28 Haziran 2024 Cuma

62. Yılında Uluslararası Bursa Festivali

 
Bu yıl 62'incisi gerçekleşecek olan Uluslararası Bursa Festivali, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile yaşıt bir festival. Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması ise 36 yaşında.
Bursa Büyükşehir Belediyesi adına Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı (BKSTV) tarafından  düzenlenen festivalin tanıtım toplantısı Kültürpark Altınceylan Tesisleri’nde yapıldı. Toplantıya Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Şafak Baba Pala, BKSTV Yönetim Kurulu Başkanı Metin Atış, BKSTV Genel Sekreteri Fehim Ferik, BKSTV Yönetim Kurulu, sponsor firmaların temsilcileri ve basın mensupları katıldı.
BKSTV Yönetim Kurulu Başkanı Metin Atış
Toplantının açılış konuşmasını yapan BKSTV Yönetim Kurulu Başkanı Metin Atış, Kültür, sanat kalitesini arttırmak amacıyla yapılan çalışmalara destek veren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e, vakfın onursal başkanı Fatma Durmaz Yılbirlik nezdinde Durmazlar Makine’ye, Uludağ Premium’a, Harput Holding’e, Şahinkaya Koleji’ne, Özhan Marketler Zinciri’ne, Türk Hava Yolları’na, Karina Otel’e, Çay Taze’ye, Opel- Nescar’a, Kardelen Kestane Şekerleri’ne ve Hayat Hastanesi'ne, Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması’nın ana sponsoru Referans Holding’e, Durmazlar Holding’e ve SÜTAŞ’a teşekkür etti. "Atış Grup" olarak hem şehrin değerlerine sahip çıktıkları hem de bunun bir parçası oldukları için mutluluk duyduklarını söyledi.
BKSTV Yönetim Kurulu Başkanı Metin Atış
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey
Bir şehirde yaşayanların sadece bina ve yol ile değil, kültür sanat hareketleriyle "şehirli" olabileceğinin altını çizen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, “Festivalimizi tüm Bursa’nın festivali haline getireceğiz” dedi. Bu yıl festival etkinlikleri tüm Bursa ilinde gerçekleşecekti. Bozbey, Bursa’da sanatın varlığının sürdürülebilmesi için BKSTV’nin taşıdığı önemi belirtti ve kendilerine teşekkür etti. Konuşmasında; sanata değer veren kentlerin daha fazla öne çıktığını, bir kentin sadece binaları, sokakları, yolları ya da meydanları ile tanımlanmasının eksik olduğunu, bir kentin kimliğini, o kentin kültüründen ve o kültürden beslenen sanatsal atmosferinden kazandığını, kültür ve sanatla zenginleşen şehirlerin yaşanabilir, anlamlı ve ölümsüz hale geldiğini, Bursa’nın her ilçesinin, her mahallesinin, her sokağının kültür ve sanat etkinlikleriyle dolup taşmasını, canlanmasını, şenlenmesini, her yaştan ve her kesimden yurttaşın sanat faaliyetlerine ulaşmasını istediğini, ve bu yüzden festivalin bu yıl, Yıldırım, Kestel, İznik, Nilüfer, Mustafakemalpaşa ve Osmangazi ilçelerinde de gerçekleşeceğini söyledi. 
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey
Ayrıca, Altın Karagöz Halk Dansları yarışmasına katılan ekipler de Bursa'nın 17 ilçesinde gösteri yapacak. Böylece festival (Başkan'ın da dediği gibi) tüm Bursa’nın festivali haline gelecek.

Bursalılar Temmuz'da Festival'de
Anladığımız üzere Bursalılar temmuz ayını festival etkinlikleri ile geçirecek ve birbirinden değerli isimleri sahnede izlemek için 5-31 Temmuz tarihleri arasında bir oraya bir buraya koşturacak. 

FESTİVAL KONUKLARI
5 Temmuz’da Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’nın Siudy Garrido Flamenko Topluluğu ile Merinos Park’ta yapacağı konserle başlayacak festivalin içeriğine ve programına BKSTV'nin sayfasındaki dijital kitapçıktan ulaşabilir, programınızı ona göre yapabilirsiniz. 
Ben yine de şöyle bir tablo çıkardım:

Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu 
Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu
14 Temmuz’da Şevval Sam ve Pera Filarmoni Orkestrası “Aşkı Bulacaksın”
16 Temmuz’da Fatih Erkoç ve Kerem Görsev “Trio Jazz Project”
18 Temmuz’da Ahmet Özhan
20 Temmuz’da Dedublüman
21 Temmuz’da Nükhet Duru ve Pow Trio feat Cenk Erdoğan “Nünü Caz Söylüyor”
23 Temmuz’da Celtic Legends
25 Temmuz’da Bekir Ünlüataer “Zeki Müren Eserleri”
29 Temmuz’da Emel Mathlouthi

Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi Osmangazi Salonu
30 Temmuz’da Burçin Büke, Güvenç Dağüstün ve Zuhal Olcay “Şair Şarkıları”

Merinos Parkı
22 Temmuz’da Jehan Barbur & Dilek Türkan & Ceylan Ertem & Zuhal Olcay, Bülent Ortaçgil “Kadın Sesi Değmiş Şarkılar”
26 Temmuz’da Ceza, Mercan Dede ve Hayko Cepkin “Best of Genres”
27 Temmuz’da KÖFN - Feride Hilal Akın
28 Temmuz’da Aziza Mustafa Zadeh
31 Temmuz’da Büyük Ev Ablukada

Yıldırım Cazibe Merkezi
8 Temmuz'da Duble Salih "Ege'nin İki Yakası"
25 Temmuz'da Berlin Europa Senfoni Oda Orkestrası ve Erdal Akkaya
28 Temmuz'da Erkan Oğur, Coşkun Karademir ve Derya Türkan "Eski Müzik" 

Balat Ormanı Ormandaki Kulübe
18 Temmuz'da Anna Maria Jopek feat Piotr Wojtasik Quintet
22 Temmuz'da No Land 
30 Temmuz'da Şenay Lambaoğlu

Mustafakemalpaşa Amfi Tiyatro
9 Temmuz'da  Ramazan Sesler "Babadan Oğula Bir Gırnata Efsanesi"

Kestel Açıkhava Tiyatrosu
10 Temmuz'da Abhazya devlet sanatçısı Gülcan Altan

İznik Antik Tiyatro
27 Temmuz'da Bedreddin Oratoryosu

HALK DANSLARI YARIŞMASI KONUKLARI
Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması 7 Temmuz akşamı Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'nda, yarışmaya katılan 23 ekibin 3'er dakikalık gösterileriyle başlayacak. 12 Temmuz akşamı yine aynı yerde final yapacak. 
Bu yılın yarışma konukları; Bolivya, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çin, Hırvatistan, İrlanda, İspanya, Japonya, Kazakistan, Kolombiya, Kosova, KKTC, Kuzey Makedonya, Letonya, Macaristan, Moldova, Özbekistan, Polonya, Sırbistan, Slovakya, Tayland, Türkmenistan ve Uruguay. 

FESTİVAL BİLETLERİ
Festivalde bazı konserler ücretsiz. Ücretli olan konserler için biletler, 29 Haziran saat 20:00'den itibaren biletinial.com internet sitesinden alınabilecek.

KONSERLERE ULAŞIM
Şehir içinde gerçekleşecek konserler toplu taşımayla ulaşılabilecek noktalarda. Balat'ta ya da İznik gibi daha uzak yerlerde gerçekleşecek olan konserler için (henüz planlanmış olmasa da) belki Bursa'dan servis aracı kaldırılabilecek.

Tarih ve Tekerrür
60. Uluslararası Bursa Festivali tanıtım toplantısını anlattığım yazımı şu sözlerle sonlandırmıştım:
Yazarın notu:
"2016 yılındaki 55. Uluslararası Bursa Festivali'nden bu yana festivallere gitmiyorum. Çünkü konserlerde mütemadiyen herkesin cep telefonu ile çekime başladığı konserlerde sahneyi önümdekilerin ekranından izlemek zorunda kalıyorum. Sonra da izleyicilere "Ne çektin be dostum!" sözleriyle isyan ediyorum.
Buna da bir çözüm bulunsa festival ve tüm konserler daha keyifli hale gelecek.
Uluslararası olan festivalde sadece üç ismin uluslararası isim olmasını dünyanın içinden geçtiği şartlara ve BKSTV'nın yenilenen yönetiminin yeniliğine bağlıyorum.
Maliyetlerin katlanarak arttığı şu günlerde festivale destek veren tüm sponsorlara ve festivalin yaşaması için çalışan Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı'na şehrim adına teşekkür ediyorum. Ve; Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan tanıtım kitapçıklarının biraz daha özenli olmasını talep ediyorum."

62. Festival, 2024
Bu yılki kitapçıklar çok özenli ve hem Türkçe hem İngilizce olarak hazırlanmış. Kapağın yeşil-beyaz renkleri Bursa'yı, üzerinde uçuşan kar taneleri de Uludağ'ı hatırlatıyor. Sadece, kitapçıklar ortadan zımbalı olduğu için elde tutması biraz zor.
Bu kez festivalde (adına yaraşır şekilde) uluslararası sanatçılara daha çok yer verilmiş. 

Tanıtım sonrası basın mensupları tarafından 62 yıldır süregelen festivalimizi Bursa turizmine katkı sağlayacak kadar büyütebilir miyiz diye soruldu. Özellikle de Uluslararası Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması'nın gerçekleştiği o bir haftayı daha fazla öne çıkarabiliriz mesela. 
Bu minvalde öneriler sunuldu, sorular soruldu... Başkan Bozbey her öneriyi not aldı, soruları cevapladı. Eski coşkulu festivalleri ve 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı gibi bayramları da daha geniş ölçekli olarak, stadyumlarda yapmak istediğini özellikle belirtti. Sanatçıya, sadece bir kesimin sanatçısı olarak değil, sanatını yapan kişi olarak bakmayı öğrenmemiz gerektiğini, ötekileştirme yapmayacağının altını çizdi.

Önümüzdeki festivallerin ve bayramların hepsi birbirinden daha kusursuz ve daha zengin olması en büyük dileğimiz. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik şartlar ve belediyelerde yönetime yeni gelen ekiplerin karşılaştığı sıkıntılar kültür sanat etkinliklerinin yapılmasını gittikçe zorlaştırıyorsa da, yapmak lazım. Şimdi sırası mı diyenleri de kolundan tutup konserlere getirmek lazım. 
Medeniyeti, eğlenceyi, iyi yaşamayı, hayattan keyif almayı, kısaca; ruhu beslemeyi ihmal etmemek lazım.
Keyfi de ince zevklerde ve kaliteli etkinliklerde aramak lazım. Kaliteli etkinliklerde de kaliteli davranmak lazım.
Mesela, konser izlerken sanatçı sadece size özel konser veriyormuş gibi davranmamak ve telefonla çekim yaparken arkadaki insanları da düşünmek lazım.
Her geçen gün büyüyen, genişleyen, yayılan, kalabalıklaşan, sıkışan, bunalan, karmaşıklaşan Ulu Şehir Bursa'da, gelişmeyi ve medeniyeti unutturmamak lazım...

Son söz biraz muzip olsun.
Hatırlayın; 62'den tavşan yapardık çocukken. Zannedersem Bursa Festivali de 62. yılında hareketli, sevimli ve bembeyaz bir tavşana benzeyecek…

28 Haziran 2024 / C.E.Y.

27 Haziran 2024 Perşembe

Köy Enstitüleri'nde Eğitim, Üretim ve Sağlık

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Bursa Şubesi'nin İsmail Hakkı Tonguç'un 64. ölüm yıldönümüne istinaden düzenlediği etkinliğin konuğu; Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hilmi Uysal idi. Nilüfer Belediyesi Dr. Ceyhun İrgil Sağlık Müzesi'nde gerçekleşen etkinlikte Hilmi Uysal, Prof.Dr. Mualla Aksu ve Araştırmacı Yazar Pakize Türkoğlu ile birlikte hazırladıkları 'Sağlık Ekseninde Köy Enstitüleri' kitabının yazılma evrelerini büyük bir heyecanla anlattı. Kitap, Köy Enstitülülere yaraşır bir İMECE çalışmasıyla ortaya çıkmıştı.
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan YKKED Bursa Şubesi Başkanı Jülide Akköprü, kısaca YKKED'nin kuruluş amacını, Köy Enstitüleri'nin tarihçesini ve İsmail Hakkı Tonguç'u anlattı. Konuşmasını YKKED önceki dönem Genel Başkanı Prof.Dr. Kemal Kocabaş'ın sözleriyle tamamladı.
Etkinliğe katılan Nilüfer Belediye Başkan Yardımcısı Ecz. Okan Şahin ve Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Kadir Binbaş'ın konuşmalarının ardından kürsüye davet edilen Prof.Dr. Hilmi Uysal, sunumunu grafikler ve fotoğraflar eşliğinde gerçekleştirdi. 

Sağlık Ekseninde Köy Enstitüleri
29 Ekim 1923 günü ülkenin sağlık açısından durumunu gösteren slayt ile başladı sunumuna. Gördüğümüz üzere, yıllarca savaşmaktan ve saray efradına para yetiştirmekten güçsüzleşmiş ve fakirleşmiş olan ülkede işler hiç de iç açıcı değildi. 
Hızla kanunlar çıkarılmaya başladı. 1921 yılında bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadele kapsamında "Frenginin Kaldırılması ve İlerlemesinin Yayılmasına Dair Kanun", 1926 yılında "Sular hakkında Kanun", yine 1926 yılında "Sıtma Mücadele Kanunu", 1927 yılında "Seriri ve Gıdai Araştırma Yapılan Bakteriyoloji ve Kimya Laboratuvarları Kanunu", 1935 yılında "Sıtma ve Frengi İlaçları için Kanun", 1936 yılında "Çeltik Ekim Kanunu". 
Kinin tedarikine dair kanunun uygulanması hakkında tüzük, zührevi hastalıklarla savaş tüzüğü, sular hakkında tüzük ve çiçek aşısı tüzüğü çıkarıldı. Hekimlerle ve hekimlikle ilgili pek çok kanun yapıldı. Hekimler sadece "tedavi edici" değil, "önleyici sağlıkçılar" olmalıydılar. Bunun şartlarından en önemlisi de temizlikti.
Sağlık sistemi 1923-1940 tarihleri arasında Verem Savaş Derneği, Sıtma Savaş Derneği, Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü, Validebağ Prevantoryumu, Trahom ile Savaş Derneği gibi temel kurumlara dayanıyordu. Nüfusun %80'i köylerde yaşıyor, yolu izi olmayan köylere sağlık hizmeti ulaşamıyordu. Kısacası köyler çağ dışı koşullar altındaydı.
Köy Enstitüleri'nin efsane ismi, pedagog ve eğitimci İsmail Hakkı Tonguç: "Köyleri hastalıktan kurtaramadığımız sürece canlı ve mutlu bir topluma kavuşamayız. Millet çoğunluğunun sağlığı ile ilgili bu işi tıpkı ilköğretim davası gibi kökten çözümlemek yoluna düşmek gerekir." diyordu. Tarihler 1943'ü gösteriyordu.
O yüzden Köy Enstitüleri sadece kuramsal eğitim yapılan değil, içinde tarım sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi uygulamalı faaliyetler yapılan kurumlardı. O yüzden kurumun adı "okul" değil, "enstitü"ydü. 
Ve Köy Enstitüleri'nin bir FELSEFESİ vardı.
Eğitim, iş içinde ve iş vasıtasıyla yapılıyor, böylece ekonomi ve üretimden başka, pedagojik, psikolojik, sosyal ve kültürel boyutlar kazandırıyordu. İş ve eğitim birlikte yürüyor, öğrenciler yaparak öğreniyordu. Sanat da öğretiliyordu, zanaat de. 
Bunların yanı sıra, sağlıklı birey ve sağlıklı toplum önceleniyordu. 21 Köy Enstitüsünde 21 revir vardı. Doktorlar, hemşireler, sağlık memurları, hastabakıcılar yurdun dört bir yanındaydı. Köy kökenli öğrencilere çağdaş sağlık bilgisi, koruyucu sağlık bilgisi ve tutumu kazandırılıyor, 5-10 yataklı hasta odaları, bulaşıcı hastalıklara karşı tecrit odaları, mikroskobu, tıbbi araçları ile revirler hizmet veriyordu. Köy Enstitülüler diğer işliklerde olduğu gibi revirlerde de nöbetleşe görev yapıyor, hastaya yaklaşımı yaşayarak öğreniyorlardı. Beş yıllık eğitim süreleri içinde yaklaşık 368 saatlik Tabiat ve Okul Sağlığı Bilgisi dersi görüyor, dersleri revirin doktoru veriyordu.
1943-1944 yılları arasında yedi Köy Enstitüsü'nde Sağlık Kolu kuruldu. Köy Enstitüsü Sağlık Kolu, revir sağlık çalışanları dışında revir doktoru ve sağlık başları da dahil olmak üzere 60'tan fazla doktor öğretmenden oluşan bir yapılanmaydı.
1946-1947 arasında beş Köy Enstitüsü'nün (Pulur, Gölköy, Çifteler, Arifiye, Akçadağ) Sağlık Kolu kapatıldı. 1951'de Köy Enstitüleri Sağlık Kolları tümden kapatıldı. Kapatılma gerekçesi, "Sağlık Bakanlığı'nın Köy Sağlık memuruna ihtiyacının kalmadığıydı...
(Bu arada; 70'li yıllarda eğitsel kollar arasında Sağlık Kolu'nun da olduğunu hatırlıyorum.)
1954 yılına gelindiğinde 14 yıllık rüya sona ermiş, Köy Enstitüleri kapatılmıştı. Kızlı erkekli eğitim, dans, müzik, sanat ne demekti? 1950'lerden sonra geri gitmeye programlanan ülke, 1923'te başlayan aydınlanma hareketinin sağlam temelleri üzerinde direnmeye devam ediyor. Eğitim sisteminden sağlık sistemine kadar ülkenin taşıyıcı kolonu olan her sisteme vurulan darbelere karşı duruyor. Ülkeye diz çöktürmek için kendi insanımızı cahilleştirmek yetmeyince, dışarıdan cahil ve vandal sürüleri ihraç ediliyor. Onlarla birlikte gelen virüsler ve mikroplar, toplumu yeni hastalıklarla tanıştırıyor. Suyla sabunla pek işi olmayan, hijyenden bihaber insanlar toplumu her anlamda kirletip hasta ediyor.

Temizlik İmandan Gelir
Oysa biz temizliğin bir medeniyet göstergesi olduğunu ve temizlik bilincine sahip toplumların sağlıklı nesiller yetiştirerek toplumu zinde tutacağını biliriz. Romalılar gibi bizler de hamam kültürünü severiz. Severiz de, daha düne kadar atık sularını sokağa salıyorduk. Bugün artık evlerimizin atıkları kanalizasyon sistemine veriliyorsa da, kanalizasyon sistemi nereye veriliyor onu bilemem. Derelere bırakılan fabrika atıklarının yarattığı kirlilik ile denizde seyreden gemilerin ve teknelerin denizlere salıverdiği atıklarla kirlenen denizler de ayrı bir yazı konusu. (Dünya itinayla cehenneme çevrilir!)
Oturaklarını camlardan aşağı boşaltmasıyla ve yıkanmayı hiç sevmeyen ve hayatında birkaç kez yıkanan kralları XIV. Louis (1638-1715) ile meşhur Fransızlar ise ilk kapalı kanalizasyon sistemini Paris'te1370 yılında inşa ediyorlar. Napolyon ile birlikte, 30 kilometrelik bir alanı kaplayan tamamen kapalı ilk kanalizasyon sistemi geliyor. 1878'de, 600 kilometreden fazla bir uzantıya sahip bir çift su dağıtım ağı ve bir kanalizasyon sistemi inşa ediliyor. Ayrıca kaldırım kenarlarından belli saatlerde salınan su ile kaldırım kenarlarında biriken atıklar temizleniyor.
Şu anda çöp ağlarıyla boğuştuğuna bakmayın, Paris her dem Paris... 

Temiz Su = Sağlıklı Toplum
Bizler evlerimizin pırıl pırıl olmasını isteriz lakin sokakları pek önemsemeyiz. Her türlü çöpü şehrin göbeğine de doğanın kalbine de pervasızca ve zevkle bırakabiliriz. Sokak kirlenecekmiş, su kirlenecekmiş, ne gam...
Temiz suyun kıymetini bilen kişi, suyu temiz tutmanın bilincine sahiptir. Gözle görmediğini yok sayan bilincin yerine, mikro dünyada yaşayan canlıların vücudumuzu hasta edebileceği, hatta öldürebileceği bilincine sahip kişi hijyen konusunu kavramıştır. Ki dünya yüzyıllarca pisliğin sebep olduğu salgınlarla boğuşmuştur. 
Dizanteri, kolera, tifo, paratifo ateşi, palio ve ishale sebep kirli sudur. Veba gibi hastalıklar asalaklar tarafından taşınarak bulaşır. Fareler ve pireler vebanın başrol oyuncularıdır.
Frengi, korunmasız cinsel ilişki ile bulaşan bir hastalıktır. Sağlıksız ve kirli ortamlarda yapılan diş çekimleri, ameliyatlar, kürtajlar, doğumlar insanları hayattan kopartıp alır. Temiz tutulmayan bir yara, parmağa batan minik bir kıymık, önemsenmeyen bir ısırık sonu felaketle sonuçlanabilecek hastalıklara davetiyedir. Temiz hava, temiz su, temiz yiyecek, temiz barınak, kısacası temiz çevre kişiye sağlıklı yaşanacak bir ömür sunar.

Şanssız Şanslı
1940 yılında açılıp 1954 yılında kapanan Köy Enstitüleri'ne yetişemeyen şanssız nesilden olsam da, 1970'te başlayan eğitim hayatımı Köy Enstitüleri'nden ya da Öğretmen Okulları'ndan mezun olmuş öğretmenlerle geçiren şanslı nesillerdenim. O dönemde ders kitaplarımızda Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un isimlerinin geçtiğini hiç hatırlamıyorum. Enstitüleri kapatınca, tarihten de silmek istemiş olmalılar. 
Lakin yaşananları yok saymak ve unutturmaya çalışmak mümkün mü?
Yolu Köy Enstitüleri'nden geçenler, öğrencileri, çocukları, torunları derken bir bakmışsınız ortaya Yeni Kuşak Köy Enstitülüler çıkmış, hatta bir çatı altında toplanıp dernek olmuş ve Cumhuriyet döneminin aydınlanma projesi olan Köy Enstitüleri'ni anmaya ve Köy Enstitüleri'nin memlekete kattığı muhteşem değerleri anlatmaya başlamışlar.
Bir Köy Enstitülü olmasam da, YKKED Bursa Şubesi'nin düzenlediği etkinliklere gitmeyi, Köy Enstitüleri'ni anlamayı ve anladıklarımı anlatmayı kendime vazife biliyorum.
Katıldığım sempozyumlarda genellikle Köy Enstitüleri'nin eğitim ve üretim ayağına dikkat çekilir, hep o yanları anlatılırdı. Prof.Dr. Hilmi Uysal'ın sağlık ayağına dikkat çekip, kitabında enstitülerin ülke aydınlanmasındaki bu üçüncü ayağı anlatması çok değerli bir çalışma. Bu kitap için çok yer dolaşılmış, çok kişiyle konuşulmuş, çok kaynaktan yararlanılmış, çok kitap okunmuştu.
Uysal'ın anlatımlarından anlıyoruz ki; sacayağı gibi zemine sağlam basan bu sistemi bu yüzden yıkmak istemişler ve bu sistemi yıkmak tam da bu yüzden çok zor.
Yazıyı Hilmi Uysal'ın sunumunun sonunda sorduğu şu soruyla nihayetlendirelim:
"Köy Enstitüleri aracılığıyla, sağlık eğitimi ve koruyucu sağlık uygulamaları ile Cumhuriyet'in en zor zamanlarındaki sağlık sorunları çözümlenebilmiş iken; acaba tedavi edici sağlık hizmetlerini merkeze alan bir sağlık anlayışıyla ülkemizin bugünkü sağlık sorunları çözülebilir mi?"

27 Haziran 2024 / C.E.Y. 

Yazılar:

YouTube:

Komşu Komşu Huuu!

Geçenlerde bizim blokta, dairelerden birinde kıyamet koptu. Ama nasıl kavga, nasıl bağrış, nasıl çığlıklar… Evin erkeğinin tepesi atmış, çoluk çocuk evde kim varsa kırana koyuyor. Polis mi çağırsak ne yapsak diye düşünürken bir baktık evin annesi çoluğu çocuğu toplamış, atmış kendini dışarıya. Hay Allah! İnsanlar aç biilaç açıkta nasıl kalacaklar? Ne üstte var ne başta! 
Hem üzüldük hem acıdık tabii.
Bizim bey dedi ki, alalım bizim eve, yazık insanlara. Dedim benim de çocuklarım var ama, sıkışırız, gelin kalın biraz. Komşuluk öldü mü! Nasılsa evin erkeğinin siniri geçince alır sizi yine eve. Allah razı olsun bacım dedi kadın. Neyse, bunlar üç kız bir ana geldiler bizim eve. Odalardan birini verdim. Yere yatak falan serdik. Allah ne verdiyse birlikte yiyelim dedik. Bu arada konu komşu da hazır biz bu işi üstlendik diye bize maddi destek yapıyor. Yeter ki siz bunları evinizde tutun, bize musallat olmasınlar diyor. E iyi madem diyor benim bey. Siz paraları verin, biz de bunlarla oturalım.
Nasılsa çok kalmazlar…

Bakıyorum komşu evin erkeğinden hiç ses yok! Kapı duvar! Sanki ev halkından kurtulduğuna mutlu…
Kadın desen, o da halinden memnun. Kızlarıyla bizde barınıyor. Bir-iki ay geçti. Ah, bir de baksam kadının karnı şişmeye başladı. Meğerse yüklüymüş. Birkaç ay sonra da bir oğlan doğurdu. Babadan hâlâ tık yok…
Çocuk olunca, bunlar oldu dört çocuk bir ana. Odaya sığmaz oldular sonunda. Kadın dedi, ablacım ben bebekle yan odaya geçsem, çocuk rahat etse. Olur dedim, ne yapayım… Benim çocukları ayrı ayrı odalardan aynı odaya aldım. Benimkiler başladı söylenmeye. 
Evin içinde bebek sesi, kızların birbiriyle kâh oynaması, kâh yoluşması derken, kendince huzuru olan ev panayır yerine döndü. 
Ne yemek yetiyor, ne su yetiyor. Mutfak masrafı arttı, tuvalet sırası kuyruk, banyo hiç boş kalmıyor.
Allah inandırsın, her şey beş katına çıktı.
Hastalanıyorlar, ilaç al!
Özeniyorlar, pasta al!
Büyüyorlar, kıyafet al!
Bebeğe süt, bebeğe mama, bebeğe bez!
Bir de bayram gelince eve gidip babalarıyla bayramlaşıp bizim eve geri dönmezler mi!

Bacım diyorum bu böyle olmaz. Hadi gidin evinize.
Aa aşkolsun abla diyor, sizin evin manzarası daha güzel, sizin ev daha konforlu.
E ama bu ev bizim diyorum.
Sen de ne kötü çıktın, bizi istemiyorsun diyor.
Ama benim çocuklarımın keyfi kaçtı diyorum.
Olsun, senin oğlanlardan birini bizim kızla evlendiririz, akraba oluruz, kimsenin keyfi kaçmaz diyor.
Artık odalardan çıktılar salonda, mutfakta, balkonda yaşıyorlar. Televizyonun kumandası, arabanın anahtarı hep onlarda. Evin içinde bize yer bırakmadılar. İki oğul, bir ana, bir bey olarak bir odaya sıkıştık. Çocuklar söyleniyor, bizim bey dışarıdan gelen komşu yardımından vazgeçemiyor. Körolmayasıca, o da paraları kim bilir nerelerde yiyor. Evin içindekiler ise azıttıkça azıtıyor.
Gidin diyorum gitmiyorlar, düzgün davranın diyorum davranmıyorlar. Ev pislikten geçilmiyor. Ne yeme adapları var ne eğlenme ne tuvalet. Arkalarını toplayacağım diye bütün gün koşturuyorum. Yorgunluktan ve üzüntüden geberdim geberecem!
Sonunda benim delikanlılar isyan etti. Biz başka eve çıkıyoruz dediler. Dediler ve gittiler. Bizim bey de nerde akşam orda sabah, keyfi yerinde. Ben kaldım mı bunlarla baş başa! Korkuyorum da. Yatarken odamın kapısını kilitler oldum.

Pişmanım pişman! Durup durup bizim beye sarıyorum.
Nerden bize gelin dedin, birkaç günden sonra neden gidin artık evinize demedin, niye beni bunlara hizmetçi ettin, niçin onlara iyilik yapacağım diye kendi hanene kötülük yaptın diye beyimin başının etini yiyorum da; onun da duyası yok. Sus, sesini çıkartma diyor…
En ufak bir şikâyette komşular, aaa ama sen de hiç hoşgörülü değilsin şekerim deyip beni kınıyorlar. Aralarında biraz yardım toplayıp gönderiyorlar. Faturaları ödüyorum, mutfak açıkta kalıyor. Hadi evdeki değerli eşyaları sat, babadan kalma evi sat, annenin hatırası yüzüğü sat…
Bebek büyüyor, kızlar okula gidiyor. Bu arada büyük kız kendi köylerinden bir delikanlı ile tanışmış. Onları da mı babası evden atmış ne, onlar da bir yakınlarının yanında kalıyormuş. Demez mi biz evleneceğiz! Allah'ım dedim aklımı koru!
Kızım ev ev üstüne olmaz, evde yer mi kaldı, nereye sığacağız diyorum.
Nasılsa kocan da evde değil, sen de kız kardeşine git diyorlar bana. Kardeşin yalnız yaşıyor, birlikte oturursunuz, bu ev ancak bize kadar diyorlar.
Haydaaa, kendi evimden de oldum iyi mi!

Kendimi balkona attım, oradan yazıyorum bunları.
İyilikten maraz doğar dedikleri bu olsa gerek. Gel demek kolay git demek zor. Desen de duymuyor. Çünkü gelen haddini bilmiyor.
Kimseye kızmıyorum. 
Kendime kızıyorum kendime. 
Sen niye kocana karşı durmuyorsun, niye "olmaz" demiyorsun, niye önce kendi evini düşünmüyorsun da eller iyisi oluyorsun.
Bak elinde ne ev kaldı ne de bir hayat. Hepsi dağıldı gitti!
Ah aptal kafam ah!
Bunlar bizim evi boşaltana kadar gideyim de kardeşimin yanına sığınayım bari. 
Ne! Boşaltmazlar mı dediniz…
Yetişin komşular! İmdaaattt!!

27 Haziran 2024 / C.E.Y.

Onlar mı, onlar Suriyeli... / 15 Eylül 2015
İstila! / 5 Mayıs 2022
Komşu Komşu Huuu! / 27 Haziran 2024

25 Haziran 2024 Salı

Mandalistan

Bugünlerde memleketin haline bakınca görülen tam bir Mandalistan olduğumuz. Yetişmiş insan kaynağımızı dışarıya kaçırıp, kimsenin istemediklerini içimize alınca olacağı bu! Zaten insanımızın çoğunun yarı mandal yetiştiğini ve yarı mandal yaşadığını düşünürsek, onların tam zamanlı mandallığa geçmeleri hiç de zor olmadı. 
(Ne dedin sen, ne dedin sen! Eyvah, ne dedim ben? Yok yok, vallahi vandal demedim, mandal dedim mandal.)
Sıkıysa vandal de! Biz öyle deyince jet hızıyla Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu işlemiş olabiliyoruz. Bu suçla suçlanmak bile akla mantığa sığmıyor. Halka kin ve düşmanlıkla saldıranlar ve insanları aşağılayanlar elini kolunu sallayarak dolaşmaya, ona buna saldırmaya devam ederken biz sadece bu suçu işleyenleri işaret ediyoruz ve sebeplerini sorguluyoruz. O kadar!
Çocukların suç ortamında yetiştirilmesine, edep ve terbiyeden yoksun bırakılmasına, arsız ve duyarsız olmasına, eğitim fırsatı bulamamasına kim sessiz kalabilir? Ki her insanın insanca yaşama hakkı vardır. (Bakın, demek ki kimseyi aşağılamıyorum.)
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu işlemekle suçlanmayalım diye, suç işleyenlere yanlış yapıyorlar diyemeyecek miyiz? Kendimizi onların vahşetine teslim edip sessiz mi kalacağız? Sırtımıza inen sopalara, karnımıza atılan tekmelere, boğazımıza sarılan ellere ve edilen her türlü hakarete alkış mı tutacağız?
Her şeyi sineye çekip "Aman aman bir tatsızlık çıkmasın da!" mı diyeceğiz?
Tatsızlık çıkmış çıkacağı kadar, daha ne!

Gazze'ye sahip çıkacağız, İsrail ve Amerika'yı kınayacağız diye Türk halkına saldıranlar mesela, onlar suçsuz mu?
Burger King ve Starbucks'ın Diyarbakır'daki şubeleri, cumartesi günü kalabalık bir grup tarafından "cenk, cihat, şehadet" sloganları atarak basıldı. Kendi halinde hamburger yiyip kahve içenlere sanki vatan hainiymişlercesine saldırıldı. İnsanlar korku içinde kaçıştı.
Cenk kiminleydi, Cihat kime karşıydı, Şehadet şerbetini kim içecekti?

Protestonun da, dikkat çekmenin de, işaret etmenin de, fikrini söylemenin de daha etkili ve daha zeki yolları var. Sanki İsrail askeriymiş de Filistinlilere saldırıyormuş gibi tavırla kendi insanına korku salmak hangi aklın eseri? 
Bu sıcakta daha uzağa gidemeyiz, daha büyük iş beceremeyiz, şuracıkta protestomuzu yapalım gidelim diyorsanız, o başka...

Biz dahil tüm dünya Netanyahu'nun akıl almaz vahşetini kınıyor. Biz dahil pek çoğu ise bir yandan kınarken diğer yandan ticaret yapmayı ihmal etmiyor. Mesela, iki devlet bir millet diyerek bağrımıza bastığımız müslüman din kardeşimiz Azerbaycan...
Neyse, uluslararası ilişkilere bizim aklımız ermez. 

İsrail bu, kafaya Gazze'yi dümdüz etmeyi koymuş. Hız kesmeden ve dünyadan yükselen seslere kulak vermeden hedefinde ilerliyor. Gazze, ölmüş insan eti, kan ve barut kokuyor. Çocuklar bebek arabalarında, yaşlılar hasta yataklarında, gençler sokaklarda yanarak can veriyor. Dünyanın gözü önünde büyük bir insanlık suçu çatır çatır işlenirken niyeyse kimse İsrail'e karşı bu vahşeti durduracak ciddi bir yaptırım uygulayamıyor...

Gazze böyle yanarken, bizim yapacağımız bir şey varsa, akıllı ve güçlü olarak yarın bir gün Gazze konumuna düşmemek. Bu da halkın akil, adil ve birlik içinde olmasıyla olur. Onu ayrıştır, bunu ötekileştir, ait olmayanı al getir, ait olanı tut kulağından at yaparsak, Gazze'den beter oluruz. Ölürüz de ağlayanımız olmaz...

Kendi insanına vandallık yaparak korku yaratan, böyle yaparak dünya çapında ses getireceğini düşünen arkadaşlara gelince; sizi verip yerinize mandal alsak hiç fena olmaz. Bari iki çamaşır asarız.
Çünkü çıkardığınız ses ürküttüğünüz kuşa değmiyor. Hatta tam tersi oluyor... 
Bu tavrınız ülkemize de milletimize de büyük zarar veriyor...
25 Haziran 2024 / C.E.Y. 

24 Haziran 2024 Pazartesi

Bu Masallar Değişmeli!

Uzun zamandır izleyemediğimiz Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi Tiyatro Çalışma Grubu, 24 Haziran akşamı "Masallara Sığmayan Kadınlar" oyunu ile sahnedeydi. Nilüfer Belediyesi Uğur Mumcu Sahnesi'nde oynanan oyuna ilgi çok büyüktü. Salon merdivenlerine kadar doldu. Anlaşılan oydu ki; Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi Tiyatro Çalışma Grubu epey özlenmişti. 
Berrin Kulya Balkanlar'ın yazıp yönettiği oyunun Yönetmen Yardımcısı Elif Dörter, Reji Asistanı, aynı zamanda oyunda Masalcı'yı canlandıran Songül Günay idi. Yazdığı tiyatro oyunları ve oyunculuğu ile tanıdığımız Ayşe Alagöz de ekibe desteğini esirgememişti.
Kendilerini daha önce sahnede birkaç kez izlemiş olduğumdan, oyunun başında sahneye maskeli beşler gibi çıkan oyuncuları seslerinden tanımamam mümkün değildi. 
Evet bu Betül Kırlangıç, bu da Yünel Zorlubaş, evet evet tanıdım bu Zarif Ulak, Emel Helvacı'yı da çıkardım. Leyla Demir'i de... Ülker Yonak zaten maskeli değildi.
Maskelerin ardından birer kadın masal karakteri vardı ve bu karakterler kadınları neden böyle anlattığı için Masalcı'dan hesap soruyorlardı. 
Kırmızı Başlıklı Kız'ı niçin kurt kapıyordu mesela? Küçücük kız neden yalnız başına ormana gönderiliyordu? Neden kırmızı kıyafet giydiriliyordu? 
Ya Rapunzel, Rapunzel'in saçları neden bu kadar uzundu? Adı neden Rapunzel'di? O marul muydu? Hem neden kuleye kapatılmıştı? Sevgilisi kuleye tırmanmak için neden saçlarını sarmaşık gibi kullanıyordu? Yoksa delikanlı Tarzan mıydı? 
Peki, Pamuk Prenses'e ne demeli? Elleri temizlikten, kıyafetleri eskilikten paramparça. Önce annesi, sonra babası ölmüş. Kala kala bir cadı üvey annenin eline kalmış. Yetmezmiş gibi yedi tane de cüce. Üstüne üstlük bir de büyülü elmayı dişletecekler zavallıya. Yer mi hiç? 
İki üvey abla ve bir üvey anneyle zavallı Kül Kedisi Sindirellacık ne yapsın? Prens efendi de gece boyu dans ederken Sindirella'nın yüzüne değil de ayağına bakmış olmalı ki, kendisini yüzünden değil de ayak numarasından tanımaya çalışıyor. Düşen ayakkabının uyacağı ayağı kapı kapı gezerek arıyor.
Bir de yüz yıldır Uyuyan Güzel var evlere şenlik. O da sordu hesabını. Ne insafsız bir masalcıydı bu ki onu yüz yıldır uyutuyordu. Neyse ki yüzüncü yılda o da, yüz yıllık uykuya mahkûm edilen halk ile birlikte nihayet uyanmıştı...
Masalcıyı canlandıran Songül Günay önce isyana isyanla karşılık verdi. Sonra hepsini şaşkınlık ve üzüntüyle dinledi. O bu masalları anlatırken hiç böyle düşünmemişti...
Emel Türkşen, İffet Gencer, Şerife Akyürek ve Şükran Kılıç'ın canlandırdığı KURUL üyeleri, masal karakterlerinin isyanına hak verdi. Masalcı tek tek hepsinden özür diledi ve masalları yeni baştan yazacağının sözünü verdi. Masal karakterlerinin Masalcı'ya açtığı dava da böylece düştü...
Şiddet gören, ezilen, üzülen, sömürülen kadınlar artık ne masallarda ne de gerçek hayatta susmayacaktı...
Kara Komik, yani "güleriz ağlanacak halimize", tarzı oyunu izlerken, daha önce bu ekibi çalıştıran ve benim izlediğim üç oyun sahneye koyan Erdal Gülver'i ve oyunculardan Nebahat Ulugül ile Ayla Çelik'i anmadan duramadım. İkisi de aramızdan ayrılmıştı ancak oyun, Freddie Mercury'nin "The Show Must Go On" şarkısında haykırdığı gibi, oynanmaya devam ediyordu. 
Perde hiç kapanmayacaktı. Perde açık kaldıkça o ruhlar sonsuza dek yaşayacaktı...

Dünyaya Sığmayan Kadınlar
Berrin Kulya Balkanlar oyununa "Masallara Sığmayan Kadınlar" adını vermiş. Masal anlatıcılarının eril dilinden kurtulup özgürlüğünü ilan eden kadınlara olan olumlu bakışımı bir anda olumsuza çevirip, "Kadınları dünyaya sığdıramadılar ki, masallara nasıl sığdırsınlar!" dedim.
Kadından korkularından mıdır nedir, yüz yıllar boyu kadını nasıl şekillendireceklerini şaşırmışlardı. Baş edemeyince "Cadı bu!" deyip yakmışlardı.
Erkek yazarlar edebiyat ile aba altından sopa göstermiş, bak böyle yaparsan sonun böyle olur demişti. Bakınız Madam Bovary, bakınız Anna Karenina ve kadına "ayar çeken" diğer tüm kitaplar…
Sonuç: Kadının kendisi bir masal ve kendisi bir dünya iken kadın ne sizin yazdığınız masala sığar ne de sizin sandığınız dünyaya.

"Kadın İnsandır, Biz İnsan Evladı" / Neşet Ertaş
Moderatörlüğünü yaptığım Edebiyatta Kadın Etkileri Paneli'nde, edebiyatın kadın üzerine etkilerini anlattım. Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi Tiyatro Çalışma Grubu'nun Erdal Gülver yönetiminde sahnelediği ‘Anam Bacım Avradım’, 'Zübük' ve 'Aromalı Sezaryan' oyunlarını izledim, üçünü de kalem aldım. 
Hayatı kadınıyla erkeğiyle, çiçeğiyle böceğiyle, dağıyla deniziyle, acısıyla tatlısıyla, güneşiyle ayıyla, yağmuruyla bulutuyla kabul etmek ve yaşamak varken neden herkes birbirini kendi kafasına göre şekillendirmeye çalışıyor hiç anlamadım. 
Atatürk bundan yüz yıl önce masalları tümden değiştirmişken ve daha önce hesapta dahi olmayan kadınlar Cumhuriyet ile birlikte hesaba dahil olmuşken, KIT kafalar o tarihin üzerine karanlık bir örtü çekip, kadınları yine o karanlık masallara hapsetmek istediler. 
Kadınlar artık ne Sindirella, ne Pamuk Prenses, ne Uyuyan Güzel, ne Rapunzel, ne Kırmızı Başlıklı Kız, ne de Şehrazad'ın Şehriyar'a anlattığı bin bir gece masallarının kahramanlarından biri olmak istiyor.
Kadınlar sadece rahat bırakılmak istiyor...
Bırakın artık bize masal/maval okumayı, biz kendi masalımızı kendimiz yazarız diyor…
24 Haziran 2024 / C.E.Y. 

Yazılar
Bu Masallar Değişmeli! / 24 Haziran 2024

Mış Gibigiller

İzmir'e gittiğimizde babam beni ve kardeşimi bir pastaneye götürmüş, fark edelim diye pastanenin ismini eliyle işaret etmişti. Aaa, Miş Miş Pastanesi!
Çocuk halimizle kıkırdaşmıştık. Bu isim bana çok sevimli gelmiş olmalı ki yıllar boyu hiç unutmadım. Hep, pastane sahibi acaba neden böyle bir isim koymuş diye düşündüm.
"Sanki hiç gitmemiş hep var gibi" romantikliğindeki mişli geçmiş zaman kipi olan "miş miydi ona bu ismi koyduran bilmem. Yoksa "çok da inanmıyorum ama sen yine de anlat" tadında olan, "mış mış mış da miş miş miş" göndermesi miydi?
Benim o gün sevimli bulduğum "MİŞ MİŞ PASTANESİ"nden, günümüzde hiç de sevimli bulmadığım "MİŞ MİŞ DÖNEMİ"ne geldik. 
Bu yeni dönemin adı "-MIŞ Gibi Dönemi". Dönem sahipleri de Mış Gibigiller...

Tanıştırayım: MIŞ GİBİGİLLER
BakıyorMUŞ gibi, görüyorMUŞ gibi, duyuyorMUŞ gibi, dinliyorMUŞ gibi, yazıyorMUŞ gibi, okuyorMUŞ gibi, anlıyorMUŞ gibi, konuşuyorMUŞ gibi, dinliyorMUŞ gibi, izliyorMUŞ gibi, çalışıyorMUŞ gibi, dinleniyorMUŞ gibi, seviyorMUŞ gibi, kıskanıyorMUŞ gibi, aşıkMIŞ gibi, sevgiliyMİŞ gibi, karı-kocayMIŞ gibi, aileyMİŞ gibi, mutluyMUŞ gibi, akıllıyMIŞ gibi, deliyMİŞ gibi, duyarlıyMIŞ gibi, dindarMIŞ gibi, laikMİŞ gibi, karakterliyMİŞ gibi, temizMİŞ gibi, masumMUŞ gibi, adilMİŞ gibi, ilgiliyMİŞ gibi, bilgiliyMİŞ gibi, yetkiliyMİŞ gibi, zenginMİŞ gibi, tatil yapıyorMUŞ gibi, çok eğleniyorMUŞ gibi, tepki veriyorMUŞ gibi, eleştiriyorMUŞ gibi, yardım ediyorMUŞ gibi, yalnızMIŞ gibi, yalnız değilMİŞ gibi, gibi gibi gibi gibiler...
Örnekleri çoğaltabilirsiniz. Hepsi de MIŞ gibi, MİŞ gibi, MUŞ gibi. 

MIŞ GİBİLER
Düğün pastalarını kesiyorMUŞ, ardından şampanyalarını yudumluyorMUŞ gibi yapıyor gelin ve damat. Biliyoruz ki pasta kartondan, şampanya gazozdan.
Tatilde çok eğleniyorMUŞ gibi yapıyor çiftler. Çeşit çeşit mayolar, takılar, gözlükler, çantalar, pareolar, poz poz 'selfie'ler. Biliyoruz ki bir kere bile denize girilmiyor, kameranın kadrajı dışında bir kere bile gülünmüyor.
Makamında verdiği pozlarda her şeyi kendisi yönetiyorMUŞ, sokaklarda verdiği pozlarda halkı dinliyorMUŞ gibi görünüyor bir başkan. Biliyoruz ki ne yönetebiliyor ne dinliyor.
Kestiği ahkâmlarla, attığı nutuklarla dindarMIŞ gibi yapıyor alnı secdeye değen şahıs. Biliyoruz ki ne dini anlamış ne imanı. Ne hoşgörü sahibi ne tevazu. Ne ahlaktan haberi var ne görgüden.
Rakının yanına leblebiyi kondurup laikMİŞ gibi yapıyor "Atatürkçü" şahsiyet. Biliyoruz ki ne çalışkan, ne üretken, ne saygılı ne de sevgi dolu. Bilimle, sanatla, sporla, kültürle alakası deseniz, eksi düzeyde.
Oradan buradan (ç)alıntıladığı cümlelerle yazarMIŞ gibi yapıyor "yazar" arkadaş. Biliyoruz ki iki lafı üst üste koyamaz, kendine ait anlamlı bir tek cümle kuramaz.
Filtresiz fotoğrafı olmayan kadın doğal güzelMİŞ gibi yapıyor. Biliyoruz ki doğallığın tüm izlerini taşıyor.
Mecliste sanki kendi fikri varMIŞ gibi el kaldırıp oy veriyor vekil efendi. Biliyoruz ki ne kürsüde konuşulandan haberi var ne de neye evet dediğinden. Al maaşını, etliye sütlüye karışma, dediğimizi yap, yeter.
Bir insan evladının, "Benim değerli yalnızlığım" sözleriyle paylaştığı fotoğrafı ve altına yazılmış yüzlerce yorumu görünce, Özdemir Asaf'ın "Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizeleri düşüyor insanın aklına. Görüyoruz ki, yalnızMIŞ gibi yaparken bir anda yalnız değilMİŞ gibi oldu. Hâlâ yalnız mı değil mi, o da belirsiz...
****
Ne gereksiz, ne beyhude, ne yorucu bir hayat desek de; malum, bu çağ ekran görüntüleriyle yaşanan içi boş bir Algı Çağı. 
Hoş; ne satıcı görüntünün içini doldurmaya gerek duyuyor artık, ne de alıcı görüntünün içi boş mu dolu mu diye bakıyor. 
Alan razı satan razı bu dünyada, Diyojen elindeki fenerle, gece gündüz demeden, hâlâ daha sokaklarda dolaşıp adam arıyor. 
Kim bilir, belki o da yıllardır arıyorMUŞ gibi yapıyor...
24 Haziran 2024 / C.E.Y.