İzmir Yamanlar, Urla ve Bolu Göynük'teki orman yangını kontrol altına alınmış. Bölgelerde soğutma çalışmaları devam ediyormuş. Diğer bölgeler ise yanmaya devam ediyor.

17 Ağustos 1999 depreminin yıldönümünde depremle ilgili yazdığım, "Japonlar yapmış ağbi!" yazısını şu sözlerle sonlandırmıştım: 
"... yaşadığın coğrafyayı bilecek, onu anlayacaksın.
Dünya bu, her zaman sallanacak.
Japonlar yapmışsa sen de yapacaksın.
Dünya sallanacak ama sen yıkılmayacaksın..."

O gün söylediğim bu sözler tüm doğal afetler için de geçerli...
Demem o ki, aklımızı başımıza alalım. Doğanın dilini anlayalım. Doğanın bir parçası olduğumuzu unutmayalım. Doğayla ahenk içinde yaşayabilen ülkelerden örnek, doğaya kafa yutan ülkelerden ibret alalım. Aklımızın yetmediği yerlerde başka akıllara danışalım. 
Akıl yaşta değil baştadır. Başımızdakilerin yaşını ve başını sorgulayalım. Başımızdakilerin yaşı başıyla müsemma değilse, olanını bulalım...
18 Ağustos 2024 / C.E.Y.

Afetten Felakete
Yaz yangınları / 2 Ağustos 2011
"Japonlar yapmış ağbi!" / 17 Ağustos 2017
Çokbilmiş Beceriksizler / 10 Ağustos 2018
Servetin ne renk? / 2 Ağustos 2019
Tavşan Kaç! / 13 Ağustos 2019
Dip! / 13 Ağustos 2021

12 Ağustos 2024 Pazartesi

'Karanlık Gökyüzü Parkı'ndaki Uzaylılar

Türkiye’nin ilk ‘Karanlık Gökyüzü Parkı, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından İnegöl ilçesi Başalan Yaylası’nda hizmete açıldı. İki gün boyunca birçok etkinliğin yapıldığı alana gelen astronomi meraklıları gökyüzünü de çıplak gözle izleme fırsatı buldu.
Açılış gecesi ben de oradaydım. Merinos İstasyonu'ndan 19:00'da hareket eden basın aracındaki birkaç arkadaşımızla birlikte Başalan Yaylası'na vardığımızda gündüz programları olan güneş saati, model uçak, teleskop aynası yapımı, takımyıldızı dürbünü atölyeleri, drama ve oyun etkinlikleri, vaka çalışmaları ve müzik dinletisi çoktan sona ermiş; dünyanın "ışıklı" kentleri, fotoğraflar eşliğinde anlatılıyordu. Daha sonra Bursa Karanlık Gökyüzü Parkı'nın kurulmasının ardındaki sivil toplum gücü olan Bilim ve Amatör Astronomi Kulübü BAAK üyeleri "yeryüzü, gökyüzü, canlılar ve ışık" üzerine bir sunum yaparak ışık kirliliğinin canlı hayat üzerindeki negatif etkisini anlattılar. Ardından Karaoke ve astronomi üzerine sohbetler yapıldı. 
Bilim ve Amatör Astronomi Kulübü BAAK
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey gelene kadar dijital yarışmalar ve sunumlar yapıldı. İki gün bir gece sürecek etkinlik için çadırını alıp gelenler vardı. Ebeveynleri sayesinde alanda geceleyecek olan çocuklar şimdiden gökyüzü ile tanışıyordu.
Bozbey ve ekibinin alana gelişi biraz gecikti. Onlar geldiğinde sahnede sunum vardı. Sunumu ilgiyle dinleyen Bozbey, sunumun ardından sahneye gelerek açılış konuşmasını yaptı. Bozbey, “Sadece astronomi meraklılarını değil, doğaseverleri, fotoğrafçıları, şehir hayatının koşuşturmacasından uzaklaşmak isteyen herkesi Karanlık Gökyüzü Parkı’na bekliyoruz” dedi. 
Bozbey konuşmasında, hayatı hızlandıran koşuşturmacalar, teknolojideki gelişmeler, yeni aletler, cihazlar ve alışkanlıklar sebebiyle varlığı bilinen şeyleri dahi göremez hale geldiğimizi, cep telefonlarına bakmaktan dostlarımızı, başkalarının paylaştığı manzaraları izlemekten kendi çevremizi göremediğimizi söyledi. Başkan Bozbey, “En çok da yıldızları göremez olduk. Samanyolu’nun varlığını her çocuk bilir. Ama kaç çocuk ve yetişkin Samanyolu’nu gördü acaba? Adlarını ezbere bildiğimiz yıldızları en son ne zaman izlediğimizi hatırlamayız. Ya da izledik mi? Bunun için parkımızı, Türkiye’nin ilk karanlık parkı olarak hizmete açıyoruz.” dedi. Bozbey konuşmasında bu çalışmaların yeni başlamadığını, Türkiye’de ilk defa Nilüfer Belediyesi’nin başlattığı ışık kirliliği haritalarının bu parkın açılmasına vesile olduğunun altını çizdi. 
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey
(Bilim ve Amatör Astronomi Derneği ve Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği’nin de katkılarıyla ortaya konan değerler çerçevesinde Başalan Yaylası’nda karar kılınmış. Bursa Işık Kirliliği Haritası Projesi kapsamında, Bursa’nın binden fazla noktasında ışık kirliliği ölçümleri yapılmış. Yapılan ölçümler neticesinde Karanlık Gökyüzü Parkı için Bursa’nın İnegöl ilçesinde 60.000 m² olan Başalan Yaylası belirlenmiş. Söz konusu alanın gökyüzü gözlemi için ideal olan 21,20 kadir değeri sahip olduğundan dolayı yaylada, Türkiye'nin ilk Karanlık Gökyüzü Parkı'nın kurulması kararlaştırılmış.)
Bozbey konuşmasının sonunda bu konuda kendilerine destek olan, katkı sunan paydaşlara, çalışma arkadaşlarına, bilim insanlarına, İnegöl Belediyesi’ne ve önceki dönem belediye başkanına teşekkür etti ve "Bizler de göreve gelir gelmez buradaki çalışmaları anbean takip ettik ve 3 ay gibi kısa sürede hizmete açtık. Sadece astronomi meraklılarını değil, doğaseverleri, fotoğrafçıları, şehir hayatının koşuşturmacasından uzaklaşmak isteyen herkesi Karanlık Gökyüzü Parkı’na bekliyoruz” dedi.
Bozbey'in konuşmasının ardından topluca açılış kurdelesi (23:45) kesildi. Kamp alanında kalanlar ise kalabalığın gidişinin ardından kamp alanındaki tüm ışıkları kapatarak gökyüzünü (bulutlar izin verdiği kadar) Perseid göktaşı yağmurunu izlemeye koyulacaktı.
Ben ise kurdele kesimi biter bitmez Bursa'ya dönmek üzere bizi getiren minibüsün olduğu yere gittim. Gittim ki minibüs çoktan alandan ayrılmış. Telefonlar çekmediği için haberleşemiyorduk. (Vodafone ve Telekom hizmet getirmiş ancak ikisi de ara ara çekiyordu. Turkcell ise hizmete yanaşmamış.) Gelirken, saat 23:00 gibi minibüsün yanında buluşuruz demiştik. Ancak Bozbey'in gelişi geç olunca ve konuşmalar uzayınca, minibüsün olduğu yere gidişim 23:00'ü geçti. Basın mensubu olarak kimse 'açılış'ı görmeden sahadan ayrılmaz diye düşünmüştüm. Yanılmışım... Beni bırakıp gitmişlerdi.
İnsanları yaylaya çıkartan üç otobüsten Bursa'ya giden otobüse binerek Merinos İstasyonu'na vardım. Cumartesi geceleri yarım saat arayla sabaha kadar çalışan metro sayesinde evime vardığımda saatler 02:00'yi gösteriyordu.
İşin garibi; ne o gece, ne sabah, ne de şu ana kadar beni arayıp eve sağ salim dönüp dönmediğimi kontrol eden kimse olmadı. Belki orada bir yerlerde düşmüştüm, belki kalp krizi geçirip bir yerde yığılmıştım, belki (olmaz ya) bir ayı tarafından kaçırılmıştım. Sorumluluk sahibi bir insan getirdiği insanların akıbetlerinden de sorumlu olmalıydı. 

"Proje Kimin?" Tartışması!
Bursa Büyükşehir Belediyesi, yaklaşık 10 yıldır bekleyen projenin Mustafa Bozbey’in göreve gelmesiyle hızla tamamlandığını duyurdu. Ancak (haberlerde gördüğüm kadar), Büyükşehir eski Belediye Başkanı Alinur Aktaş, bu iddiaya itiraz etti ve projenin büyük bir kısmının kendi döneminde tamamlandığını belirtti. Aktaş, 2019 yılında IDA’ya (International Dark-Sky Association) yapılan başvuru ile Bursa’nın Türkiye’deki ilk akredite Karanlık Gökyüzü Parkı’nı hayata geçirme çalışmalarının başladığını ve 2021 yılında projenin %90 oranında tamamlandığını belirtti. Alinur Aktaş’ın açıklamalarına göre, proje kapsamında Bursa’nın 1050 farklı noktasında karanlık ölçümleri yapıldı ve Başalan Yaylası, yeryüzünden gökyüzüne en az ışık yansıyan yer olarak tespit edildi. Aktaş, “Başalan Yaylası’nın Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan uzun süreli kiralanması ile Karanlık Gökyüzü Parkı akreditasyonu için gerekli altyapının oluşturulmasına başlandı. Bu süreçte yapılan çalışmaların büyük kısmı, benim başkanlık dönemimde tamamlanmıştır” ifadelerini kullandı.
Önemli olan projenin kimin olduğu değil, hayata geçip geçmediği değil midir? Devlette esas olan devamlılıktır. Senlik-benlik olmaz. Uzaydan bakınca son derece anlamsız görünen kayıkçı kavgası misali lüzumsuz tartışmalara çanak tutulmaz. Uzun soluklu işlerde birine başlamak düşerse, bir diğerine bitirmek düşer. Başlatana da bitirene de teşekkür edilir (ki Bozbey, isim kullanmasa da, etti). Devlet işi şahsileştirilemez.

Küçük Prens'in Dünyası
Kavgaları dünya yüzünde bırakalım ve biz Küçük Prens ile birlikte gökyüzüne çıkalım. Hiçbir çiçek koklamayan, gökyüzüne hiç bakmayan, hiç kimseyi sevmeyen insanlara kızgındı Küçük Prens. Hayatta neyin önemli neyin önemsiz olduğunu birbirine karıştırıyordu o insanlar hep. Küçük Prens gezegenleri süpürüyor, gezegenden gezegene dolaşıyor, yıldızlardan dünyamıza bakıyor ve sürekli sorguluyordu. 
Küçük prens Dünya'ya geldiğinde hiç kimseyi görememesine çok şaşırdı. Yanlış gezegene geldiğini düşünüyordu ki, kumun üzerinde altın gibi parıldayan ayışığı rengindeki yılanı gördü.
"İyi akşamlar," dedi nazikçe.
"İyi akşamlar," dedi yılan.
"Bu geldiğim gezegenin adı ne?" diye sordu küçük prens.
"Dünya," diye yanıtladı yılan. "Burası da Afrika."
"Ya! Demek Dünya'da hiç insan yaşamıyor?"
"Burası çöl. Çölde insan olmaz. Dünya çok büyüktür," dedi yılan. Küçük prens bir taşın üstüne oturdu, bakışlarını gökyüzüne çevirdi.
"Acaba," diye söze başladı. "Günün birinde hepimiz kendi yıldızımızı bulalım diye mi hepsi böyle birbirinden uzak. Örneğin, şu benim gezegen. Tam üstümüzde, ama ne kadar uzak!"
"Çok güzel," dedi yılan. "Seni buralara getiren nedir?"
"Bir çiçekle sorunlarım vardı," dedi küçük prens.
"Ya!" dedi yılan.
İkisi de sustular. Sonunda küçük prens, "İnsanlar nerede?" diye söze başladı. "Çölde insan çok yalnız hissediyor kendini..."
"İnsanların arasında da yalnızdır insan," dedi yılan.
Küçük prens uzun uzun ona baktı.
"Sen komik bir hayvansın," dedi. "Parmağım kadar kalınlığın..."
"Ama bir kralın parmağından bile daha güçlüyüm," dedi yılan.
Küçük prens gülümsedi.

Hepimiz Uzaylıyız!
Büyük şehirlerde yaşayan insancıklar olarak bizler de, ucu bucağı olamayan bir sonsuzlukta dönüp duran mavi küremizden başımızı yukarıya kaldırıp, gökyüzüne bakmayı unutur, telefonların mavi ışığından ayrılamaz olduk. 2023 Temmuzunun ortasında Datça'da günlerce elektrik kesildiğinde, o karanlıkta bahçede oturup gökyüzüne bakarken üzerimizden geçen Starlink uydularını çıplak gözle görmüştük. Onlar hep üzerimizden geçiyorlardı ancak şehrin ışıklarından görünmez oluyorlardı. Ayrıca mehtap harici aklımıza gökyüzüne bakmak da gelmiyordu. 
Hem gezegenlerden en yaşanabilir olanında yaşamak, hem milyarlarca yıldır yıldızlar arasında yolculuk yapmak, hem de bunu çok normal bir şey sanmak ve bu azametin farkında olmamak da insanın gafleti olsa gerek.
Gökyüzü şifahanesinde şifalanmak, düşünmek, akletmek, farkına varmak varken...
Oysaki Vincent Van Gogh, yaptığı Yıldızlı Geceler tabloları ile dünyanın ne kadar farkında olduğunu anlatıyordu insanlara. Onun çalışmalarında dünyayı aydınlatan ışık, güneş, ay ve yıldızlardı. İç mekân tasvirlerinde de tavandan sallanan ışıklar yine ön plandaydı. Resim, fotoğraf, heykel gibi sanat dalları için ışık her zaman çok önemliydi.
Neyse ki gaflet içinde olmayıp, Van Gogh gibi başını yukarıya kaldırıp, gökyüzüne bakan uzaylılar da az değildi.
Göğe bakıp bakıp, "Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?" diye sorgulayan Hayyam gibi mesela. Astrolojiden yola çıkıp astronomiye ulaşan, astronomi bilimi ile uzak gezegenlere yolculuk yapan uzay programları mesela. 

Gökyüzüne bakanlara biz de şöyle bir bakalım:
SSCB tarafından 4 Ekim 1957'de yörüngeye oturtulan ilk uzay aracı Sputnik 1, 3 Kasım 1957 tarihinde fırlatılan Sputnik 2 uzay aracının yolcusu köpek Layka, 12 Nisan 1961'deki Sovyet uzay programı Vostok 1 ile uzaya ilk insanlı uçuş, ABD'nin Apollo 11 misyonu kapsamında 20 Temmuz 1969'da Ay'a yolladığı uzay aracı ve Ay'a ayak basan ilk insan Neil Armstrong, 12 Nisan 1981 ile 8 Temmuz 2011 arasında 135 kez gidip gelen Uzay Mekiği, bu program dahilinde 28 Ocak 1986 tarihinde yaşanan Challenger Uzay Mekiği kazası, 29 Temmuz 1958'de kurulan NASA, 1993 yılında oluşturulan Mars Keşif Programı, 2002'den bu yana hayatımızda olan SpaceX ve tabii ki SpaceX'in CEO'su Elon Musk.
(Bu arada Astroloji sevenler hâlâ daha yıldızlara bakarak "geleceği öğrenme" peşinde. Roadster'ı alan Üsküdar'ı geçti haberleri yok!)
Gözünü dünyadan yıldızlara çevirenlere dev teleskoplarla gökyüzünü izlemek yeterli olmaz ve uzayı uzaydan izlemek isterler. Çünkü zemine dayalı teleskoplar ışık kirliliği ve elektromanyetik radyasyonun bozulması (ışık titremesi) gibi birçok soruna maruz kalır. Buna ek olarak morötesi frekansları, X ışınları ve gama ışınları Dünya atmosferi tarafından engellenir. Uzaya çıkınca bu sorunlar ortadan kalkar. O yüzden bilim insanları tarafından 1946'den bu yana; ismi Amerikalı astronom Edwin Hubble'ın anısına verilen, Nisan 1990'da STS-31 görevi esnasında Uzay Mekiği Discovery tarafından Dünya etrafındaki yörüngesine taşınan Hubble Uzay Teleskobu (HUT), eskiyen Hubble Uzay Teleskobu'nun kısmen ardılı olacak şekilde planlanan, NASA öncülüğünde ve ESA ile CSA'nın desteğiyle geliştirilen, Aralık 2021'de fırlatılan ve Ocak 2022'de yörüngesine giren, uzaya gönderilmiş en güçlü ve, kızılötesi astronomiye yönelik bir uzay teleskobu olan James Webb Uzay Teleskobu (JWST) gibi uzay teleskopları geliştirilir.

Işık Kirliliği 
Elektrik sayesinde ışığımız var ve yolumuzu, evimizi, işimizi aydınlatıyoruz. Elektriğin bulunuşu bir devrim, lakin ışığın fazlasını istemiyoruz. Doğru aydınlatma tesadüf değil tasarımdır diyor bilirkişiler. Işık kirliliği göğün güzelliğini bizden saklıyor. Güneş ve Ay ile hareket eden canlıların ise yaşam yolculuğunu şaşırtıyor. 
isikkirliliği.org sayfasında yer alan tanıma göre Işık Kirliliği: "Yanlış yerde, yanlış miktarda, yanlış yönde ve yanlış zamanda ışık kullanılmasıdır. Işığın istenmeyen ya da gerekmeyen yeri aydınlatması hem rahatsız edici ışık hem de boşa giden enerji demektir. Gözün alışık olduğu aydınlatma düzeyini aşan ışık, gözün görme yetisinin bozulmasına, nesnelerin görünürlüğünün kaybolmasına ve gece yol ve çevre güvenliğinin olumsuz etkilenmesine neden olur. Gökyüzüne doğru yayılan yapay ışık, atmosferdeki toz ve moleküller tarafından her yöne saçılıyor ve gökyüzünün fon parlaklığını artırıyor; gökyüzünün doğal güzelliği ve yıldızlar kayboluyor. Işık kirliliği, gecenin doğal karanlık düzeyini bozduğu için, doğal yaşamı (hayvanlar, bitkiler, doğal çevre) da olumsuz etkiliyor."
****
Yazıya Sezen Aksu'nun sözlerini yazıp Sertap Erener'in seslendiridiği "Masal" şarkısının dörtlükleriyle veda edelim o zaman:

Geceye açar akşam sefaları,
Ölüme benzer güne vedaları.
Deli dolu bir macera, bir şölen, bir düğün,
Kadere kısmet narin hayatları.

Işığa uçar bütün pervaneler,
Ateşe giderken ne şahaneler.
Dönerek acıyla aşkla şu alemi,
Yana yana raks eder divaneler.

Perseid Meteor Yağmuru bu akşam Tuzaklı'da
Osmangazi Belediyesi, 12-13 Ağustos tarihleri arasında Tuzaklı Köyü’ndeki piknik alanında ücretsiz olarak Perseid Meteor Yağmuru gözlem etkinliği düzenliyor. Yılda sadece 8 kez gözlemlenebilen ve 12 Ağustos gecesi en yoğun anına ulaşacak olan Perseid Meteor Yağmuru, Swift-Tuttle Kuyruklu Yıldızı’ndan ayrılan kayaç ve toz parçalarından oluşuyor.
Saat 18:00’de başlayacak etkinlikte, uzman astronomlar gezegenler ve takımyıldızları hakkında bilgi verecek ve teleskopla gözlem yapma fırsatı sunulacak. Etkinlik 13 Ağustos Salı günü saat 06:00’ya kadar devam edecek.
Araçsız katılımcılar için Osmangazi Meydanı’ndan otobüs seferleri düzenlenecektir. Etkinliğe otobüs ile katılacakların Osmangazi Belediyesi adresinden kayıt yaptırmaları gerekmektedir.
12 Ağustos 2024 / C.E.Y.

8 Ağustos 2024 Perşembe

Çıkmadık Candan Umut Kesilmez

N'apıyorsunuz?
Umarım iyisinizdir ama sizin hatırınızı sormadım, tepemizdekilere sordum; N'APIYORSUNUZ?
Yediden yetmişe bütün milleti delirtmek mi istiyorsunuz?
Daha da uğraşmayın, zaten delirdik!
Köpekleri öldür, sosyal medyayı yasakla, müfredattan ders at, yetmedi dersten konu at, müspet bilimleri arkaya al, uhrevî dünyayı öne çıkar, insanların boğazına çök, sık sık, daha çok sık, boğulana kadar sık, isyan eden olursa kafasına vur, dilini kopart, kulağını patlat, gözünü çıkart, göremez, duyamaz, konuşamaz, hatta düşünemez hale getir.
Rahatladınız mı?
Sert oldu biraz ama işte siz bunu yapıyorsunuz...

Yükle yükle, biraz daha yükle!
Instagram yasaklanınca sokak hayvanlarının "öldürülmesi" konusu bir anda gündemdeki yerini kaybetti. Sokak hayvanları gündeme getirilerek memleketin hayatî konuları alalanmıştı. 
Görmüyor değiliz; ardı ardına kopartılan yapay fırtınalar ile ortalık toz dumana çevrilip o kargaşada kaş göz yarılıyor, suçlu ise aradan sıvışıyor. 
İnsanlar ay sonunu değil, ayın ilk haftasını nasıl çıkaracağını düşünürken, "sen bunu da taşırsın" denilerek üzerine bir yük daha yükleniyor. (Yükle yükle, nasılsa eşek bizim eşek, biraz daha yükle!)
Elektriğe zam, suya zam, doğalgaza zam, ulaşıma zam, vergilere zam! Temel gıda maddeleri ile ise Allahuekber dağlarının zirvesinde. 
Zam gelmeyen bir tek şey var, onun da ne olduğunu biliyorsunuz. 
10.000+2.500 TL ile geçin geçinebilirsen...

Kimin Umurunda!
Sayıları her geçen gün katlanarak artan "müslüman din kardeşlerimiz" birkaç yıl içinde bizi yurdumuzdan kovacak sayıya ulaşacakmış, kimin umurunda!
Eğitim budana budana kuşa dönmüş, bunca yılda okuduğunu dahi anlamayan nesiller yetişmiş, kimin umurunda!
Yetersiz beslenme çocukların gelişimini durdurmuş, insanların sağlığını yerle bir etmiş, kimin umurunda!
Üzerinde ülkenin yatırımı, ailelerin büyük emeği olan iyi yetişmiş gençler ülkeden kaçmak zorunda kalmış, kimin umurunda!
Ekonomide atılan altı sıfırın biri geri alınmış, "milyon" sözü tekrar dilimize dolanmış, kimin umurunda!
İnsanını refah içinde yaşatıp, barış içinde yönetmek için geldiğin ülkenin halkı sürüm sürüm sürünüyormuş, kimin umurunda!
Siyasî hırs gözlerini o kadar bürümüş ki, halka hizmet etmek isteyen kurumlar da çeşit çeşit yolla engellenir olmuş, kimin umurunda!
Haklısınız, cibiliyetsiz olarak nitelendirdiğiniz halk tabii ki kimin umurunda!
Ev zencileri olarak nitelendirdikleriniz ise, sizin itinayla palazlandırıp evlere soktuğunuz zenciler olabilirler mi?

Ama ne düzen oldu!
Tutarsız ve yalanlarla dolu atarlı giderli haykırışlar iki gün sonra unutulup yutulur, uluslararası ilişkilerde diplomasi bir yana bırakılıp siyasi platform mahalle kavgasına döndürülür, beceriksizlik, çokbilmişlik, yalancılık, kayırmacılık, riya, soygun, gasp, rüşvet, yani "istemem ama yan cebime indragandiriver" demek yerine, "komisyonlar" alenen istenir, işini dürüstçe yapmaya çalışanlar cezalandırılıp, arka yollarda dolananlar ödüllendirilir, kendi insanı acımasızca süründürülüp, kilometrelerce uzaktaki insanlara ağlanır oldu.
Ekran görüntüsü ağlamalarının arkasında ise çevrimdışı çalışan ve hiç aksamayan 'tamamen duygusal' bir trafik var ki, ona hiç dokunma!

Arka sokakları bilmiyoruz!
Birkaç saldırgan köpek yüzünden tüm köpekleri ilaçlayarak öldürelim yasasının arkasında ne var bilmiyoruz. (İlaç ihalesi kime verilecek acaba?)
Hamas'ın başı Haniye'nin öldürülmesinin ardından yapılan Haniye övücü paylaşımları kaldıran Instagram'ı protesto ederek Instagram'ı Türkiye'de kapatmasının ardında, Instagram'ın pedofiliden uyuşturucuya her türlü kötülüğü yaydığını söylemesini ve bunu delillendirememesini anlamıyoruz. 
(Hamas'ın İsrail'e saldırısı sonucunda haritada Gazze diye bir yer kalmadığına bakacak olursak, Hamas kime ve neye hizmet ediyor diye ayrıca sorgulamak lâzım.)
(Instagram'ın yasaklandığı gün Cumhurbaşkanlığı tarafından atılan "Hayırlı Cumalar" 'story'sini de unutmamak lâzım. Hayrola, VPN, MPN?)

Bilmiyor musunuz?
Kaç yıldır Instagram kullanılıyor bu memlekette haberiniz var mı? Saydığınız tüm kötülükler bir anda mı ortaya çıktı? Çıktıysa da bizim niye haberimiz yok? Instagram kapanınca saydığınız suçlar orada mı donup kalacak? Daha önce herkes sütten çıkmış ak kaşık mıydı? 
Köpekler kaç yıldır sokaklarda yaşıyor haberiniz var mı? Siz hiç sokağa çıkmıyor musunuz? Köpeklerin kimileri mahallelinin köpeği oluyor, kimileri çeteleşip saldırganlaşıyor, bunu bilmiyor musunuz? 
Ülke dediğin, toprağıyla, suyuyla, havasıyla, çiçeğiyle, böceğiyle, kurduyla, kuşuyla, kedisiyle, köpeğiyle, insanıyla bir bütün. Hiçbiri birinden ayrılmaz. Mesele dengeyi bozmamakta. 

Düğümler çözülmek içindir!
Çocukken, örgü ören annem ip çilesini iki koluma geçirir, ipin ucunu elinde sarmaya başlar, ben de kollarımı bir o yana bir bu yana devirerek ipin kolumdan kolay geçmesini sağlardım. Bu ayin ile annem çile halindeki ipi yumak haline getirirdi. Bazen ipler dolaşır, düğüm olurdu. Dolaşmış çileyi büyük bir sabırla ve bulmaca çözer gibi adım adım çözerdim. Sonra da çileyi bir sandalye arkasına (iplik sarma aparatı gibi) yerleştirir, kendi kendime yumak haline getirirdim. İpi daha da dolaştırıp bir kenara atmaz ya da sobaya atıp ateşte yakmazdım. Bu emekler ile yumak haline getirilmiş o ipten güzel mi güzel, insanı sıcacık tutan bir kazak çıkardı ortaya sonunda. 

Yasaklayınca yok olmuyor!
Çözmek için emek vermeyip, çözüm üretmek için akıl yürütmeyince, düğümleri görmezden gelince, yok sayınca ve yasaklayınca yok olmuyor sorunlar. Yapıcı, onarıcı, geliştirici ve çözüm üretici olmak lâzım. Bunun için de düşünmeyi ve problem çözmeyi öğrenmiş olmak gerekiyor. Bunun için de sosyolojiyi ve matematiği aynı ayarda öğretmek lâzım. 
İnsanlar da hayvanlar da oynayarak öğrenir. Çocuklara oyunlar oynatmak, oyunlar öğretmek lâzım. (Bu arada, çocuk oyun alanı Roblox da aynı bahanelerle yasaklanmış.)
İnsanın, bir taşı yerinden aldığı zaman kaç taşın yerinden oynayacağını hesap etmesi, her şeyin iki adım ötesini görmeyi bilmesi lâzım. (Yoksa seçimleri de mi yasaklayacaksınız?)
Oyun demişken, Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları'nda yarı finale kalan Türkiye A Milli Kadın Voleybol Takımımız olimpiyat şampiyonu olsa da, sayın Cumhurbaşkanımız kendilerini bir güzel tebrik etse.

Kangren
Ekonomi bir yana, sosyoloji bir yana, demografi bir yana, mantık bir yana derken, her şey o kadar dağıldı ki topla toplayabilirsen. Ve her şey o kadar 'Arap Saçı'na döndü ki çöz çözebilirsen. Ve her şey öyle bir kangren oldu ki yaşat yaşatabilirsen.
Çare; önce çürüyen organı kesip atarak bedenin bütününü kurtarmakta, sonra da tıkanan damarları açarak kan akışını sağlamakta...
Düğümler de çözülür, dağınıklar da toplanır, her şey yoluna girer.
Kısacası; çıkmamış candan umut kesilmez...
8 Ağustos 2024 / C.E.Y.

1 Ağustos 2024 Perşembe

62. Uluslararası Bursa Festivali'nin Ardından

Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası
Pandemi dönemi hariç hiç ara vermeden gerçekleşen Uluslararası Bursa Festivali'nin altmış ikincisinde, sadece Kültürpark Açıkhava'ya sıkışmayan, Bursa'nın ilçelerine de yayılan bir program izlendi. Bursa Büyükşehir Belediyesi adına BKSTV tarafından Atış Grup sponsorluğunda düzenlenen 62. Uluslararası Bursa Festivali'nde, birbirinden değerli sesler ve gruplar Osmangazi, Yıldırım, Balat, Mustafakemalpaşa, Kestel ve İznik'te verilen konserlerde halkla buluştu. 

Biletler satışa çıkar çıkmaz seçtiğim birkaç programın biletlerini aldım. Biletini almadığım bazı programları ise basın davetlisi olarak izledim. Merinos AKKM, Merinos Park ve Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'ndaki konserleri adeta hiç kaçırmadım. Gidemediklerimi de sosyal medyadan ve haberlerden takip ettim.
Restorasyonun ardından ilk kez bir etkinliğe ev sahipliği yapan İznik Antik Tiyatrosu’nda sergilenen “Bedreddin Oratoryosu”nu izleyemediğime üzüldüm. İznik'e gitmek bir şey değildi ancak konser sonrası İznik'ten dönmek bir şeydi. O yüzden tercih etmedim.

Açıkhava'daki konserler belli bir dolulukta geçti. Fatih Erkoç, Şevval Sam, Nükhet Duru, Bekir Ünlüataer, Ahmet Özhan gibi isim yapmış sanatçılar Bursalı hayranları tarafından yalnız bırakılmadı. İlçelerde verilen konserlere 36. Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışmacıları eşlik etti.
Benim gördüğüm kadar, Dedublüman konseri hariç, hiçbir konserde tüm koltuklar dolmadı. Merinos Park'ta izlediğim Hayko&Ceza&Mercan Dede "Best Of Genres" konseri ise, Dedublüman konseri misali, gençler tarafından büyük ilgi gördü. BKSTV Instagram hesabından gördüğüm kadarıyla "Büyük Ev Ablukada", Merinos Park'ta festivale layık bir kapanış konseri vermiş. 

Koltukların dolmamasında festivalin yaz ortasına denk gelmesi ve bilet fiyatlarının yükseklerde seyretmesi etkili olmuş olabilir diyecektim ama fiyatları, festival kapsamında olmayan konserlerin bilet fiyatlarıyla kıyaslayınca, "fiyat yüksekliği" fikrimi geri aldım. Sponsorlar yükün bir bölümünü üstlenmiş olmasa bu konserler bu rakamlara izlenemezdi. Ayrıca bazı konserler ücretsizdi. Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla, birkaçı dışında, onlara da katılım beklendiği kadar yüksek değildi.

5 Temmuz 2024 - 31 Temmuz 2024
* 62. Uluslararası Bursa Festivali, Naci Özgöç şefliğindeki Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası ve Siudy Garrido Flamenko Topluluğu ile başladı. O gece Merinos Park'ta, açık havada, dans ve müzik dolu, son derece estetik bir gece yaşandı.. 
Siudy Garrido Flamenko Topluluğu
* İzlediğim ikinci konserde gecenin solisti olan Şevval Sam, Pera Filarmoni Orkestrası ile Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'nda sahne aldı. Orkestra şefi İbrahim Yazıcı ile tatlı sohbetleri, berrak sesi, özenli kıyafetleri, sahnede adeta bir kelebek gibi uçuş uçuş dolanışı, izleyici ile kurduğu bağ, beden dili ve göz teması, kendine el sallayan herkese el sallayışı, izleyici arasına dalıp bütün Açıkhava'yı tavaf edişi hepimizi kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Bu hayranlıkta izleyici yalnız değildi. Şef başta olmak üzere orkestradaki her müzisyen de Şevval Sam'ı hayranlıkla izledi. 
Orkestra ise başlı başına hayranlık vericiydi.
Şevval Sam & Pera Filarmoni
* Fatih Erkoç ve Kerem Görsev Trio, "Jazz Project" ile festivaldeydi. Trio'nun içinde bir hemşehrimiz, Bursalı baterist Ferit Odman da vardı. Vokalde Bursa'nın eniştesi Fatih Erkoç, davulda Bursa'nın öz evladı Ferit Odman, piyanoda Kerem Görsev, Kontrbasta Volkan Hürsever, karşılıklı atışmaları ile hepimizi cazın büyülü dünyasına çekti. Odman'ın takip edemediğimiz adeta uçan bagetleri, zaman zaman depara kalkışları, sololardaki başarısı ve her daim gülen yüzü, başarısının ardında yatan tutku ve emeği gösteriyordu.
Fatih Erkoç & Kerem Görsev Trio
* Açıkhava Tiyatrosu’nda sahne alan Ahmet Özhan, altmış iki Bursa Festivali'nin kırkında sahnede olduğunun altını çizdi. Özhan'ın seslendirdiği ilahilere semâzenler ve bir vokal grubu eşlik etti. Onun sesinden dinleyip sevdiğimiz Türk Müziği eserlerine ise yer vermedi.
Ahmet Özhan
* Daha önce hiç dinlemediğim, festival broşüründe ismi dikkatimi çektiği için izlemeye gittiğim ve çok beğendiğim Türkçe Alternatif Rock Müzik Grubu Dedublüman, herhalde festivalin Açıkhava'yı lebalep dolduran tek grubuydu. Dedublüman sözcüğünün anlamı nedir diye merak edip araştırdığımda, bir kişinin aynı anda aynı yerde iki farklı bedene sahip olması demek olduğuna rastladım. Telaffuzu zor bir sözcük olan Dedublüman, bir ruhçuluk terimi imiş. Bedenli bir varlığın, bedenindeki maddeleri demateryalize etmesi, onu farklı bir biçime sokması ve başka yerlerde yeniden ortaya çıkarması anlamı taşıyormuş.
Dedublüman
O gece vokal ve gitarda Mustafa Yavuz, yaylı enstrümanlar, ut ve perküsyonda Besim Talı, piyanoda ve gitarda Hazar Altın, basgitarda Kıvanç Kumlu, davulda Kurthan Sarpkaya (konserin başında davulu patlattı) ve klarnette Çağrı Çelik’ten oluşan kadro, “Firuze”, “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” ve “Gamzedeyim Deva Bulmam” gibi eserleri kendilerine has yorumlarıyla söyledi. O şarkıları bildiğim için şarkılara eşlik etmek keyifli oldu. Gençlerin ezbere bildiği “Belki”, “Sen Bilemezsin”, “Çözemezsin” ve “Sakladığın Bir Şey” şarkılarını konser öncesi Spotify'da dinlemiştim. Evet, güzel söylüyorlardı. Tesadüf bu ya, konsere gitmek için aracıma biner binmez radyoda bu şarkılardan biri çalmaya başladı. Eğer ki Dedublüman grubunu öğrenmiş olmasaydım, ben o şarkıyı Duman'dan dinlediğimi düşünecektim. 
* Nükhet Duru ve Pow Trio Cenk Erdoğan, "Nünü Caz Söylüyor" sloganıyla sahnedeydi.  Ancak cazı daha çok müzisyenler yaptı. Nünü ise, Melankoli, Ben Gene Sana Vurgunum, Beni Benimle Bırak gibi klasikleşmiş şarkılarını en klasik halleriyle seslendirdi. Kapanışı da "Mahmure" ile yaptı. Nükhet hanım kıyafeti ile epey şıkır şıkırdı ancak bu şıkırtı ona buram buram ter olarak döndü. Ha bir de; sıcaktan olsa gerek, fıkır fıkırlığı biraz havada kaldı. Yine de Nünü bizim Nünü'ydü. 
Nükhet Duru & Pow Trio Cenk Erdoğan
Duru, Bursa’nın kendisi için öneminin bir başka olduğunu, çocukluğunun Bursa’da geçtiğini, Bursa’ya sevdasının daha dört yaşında başladığını, Bursa deyince aklına yuva geldiğini, Bursa'da kendini diğer şehirlerden daha fazla güvende hissettiğini söyledi. O böyle söylerken, hangi şehre giderse kendini o şehrin hemşehrisi ilan eden siyasetçiler ve boyunlarına atılan şehrin futbol kulübü kaşkolü gibi görüntüler geçti zihnimden. Hepsini kovaladım...
* Türkiye’de ilk kez sahne alan İrlandalı Celtic Legends grubu, dakikalarca süren topuk dansı ile büyük alkış aldı. Dansları olduğu kadar kıyafetleri, müzikleri ve enstrümanları kültürlerinin bir yansımasıydı. 
Celtic Legends
* İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kent Orkestrası, Merinos Park'ta verdiği konserde izleyiciyi 70'lerden 90'lara uzanan müzikal bir yolculuğa çıkardı. Hep sevdiğimiz, hep bildiğimiz şarkılardan oluşan bu repertuara daha yüzlerce şarkı eklenebilirdi. Kısıtlı zaman içinde birkaç örnekle geçildi yıllar. Bu şarkılarla gülünmüş, bu şarkılarla ağlanmış, bu şarkılarla eğlenilmiş, bu şarkılarla hüzünlenilmişti. Saymak için bolca parmak isteyen yıllardı... 70'ler ve 90'lar iz bırakmıştı ancak ülkenin içinden geçtiği zorlu zamanlardan olsa gerek, 80'ler sanki biraz zayıftı. 
İBB Kent Orkestrası
* Türk Sanat Müziği'nin güçlü sesi Bekir Ünlüataer, Bursa Festivali'ne Zeki Müren şarkıları ile gelmişti. Beklenen Şarkı, Manolyam, Gece Kirpikli Kadın, Zehretme Hayatı Bana Cânânım, Bir Demet Yasemen, İnleyen Nağmeler, Geceler ardı ardına söylendi. Geceler şarkısını bilen bilir, Ünlüataer işte o 'Geceler'i sahnenin bir ucundan bir ucuna öyle bir çekti ki, geceler daha da böyle çekilmez dendi. Ünlüataer'in sempatik hallerinin yanında, bir başka "beklenen" şarkıda kendisinin romantik yanını gördük. 
Önce dans dersi aldığı eğitmeni, sonra da eşi olan Elif Ömüriş ile Aşk Masalı şarkısında ettiği dans, dansın sonunda eşinin dudaklarına kondurduğu buse ve birbirlerine olan sevdalı bakışları seyirciyi tabii ki ateşledi. 
Bekir Ünlüataer
Bir insanın bir insana olan sevgisini kendisine saklamaması, göstermesi ve eşini onurlandırması ne kadar kıymetli ve ne kadar güzel bir örnekti. Bu arada, Bursalı çello sanatçısı Tuğberk Çelikkol da enstrümanı ile sahnedeydi. Devlet Klasik Türk Müziği Topluluğu Sanatçısı Nalan Höke Turan da konseri ön sıradan izleyenler arasındaydı.
* Mercan Dede, Ceza ve Hayko Cepkin bir araya gelince neler olmaz ki! Merinos Park'ta işte üçü bir araya geldi ve yer yerinden oynadı. Konserde ilk olarak sahne alan Mercan Dede'ye semazen eşlik etti. Lakin bu semazen Ahmet Özhan'ın ardında dönen semazenlere benzemiyordu. Işık ve sesler arasında öyle bir dönüyordu ki, dünya, ay, gezegenler, atomun çevresinde durmaksızın dönen elektronlar ile izleyiciyi zerreden evrene, evrenden âlemlere ulaşan bir yolculuğa çıkartıyordu. 
Hayko Cepkin
Daha sonra sahneye Ceza çıktı, ardından da Hayko Cepkin. Arkada sosyal içerikli görseller, sahnede ışıklar, alev topları, Hayko'nun gırtlak sesi, Ceza'nın dur'suz sözleri, Mercan Dede’nin ney'i... Festivalin en unutulmaz konserlerinden birini izlemiştik.
* Kültürpark Açıkhava'dan Merinos AKKM Osmangazi Salonu'na alınan Zuhal Olcay, Güvenç Dağüstün ve Burçin Büke ile "Şair Şarkıları" konseri, Dağüstün'ün daha çok, Olcay'ın daha az söylediği bir konser oldu. Karacaoğlan'dan Nâzım'a, Yahya Kemâl Beyatlı'dan  Attilâ İlhan'a, Turgut Uyar'dan Özdemir Asaf'a, Konstantinos Kavafis'ten William Shakespeare'e kadar pek çok şairin bestelenmiş şiirlerini şarkı formunda dinledik. Şairlerin dizelerine uygun, sakin, dingin, zaman zaman hüzünlü bir konserdi.
Burçin Büke & Güvenç Dağüstün & Zuhal Olcay
* Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin 1994-1999 dönemi Belediye Başkanı olan Erdem Saker hemen hemen her konsere gelerek ön sırada kendisine ayrılan yere oturdu. Her programı sonuna kadar izledi. İBB Kent Orkestrası konseri öncesi kısa bir sohbet ettik. Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası'nın kuruluş öyküsünü anlattı. Uludağ Üniversitesi, Ayhan Kızıl, Hikmet Şimşek ve Erdem Saker Bursa için ne büyük bir oluşum başlatmış ve Bursa'ya ne kıymetli bir miras bırakmışlardı.
* Merinos Park'taki konserlerde sahne, çimenler üzerine kurulan platformda, izleyiciler ise düz zemine yerleştirilen sandalyelerde olduğu için, sahneyi görebilme konusu biraz sıkıntılı oldu. 
* Amfitiyatro misali mekânlar izleyici için daha performanslı oluyor. O yüzden Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu bu konuda daha başarılı. Mekânın içi geçtiğimiz yıllarda yenilenmişti, bu da konforu artırmış. Ses sistemi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Özellikle de Bekir Ünlüataer konserinde ses sistemi epey sorunluydu. Yan bloklara neredeyse hiç ses gitmemiş.
* Konserler hiçbir zaman saatinde  başlamadı. İzleyiciler hiçbir zaman tam saatinde salonda olmadı. En ortada oturan şahıs en geç gelen şahıs olup, bulduğu yere oturmak yerine, numaralı koltuğuna ulaşmak için onca kişiyi kaldırınca, hem ayağa kalkanların hem de arkadaki izleyicilerin canı epeyce sıkıldı. 
* Hani olmaz ya; konser-tiyatro biletleri alınırken (üniversite sınavları için form doldururken sorulduğu gibi) boy ve kilo belirtilse de koltuk numarası ona göre belirlense iyi olmaz mı? Sağınıza solunuza sizi sıkıştıran tombul, önünüze de görüşünüzü kapatan iri kıyım birileri oturunca işler hiç kolay olmuyor da...
* Merinos Park'taki konserlerde insanlar niyeyse panayır alanında ya da köy düğününde gibi bir o yana bir bu yana sürekli hareket halindeydiler. 
* Zuhal Olcay, Güvenç Dağüstün, Burçin Büke hariç, izlediğim tüm sanatçılar seyircinin "Bir daha, bir daha!"larına kayıtsız kalmadı ve muhakkak bir ya da iki parça ile izleyicinin gönlünü hoş etti.
* 5 Temmuz'da başlayan Festival, 31 Temmuz itibarıyla sona erdi. İzlediklerim olduğu kadar izlemediklerim de vardı.
* Duble Salih, No Land, Feride Hilal Akın, Gülcan Altan, Ramazan Sesler, Bedrettin Oratoryosu, Bülent Ortaçgil-Kadın Sesi Değmiş Şarkılar/Zuhal Olcay-Ceylan Ertem-Jehan Barbur-Dilek Türkan, Anna Maria Jopek, Berlin Europe Orkestrası-Erdal Akkaya, Emel Mathlouthi, Şenay Lambaoğlu, Büyük Ev Ablukada, Köfn, Aziza Mustafa Zadeh ve Erkan Oğur-Coşkun Karademir-Derya Türkan konserleri izleyemediklerim olarak kaldı.
* Festival boyunca toplu taşımanın daha geç saatlere kadar devam etmesini isterdim. Mesela, Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması'nın final gecesi o kadar uzun sürdü ki, araçsız gelen insanlar yarışmanın sonunu göremeden Açıkhava'dan ayrılmak zorunda kaldılar. Sair konserler 00:59 öncesi sona erdi. Yine de insan konser sonrası Kültürpark içinde iki bardak çay içip konseri sindirmek, arkadaşlarıyla iki lafın belini kırmak isteyebilirdi. Koşa koşa ayrılmak ânın ruhuna aykırıydı.
* Devasa ağaçlarıyla Reşat Oyal Kültürparkı 1955'teki açılışından sonra bize emanet edilen, Bursa şehri içinde pırıl pırıl parlayan bir mücevher. Hemen yanındaki Atatürk Stadyumu yıkılıp yerine içinde tek bir ağaç olmayan Millet Bahçesi yapıldığında içim bir ürpermişti. Acaba bir gün Kültür Park da…
Reşat Oyal Kültür Parkı
Bursa Millet Bahçesi
Uluslararası Bursa Festivali'nin daha uzun yıllar devam etmesini dilerken, yıllardır festivale destek veren kurum ve kuruluşların dışında da sanayisiyle öne çıkan Bursa'da güçlü kişiler, güçlü şirketler mevcut. Onları da taşın altına el koymaya davet ediyorum. Malum, bir şehrin medeniyeti binalarının çokluğu ve yüksekliği ile değil, şehrin kültür ve sanat anlayışı ile ölçülür.
1 Ağustos 2024 / C.E.Y.

(Yazımın içindeki bazı fotoğraflar Bursa Büyükşehir Belediyesi Basın Servisi’nden gelen fotoğraflardandır.)
62. Uluslararası Bursa Festivali’nde çektiğim fotoğraf ve videolardan oluşturduğum albüm için tıklayınız.

Bursa Festivali üzerine yazdığım birkaç yazı: