5 Ocak 2015 Pazartesi

Sarıkamış'ta donmak...

Meteoroloji ikaz üzerine ikaz veriyor;
“Donacağız!"
"Bugün öğle saatlerinden itibaren ülkeyi etkisi altına alacak "çok soğuk hava", Marmara ve Ege Bölgesi'nde gece, hava sıcaklıklarını sıfırın altında 10 dereceye kadar düşürecek, don olayları yaşanacak. Soğuk daha da artacak, memleket buz kesecek" diyor.

Öte yanda 1914 Aralığının son günlerinde başlayıp, 1915’in ilk günlerinde büyük bir trajediye dönüşen Sarıkamış şehitlerinin yürek burkan görüntüleri yayınlanıyor sosyal medyada.
Her bir karede buz oluyor yürekler.
Aralık ve ocak, sadece iki ay içinde 90 bin ölü...
Üstelik donarak...
Üstelik bite kararak...
O zemheri soğuğunda nasıl yürüdüler, nasıl yürütüldüler, bembeyaz karların üzerinde nasıl öldüler, nasıl öldürüldüler....
Ne çadır, ne üst baş, ne de boğazdan geçen doğru düzgün bir aş...
Ayaklarda çaputla sarılmış çarıklar, sırtlarda incecik mintanlar.
Havaysa -30 derece soğuk, yerde 3 metre kar.
Bıçak gibi kesen ayaz, rüzgâr, fırtına ve göz gözü görmez bir tipi...
Vatan, itaat, şehitlik, mertebe, cennet, sadakat...
Tüm kavramların arasında sıkışıp kalan, bedeni bu felaket şartlara dayanamayan, henüz daha bıyığı dahi terlememiş canlar...
****
Aradan geçen tam 1 asır, dağlar aynı dağ, kış aynı kış, soğuk aynı değilse de soğuk yine soğuk, lakin nesiller farklı...

Sarıkamış şehitlerini anmak için yapılan ve hava sıcaklığının sıfırın altında 10 derece olmasına rağmen yaklaşık 30 bin kişinin akın ettiği yürüyüşe  TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç da katıldı.
Geçtiğimiz yıl Sarıkamış Dayanışma Grubu Kurucu Başkanı Prof.Dr. Bingür Sönmez, 55 gönüllü ile birlikte, 20 Ağustos günü Erzurum'un Narman ilçesine bağlı Çimenli Köyü'nden yola çıkarak 22 Aralık 1914'te 9'uncu Kolordu'ya bağlı birliklerin gittiği 65 kilometrelik Topyolu'nu kullanarak Allahuekber Dağları'nı aşmıştı.
Her ne hikmetse; Sarıkamış'a ulaşan Prof. Dr. Bingür Sönmez'i 24 Ağustos günü Sarıkamış'ın eski Ak Partili Belediye Başkanı İlhan Özbilen tabanca ile kolundan ve bacağından yaralamıştı.
Birgül Sönmez bu yıl 100. Yılı anılacak olan etkinliklere devlet tarafından davet almadığını ve can güvenliği olmadığı için katılmayacağını açıkladı ve katılmadı.
Benzeri bir yürüyüş bu Pazar günü Sarıkamış Şehitlerini Anma Günü etkinlikleri kapsamında Uludağ'da yapıldı.
Bu yürüyüşlere tam teçhizat katılan dağcılar ve vatandaşlar, çoğu Yemen’den kopup gelen, yalın ayak başı kabak ve yazlık üniformalarıyla yol almaya çalışan Osmanlı askerleri ile bir ruh birliğine varmaya çalıştılar belli ki.
Hepsi dağların aşılmazlığı ile zamanın şartlarının elverişsizliğini bir araya getirmeye ve tarih kitaplarında yer almayan bu dehşeti insanlara bu şekilde anlatmaya çalıştılar.
****
İnsan düşünüyor; Arap çöllerinde kalmakla aynı mıdır Erzurum dağlarında kalmak?
Kar fırtınası ile kum fırtınası aynı mıdır?
Sarıkamış'ta, Çanakkale'deki gibi düşmana değil, 'felaket'e verildi şehitler.
Hiç çarpışmadan.
Hiç tetiğe basmadan.
Hiç süngü takmadan.
Kan dökmeden, kan akmadan...
Kar taneleri ölüm olup yağdı üzerlerine...
Tarih ise bunu ne gördü ne de yazdı... İhtimal ki bu stratejik bozgun, İmparatorluğun geçmişine yakışmayan bir utançtı.
Moskof ordusunun tam teçhizatına karşılık Enver’in askerinde var olan sadece imandı.
3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa karşı çıktı aslında Sarıkamış harekâtına. "Hazırlıksızız" dedi, "Donanımsızız" dedi.
Harekâtı "zamansız" diye niteledi.
İşte bu sözleri onu görevinden etti.
Enver Paşa aldı görevi, Erzurum'a geldi. Alman ve Türk kurmaylarına anlattı planları ince ince.
11. Kolordu sağ kanatta Ruslar'ı oyalayacaktı. 9. Kolordu merkezde olacaktı.
10. Kolordu Allahaüekber Dağları'na ulaşacaktı.
Hedef Ruslar'ın arkasına sarkmaktı.
Her hareketleri tek tek tespit edildi.
Lakin hava muhalefeti hiç hesap edilmedi...

Soğuğa maruz kaldığımız bir yarım saatin sonunda kendimizi sıcak bir mekâna atmaya nasıl da can atarız değil mi?
Ya Sarıkamış'taki gibi soğuktan kaçmak için bulduğu ağaç dallarına tüneyip de ağaçta öylece donup kalanların çaresizliği...
İnsan o dönemin fotoğraflarına bakıp da görüntülerini izlerken dahi soğuğun yakıcı acısını hissediyor vücudunun her bir zerresinde.

Kızılderililer yaşlılarını kara bırakıp dönerlermiş.
Ne güzel... Acısız ölüm...
Sarıkamış'ın bıyığı terlememiş sübyanları ise sırayla çökerlerken oldukları yere, artık acıları bitmişti belki.
O an gelene kadar ise soğuktan ve tipiden çıldıranlar, bite karıp bitten arınamayıp can verenler yaşadılar gerçek acıyı.
Arkadaşlarının yollarda bükülüp kaldığını görürken yaşadılar.
Sonrası, ölüm bedenlerine yayıldığında olan, derin sessizlik...

Donarak ölmenin dışında bir de korkunç tipi yüzünden göz gözü görmez iken iki Türk taburu birbirine saldırdı.
Bu hata 2000 Osmanlı askerine mal oldu.
Geriye kalan bitkin askerler yine de saldırdılar Moskof ordusuna.
Kar kıyımından geriye kalan bu biçare askerler 4 Ocak'ta Rusların karşı saldırısıyla karşılaştı. Sonuç malum...
Esaret, işkence ve ölümle tanışma...
Tuzsuz ekmek yedirilip su verilmeyerek işkence çektirilen ve ölmeleri beklenen esirler oldu hepsi...
Can çekişerek ölen binlerce askerin yattığı o toplu mezarları ne gören var, ne de bilen.
Sadece yerli halk biliyor bir şeyler...
Büyük dayılarını, büyük amcalarını anlatıyorlar duydukları kadar.
Ölenlerin çoğunun ne çocuğu var, ne de torunu...
Nesilleri kurudu. Soyları tükendi.
Onlar hep delikanlı kaldılar, hiç yaşlanmadılar.

Bugün doğum günü olan Berkin Elvan gibi.
Kendilerinin çıkartmadığı savaşlarda ölen tüm çocuklar gibi...
****
"Savaş" kelimesi, yaşandığı dönem içerisinde yaşananları ziyadesiyle basitleştiren ve yaşananlara göre çok masum kalan bir ifade...
Tarih kitaplarında ise sadece tarihlerden ibaret.
"Bilmemkaç yılları arasında şu savaş yapıldı, savaş şu kadar sürdü, şuralar alındı, şuralar verildi, şu anlaşmalar yapıldı."
"Geçiniz diğer sayfadaki diğer bir savaşa..."
İşte savaşın tarihteki yeri bu...

Ayşe Kulin'in dediği gibi; "Tarih; tarih kitaplarından öğrenilmez."
Hiçbir tarih kitabında savaşta yaşananlardan bahsedilmez.
Bu vahşet nesilden nesle ruhsuz anma törenleriyle değil, ancak sanatla anlatılır...
Edebiyat, sinema, müzik, televizyon, belgesel...
Anlatılır ki ibret alınsın.
Alınır mı?
Sorunun cevabı bugün'de gizli...

Savaşları çıkartanlar ya bu vahşetten haz alıyorlar ya da ne yaptıklarını bilmiyorlar...
Her iki durumda da karar verici olarak başta bulunmuş olmaları, genelde de seçilmiş karar vericiler olmaları toplumların doğru seçme mekanizması üzerinde epey sorgulatıcı.
Durup bir daha düşünmeli belki.
Bir yerlerde bir yanlış var da, nerede?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder