Virüsle mücadele edip, ondan nasıl korunacağımızı şaşırmışken felaket felaket üzerine gelmeye devam ediyor. 2020 bir geldi pir geldi, gidene kadar bakalım daha nelerle karşılaşacağız. Tam, bundan kötüsü olmaz derken ertesi gün daha beter bir manzara ile karşılaşıyoruz.
Fransa ile karşılıklı itişip Müslüman-Hristiyan kavgasını yaparken bu kez doğa duruma el koydu ve Ege’yi, öyle böyle değil, epey bir salladı.
Yaşanan depremin 6,6’dan 7,0’ye kadar uzanan bir büyüklükte olduğu söyleniyor. Neden her kurum farklı açıklama yapıyor diye sorarsanız, onun cevabını da Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü sayfasında bulabilirsiniz. Arada 0,4 puan olduğuna bakmayın, o 0,4 puan felaketin dozunda büyük rol oynuyor.
Bugün anlatacağım konu deprem değildi aslında. Zülfü Livaneli’nin 19 Ekim 2007 tarihli “Karışık Kafalar” ve (yazılma tarihini bilmediğim) “Kutsal Kavramlardan Korkarım” yazılarını anlatmak üzere kameranın karşısına oturduktan 15 dakika kadar sonra depreme yakalandım. Epey uzun süren depremin ardından yayını kestim ve akşam saatlerine kadar deprem haberlerini takip ettim.
Livaneli’nin yazılarında anlattıkları ile “deprem” konusu birbirinden pek de uzak değildi. Anlatılan bir “anlayış” ya da bir “anlamayış” idi. Ne yazık ki yazıların bağlantı adreslerini internette bulamadım. (Birisinin linki var lakin link artık aktif değil.) Yıllar önce kendi dosyalarıma kaydettiğim için o yazıları o kayıtlardan paylaşmak isterim. Livaneli’nin kendisine de bu yazıların ona ait olduğunu teyit ettirmek istedim ancak henüz sorumu cevaplamadı. Biz de Ataol Behramoğlu hadisesini yaşamayalım dedim. Hadise neydi derseniz, şuydu:
Bir kullanıcı “(…)Öğrendim ki/Bazen başkalarını affetmek yetmiyor/Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekir…” şeklindeki bir metni Şair Ataol Behramoğlu imzasıyla paylaşır. Behramoğlu, Twitter’da kendi imzasıyla paylaşılan şiiri “Benim böyle bir sözüm yok” diye yanıtlar. Başka bir kullanıcı ise Behramoğlu’na, “Hayır var, araştırmanızı öneririm” diye yazar. (Fıkra bu kadar)
Yarın bir gün Livaneli de çıkıp "Canan Hanım benim böyle bir yazım yok" derse, ben de kendisine “Hayır var, araştırmanızı öneririm” diyebilirim. 😊
Kafalar Karışık (başlık böyleydi ihtimal) Zülfü Livaneli
19-10-2007 - http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=142572&Categoryid=4&wid=5
Sokakta yüz kişiyi durdurup “Ermeni soykırımını kabul eden parlamentolar hakkında ne düşünüyorsunuz?” desem; en az 98 kişi bu parlamentolar hakkında açar ağzını yumar gözünü...
Sonra ikinci soruya geçsem ve desem ki:
“Lübnan’ı mı seversin İsrail’i mi?”
Yine 98 kişi Lübnan’ı sevdiğini söyler.
“Peki” desem sonra; “Lübnan Ermeni soykırımını kabul etti ama İsrail etmedi. Sence hangisi daha iyi?”
Yüz kişiden 98’i önce duraklar, sonra kafasını kaşır.
***
Birinci Dünya Savaşı’nda Avrupalı ülkeler tarafından yıkıma uğratılan bu halk, Amerika’yı sever Avrupa’yı sevmezdi.
Şimdi Amerika’yı da sevmiyor.
Çünkü çuval, PKK, Irak olayları bu sempatiyi neredeyse nefrete çevirdi.
Amerikalıların yaptıkları araştırmalara göre, dünyada kendilerinden en fazla nefret eden ülke Türkiye.
Peki Amerika’nın bu ülkede en çok desteklediği parti hangisi?
AKP!
Seçmenin yüzde 47’si AKP’ye oy verdiğine göre, bu durumu nasıl açıklayacağız.
Yine yollara düşüp yüz kişiye sorsam:
“Amerika’yı seviyor musun?”
“Hayır!”
“AKP’yi?”
(Yüzde 47’si) “Evet!”
“Peki, Amerika AKP’yi destekliyor. Sence bu durumda bir çelişki yok mu?”
Bu sefer kafa kaşıma sırası, yüzde 47’dedir.
***
Yine yollara düşüp yüz kişiye sorsam: “Televizyondaki Televole programlarına çıkan starları seviyor musun?”
Herhalde 98 kişi “Evet!” der; çünkü reytingler bunu gösteriyor.
Sonra bu insanlara desem ki: “Peki çocuğunun bu acayip giysili, tuhaf insanlara benzemesini, o hayatı yaşamasını, öyle konuşmasını ister misin?”
Yine 98 kişi “Hayır!” der “Allah korusun hayır!”
Sonuç; yine kafa kaşımadır.
***
Bu ülkede kafa karışmasın da hangisinde karışsın:
Memleket bir yandan muhafazakârlaşıyor, öte yandan çıplaklık ve seks dozu artıyor.
Bir yandan ramazanda oruç tutmayana meydan dayağı atılıyor, öte yandan kutsal ay boyunca medyada memeden popodan geçilmiyor.
Kadın şarkıcılar bariton, erkek şarkıcılar soprano gibi söyleyince makbul oluyor.
Aynı politikaları savunan iki partiden birine milliyetçi, ötekine sol deniliyor.
Yeni palazlanan İslami burjuvazinin kadınları başlarındaki Hermes türbanla Amerikan cipinden inmiyor.
En nefret edilen ülke Amerika oluyor ama millet Amerikan taklitçiliğine bayılıyor.
Bu yüzden de kafalar karıştıkça kaşınıyor, kaşındıkça karışıyor.
KUTSAL KAVRAMLARDAN KORKARIM... (Bu yazının tarihini kaydetmemişim, dosya kayıt tarihi 2015 görünüyor)
Çıkarlarına dokunmadığınız sürece, insanların çoğunun içinde bir iyilik eğilimi olduğuna inanırım ben.
Kimse kendisini ateşe atmaz, ailesinin, çoluğunun çocuğunun cehennemde yaşamasını istemez.
Yine de insanlar sık sık kendilerine bir cehennem yaratır ve onun ateşinde kavrulurlar.
Dünya tarihine baktığınız zaman insanoğlunun savaş, zulüm, işkence belâlarından hiçbir zaman kurtulamadığını görürsünüz.
İnsan bu kanlı tarihe bir çocuk gözüyle bakabilse şaşırır: Toplumların niye durup dururken kendilerini ateşe attığını anlayamaz.
Bunu kavrayabilmek ancak bir yetişkin olmakla mümkündür.
Beyni kutsal kavramlarla yıkanmış ve kafası hurafelerle doldurulmuş bir yetişkin.
Yetişkinlerin çoğu, çocuklardan aptaldır; çünkü aptallaştırılmıştır.
Din
Büyük insan topluluklarını kana ve dehşete boğmak için kullanılan kutsal kavramların başında din gelir.
Ortadoğu'dan çıkan tek tanrılı dinler, Dünya'ya aktarılınca büyük dramlara neden oldular.
Otuz Yıl Savaşları, Yüz Yıl Savaşları, katliamlar, engizisyon işkenceleri gibi çeşitli yöntemlerle insanoğlunun hayatını kararttılar.
Dini maske edinen çatışmalar şimdi bile savaş ya da terörizm adı altında sürüp gidiyor: Her gün oluk oluk kan akıyor.
İnsanın ruhunu kurtarmak bahanesiyle bedenini yok ediyorlar.
Eli diyen Yahudilerle, İlah diyen Müslümanlar dünyanın tadını çıkarmak yerine birbirlerini kırıyorlar.
Bu yüzden ben siyasallaşmış, toplumsallaşmış ve ideoloji haline gelmiş "Din" kavramından korkarım.
Dünyaya ahlâk getirmeye çalışan peygamberlerin, bu din bezirganlarının cinayetlerine bahane kılınması içimi ürpertir.
Milliyetçilik
İnsanoğlunun en saf ve içten duygularından birisi de çevresine, bölgesine, ailesine, ulusuna bağlılıktır.
Bundan daha masum bir şey olamaz.
Zaten bu nedenle yüreğinde az ya da çok milliyetçilik duygusu bulunmayan insana rastlamak zordur.
Kitleleri önlerine katıp bir sürü gibi gütmek isteyenler, din olgusu kadar milliyetçiliği de kendilerine kalkan yaparlar.
Tarih, milliyetçilik maskesi altında işlenen cinayetlerle doludur.
İdeoloji
Din ve milliyetçilik kadar tehlikeli bir başka savaş aracı da ideolojilerdir.
İnsanları komünizm, faşizm, Nazizm adı altında örgütler ve marşlarla, söylevlerle heyecanlandırırsanız, yine aynı sonuç ortaya çıkar: Ölüm, savaş, cinayet, işkence.
İdeolojiler hiç kimsenin kendi kafasıyla düşünmesine izin vermezler.
Sizin yerinize düşünecek birileri vardır mutlaka.
Demokrasi
Şaşırtıcı geleceğini biliyorum ama ben kutsal demokrasi kavramının da istismar edildiğini düşünüyorum.
Demokrasi çoğunluk diktatörlüğüne dönüştüğü anda, uzun vadede toplumları zehirliyor.
Çünkü seçme-seçilme olgusu, demokrasi kurumunun sadece bir unsuru.
Bunu öne alıp mekanik bir biçimde işlettiğinizde, "millet iradesi" kavramı faşizmle sonuçlanıyor.
Seçimle iş başına gelen Adolf Hitler bunun en çarpıcı örneklerinden biri.
Basın Özgürlüğü
Geçen yüzyılın en büyük ve kutsal mücadelelerinden birisi "Basın Özgürlüğü" alanında verildi.
Gazeteleri baskılardan kurtarmak gerekiyordu ama iş bugün insanları medyanın baskısından kurtarmak noktasına geldi.
Birkaç yıl önce, Rusya'daki en büyük patronlardan birisi, dev boyutlardaki yolsuzluklarını örtmek için bir iki gazete satın aldı ve kendisine yapılan her haklı eleştiri ya da soruşturma girişimini "Basın özgürlüğü elden gidiyor!" feryatlarıyla karşıladı.
Bugün yaygın olarak başvurulan bir yöntem bu.
Yukarıda saydıklarımın hepsi özünde doğru, güzel ve insanı iyiliğe götürecek kavramlar.
Zaten bu yüzden bunca yaygın ve dokunulmazlar.
Ama kavramların gücü, aynı zamanda bu kavramları insanoğlunun karşısındaki en büyük tehlikeler haline getiriyor.
Bu yüzden nerede kutsal kavramlarla siyaset yapıldığını görsem korkuyorum.
Arkasından bir kötülük bekliyorum.
****
Yazıları okurken, hem depremi hem de Fransa ile yaşanan krizi bir kez daha değerlendirdiniz değil mi?
Konuyla ilgili videoda da bahsettiğim gibi, Suriyelilerin kendi Müslüman ülkelerinden Avrupa’ya kaçarak Avrupa’yı İslamlaştırmaya, daha doğrusu Araplaştırmaya çalıştıklarına bakınca aynı karışıklığı görmüyor muyuz? Neden diğer Müslüman ülkelere değil de bir Avrupa ülkesine kaçıyorlar diye sorguluyoruz. Genelde bizi atlama taşı olarak kullanıyorlar. Büyük bir kısmı memleketimizde kaldı. Kendi dillerini ve kendi kültürlerini dayatmaya başladılar.
Kendilerine kucak açan ülkelerin temellerini sarsıyor, sığındıkları ülkenin çatısı altında, o ülkenin kanunları ile yaşamaları gerektiğini düşünmüyorlar.
Deprem deseniz, aynı sitedeki bloklar ayakta kalırken niçin bir tanesi çöküyor da moloz yığınına dönüyor sorusu herkesin aklını kurcalıyor? Deprem olduğu anda gündeme “deprem vergileri” geliyor. Geldiği gibi de “Siz susun!” denilerek geri gönderiliyor.
Pek çok dış ülkede afet olduğu zaman devlet erkanının afet bölgesine gelmesi istenmiyor, makamlarında oturup çalışmayı yönlendirmeleri, afet bölgesine gelip “protokol” oluşturmamaları isteniyor.
İzmir’de ise halk, devlet adamları bölgeden giderse çalışmaların aksayacağını düşünüyor.
İşte size bir fark daha.
Birbirine karşılıklı hırlayan insanlar ise bir afet anında birbirine kenetlenip, can kurtarma derdine düşüyorlar.
“Her şey zehirdir, mühim olan dozdur”
Gücün etkisinin kimin elinde olduğu ile değiştiğini hepimiz biliyoruz. “Her şey zehirdir, mühim olan dozdur.” der Paracelsus.
Ateş, tencerenizi kaynatır, suyunuzu da sizi de ısıtır, çayınızı demler, kahvenizi yapar; ve fakat evinizi de yakar, ormanı de yakar, sizi de yakar.
Su ona keza, sizi hayatta tutar, temizler, enerji sağlar; ve fakat boğar, sel olup önüne çıkan ne varsa hepsini yutar.
Ateş yakar, su söndürür.
Neyi nasıl hangi dozda kullandığınızdadır sır.
Sevincin de fazlası öldürür, elemin de.
Deprem öldürmez, bina öldürür. Binaları depreme uygun olarak değil, kaptıkaçtı metoduyla yapmak öldürür.
O yüzden;
Yaşadığın coğrafyayı bilecek, onu anlayacaksın. Dünya sallansa da sen yıkılmayacaksın.
Kurtarma çalışmalarına verdiğin önemi, felaketin oluşmaması için de aynı derecede vereceksin.
Hayatın özü denge derim hep. Dengeleri bozmayacaksın...
31 Ekim 2020 / C.E.Y.
DEPREM ve AFET YAZILARIM
‘Deprem’i Seyrediyoruz / 15 Mart 2011
Hepsi mi kader? / 22 Temmuz 2011
Kazma kürek kurtar'MA!! / 23 Ağustos 2011
Eşeğin sağlam kazığa bağlı mı? / 14 Kasım 2011
Orda bir Van var uzakta... / 15 Kasım 2011
Subasmanınızın kotu nedir? / 5 Temmuz 2012
Acı bir yıldönümü... / 17 Ağustos 2013
En büyük afet 'azgelişmişlik' / 12 Kasım 2014
Öküz başını salladı / 21 Temmuz 2017
"Japonlar yapmış ağbi!" / 17 Ağustos 2017
MÜLTECİ YAZILARIM
STRUMA 2011 / 17 Mayıs 2011
Yok aslında birbirinizden farkınız / 18 Ağustos 2013
Araplaştıramadıklarımızdan mısınız? / 13 Ekim 2014
Onlar mı, onlar Suriyeli... 7 15 Eylül 2015
Kardeş de Bir Yere Kadar / 28 Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder