17 Haziran 2025 Salı

Yıldız Değil Ölüm Yağmuru

Fotoğraf: İnternet
Bazen gök o kadar bulutsuz ve o kadar berrak olur ki, yıldızlar adeta üzerinize yağar. Işıl ışıl bir örtü gibi üzerinize serilen ve uzansanız yıldızları tutacak kadar yakınlaşan gökyüzü hem insanı kainatın içinde bir zerre bile olamadığına hem de varlığı ile biricik olduğuna inandırır.
Tam o anda cız diye bir acı duyar insan.
Başını göğe kaldırmış halde kayan yıldız arayan gözler, derisini sinsice delerek kanını emen sivrisineği görür. Hain vampiri bir şaplakla avlar.
Sivrisinek ardında kırmızı bir iz bırakarak hayata veda ederken felsefe ve romantizm bir anda çöker. 
İnsanın göklerden yere hızlıca inişi, hatta çakılışıdır bu. 
Sıcak yatağı ve tok karnı ile değer bulan her türlü kavramı ardında bırakan insan, hayatını canının ne kadar yandığı ile şekillendirir.

Rahatsız İnsan
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından küresel boyutta bir savaşa şahit olmayan dünya, farklı coğrafyalarda mısır patlağı gibi yaşanan savaşlar gördü. Toplu katliamlar, soykırımlar, terör hareketleri, bombalamalar, gazlamalar, işkenceler, sürülmeler, göçler yaşandı. 
İnsanevladına rahat batıyordu, ihtimal ki "rahatsız" bir ruh yapısına sahipti. "Benim genlerim yaşasın" düşüncesi, "kaynaklara ben sahip olayım" hırsı, geleceğe uzanamama ve tarih sahnesinden silinme kaygısı, mülkiyet, güç ve ego derken, var olmak için kıran kırana bir yok etme savaşına girmesi bundandı. 

Haklıdan Haksıza
İkinci Dünya Savaşı'nın mağdurlarından olan Yahudiler ve İsrail, sanat, özellikle de sinema ile mağduriyetlerini yıllarca hepimize anlatmış, hepimizde ayrıcalık kazanmışlardı. Yaşadıkları kabul edilemezdi. Bu da onları güçlü ve bir arada olmaya yöneltti. 
Biliyorlardı ki dünya düzeninde haklı olan güçlü değil, güçlü olan haklıydı. 
Güç sahibi olunca da dengelerle oynamaya ve düzenleri bozmaya başladılar.

İran deseniz kendini dünyaya kapatarak özlük haklarını korumayı hedeflemiş olsa da, insanlarına, en çok da kadınlarına ettiği (baskı demek az kalır) zulüm kabul edilemez. 
Üstelik her mağdurun düştüğü tuzağa düşerek artık onlar da mağrur olmuş. Üstelik bu mertebeye kendi mağduriyetlerinden daha büyük mağduriyetler yaratarak ulaşmışlar.
Halk rejimden memnun değilse o zaman devrimin ne anlamı var?
İsrail de burayı hedefliyor olmalı ki nokta atışı ile İran'da üst düzey kim varsa ortadan kaldırıyor...

Savaş Yağmuru
Bugünlerde gökte yıldız değil ateş yağmuru var. Sanki Zeus göklerdeki krallığının sarayından elinde asası ile yeryüzüne yıldırımlar yağdırıyor.
Tahran ile Tel Aviv arasında gidip gelen füzeler karanlık gökyüzü içinden şimşek gibi geçerek yeryüzüne ölüm saçıyor. Sosyal medya havai fişek misali görüntülerle dolu. Üstelik bazı videoların üzerine müzik bile bindirilmiş. Sanki bu bir savaş değil de bir çeşit savaş oyunu. 
Ama yananlar, yıkılanlar, ölenler sanal değil gerçek…

Büyük hesap içinde hiçbirinin önemi yok. 
İsrail'in yıkmaya çalıştığı İran rejiminin ardında, İran insanının daha özgür yaşaması niyeti yok. İsrail'in kendi güvenliğini ve varlığını koruma, sürdürme ve yayma niyeti var. 
Bunun için de kılı bile kıpırdamadan dünyayı yakabiliyor.
Kendi varlığı söz konusu olduğunda en vahşi hayvandan daha vahşi olabiliyor. En küçük ya da en büyük ölçekte yamyamlaşabiliyor.  

Tarih binlerce yıldır kanla yazılıyor.
Zaferler kutsanırken zaferin ardında binlerce ölünün yattığı görmezden geliniyor.
Bir tarafta siyasîler konuşuyor, ülkeler konuşuyor, çıkarlar konuşuyor. 
Diğer tarafta insanlar ölüyor, insanlar öldürüyor...

Romantizmin Acizliği
Uluslararası ilişkileri bir kenara bırakıp iflah olmaz romantizmimize dönersek; 
"Neden sevinir insan zafer kazandığında, kazanmak neye yarar ki kaybeden olduğunda" dizeleri dolanır dilimize.
"Gökten yağmur değil sevgiler yağsın, bırakın gönüller sevgiye kansın." dizeleri dolanır.
Dile dolanan her söz, savaş ve ölüm karşısında kifayetsiz ve acizdir. 
Artık çıkmış bir savaşı, savaşa iyi hazırlananlar kazanır.
Esas mesele ise o savaşı hiç çıkartmamaktadır...
17 Haziran 2025 / C.E.Y.

Savaş ve Barış üzerine, içinde ilgili link olan bazı yazılarım:
İşte benim köklerim / 9 Ekim 2010
8 bin 372! / 11 Temmuz 2011
Senin oğlun şehit oldu mu?
 / 19 Ekim 2011
Geçmiş zaman olur ki… 24 Kasım 2011
Savaşmaktan Değil, Savaştan Korkarım… 9 Ekim 2012
Dümdüz de etseniz… / 20 Kasım 2012
Ya siz neredeydiniz? / 26 Şubat 2013
Bursa’dan Bosna’ya uzansın eller
 / 7 Mart 2013
Siz savaşı ne zannediyorsunuz? / 14 Mayıs 2013
Senden korkuyorum! / 11 Eylül 2013
Ölerek Kazanıldı Bu Zafer! / 22 Mart 2014
Bu savaşı onlar çıkartmadı…
 / 20 Haziran 2014
Sadece barış için savaşalım… / 30 Ağustos 2014
Sarıkamış’ta Donmak! / 5 Ocak 2015
Hocalı’ya Giden Yol’a taş döşeyenler…
 / 28 Şubat 2015
Savaşın öteki yüzü… / 11 Mart 2015
Bilemedim, seçemedim… / 22 Ağustos 2015
Onlar mı? Onlar Suriyeli… / 15 Eylül 2015
İniltileri duymuyor musunuz?
 / 7 Aralık 2015
Tabutlar geçiyor yükle yürekle / 15 Mart 2016
Gözleri sonuna kadar hayata açık / 2 Mart 2018
Ne Konuştuğumuzun Farkında Mıyız? / 18 Temmuz 2019
Kardeş de bir yere kadar…
 / 28 Temmuz 2019
Benim Aklım Ermiyor / 25 Şubat 2022
Kadının Gönlü Yok / 2 Mart 2022
“Körün İstediği Bir Göz” müydü?
 / 17 Ekim 2023 / C.E.Y.
Açgözlü Bir Yangın Bu Savaş / 18 Ekim 2023
Dı Casus! / 20 Ağustos 2024
Türkiye’nin Komşularını Sayınız / 22 Aralık 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder