8 Aralık 2014 Pazartesi

Aferin Kostüm sizi Harikalar Diyarı’na çağırıyor


Çocuk olup da Alice Harikalar Diyarında kitabını okumayan yoktur herhalde.
Tavşanlar, fareler, kurabiyeler, birden büyüyen, sonra yine birden küçülen Alice, kraliçe, iç içe geçmiş rüyalar, masallar...
Okuyanların zihinlerinde rengarenk sahneler yaratan kitap, okuyucuları Alice ile birlikte masalın içine çekiyor ve masal aleminin gizemli dehlizlerinde dolaştırıyordu.
Ya Kaptan Kanca (The Hook), o da rengarenk sahneleriyle insanı nasıl da masal kahramanı yapıveriyordu.
Peter Pan'ın yırtık pırtık kostümü, Tinkerbell'in balerin misali kanatlı elbisesi, Kaptan Hook'un şapkası...
Bu ve benzeri tüm fantastik filmleri akılda kalır yapan en önemli özelliği kendine özgü kıyafetleri olsa gerek...

İşte ben tam da o masal kahramanlarının ortasına düştüm bugün.
Kâh cadı oldum kapı arkasına park ettiğim süpürgemi aradım, kâh melek oldum takmayı unuttuğum kanatlarımı...
Birbirinden renkli kumaşlar ve aynı renklerde makaralar ile o kumaşlardan üretilmiş ve üretilmeye devam edilen, şapkasından maskesine pek çok özel tasarım kıyafetten hangisine bakacağımı şaşırdım...
Şapkalar başa, tütüler bele derken çocuklaştıkça çocuklaştım.

Nerede oldu bütün bunlar diye sorduğunuzu duyar gibiyim....
Ebru Çatak Birgül, Suna Çatak Çalı ve Elif Gökşen Süral'ın güçbirliği ile oluşan Aferin Kostüm'de...
Kostümcüde yani.
Doğumgünlerine, bebek mevlütlerine, okul müsamerelerine, bale ya da folklor gösterilerine, aklınızdan geçen her ne ise hepsine karşılık bulabileceğiniz, daha önce Bursa'da bu şekilde yapılmamış olan bir atölye var artık....
Artık siz isteklerinizi onlara bildiriyorsunuz ve gerisini onlara bırakıyorsunuz.
2009 yılında yapılan bir teklifle akıllara yatan, lakin ancak 2013 yılında oluşan atölyede o günden bugüne üretim hız kesmeden, hatta katlanarak sürüyor.

Aferin Kostüm nasıl oluştu?
Anlatalım;
Karacabey'den de aile dostumuz olan Ebru ve Suna iki kız kardeşler. Ebru Beden Eğitimi öğretmeni ve biliyorum ki Bursa'da pek çok kurumda çalıştı. Suna aktif çalışmasa dahi hiçbir zaman evde oturan bir ev hanımı olmadı.
Bu öyküde iki kız kardeşin Elif Süral ile buluşmaları ve bu projeyi hayata geçirmeleri esas ilginç olan.
Elif Süral İzmitli, enstitü mezunu bir genç hanım. Bebeğinin doğumunun ardından atölyesini kurmuş, tam çalışmaya başlayacağı esnada 99 depremi olmuş. Ardından eşinin iş değişikliği sebebiyle Bursa'da yaşamaya başlamış.
Ebru ve Suna ile aynı caddenin ayrı taraflarında esnaflık yapmışlar. Zaman içerisinde arkadaş olmuşlar.
Gün gelmiş bir tarafın iş yeri kapanmış, diğer tarafınki başka bir semte taşınmış.
Heyhat kader ağlarını örmüş ve onları birbirlerinden ayırmamış, tekrar tekrar birbirlerinin dizinin dibine çağırmış.
"Ne yapsak, nasıl yapsak, olur muydu, olmaz mıydı?" derken önce kendi evlerinde başlamışlar çalışmaya. Elif Hanım'ın salonuna doldurmuşlar makineleri. Ebru'nun ve Elif'in evleri arasında mekik dokumuşlar. İşler çoğalınca evler yetmemiş, bir atölye açmışlar. Atölyenin olduğu bölgeden gelen çalışanlarla koyulmuşlar işe.
Lakin iş gönül işi, titizlik işi. Ruh ister, emek ister, estetik ve zevk ister....
İlla ki bir yerlere incik boncuk, çiçek böcek, kurdele fiyonk kondurmadan olmaz...
Düz dikişi tercih edip ince işlere girmeyen elemanlarla yürümemiş bu iş elbet.
"Tamam, bitti, olmuyor işte" dedikleri anda gelen "durma, yürü" sinyallerine kulak verip Hamitler'deki atölyelerine taşınmışlar.

'Bu işte kim neler yapıyor?' deyip internette surf yapıp derin derin araştırmışlar.
Ebru okullara ve kurumlara giderek anlatmış kendilerini.
Körün istediği bir göz ise Aferin Kostüm okullara olmuş dört göz...
Bizim kostümcü hanımlar ile birebir iletişim kolay, kostümcü hanımlar Bursa'da ve Bursalı, kargo yok, kurye yok, aracı yok, en ufak bir aksaklıkta yüz yüze görüşüp telafi etme imkânı var, kişiye ya da kuruma özel tasarımlar var, yaratıcı fikirler var.
Daha ne olsun...

Şimdi; gelen talepler doğrultusunda Suna ve Ebru kumaş ve aksesuar seçimlerini yapıyorlar.
Üç hanım yine talepler doğrultusunda beyin fırtınaları yaparak farklı tasarımlar ortaya çıkartıyorlar.
Tasarımları canlandırmak ise Elif Hanım'a düşüyor.
Tabii ki bu canlandırma esnasında atölyenin can damarı Mecbure'yi es geçmek kendisine haksızlık olur. Henüz 20'li yaşlarındaki genç kadın elektrikli makineleri vızır vızır kullanıyor.
"Hadi bakalım Mecbure fotoğrafımızı çek" deyince, onu da gayet güzel çekiyor.
Az buçuk da olsa dikiş biliyor olmanın avantajıyla Mecbure'yi izliyorum makine başında.
Mahir elleri bir ayak dokunuşuyla hızlanan motorlu makineye son derece hakim.
Güler yüzlü, çalışkan ve sevecen...

Bu arada, masa üzerlerindeki renk renk makaralar, sıra sıra masuralar beni eski zamanlara taşıyor...
Aklımdan önce "Her genç kızın rüyası....", sonra da "O eskidendi canım!" cümleleri geçiyor....
Ürünlerin durduğu odaya girdiğimizde tüllerden yapılmış kabarık etekli tütüler arasından en miniğini seçerek gösteriyor Ebru.
"Ah, şimdi Alice misali küçülüversem..." diyorum...
O kadar çok kıyafet var ki, bu tüllerin arasında ne güzel kaybolur insan.
Hangi birine bakacağımı şaşırıyorum...

Anneler terzi, çocuklar model iken
Bir varmış bir yokmuş diyerek anlatalım biraz da.
Hatırlayın; çocukluğumuzun 23 Nisan bayramlarında 'rond'lara çıkmışsak eğer bir örnek kıyafetler dikilirdi hepimize.
Folklorcüler için şalvarlar, cepkenler, üç etekler ona keza...
19 Mayıs'lardaki gösteri kıyafetleri ona keza....
Bizim çocukluğumuzun annelerinin hepsi terzi olmasa da pek çoğu dikiş bilirdi. Bu kıyafetler hep ya evlerde ya da komşu teyzelerde dikilirdi.
Bayram yaklaştıkça bir telaşe, bir koşturma...
Kumaş nereden alınacak, modeli nasıl olacak, yok etek boyu kısaydı, yok uzundu....

Şimdinin çalışan annelerinin ise ne bir sökük, ne de bir düğme dikmeye vakti var. Vakti olsa da pek çoğunun becerisi gelişmemiş.
İşte bu ebeveynlerin zamansızlığından ve kapı kapı koşturup terzi arayamamalarından, arasalar da bulamamalarından, kesip biçip dikmeyi de kendileri kotaramadıklarından tüm iş okullara düşüyor.
Onlar da haliyle profesyonel kurumlarla çalışmayı tercih ediyorlar. Siparişleri tek kalemde hallediyorlar.
Görünen o ki Aferin Kostüm Bursa'daki bu boşluğu doldurmuş...

Ebru, Suna ve Elif; onlar, el ele vererek çıktıkları bu yolda karşılaştıkları zorluklara göğüs gererek ve sürekli öğrenerek ilerliyorlar.
Oturdukları yerden birileri onlara yardım etsin diye beklemiyorlar.
Güçlerini birleştirmişler ve olmazları oldurmuşlar.
Demem o ki, önce bir yola çıkmalı.
Sonra yoldaki adımları sağlam atmalı.
Kolay bıkıp yorulmamalı.
Başarı öyküleri ilmek ilmek yazılıyorsa eğer, Ebru, Suna ve Elif gibi her ilmeği özenle dokumalı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder