30 Ağustos 2014 Cumartesi

Sadece barış için savaşalım...

Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabını okumadıysanız Kurtuluş Savaşı’nın nasıl kazanıldığını ve memleketin nasıl kurtulduğunu bilseniz de anlayamazsınız. O savaşta gün be gün yaşananları hiçbir akıl almaz, yaşananlar hiçbir mantığa sığmaz.
Dilerim ki Türk tarihinde öyle bir canhıraş savaşa bir daha hiç gerek kalmaz.
Türk milleti ilginçtir. Osmanlı’nın dört bir yanından kopup gelen halk can havliyle bütünleşirken önünde engel tanımamıştır.
Boş kaldığımızda kendi kendimizi yemeye pek müsait olan bizler, dışarıdan gelen bir saldırıda anında kaynaşır, birbirimizi yemeyi bırakıp yek vücut oluruz.
Bu bize savaşçı köklerimizden gelen bir miras olsa gerek.
O yüzdendir belki kabına sığamayıp fetih üstüne fetih yapmalar. O yüzdendir konu komşuya savaş açmalar. O yüzdendir savaşsız kalındığında birbirine sarmalar…
26 Ağustos 2020

27 Ağustos 2020

28 Ağustos 2020

        29 Ağustos 2020
30 Ağustos 2020
Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922 ile 18 Eylül 1922 tarihleri arasında gerçekleşti. 30 Ağustos’ta, Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, devamında 9 Eylül’de İzmir’in alınışı, işgal altındaki köylerin ve şehirlerin birer birer kurtarılışı, son olarak da 18 Eylül’de son Yunan askerinin yurttan atılışı ile nihayetlendi. 
Üç kıt’aya yayılmış bir imparatorluktan kurtarılabilen Anadolu olmuştu.
Mustafa Kemal ve arkadaşları tarih sahnesine çıkmamış olsaydı bugün ortada ne Türkler, ne de Türkiye vardı.
Kurtarmak yeterli değildi elbet. Kurtardığını elinde tutmak ve yukarılara taşımaktaydı marifet.
Ki akan onca kana, verilen onca cana değsin…
O yüzdendi Atamın “Cumhuriyet’i biz kurduk, yaşatacak olan sizlersiniz!” deyişi ve vatanı, o vatanın gerçek sahibi vatandaşlarına emanet edişi.
İlk 10 yıl balayı tadında geçtiyse de uyumayan düşmanın nefesi hep ensemizdeydi.
Ondan sonrası hep için için kaynayış.
Hep emanete hıyanet…

Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler kitabının "Sonsöz"ünde şöyle seslenir okurlara, en çok da gençlere.

SONSÖZ
"Milli Mücadeleye hainlikleri ya da gafletleri nedeniyle karşı çıkanların büyük bölümü Cumhuriyeti benimsemiş, Osmanlı Devletinin külünden tam bağımsız, yepyeni bir devlet çıkartan Atatürke saygı ve minnet duymuşlardır.
Yurtdışına kaçanların bir bölümü kinlerini, hainliklerini sürdürdüler, Cumhuriyete karşı çeteler, cepheler kurdular, gazeteler çıkardılar, yalan ve iftira dolu kitaplar yayımladılar. Memlekette kalanlar susup yeraltına çekildiler. Fırsat kolladılar.
Cumhuriyeti yıkabilmenin ön şartının Atatürk saygısını, sevgisini yok etmek, Milli Mücadeleyi küçültmek, önemsememek, benimsememek olduğunu düşündüler.
Bu amaçla Atatürk ve Milli Mücadele karşıtı, baştan sona yalanlarla, iftiralarla, saptırma ve çarpıtmalarla dolu, cahilce, insafsızca yazılar, kitaplar yayımladılar. Genç insanların kulaklarına bu yalanları, iftiraları fısıldadılar, saptırma ve çarpıtmaları gerçekmiş gibi benimsetmeye çabaladılar. 
Bugün Türk gençliği, biri ötekine benzemeyen iki tarihe inanıyor.
Biri bu romanın esas aldığı, sağlıklı ve dürüst belgelere dayalı, hepimize gurur veren gerçek tarih. Öteki, Cumhuriyeti yıkmak için çabalayanların uydurdukları, yalanlarla dolanlarla dolu, sahte tarih.
Bir süre önce söyleyip yazdıkları kimi gülünç, kimi insanı utandıran yalanlarını toplayıp gerçekleri belgeleriyle açıklayan bir kitap yazdım. "Vahideddin, M. Kemal, Milli Mücadele".
Cevap veremediler. Gazete ve dergilerde bu tür yalanların da arkası kesildi. Çünkü belgelere, kanıtlara, ciddi tanıklara karşı yalanı savunmak mümkün değildir. Ama kulaklarınıza yalan fısıldamaya devam edenler varsa, var olduklarını sanıyorum, adını verdiğim kitaba bir göz atmanızı ve doğruyu öğrenmenizi dilerim. Yalanın yoldaşı ve savunucusu olmayın. 
Sevgili Gençler!
İstiklal Savaşı, dünyadaki en meşru, en ahlaklı, en haklı, en kutsal savaşlardan biridir. Emperyalizmi ve yamaklarını dize getiren, bir enkazdan yepyeni, çağdaş bir devlet kurmayı başaran atalarınızla gurur duyun, şehit ve gazi atalarınızın onurunu yalancılara çiğnetmeyin.
Sevgilerle."
****
1922'lerden 70'li yıllardaki çocukluğuma gelecek olursak, Zafer Bayramı’nda en aklımda kalan, geceleri düzenlenen Fener Alayı olurdu. Ellerinde meşalelerle caddelerde, sokak aralarında marşlar söyleyerek uygun adım ve nizami bir sırada dolaşan gençler bende tarifsiz bir heyecan yaratırdı. Cama yapışıp alay gözden kaybolana kadar geçişlerini izler, sesleri duyulmaz oluncaya dek cam başından ayrılmazdım.
O zamanlarda tarihi olaylara yeterince vakıf olmasam da çocuk ruhumda duyduğum heyecan; her marşta, her bayrak asılışta, her millî bayramda hâlâ aynı tazeliğini korur.
O günlerin esintisi belki, yüreğim kabarır, göz pınarlarıma istemsiz yaşlar dolar….
Nesilleri sürsün diye can verenlere, nesilleri yitip gidenlere, köylü kentli, kadın erkek, yaşlı genç tüm millete vefa borcumuz var.
Onlar bizim dedelerimiz, ninelerimiz. Onların savaş öyküleriyle büyüdük.
Savaşlar o çağda kaldı, daha da olmaz sandık.
Olurmuş…
Bak en dibimizde Suriye, bak Irak, bak Ukrayna. Ve devam eden niceleri.
Kıyım kıyım üzerine. İşkence işkence üzerine.
Bir adabıyla savaşıp da vatanına sahip çıkmak, düşmanından dahi saygı görmek var, bir de zulüm üstüne zulüm yapmak, dünyada da ahrette de yatacak yeri olmamak var.
****
Barış Günü Hiç Kutlanmasın demiştim bir yazımda. 
Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica da “Kaldırın Nobel Barış ödülünü” demiş.
Dünyanın bir çok bölgesinin savaşlarla kan gölüne dönüştüğü bir ortamda barış ödülü verilmesinin anlamı kalmadığını öne sürerek soğuk savaş dönemlerini özlediğini söylemiş. Soğuk savaş döneminde halkın çok zorluklar yaşadığını ancak hiçbir zaman bu kadar kan dökülmediğini hatırlatarak; “O zamanlar liderler oyunu kuralına göre oynuyordu, bir düzen vardı, telefonlar açılıp savaşlar durduruluyordu, şimdi kimse bana gelip soğuk savaş dönemini eleştirmesin” demiş.
Devlet Başkanı Jose Mujica, İspanyol El Mundo gazetesine verdiği özel röportajda, adının Nobel Barış Ödülü adayları arasında geçmesine karşı çıkarak kazanması halinde bu ödülü reddedeceğini açıklamış.
1 Eylül Dünya Barış Günü’ne saatler kalmışken Barış ve Savaş kavramlarını bir kez daha düşünmek lâzım belki.
Daha çok kan akıtmak için değil, sadece ama sadece Barış için Savaşmak lâzım.

30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder