21 Ekim 2014 Salı

DA-YA-NA-MI-YO-RUM!

Her gece kanlar içinde uykuya yatıyor, her sabah yaralarım kapanmış uyanıyorum.
Hayretle bakıyorum geçmez sandığım o derin yaraların geçişlerine.
Daha dün sıyrıklar, tırmıklar, kesikler, vuruklar içindeydim. Daha dün her yanımdan kanlar sızıyordu. Daha dün dizlerim morarmış, suratım dağılmış haldeydim. Gördüklerimden gözlerim patlamış, duyduklarımdan kulaklarım duymaz olmuştu.
Ne çabuk geçtiler. Nasıl iyileştiler.
Yeni bir savaşa sağlam bedenle çıkmam için belki.
Yine başlayacak darbeler uyanır uyanmaz.
Indiana Jones filmlerinden birer sahne sanki hepsi.
Dün o karanlık dehlizlerde koştururken ben, bir anda 3 yaşındaki çocuğunu öldürüp sonra da çöplüğe gömen adam bir kesik attı göğsüme. Ardından Onur Can Yasef’in annesinin intiharı elindeki kamayı sapladı böğrüme.
Hayvanlara edilen zulümler her köşe başında bir tırmık attı yine. Kafası ezilen bir kedi, sırtındaki kabuğu parçalanan bir kaplumbağa, dilenmesi için ön ayakları dizlerinden kesilerek diz çöktürülen bir deve.
Labirent misali koridorlarda koştururken aniden tepeden inerek omzuma çizikler atan, kendimi sakınmasam kolumu alıp kopartacak olan Suriye-Kobani-IŞİD, envai çeşit işkence haberleri, kafa kesmeler, kurşuna dizmeler.
Oradan kendimi kurtarmış ters tarafa koşarken ilk köşede aniden karşıma çıkan, adeta suratımda patlayan emniyet güçlerine saldırı ve ölen polisler, taş atan çocuklar, molotoflar, gaz bombaları….
Sonunda sendelemeye başladım.
Hiç bitmeyecek mi bu koşu?
Hiç iyi bir şey olmayacak mı?

Bir dakika, bir yerlerden müzik sesi geliyor. Ata söylüyor Bu Fasulye 7,5 lira….. Eğleniyorlar ne güzel.
Ama, ama nasıl eğlenebiliyorlar dışarıda her şey bu kadar kötüyken…
Diğer odadan hüzünlü nağmeler yükseliyor. Eflatun ve Şarap…
Ata devam ediyor ardından, Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar…
Biraz hasret, biraz sevda, biraz sitem…
Ardından bir kapı açılıyor, oynaşan kediler, köpekler, kuşlar, bebekler. Neşeli kahkahalar.
Bak maç, bak gol, bak coşku…
Unuttum sırtımdaki hançerleri, acımıyor kesiklerim eskisi kadar.
Ah güzel dünya ah… Yaşamak güzel….
Hem Ebola da zararsızmış… Çok şükür…

Of of! Yine bir darbe. Hem de en beklenmedik, en ağırından.
Gencecik bir adam intihar etmeden önceki videosunu yayınlamış. Konuşuyor sakin sakin. Az alaycı, az kırgın, az küskün. Biraz sonra bitireceği hayatının eyvallahsızlığıyla sarmalamış kendini.
Mideme inen sert bir yumruk. Hem saygı, hem ‘Neden yaptın?’
Bilemeyiz ki! Bizim gönlümüz olsun diye acılar içinde yaşamaya devam mı etseydi.
Pek çoğumuzun yaptığı gibi. Çekti ve gitti işte. Saygı duymalı.
Midem hafifledi… Onun tercihi ne de olsa.
Ama yine de sancım var!  Bu iş her neyse buraya gelmemeliydi…
Yaşadığı her ne ise onu hayatından bezdirmemeliydi…

Gün yolculuğu devam. Bitti mi sandınız, bitmez, daha çok var.
Herkesin ortasında kimseye aldırmadan yüksek sesle konuşup duranlar ince ince tırmalıyor her yanımı. Ekran kavgaları, meclis atışmaları, trafik kazaları, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, bonzai ölümleri dikenler batırıyor.

Sevdiğini söyleyip de sevgisine inandıklarımın nazik ihanetleri yüreğimi söküp alıyor göğsümün orta yerinden. Canımın acısı ne dilimle, ne kalemimle bastırılacak gibi değil.

Gün dönüyor, gecesine kavuşuyor. Uyku bu acılı bedeni teslim alıyor. Alıp iyileştirecek, kanını dindirecek.
Uykumda bile acıyor canım çok zaman. Duyuyorum ığıl ığıl. İçim eriyor.

‘Daha da yaşayamam’ derken acılar derinlerde bir yerlerde kayboluyor.
Sabah, gün geceden ayrılıp sevdalısı geceyi karanlıklarda yalnız bırakırken uyanıyorum.
İçimde biraz eziklik olsa da, bedenimde biraz izler kalsa da yine de gücüm yerinde.
Yeniden dalabilirim o karanlık dehlizlere.
Kılıç darbelerine, dikenlere, iğnelere katlanabilirim.
Bir daha, bir daha, bir daha…
Belki her yolculukta güçten bir tık eksilmiş olarak.
Belki bu uzun yolculuğun sonunda aldığım her darbenin etkisiyle çıldırmış olarak.
Kuvvetle muhtemel ‘bunak bir yaşlının bunak sayıklamaları işte….’ denilerek….

“Her şey sende gizli” demiş şair…

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif...
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi, ” demiş ve devam etmiş;
“Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. “
“İşte budur hayat!” demiş.
Ve;
“İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…” diye bitirmiş…

Haklısın ey kimliğini bilmediğim Şair.
Her şey bende gizli…
Bu gece de sabah olurken ve dünya yeni bir güne doğmaya hazırlanırken yaşanmış ne varsa yine hepsi geçmişte kalacak…
Neyin ne kadar geçmiş olduğu ise yolun en sonunda belli olacak…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder